23 Mart 2018

Âmentü Duası ve Fazileti.


149676459020022.png

Âmentü Duası ve Fazileti.

Arapça Okunuşu:

آمَنْتُ بِاللهِ وَ مَلَئِكَتِهٍ وَ كُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ وَ اْليَوْمِ اْلآخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالَى وَ اْلبَعْثُ بَعْدَ اْلمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لآ اِلَهَ اِلاَّ اَللهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وُ رَسُولُه

Okunuşu:

Âmentü billahi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-âhıri ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihi mine'llâhi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l mevti hakk Eşhedü en lâ iâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh.

Manası:

Ben Allahü Teâlâ'ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şerrin Allahü Teâlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır.
Ben şehadet ederim ki, Allâhü Telâ'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.v) Onun kulu ve peygamberidir.

Fazileti:

Şimdi biz başlayalım "Âmentü Billâhi"den...

"Âmentü"; "iman ettim"...

Neye?.. "Billâhi"!..

Burada dikkat edersek "ALLÂH" kelimesinin başına gelen bir "B" harfi var.

"Billâhi" diyoruz... Bu "Billâhi"yi, baştaki "B" harfinin anlamını göz önüne almadan sadece, "ALLÂH'a iman ettim" diye anlamak ve öylece kabullenmek son derece yetersizdir.

Bu İslâmiyeti ve Hz. Rasûlullâh Efendimizin getirdiklerini, gök tanrıya tapanların anlayışı seviyesine düşürmeye yol açar!

Hz. Muhammed Mustafa'nın getirdiği "Vahdet" anlayışı, "TEKlik kavramı"; "Billâhi"nin başındaki "B" harfinin anlamı dikkate alınmazsa, tamamıyla örtülür ve neticede İslâm'ın, Kurân'ın vurgulamak istediği "ALLÂH" kavramı, ilkel insanların "gök tanrı" anlayışına dönüştürülmüş olur!

Buradaki "B" harfinin sırrı nedir ve başına geldiği kelimenin anlamını ne şekle sokar?..

Bu konuda, Türkiye Cumhuriyeti'nin en değerli ve bilgili yorumcusu olan Elmalılı Hamdi Yazır'ın "Hak Dini Kur'ân Dili" isimli tefsirinin 1. cildinin 42. sayfasında bir izah var...

Diyor ki:

"Bu sayededir ki, biz İsmullâh ile visal peydah ediyoruz. Yani "B" harfi ile. Bütün vücudun ve terakkiyat-ı vücud'un mebdei evveli ve matlubu mutlakı olan ALLÂH-ı Rahmân-ı Rahıym'in ismini kalbimizde niyet ettiğimiz ve henüz vücudunu görmediğimiz iradi fiilimize rapt ederek lafzı veciz, mânâsı cihan şümul bir kelâmı beliğ söyleyebilmemize vesile olan ancak bu "B" harfidir.

Biz işimizde ne kadar fâili muhtar olursak olalım, efalimizin illeti taammesi olmadığımız muhakkaktır. Çünkü bizim iradelerimiz, vücut silsilesinin kati bir haddi evveli değil, onun cereyanı içinde bir lahzai tahavvüldür."

Bundan sonra devam ediyor ve diyor ki:

"Eazımı müfessirin (yorumcuların en büyük ve bilgilileri) diyorlar ki:

'Ba'nın buradaki mânâyı ilsakı ya mülabest ve musahabet veya istianedir. Yani şuurumuzda hâsıl olacak olan nispet; "ALLÂH, Rahmânı Rahıym" ismine bir mülabest ve maiyet hissi veyahut "ALLÂH" isminin veya Rahmân, Rahıym sıfatlarının müsemma ve medlullerine nazaran rahmeti ilâhiyyeden istimdat ve istiane hissidir.

