Asıl sorun, büyürken unuttuklarımız
Küçük Prens’in çocuk kitabı olduğunu iddia eden yetişkinlere bir türlü anlam veremiyorum. Sırf adında “küçük” kelimesi geçiyor ve hikaye küçük bir çocuğun gözünden anlatılıyor diye, ona çocuk kitabı demek büyük haksızlık değil mi?
Okuduğum bir kitabı tekrar tekrar okumaktan hoşlanmıyorum, fakat bir tek Küçük Prens için bu alışkanlığımdan vazgeçebilirim.
Nasıl ki Mona Lisa, hangi taraftan bakarsanız, yine size bakıyormuş hissi veriyor; Küçük Prens de hangi ruh hali eşliğinde okursanız okuyun, durumunuza uygun bir anlam çıkarmanıza izin veriyor.
Buna rağmen çocuk kitabı sanılıp, hakkı yeniliyor. Halbuki erken yaşta Küçük Prens’i okuyan çocuklar, çoğu zaman ya anlamıyor, ya da sıkıcı buluyor.
Hoş, yetişkinlere de hak vermek lazım. Metroda, üzerinde siyah takım elbise, gözünde kapkara bir gözlük, bir elinde evrak çantası, diğer eliyle de küçük prens okuyan koskoca bir adam düşünebiliyor musunuz?
Düşünüyorsunuz düşünmesine de komik geldi, itiraf edin.
Nedeni belli; çocukluktan utanıyoruz. Büyümeyi matah bir şey zannettiğimiz için bir daha çocukluğa döneceğiz diye ödümüz kopuyor.
Halbuki “Asıl sorun büyümek değil ki, büyürken unuttuklarımız”...
Korkuyorum desem, yetişkin sayar mısınız?
Bir kaç gün önce Küçük Prens’i sinemada izlemeye gittim. Bu bahaneyle, büyürken unuttuklarımı belki hatırlarım dedim.
Unuttuklarım o kadar çok ki... Şükürler olsun, hala hatırladığım şeyler var.
Kim bilir belki de henüz “çok fazla” büyümemişimdir.
Mesela içimden gelen her şeyi ölçüp tartmadan söylediğim günler olduğunu hatırlıyorum.
Sık sık “korkuyorum” derdim, bakın bunu unutmuyorum. Çünkü çocuk değil miyim, sık sık korkuyordum.
Büyüyünce ne değişti bilmiyorum. Kaldı ki korkularım katiyen azalmadığı gibi katlanarak arttı.
Kendimi kontrol etmesem, günde en az 20 kere “korkuyorum” deyip ağlamaya başlayabilirim. Kaybetme korkularıma girmeyeceğim bile, ama en basitinden ben hala karanlıktan haz etmiyorum.
Fakat en son ne zaman birisine karanlıktan korkuyorum demiştim, hatırlamıyorum.
Demeyi unuttuğumdan değil, dersem yetişkinliğe yakışmayacağından çekiniyorum galiba. Şöyle bir düşününce aklıma daha fazlası da geliyor.
Gülmek; sıraya girip, bilet alıp, üzerine para vererek gerçekleştirilen bir eylem değildi sanki, çok kolay ve çok sesli gülerdik. Üstelik bunu çok sık gerçekleştirirdik.
Biz bile anlayamadık ki...
Küçük Prens’in en çok yetişkinlerin dünyasını anlamaya çalışmasını seviyorum. Asla anlayamıyor.
Hak veriyorum; gün içerisinde yaptığımız şeylerin yüzde doksanı, sırf öyle öğretildiği için, üstlenilmiş bir görevi yerine getirir gibi yapılıyor.
İçimizden geldiğince davranmanın kenarından bile geçmiyoruz.
Yaşlanmaktan değil ama, bir gün yaşlanıp, küçük prensin ne söylemek istediğini anlayamayacak kadar çocukluktan uzaklaşmış olmaktan korkuyorum.
Bakın gördünüz mü, film etki etmeye başladı; yine korkuyorum diyorum.