KAYGI
‘Kişilikli (veya kişiliksiz) adamın birisidir…’
‘Bana hiç değer vermiyorsun…’
‘Kendimi ispat etmeliyim…’
‘Kişiliklerimizçatışma içinde…’
‘Bu çocuk adamolur…’
‘Beni adam yerine koymuyorlar…’
‘Kişiliğimle oynamaya hakkın yok…’
Yukarıdaki ifadeler ve daha niceleri yaşamımızı, kıskacında sürdüğümüz kaygıya açılan pencerelerdir; kaygı dilinin içine ne denli gömülmüş olduğumuzun örnekleridir.
Kaygı, ‘kişiliğin’, tıpkı bir hisse senedi gibi sınanabilen ve değeri inip çıkabilen bir ‘varlık’ olduğuna ilişkin yanılgılı inancın pahalı bir bedelidir. Pahalıdır,çünkü bize verilmiş vadeli yaşamı, olmayan ve olmayacak olan bir kişilik değeri peşinde koşturmak için harcatır; pahalıdır, çünkü potansiyelimizi kullanıp anlamlı gelişmeler gerçekleştirmek yerine, durmamızı ve gerilememize neden olur; pahalıdır, çünkü bizi şimdiki varoluşumuzda değil, yaşanıp bitmiş geçmişte ve de henüz yaşanmamış gelecekte tutar
DUYGULARIMIZIN OLUŞUMU
Herhangi bir duygu halinde, temelde üç ana boyut dikkatimizi çeker.
Bunlardan ilki, duygu hali ile ilişkili gözüken, kişinin genelde dış çevresinde oluşan bir olaydır. Örneğin sevinç, bize bir hediye verilmesiyle; öfke, hakkımızın yenmesiyle; korku, başı boş gezen bir köpekle karşı karşıya kalmamızla, hüzün ve çöküntü, sevdiğimiz birisinin ölümüyle; mutluluk, dünyaya getirdiğimiz bir çocuk ile ilişki içinde olacaktır. Ancak önemle vurgulayalım ki, dış çevre olaylarının duygularımızla ilişki içinde olduğunu söylerken, duygularımıza neden olduklarını söylemek istemiyoruz. Dış çevre olayları, duygu sürecinin başlamasına neden olurlar, ancak hangi duygu halinin oluşacağını belirleme gücüne sahip değildirler. Ancak vesile olabilecek kadar önem taşırlar.
Duygu hallerinde önemli olan bir başka boyut fizyolojik düzeyde gösterdiğimiz davranışlar ya da tepkilerdir. Örneğin, kalp atışlarında hızlanma, kaslarda gerilme, kan basıncının azalması ya da çoğalması, mideye normalin üstünde asit salgılama, göz bebeklerinde genişleme ya da küçülme vb. bir çok fizyolojik değişim çeşitli duygu hallerinde gözlenebilir.
Üzerinde duracağımız son boyut, duygu sürecinin başlamasına neden olan dış çevre olayı ile ilgili geliştirmiş olduğumuz inançlarımız, olayla ilgili yorumlarımız,değerlendirmelerimiz, düşüncelerimiz, olaylara yüklediğimiz anlamlar, özetle, olayla ilgili kafamızın içinde yaptığımız monologlar ve iç-konuşmalardır.
Kişi duygularına neden olarak, genelde dış çevresel olayları gösterme gibi önemli bir yanılgıya düşer. Olaylar duygu halleriyle ilişkilidirler, ancak bu nedensel bir ilişki değildir. Duygularımız yorumlar, değerlendirmeler, iç konuşmalar ve onlara verdiğimiz anlamlardır.
Duygusal tepkilerimizin oluşumları düşüncelerimize bağlı olduğuna göre, duygu halimizi değiştirmek de, olaylar hakkındaki değerlendirmelerimizi ve onlara yüklediğimiz anlamları değiştirmeye bağlı olacaktır. Yani duygularımızın dümeni düşüncelerimizdir. Bu ifadeyle ‘düşündüğümüz gibi hissederiz’ diyebiliriz.
