16 Nisan 2018

BİR KAOS UZMANINDAN İTİRAFLAR


 Koas uzmanı olarak bizlerin amacı küresel imparatorluk kurmaktır.Bizler, diğer ülkeleri şirketlerimizin, hükümetimizin, bankalarımızın,kısacası benim şirketokrasi diye adlandırdığım kurumsal yapının kölesi haline getirmek için uluslararası finans kuruluşlarını kullanan elit bir grubuz. Mafyanın yaptığı iyilikler gibi, Kaos uzmanı da görünüşte bazı iyilikler yapar. 

Örneğin elektrik santralleri, otoyollar, limanlar, havaalanları, teknoparklar gibi altyapı hizmetleri için borç temin ederler. Bu borçların ön koşulu, bütün bu projelerin Amerikan inşaat ve mühendislik firmaları tarafından gerçekleştirilmesidir.Aslında paranın çoğu Amerika’yı hiç terk etmez; yalnızca Washington’daki bankalardan New York, Houston veya San Francisco’daki mühendislik firmalarına transfer edilir.

Barış gönüllüsü olarak görevim sona erince Einar bana MAIN’de iş teklif etti. Einar’ın dediğine göre MAIN’in esas işi mühendislikti.Fakat en önemli müşterisi olan Dünya Bankası’nın hazırladığı mühendislik projelerinin boyutunu ve fizibilitesini saptamak üzere ekonomistlere ihtiyaçları vardı. Ekuador, Endonezya, İran, Mısır gibi güvenilir istatistikleri bulunmayan yerlerde kişisel gözlem ve değerlendirme gerekiyordu. 

Böylece 1971’de 26 yaşında MAIN’de ekonomist olarak göreve başladım.
Arthur D.Little, Stone & Webster, Brown & Root, Halliburto ve Bechtel gibi mühendislik firmalarını herkesin tanımasına rağmen MAIN kamuoyunda pek bilinmiyordu. Profesyonel kadromuzun çoğu mühendis olduğu halde iş makinalarımız olmadığı gibi, bir baraka dahi inşa etmemiştik. Önceleri ne yaptığımızı anlamakta bile zorluk çekiyordum. 

Tek bildiğim, Java adasının enerji master planını hazırlamak üzere 11 kişilik bir heyetle Endonezya’ya gideceğimdi. Endonezya ve Java’nın ekonometrik modellerini çıkarmam gerekeceği ve bu konuyu hiç bilmediğim için kurslara yazıldım. Bu süreçte, istatistiklerin amaca göre manipüle edilebileceğini keşfettim.

MAIN, beni eğitmesi için Claudine adında güzel bir bayanı görevlendirdi. Claudine bana, hiç kimsenin işim hakkında bilgi vermediğini, zira bunu yapmaya bir tek kendisinin yetkili olduğunu söyleyerek, görevinin beni ekonomi tetikçisi olarak yetiştirmek olduğunu ilave etti. Ne yaptığımı karım dahil hiç kimsenin bilmemesi gerektiğini belirttikten sonra, işimin iki ana amacı olduğunu açıkladı. 

Öncelikle, hazırlayacağım raporlarla MAIN ve diğer Amerikan şirketlerinin (Bechtel, Halliburton, Stone&Webster gibi) devasa mühendislik ve inşaat projeleri için uluslar arası finansman kuruluşlarının vereceği kredilere dayanak sağlayacaktım. Verilen borç, projeleri gerçekleştiren Amerikan şirketlerine geri döndükten sonra ikinci görevim, muazzam borç altına giren bu ülkeleri iflas ettirmekti. 

Böylece söz konusu ülkeler askeri üs, BM’lerde lehimize oy, petrol ve diğer doğal ham maddeleri kullanımı gibi ihtiyaçlarımız için kolay hedef olabilecekti. İşim, bir ülkeye milyarlarca dolar yatırım yapılmasının etkilerini tahmin etmek olacaktı. Gelecek 20-25 yılda ekonomik büyümenin ne kadar olacağını ve çeşitli projelerin etkilerini araştıran çalışmalar yapacaktım. 

Projelerin her birinden beklenen ancak açıkça söylenmeyen özellikler, müteahhit firmalar için çok karlı olması, ülkedeki bir avuç varlıklı ve etkili aileyi mutlu etmesi, uzun dönemde ülkeyi mali ve siyasi bağımlılık altına sokması idi. Borç yükü ne kadar büyük olursa o kadar iyi olacaktı. Bu yük ülkenin en yoksul vatandaşlarını sonraki on yıllar boyunca sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlardan yoksun bırakacakmış, ne gam.