Bu tevile göre "B" harfini mülabese anlamına alarak açıklanırsa besmelenin meâli; "ALLÂHı Rahmânı Rahıym namına" demek olur.

Yani "B" harfi mülabese anlamına alındığı zaman, "Ben bunu onun namına, ona hilâfeten, onu temsilen, onun bir aleti olarak yapıyorum. Bu iş, hakikatte benim veya başkasının değil, ancak "O"nundur!.." demek olur.

Bu da Vahdeti Vücud mülahazasına raci bir fenâfillâh hâlidir ki ancak risâlet, vilâyet, hâkimiyet, tasarruf gibi makâmatı mahsusada cari olur..."

Şimdi bunu özetlemek ve günümüz diliyle açıklamak gerekirse...

"Âmentü Billâhi" dendiği zaman, "B"nin buradaki işaretinin "ALLÂH" isminin anlamını gerçek ve mutlak mânâsıyla anladıktan sonra; kendinin, "ben" dediğin şeyin, "O"nun dışında, ayrı bir varlık olarak var olmayıp; "ALLÂH" varlığı ile kaîm ve var olan bir yapı olduğuna "İMAN" etmek anlamında olduğu anlaşılır.

Yani, "Âmentü", "iman ettim"; "Billâhi", mutlak ve gerçek anlamda "ALLÂH"ın varlığına; benim kendi varlığımın da, "O"nun varlığı, vücudu ile kaîm olduğuna; tüm varlığımın, tüm boyutlarıyla, sadece "O"nun Esmâ'sıyla mevcut olduğuna; "O"nun varlığı dışında hiçbir varlık ve özelliğimin olmadığına "iman ediyorum" demektir bu.

İşte burada önemli olan husus, Kur'ân dilinde ve Hz. Muhammed (aleyhisselâm)'ın açıklamasında ötenizdeki bir "TANRI"ya iman değil; varlığınızın her zerresindeki; tüm boyutlarınızı meydana getiren "ALLÂH"a iman üzerinde durulmasıdır.

Nitekim Hz. Âli'ye atfedilen;

"KURÂN'IN SIRRI FÂTİHA'DA; FÂTİHA'NIN SIRRI BESMELE'DE; BESMELE'NİN SIRRI DA B HARFİNDEDİR."

şeklindeki uyarı da bu yukarıda açıklamaya çalıştığımız hakikate dayanmaktadır!..

İşte yine bu yüzdendir ki, "İMAN ETMİŞLERE" hitap edilerek "İMAN EDİN!" denmektedir Nisâ' Sûresi 136. âyetinde...

"YA EYYÜHELLEZİYNE AMENÛ, AMİNU BİLLÂHİ..." (4.Nisâ': 136)

"EY İMAN EDENLER, "B" HARFİNİN İŞARET ETTİĞİ ANLAM İLE İMAN EDİN ALLÂH'A..."

Öte yandan "İMAN ETTİM" dedikleri hâlde "İMAN ETMEMİŞ OLANLAR" da vurgulanmaktadır Bakara Sûresi'nin 8. âyetinde...

Şimdi bu anlayışla aşağıda nakledeceğim âyeti anlamaya çalışalım:

"Ve minenNâsi men yekulü AMENNÂ BİLLÂHÎ ve BİL YEVMİL ÂHIRİ ve mâ hum BİMU'MİNİYN" (2.Bakara: 8 )

"İnsanlardan bir kısmı "B" işareti kapsamınca (varlıklarını Allâh Esmâ'sının oluşturduğu inancıyla) Allâh'a ve âhiret süreçlerine (sonsuzluk içinde, kendilerinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşayarak yer alacaklarına) iman ettiklerini söylerler; ne var ki imanları gerçekte bu kapsamda değildir!"

"B" harfinin mânâsının bilincinde olmadan; "ALLÂH" kavramının mânâsını hakkıyla idrak etmeden "İMAN ETTİK" diyenlerin, gerçekte "İMAN ETMEMİŞ OLDUKLARINI", gördüğünüz gibi bu âyet çok açık bir tarzda vurgulamaktadır!