İki uç örnek düşünelim. Diyelim ki, A kişisi ‘İnsanlar kötüdür’ B kişisi ise ‘İnsanlar iyidir’ inancına sahiptirler. Sizce bu kişilerin hangisi kendini insanlardan daha çok korumaya çalışacaktır? Hangisi insanlarla ilişkilerinde art niyet aramayacaktır? Hangisi insanlara sert; hangisi sevecen yaklaşacaktır? İnsanlar aynı insanlar; ancak onlar hakkında geliştirmiş olduğumuz ve aşırı genelleşmiş farklı inançlarımız, insanlar arası duygusal tavırlarımızı farklı kılacaktır.
KORKU VE KAYGIYI NASIL AYIRT EDECEĞİZ?
Korku ve kaygı günlük dilimizde çoğu kez eş anlamlı kullanılır. Ancak, eş anlamlı değildirler. Örneğin, ayılardan kaygılanmayız, korkarız. Bilgi sınavlarından ya da iş görüşmelerinden korkmayız, kaygılanırız. Korku ve kaygının, kalp atışlarında artma, kas gerginliği, kaçma eğilimi gibi dışa vurmalarındaki benzerlikler, oluşumlarından sorumlu düşünsel zemindeki farklılığı dikkate almamamıza neden olabilir.
Olaylar karşısında duygularımızın niteliği ve yoğunluğunu asıl belirleyen, olayların kendilerinden çok, kişinin onlara yüklediği anlamlardır. Kişi olaya, fiziksel bir risk ya da tehdit anlamı yüklüyorsa, kendisini korkutuyor; kişiliğine bir risk ya da tehdit anlamı yakıştırıyorsa kendini kaygılandırıyor olacaktır. Korku ve kaygıyı asıl ayırt etmenin ölçüt olaydan çok, olaya verilen anlamların niteliğine bağlı olduğuna göre, kişi bir olay karşısında kendini hem korkutup hem de kaygılandırabilir.
Örneğin, iş yerinde olumlu ve başarıyla sonuçlanan birkaç iş yapmış bir iş adamı kişilik değeri illetine saplanmışsa, kendini hem kendisinin hem de başkalarının gözündebaşarılı tanımlayacaktır. Şimdi, performans değerinden hareketli kişilik değerini başarılı düzeyine çıkarmış olan bu iş adamı, mantığının doğruluğunu yaşatabilmek için önündeki sayısız sınanma durumlarının her birinde başarılı performans göstermek zorunda kalacaktır. Buna bir anlamda mahkumdur da.Nasıl ki, başarılı performanslarıyla kişiliğine başarılı değerini yapıştırıverdiyse, başarısız olabileceği herhangi bir performansla bu kez hem kendisinin, hem de başkalarının gözünde başarısız kişi olma riskini yaşayacaktır.İşte bunun bir başka adı da kaygıdır: Olmayan,olmayacak olan ve çok yanılgılı bir mantıkla, olduğu varsayılan bir kişilik değerinin kaybedebileceği duygusunu yaşamak! Veya, başkalarının bizi beğenmelerini sağlamak için ( yani, onların gözünde hoş bir kişilik değerine sahip olmak için) performansımızın başarısıyla kişiliği başarılı kılmaya çabalamaktadır.
KAYGI VE TÜREVLERİ
Kendimize, başarılı-başarısız, takdir edilen-edilmeyen, becerikli-beceriksiz gibi toptancı değer yargıları yükleyebileceğimize; hele hele bu değerleri, yaptıklarımızın, performanslarımızın değerlerine bağlı olarak kazandığımıza inanıyorsak, kaygılı bir yaşam tarzı sürdürmeyi öğrenmişiz demektir. Ancak sorun bu kadarla sınırlı kalmıyor. Kaygılanmanın türevi olan diğer olumsuz duygu durumlarını da yaşayabiliyoruz.