Diğer ABD vatandaşları gibi MAIN çalışanlarının çoğu enerji santralleri, otoyollar, limanlar inşa etmekle ülkelere iyilik ettiğimize inanıyordu. Okullarımız ve basınımız bütün yaptıklarımızı iyi niyetle yaptığımızı öğretmişti. 

Yıllarca hep şu ifadeyi duydum: ”Amerikan bayrağını yakıyorlar, elçiliğimizin önünde gösteri yapıyorlar, neden lanet olası ülkelerini terk edip onları yoksulluk içinde yuvarlanmaya bırakmıyoruz? Bir gün Claudine’e birlikte Java’ya gideceğimiz kişilerin de benimle aynı işi mi yapacaklarını sordum.

“Hayır, onlar mühendis” dedi. “Onlar elektrik santrali, dağıtım hatları, limanlar ve yolların planlarını yaparlar. Sen ise onların tasarlayacağı sistemlerin ve dolayısıyla verilecek kredinin boyutlarını hesaplayacaksın. Anahtar kişi sensin” Bir başka gün Claudine şu bilgiyi verdi. 

Bizler küçük, özel bir kulübüz. Dünya ülkelerinin milyarlarını dolandırmak için iyi, çok iyi para alırız. İşinin önemli bir bölümü, dünya liderlerini Amerikan’ın ticari çıkarlarını kollayan geniş bir şebekenin bir parçası olmaya ikna etmek olacak. Sonuçta bu liderler öyle bir borç batağına saplanırlar ki 

Amerika’nın sadık köleleri olurlar. Böylece siyasi, ekonomik ve askeri gereksinimlerimizi istediğimiz zaman istediğimiz şekilde karşılarlar. Buna karşılık kendi halklarına teknoparklar, santraller, havaalanları getirdikleri için siyasi konumları güçlenir. Bu arada Amerikan mühendislik ve müteahhitlik firmaları da iyice zenginleşir”.

Tarih boyunca imparatorluklar askeri güçle veya güç tehdidi ile kuruluyordu. Fakat II.dünya savaşının sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin doğuşu ve nükleer savaş korkusu yüzünden askeri harekat göze alınamayacak kadar riskli hale geldi. 


İlk görevim Endonezya’da olacaktı. Endonezya yüzyıllarca çeşitli ülkelerin egemenlik savaşlarına sahne olmuş, nihayet 1949 da Sukarno’nun liderliğinde Hollanda’dan bağımsızlığını kazanmıştı. Fakat 17500 adadan ve sayısız dil, kültür, ırktan oluşan ülkede birliği sağlamak kolay olmamıştı. Kanlı iç savaşları takiben general Suharto 1968 de bir darbeyle başkan oldu.

Amerika Vietnam’daki başarısızlığının domino etkisi yapmasından ve komünizmin diğer ülkelere yayılmasından korkuyordu. Anahtar ülke Endonezya idi. MAIN’in elektrifikasyon projesi, Amerikanın Güneydoğu Asya’daki egemenliğini garantileme master planının bir parçasıydı. Amerikan dış politikası Suharto’nun İran Şahı gibi
davranacağı savına dayanıyordu. 

Endonezya’da elde edecek kazanımların tüm İslam dünyasında, bilhassa patlamaya hazır bekleyen Ortadoğu’da yankıları olacaktı. Bu da yetmezmiş gibi Endonezya’da petrol vardı. Rezervlerin miktarını kimse bilmiyordu fakat parlak görünüyordu.

Endonezya’ya varınca, iki kişilik heyetimizin başkanı şöyle dedi: ”Evet, burada bulunmamızın sebebi, dünyanın en yoğun nüfusuna sahip adası Java’nın elektrifikasyon master planını hazırlamak. Fakat bu buzdağının görünen kısmı. Esas amacımız, Endonezya’yı komünizmin kıskaçlarından kurtarmak ve kuzey komşuları Vietnam, Kamboçya, Laos’un izinden gitmesini önlemek. 

Entegre bir elektrik
sisteminin kurulması, kapitalizm ve demokrasinin hakimiyetini garantileyecektir. Master planı hazırlarken, Endonezya’daki petrole ihtiyacımız olduğunu dikkate alıp, limanların, boru hatlarının, inşaat şirketlerinin bolca elektrik almasını sağlayın. Eksik yönde hata yapmaktansa, fazla yönde hata yapmamız daha iyidir.”Master Plan tamamlandıktan sonra plan dahilindeki bölgeleri gezmeye çıktım.Tercümanım beni Bandung’da bir kukla (karagöz) gösterisine götürdü. 