"Bil yevmil âhıri"de ise "ALLÂH'A RÜCU" sırrına işaret vardır; ki bu dahi anlaşılamadığı için, elbette ki buna da hakkıyla "İMAN EDİLMEMİŞTİR"!..

Evet, "B" sırrına iman etmeyenler böyle!.. Ya "İMAN EDENLERE" ne var?..

"Feemmelleziyne amenû Billâhi va'tesamu Bihi feseyüdhıluhüm fiy rahmetin minHU ve fadlin ve yehdıyhim ileyHİ sıratan müstekıyma" (4.Nisâ': 175)

"Esmâ'sıyla her şeyin aslı olan Allâh'a iman edip, O'na hakikatleri olarak sımsıkı tutunanlara gelince, onları HÛ'dan bir rahmetin ve fazlın içine sokacak ve onları kendisine varan sırat-ı müstakime hidâyetleyecektir."

Evet, ilk aşamada insanlar, putlardan, yıldızlardan yani belli bir kapasite ya da kapsamı olan ötedeki "tanrı" kavramından kurtarılıp, tek müessir güç olarak "ALLÂH"a yöneltilirken...

Daha sonraki aşamada, tüm varlığı ve dolayısıyla da "İNSAN"ı kendi varlığından meydana getiren; bununla beraber de, o birimlerdeki mânâlarla kayıtlanmaktan münezzeh yani berî olan "ALLÂH" kavramı insanlara idrak ettirilmek isteniyordu!

Birinci basamak... ÖTEDEKİ TANRI...

İkinci basamak... ÖTENDEKİ TANRI...

Son idrak... SADECE "ALLÂH"!..

İşte akıl, anlayış sahibi istidatlı müminlere, Kur'ân-ı Kerîm'de yapılan bu hitap, aynı zamanda tasavvufun yani "VAHDET" anlayış ve yaşamının tavsiyesi mahiyetindeydi...

Ancak bu sahada yapılan çalışmalar sonucudur ki, insan, vehmî benlikten yani nefsten kurtulup; "ÖTEDEKİ TEK TANRI" anlayışından terakki edip, her şeyin aslı, hakikati, ZÂTI olan "ALLÂH" idrakına erişebilir!

Ve takdirinde varsa, bunun doğal sonuçlarını da yaşar!..

Buna erene diyebileceğimiz, "ALLÂH hazmını versin" olacaktır!..

Amentü, Türkçe'de "inandım" demektir. İman esaslarını ifade için kullanılır. Ayet ve hadislere dayanmaktadır. Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:

".. Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; .." (Bakara, 177)

" Ey iman edenler, Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır." (Nisa, 136) Ömer (r.a.)'den sahih senetle rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v), iman esaslarını altı madde hâlinde bildirmiştir. Cibrîl hadîsi diye meşhur olan bu hadise göre:

Cebrâîl (a.s.), Hz. Peygamber'in yanında ashabdan bir kısmının bulunduğu bir zamanda insan kılığında gelmiş ve Hz. Peygamber'in dizinin dibine oturarak İslâm, iman, ihsan ve kıyamet hakkında bilgi edinmek ve bunları ashaba öğretmek istemiştir. İmanla ilgili soruya Hz. Peygamber şöyle cevap vermiştir: "İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, bir de hayrı ve şerri ile kadere inanmandır."

Cebrâîl (a.s) de:

"Doğru söyledin" diye tasdik etmiştir.

Hz. Peygamberin bu ve benzeri hadislerinde, iman esaslarını altı madde halinde bildirmesiyle, iman esasları Âmentü dediğimiz cümlelerde altı madde halinde ifade edilmiştir. Ehl-i Sünnet mensuplarınca ondört asırdır bu maddeler iman esasları olarak kabul edilmiş ve bu hususta icmâ-ı ümmet tahakkuk etmiştir.