Kaygılanmanın özündeki inanç yaptıklarımızın, davranışlarımızın ve performansımızın değerlerinin bizim / kişilik değerimizin değerlerini yansıttığıdır. Buna göre bir kişilik değerimiz vardır. Birincisi, takdir edilen bir kişilik değerini elde etme uğraşısı veririz. İkincisi, takdir edilen bir kişilik değerine sahip olup onu koruma uğraşısı veririz. Üçüncüsü, kişilik değerini elde etme uğraşısını verip bundan yenik çıkar olumsuz bir kişilik değerine mahkum olur ve bunu kabulleniriz.
Kişilik değeri elde etme, koruma uğraşları ve kabullenme, kaygının yanı sıra öfke, karamsarlık, kötümserlik, başkalarını ve kendini suçlama, kaçınma, sahip olduğumuz yetenekleri kullanamama gibi diğer duygu durumlarını gündeme getirecektir.
UYGULAMALAR
Belli bir sorunu anlamak, pek tabii ki, onunla baş edebilmek için yeterli değildir. Daha önceki bölümde yaptığımız işin değerinin (başarılılık derecesinin) kişiliğimizin değerini yansıttığını düşündükçe ve buna inandıkça, kaygı yolunu açacağımızı tartıştık. Kaygımızın temelinde böyle bir inanışın yattığı gerçeğini anlayabilir ve derin içgörüler geliştirebiliriz. Ne var ki, bu içgörüler onca zaman bu inanış doğrultusunda oluşmuş davranışsal ve fizyolojik kaygı tepkilerini ortadan kaldırmaya dayalı olarak kazanılmış, yani öğrenilmiş bir yetenek bir beceridir. Tıpkı artık otomatikleşmiş bisiklete binme, yüzme, araba kullanma yetenekleri gibi. Herhangi bir kazanılmış alışkanlığın zayıflaması ve sonunda terk edilmesi için, alternatif başka bir yeteneğin alışkanlık haline getirilmesi gerekir. İşte bunun için de, anlamanın ve içgörünün ötesinde yeni düşünce ve bakış seçenekleri doğrultusunda davranışlar üretebilmek için kolları sıvamamız gerekir.
BİR BAŞKA GÖZLE KAYGIYI TANIYABİLMEK
a)Kaygı Gözetimi
‘Yağmurdan kaçarken doluya yakalanma’ deyiminde olduğu gibi, kişilik değerimizi performanslarımız aracılığıyla korumaya ya da yükseltmeye çalışırken, bu akılcı ve gerçekçi olmayan uğraşının olağan bir ürünü olan kaygı duygusunun rahatsızlığını da yaşar hale gelmekteyiz. Bundan sonra bir de kaygının rahatsız ediciliğinden bir an önce kurtulma uğraşısı veririz. Artık kaygı yaşamaktan korkar hale gelmişizdir. İşin bir başka garipliği de buradadır zaten. Bir, yandan kişiliğimizi değerlendirmeyi becermeye çalışırken, öbür yandan, bunu yapmanın kaçınılmaz bir ürünü olan kaygıyı yaşamamaya çalışırız! Bunun, yağmurlu bir havada şemsiyesiz dolaşıp da ıslanmak istememekten pek farkı yoktur.
Kaygıyı yaşamaktan korkar hale gelmek, ona karşı kaçma ve kaçınma davranışlarını geliştirmek, çoğu kez bir çözüm niyetiyle devreye sokulmuş olmakla birlikte, gittikçe artan bir çözümsüzlük yolunun kapılarını açar.
Kaygı gözetiminde, kaygıyı yaşamadan önce ve onu yaşarken, kafamızda artık ‘Eyvah, gene bu kaygı’ gibi düşüncelerin yerini, ‘Ben bu kaygıyı bir şekilde beceriyorum. Nasıl becerdiğimi zaman içinde anlayacağım. Onu şimdilik dinleyeceğim, duyacağım, göreceğim. Fiziksel olarak vücudumda neyi nasıl yaptığını, değiştirdiğini gözlemleyeceğim’ türü düşünceler alacaktır.