Dalang denen kuklacı 100’ün üstündeki kuklayı farklı seslerle seslendiriyordu. Ömür boyu unutamayacağım gösteride kuklalardan biri Richard Nixon’du. Nixon kılıklı kuklanın arkasında Orta Doğu ve Uzak Doğu haritası vardı. Ülkeler, haritadaki kendi yerlerinde çengellerde asılıydı. Yerde de, üstünde $ işaretleri bulunanbir kova vardı. Nixon haritaya yaklaştı, Vietnam’ı çengelinden çıkarıp ağzına soktu.“Ayy, acı, çok kötü, bundan istemiyoruz” deyip kovaya attı. 

Yüzünü tekrar haritaya döndü. Sonraki ülke seçimleri beni şaşkınlık içinde bıraktı: Zira Güney Doğu Asya’nın domino ülkelerini değil, hep Orta Doğu ülkelerini seçiyordu: Filistin, Kuveyt, Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve İran, arkadan Pakistan ve Afganistan. Her seferinde Nixon ülkeyi kovaya atmadan önce İslamiyet’e küfürler ediyordu: “Müslüman köpekler, Muhammed’in canavarları, Müslüman şeytanlar” gibi. En sonunda da haritadaki çengelinden Endonezya’yı kaldırarak “Bunu da Dünya Bankasına verelim. 

Bakalım bize bundan nasıl para kazandırabilir” dedi. Gösteriden çıktıktan sonra tercümanımla aramda şu konuşma geçti. “Dalang, Nixon’a Vietnam dışında niye yalnızca Müslüman ülkeleri kovasına attırdı ?” “Çünkü plan böyle. Vietnam ilk adımdan başka bir şey değildi. Tıpkı Naziler için Hollanda’nın olduğu gibi. 

Gerçek hedef Müslüman dünyası.” “Amerikanın anti-islam olduğuna inanamam” “Öyle mi? Ne zamandan beri? Kendi tarihçilerinizden birini, Arnold Toynbee adlı İngilizi oku da gör. Ta ellilerde, gerçek savaşın komünistlerle kapitalistler arasında değil , Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında olacağını söylemişti. “ Civilization on Trial” ve “The World and The West” adlı kitaplarına bir bak” “İyi de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında niye düşmanlık olsun ki? “Çünkü Batı, özellikle de lideri Amerika, dünyayı hakimiyeti altına almak, tarihin en büyük imparatorluğunu kurmak istiyor. Neredeyse başaracak. 

Şu anda önündeki tek engel Sovyetler Birliği. Fakat Sovyetleri kalıcı bir engel olarak görmüyor. Dinleri yok, inançları yok, ideolojilerinin içi boş. Tarih boyunca iman her şeyin önünde gelmiştir. Biz Müslümanlarda da iman var, hatta sizden fazla. O yüzden bekliyoruz ve güçleniyoruz. Sonra bir yılan gibi saldıracağız.” 

“Ne korkunç! Bunu değiştirmek için ne yapabiliriz? “Bu kadar açgözlü olmaktan vazgeçin. Ve de bencil. Büyük evlerinizden, süslü mağazalarınızdan başka gerçekler de var dünyada. İnsanlar açlıktan ölürken siz arabalarınızın benzinini düşünüyorsunuz. Bizimki gibi ülkeler yoksulluk içinde boğulurken imdat çığlıklarımızı duymuyorsunuz. Size bunları söylemeye çalışanlara kulaklarınızı tıkıyorsunuz. Onlar sizin için ya radikal ya komünist . 

Bu tutumunuzu bırakmazsanız sonunuz hiç iyi olmayacak.” Karagöz oynatıcı Dalang’a birkaç gün sonra yolda kimliği bilinmeyen biri çarptı ve öldü. Genç Endonezyalılarla yaptığım konuşmalar gözlerimin açılmasını sağladı. Bencil bir dış politikanın gelecek kuşaklara yaramayacağını fark ettim. Günlüğüme şunları yazdım. “Yoksul ülkelere dış yardım kılıfı altında verdiğimiz borçlar bugünün çocuklarının ve onların torunlarının rehine olmasına yol açıyor. 

Şirketlerimizin, onların kaynaklarını talan etmesine izin vermek ve bize olan borçlarını ödeyebilmek için eğitim, sağlık gibi hizmetlerden feragat etmek zorunda kalacaklar. Amerika Vietnam gibi sömürge savaşlarında harcadığı bütün parayı dünyadan açlığı kaldırmaya, eğitim ve temel sağlık hizmetlerine herkesin ulaşabilmesine, ormanların , sulak alanların korunmasına harcasaydı dünya nasıl bir dünya olurdu acaba?”

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...