Her ne kadar iman esaslarını bildiren ayetlerde kadere imân zikredilmemişse de kadere ve kazaya imân, Allah Teâlâ'nın ilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatlarına inanmanın gereğidir. Bu sıfatlara inanma zarureti olduğu gibi bu sıfatlara iman da kaza ve kadere inanmayı gerekli kılar. Kaza ve kadere inanmak demek, iyi kötü, hayır fer, acı tatil her şeyin Allah'ın bilmesi, dilemesi, takdiri ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır. Ayrıca, Kur'an-ı Kerim'de mevcut bir takım ayetler kadere inanmamızı istemektedir. Meselâ:

"Şüphesiz biz, her şeyi bir takdir ile (kaderle, bir ölçüye göre) yarattık" (el-Kamer, 54/49),

"O (Allah), her şeyi yaratıp ona bir nizam vermiş "mahlûkâtın mukadderatını tayin etmiştir." (el-Furkan, 25/2). gibi ayetler bunlardandır. Kaza ve kadere imanla ilgili ayet ve hadisler birbirini teyid ederek kesinlik ifade eder.

Bir insanın mümin sayılabilmesi, önce Allah'ın varlığına ve birliğine inanmasıyla gerçekleşir. Kısaca "La ilâhe illallah Muhammedün Resulullah" kelime-i tevhidini diliyle söyleyip kalbiyle buna inanan İslâm'a ilk adımını atmış olur. Ancak hemen belirtelim ki bu cümle ile bütün iman esasları özlü ve toplu bir şekilde ifade edilmiş olur. Allah'ı yegane ilâh tanıyan ve Hz. Muhammed'i O'nun elçisi (peygamberi) kabul eden kişi, Hz. Muhammed'in Allah tarafından getirdiği hükümlerin ve esasların tamamını toptan kabullenmiş ve benimsemiş demektir.

Mümin sayılabilmek için sadece Allah'a inanmak yetmiyor. Âmentü esasları dediğimiz imanın şartlarına yani Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayır ve şer her şeyin Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna inanmak icab ediyor. Hatta bunlar da yeterli olmayıp; bunlarla beraber Kur'an ve mütevâtir hadislerle bildirilen ve halkın, derin bir tefekkür ve muhâkemeye ihtiyaç duymadan bilebileceği dînî hükümlere de inanmak ve uygulanmasını istemek zarûreti vardır. Meselâ, beş vakit namazın farz olduğuna, rekatlarının belli sayıda olduğuna, Ramazan orucunun, zekâtın, gücü yetene hac etmenin farz olduğuna; haksız yere insan öldürmenin, şarap içmenin, ana-babaya asî olmanın, hırsızlık ve zina etmenin faiz ve yetim malı yemenin, vb. haram olduğuna inanmak şarttır...

İman bir bütün olup bölünme kabul etmediğinden, mümin sayılabilmek için bütün bu saydıklarımıza topluca ve herbirine ayrı ayrı inanma ve yeryüzünde bu hükümlerle hükmetmenin gereğini kabul etme mecburiyeti vardır. Bu, inanılması zarûrî hususlardan birinin inkârı, tamamını inkâr sayılmaktadır ve kâfir olmaya sebeptir. Hiç kimseye, imân konuları arasında bazılarına inanmak ve bazılarını reddetmek hakkı tanınmamıştır. 'Biz bazılarına inanırız, bazılarına inanmayız' demek küfürdür. (el-Bakara, 2/85; en-Nisâ, 4/150-151).