Kaygı gözetimi uygulaması için gerekli ön koşul, kaygı tepkisini göstermeye başlamaktır. Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir: Belirli bir performans içindeyken, bir yandan kaygıyı yaşamak, öbür yandan da onu gözlemlemek zor olmayacak mı? Bunun cevabı: İlk başta evet,zor olacaktır.Ancak yeterince gayret gösterilebilirse, örneğin bir grup içinde rapor sunarken ya da sınava girerken, bir yandan bu işleri yapıp, öbür yandan kaygıyı gözetime almak mümkün olacaktır. Bu konuda yardımcı olabilecek alıştırmalar yapılabilir.
b)İstemli Kaygı Üretimi
Kişi kendisini kaygılandırmayı zaman içinde son derece hızlı bir şekilde becerebilir hale gelir. Kaygılanma alışkanlığını kazanmış nice kişi, kaygılanmamanın ellerinde olmadığını belirtirler. Kaygının, istemleri dışında tüm vücutlarına hükmettiğinden yakınırlar.
İstemli kaygı üretiminin amacı, kaygı becerisini isteğimize bağlı olarak, planlı bir şekilde ortaya çıkartarak tanımaktır. Kaygının bize gelmesini beklemeden, onu istemli bir iradeyle çağırabilmek, kaygıyı gözetim altına alma yönteminde olduğu gibi, kaygıyı bir başka açıdan tanımaya neden olacaktır.
Enerjimizi, kaygılanmamaya çevirebilirsek, öğrenmiş olduğumuz bu beceriyi farkında olarak kullanmayı, böylelikle de kaygıyı başka bir açıdan tanımayı ve belki de kontrollü bir şekilde üretme becerisinin bir uzantısı olarak da üretmeme becerisinin ilk ipuçlarını elde etmiş olabiliriz.
c) ‘Bile Bile Lades’
Sınanma kaygısı üretme eğilimi geliştirmiş kişilerde gözlemlenen davranışlardan biri, aşırı ölçüde hata yapmaktan kaçınmadır. Başkalarının gözünde değer kazanma yolunun başarılı performanslardan geçtiği gibi, kaygı duygusunun gerçekçi ve akılcı olmayan bir inanışa dayandığını hatırlayacak ve hataların başarısızlık olasılığını artırabileceğini düşünecek olursak, hatalardan kaçınma davranışını geliştirmiş olmak bu inanışın adeta bir gereğidir.
‘Bile bile lades’ yöntemini hatalardan kaçınma davranışına uygulayarak başlayalım. Günlük yaşamımıza dikkatle baktığımızda, birbirinden çok farklı davranış ve performanslar sergilediğinizi göreceksiniz. Bu yönteme göre, bazı performanslarımızı yürütürken bile bile, göre göre hata yapmamız beklenmektedir. Hata yaptığınız takdirde size pahalı sonuçlara mal olmayacak performansların birkaçını saptayın. Örneğin, daktilo ile yazı yazarken, bile bile bir kelimeyi eksik yazmanız; bir arkadaşınızla sohbet ederken, örneğin ‘kötümserlik’ yerine ‘kötömserlik’ demeniz; asansöre bindiğinizde, çıkacağınız kat yerine, bir alttaki ya da bir üsttekinin düğmesine basmanız gibi durumlar size onarılmaz sonuçlar sağlamayacaksa, bu tür hataları ‘bile bile ladesleyin’ !
DÜŞÜNSEL DÜZENLEME
KAYGI DİLİ
Kaygının dili şu gerçekçi ve akılcı olmayan inanış ve düşünce alışkanlığına oturtulmuştur: ‘Çevrem içinde, başkalarının gözünde başarılı birisi olabilmem için, başarılı davranmam gerekir. Her bir başarı, beni çevremde daha değerli, daha sevilen ve sayılan biri yaparken, her bir başarısızlık, bana verilen değer, evgi ve saygıdan bir şeyler alıp götürür.’
Bu tabi ki mantıksız bir dil değildir. Ancak basit olmasına rağmen, son derece insafsız bir dildir. En önemlisi de, akılcılık ve gerçekçilik ölçütleriyle bağdaşması zordur.