Âmentü esaslarının mana ve mahiyeti hakkında özetle şunları söylememiz mümkündür:

1) Allah'a inanmanın manası şudur; Allah'ın var olduğuna; birliğine, eşi, dengi, benzeri olmadığına; yegane yaratıcı olduğuna; O'ndan başka bir ilâh bulunmadığına; Allah'ın Kur'ân'da bildirilen yüce sıfatlarına, her türlü kemâl sıfatlarla muttasıf her türlü eksikliklerden uzak olduğuna; oğlu, kızı bulunmadığına; hiçbir şeye muhtaç olmadığına... vb. inanmak,

2) Allah'ın gözle görülmeyen nurânî ve ruhânî yaratıkları olan meleklerin varlığına inanmak,

3) Allah'ın, insanlar arasından, kendisiyle kulları arasında elçilik yapan peygamberler seçtiğine ve bunlardan ismi Kur'an'da bildirilenlerin tek tek peygamberliğine inanmak,

4) Allah'ın, peygamberlerden bazılarına kitaplar indirdiğine, bunlardan özellikle Hz. Muhammed (s.a.s.)'e indirilen Kur'an'a ve Kur'an'da zikredildiği üzere Hz. Musâ'ya indirilen Tevrat'a, Hz. Dâvûd'a indirilen Zebur'a, Hz. İsâ'ya indirilen İncil'e inanmak,

5) Ahiret gününe, kıyametin kopacağına, dünya hayatının son bulacağına, herkesin öleceğine ve tekrar diriltileceğine; hesaba, Sırata, Mizâna, Cennet'e, Cehennem'e... vb. inanmak,

6) Kadere, hayır ve şer her şeyin Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna inanmak gerekmektedir.

Mümin sayılabilmek için bunlara toptan inanma gereği olduğu gibi, her birine ayrı ayrı inanmak da zarurîdir. Bunlardan ve zarurât-ı dîniyye (kesin dini emir ve yasaklar)dan herbirine inanmak gerekir. Bunlardan birini inkâr, tamamını inkâr sayıldığından, küfürdür. Zira imanda bölünme olmaz.

"Kalbinde arpa (zerre) ağırlığınca iman olduğu hâlde "Lâ ilâhe illallah" diyen Cehennem ateşinden çıkar (Cennet'e girer)" (Buhârî, Tevhîd, 19; Müslim, İmân, 316, 325, 326; Nesâî, İmân, 18; Tirmizî, Birr, 61) hadisinin anlamı şudur: Cidden az bir imana sahip kimse Cehennem'de ebedî kalmaz. Cezasını çektikten sonra Cehennem'den çıkarılır, Cennet'e sokulur. Burada "az bir imanı olan" demek, "inanılması gerekenlerden bazılarına inanan, bazılarına inanmayan" demek değildir. İman bir bütün olduğundan, bu küfürdür. Müminler, iman esaslarına inanma açısından eşittirler. Ancak, imanlarının kuvvetli ve zayıf oluşları açısından farklıdırlar. Bir de İslâm'ın emirlerinin yerine getirilmesi açısından farklıdırlar. "Kalbinde en küçük iman bulunan"dan maksat, zayıf bir imana sahip olup amellerde kusur eden demektir. Helâl saymaksızın bazı haramları işleyen, farzları terk edenler cezalarını çektikten sonra Cennet'e gireceklerdir. (el-Aynî, Umdetu'l-Kârî, Beyrut, (t.y), I, 168, 172, 173). Şunu da belirtmek gerekir ki; bu ve benzeri hadislere bakıp da gayr-i müslimlerin (Ehl-i Kitâb'ın) Cennet'e gireceğini sanmak imkânsızdır. Çünkü -Allah Kur'an-ı Kerîm'de onların kâfir olduğunu açıkça bildirmiştir. (Mâide, 5/17, 72-73; Nisâ, 4/151-152). Cennet'i hak etmenin ilk şartı imandır. İman da, önce Allah'a Hz. Muhammed'in peygamberliğine inanmak ve bütün Kur'anî hükümlerin hiçbirin ihmâl etmeden, eksiksiz olarak toplumda uygulanmasını istemekle gerçekleşir.alıntıdır..

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...