Performanslarımızla ilgili yaşayabileceğimiz gerçekçi ve doğal duygu halini kazanabilmek için, kaygı dilini parça parça bölerek, yakından inceleyelim.
a)Etiketleyen Dil
Kaygı dili, etiketçi ve dar açılı bir dildir. Etiketçidir, çünkü yapılanın değerini, yapanın değeri olarak alır: Ahmet bey, başarılı bir konuşma yapmıştır, Ahmet bey başarılı bir konuşmacıdır. Dar açılıdır, çünkü gözü, bir bütünün bazı parçalarını filtreler, diğerlerini görmez: Ayşe, beş vizeye girmiştir ve başarılı olmuştur; sonuncusunda başarısız olmuştur ve bir tek bunu filtreleyip kendini başarısız ilan etmiştir.
Sınanma kaygısının dili, olguyla inancı ya da sanıyı karıştıran bir dildir; çünkü belirli bir konuda kazanılmış yetenek ya da bilginin belirli bir zaman kesiti içinde alınan ölçümü olarak kabullenir.
b)Kutuplaşmış Dil
Sınanma kaygısının dili, siyah ya da beyaz bir dildir; lastik top gibi bir yukarı bir aşağı zıplar; insafsızdır. Bu dile göre, insanlar başarılılık ve dolayısıyla sevilme ve saygı görme açısından sınıflanabilirler. Bir başarıyla göğsümüz dışarıda gerine gerine dolaşmamızı sağlarken, bir başarısızlık sonrası bize, kafamız önde, kamburumuz çıkık sefilleri oynattırabilir.
c) ‘‘-Meli’li –Malı’lı’’ Dil
Sınanma kaygısının dili, yasalara dayalı bir dildir; başarılı olunması gerekir; hata yapılmamalıdır. Saygı görmek için, başarılı davranmak şarttır. Başarısızlıktan kaçınılmalıdır. Çalışmak her zaman, eğlenmekten önce gelmelidir. Kendini kanıtlamak içini başarılı davranmak şarttır. Kaygı dili sevgi ve saygı uğruna, bu tür yasalara kölelik etmeyi gerektirir.
d)Çevrenin İpoteğine Girmiş Dil
Sınanma kaygısının dili, çevre için yaşanması gerektiğini vurgulayan bir dildir. En büyük Ödülü ve cezayı Çevreden alır. Davranışlarımızın ve performanslarımızın başarı düzeylerine göre çevre bizi ya yüceltir ya da aşağılar.
KENDİ KENDİNE KONUŞMA
Sesli veya sessiz, kendi kendine konuşma, yani düşünme, insanın benzersiz ve temel bir özelliğidir. Kendi kendinize konuşmadan geçirdiğimiz zaman hemen hemen hiç yoktur. Kaygıyı, sınanma ortamlarılarında son derece yararlı bir duygu hali olan temkin ve tedbirliliğe dönüştürmeyi becerebilmek, kendi kendine konuşma deliliğini daha bilinçli, istemli ve ısrarlı bir şekilde başarabilmekten geçer.Nasıl kaygıyı kendine özgü bir düşünsel dille gerçekleştirebilir hale gelmişseniz, aynı başarıyı alternatif bir dili benimseyerek ve kullanarak tekrarlamanız, zor olsa bile, imkansız olmayacaktır.
DÜŞÜNCELERİN AKIŞI HIZI
Alternatif dili kazanmak için yapılacak uğraşıyı zorlaştıran unsurlardan en önemlisi, kaygı dilinin artık refleksli ve otomatik bir sürece sahip olmasıdır. Bu tür bir özellik taşıyan dilin karşısına, içerik olarak yeni, hızı düşük bir dil seçeneği ile çıkmanın doğal olarak zorlukları vardır. Ancak, beyin son derece hızlı öğrenebilen bir organdır. Yeter ki, ona ısrarlı bir şekilde yeni önermeleri ve dili vermeye devam edelim. Beyne, ‘kaygı dilini kullanma, böyle düşünme’ talimatını, hatta emrini vermenin pek yararı olmayacaktır; çünkü beyin, belirli bir olay ya da olay grubuyla ilgili olarak kullanageldiği dile bir alternatif getiremiyorsa, öğrendiğini kullanmaya devam edecektir.
TEMKİNLİLİĞİN DİLİ
Kaygı dilinin ve bunun ürünü olan kaygı duygusunun alternatifi; bir kaygısızlık veya umursamazlık olamaz ve olmamalıdır. Bize verilmiş olan vadeli yaşamı anlamlı bir şekilde değerlendirebilmek için, vadeli yaşamı anlamlı bir şekilde değerlendirebilmek için, amaçlar ve istekler oluştururuz.
Yaşam amaçları konusunda ne umursamazlık ne de kaygı geliştirelim. Vadeli yaşamın ve onun için geliştirdiğimiz amaçların anlamı, geliştirme değil de, kişiliği değerlendirme oluyorsa, amaçların gerçekleşmesi için önemli olan temkinliliğin kaygıya dönüştüğünü söyleyebiliriz.
Yaşamı, amaçlarımızla sahip olduğumuz potansiyeli el ele götürdüğümüz bir keşif uğraşısı olarak tanımladığımızda; belirli bir amaca yönelik ve sahip olduğumuz potansiyele dayanarak geliştirdiğimiz bir davranış ya da yeteneği çeşitli aralıklarla değerlendirmek bu tanımın bir gereği olacaktır. Gene bu tanıma göre, bu tür bir değer biçme nereden nereye geldiğimizi ve nereye gideceğimizi tartabilmek için yapılacaktır.
Bu görüş açısından ‘yapılanın’ değerlendirilmesi son derece önemlidir. Belirli bir amaca yönelik kazandığımız bir davranışın değeri düşük çıkıyorsa ve amaca ulaşmakta zorlanıyorsak, buna verilebilecek gerçekçi ve akılcı anlam şu olacaktır: Davranış gözden geçirilmeli; sahip olduğumuz potansiyeli bu davranışı değiştirebilmek için nasıl kullanabileceğimizin muhasebesi yapılmalıdır. Davranışla ilgili değer tatminkar ise, bu duruma verilebilecek anlam şudur: ‘Davranışımın eriştiği düzey şu zaman kesiti içinde, amaçları gerçekleştirebilmek açısından tatmin edici ve anlamlıdır. Potansiyelimi bunun ötesine götürebilmek için başka ne gibi amaçlar anlamlı olabilir?’
Dikkat edilecek olursa, alternatif olan temkinlilik dilinde ‘kişilikle’ hiçbir surette uğraşılmamaktadır. Alternatif dilin sınıflaması ve derecelemesi, kişiliğe değil, kişiliğin yaptıklarına yöneliktir
Kaygı diline kıyasla, temkinlilik dili:
Yapanı değil, yapılanı değerlendirir…
Toptancı değil, parakende etiketleme yapar…
İnsan özelliklerini, yeteneklerini, davranışlarını kutuplar halinde değerlendirmek yerine, gerçekçilik ve akılcılık ölçütlerinde değerlendirme yapar..
Hataları, ağıt yakılması gereken değil, yaklaşıp incelenmeyi bekleyen öğrenme araçları olarak görür…
Kişiliği değil, kişiliğin parçası olan davranışı, özelliği, yeteneği veya bilgiyi değerlendirir…
Toptancı anlamda kişiliğe, tek ve herkese aynı olan, insan olmanın kaçınılmaz değerliliğini verir…
Çevre için değil, onunla birlikte yaşar…
Kaygı yaşamımızın bir parçası olmak zorunda değildir. Unutmayın ki inanışlarınızın mimarisi sizsiniz. Daha gerçekçi inanışları zihinsel dünyanıza davet edip onlara yer açacak kişide ancak siz olabilirsiniz. Kendinizi kaygı dilinin kıskacından kurtarıp bizim için gerekli ve doğal temkinlilik dilini benimseyebilirsiniz. Yaşamınızın başından beri var olan zihinsel ve düşünsel gücünüze gerçekten sahip çıkın; onun sizi değil, sizin onu yönlendirmesini sağlayın, kişiliğinizin değerlerinin değil de, değerlerinin arayışını yapın; ve çevre için değil, onunla birlikte ona rağmen yaşayın…
Kaynak: KAYGI - Kadir Özer