KADINLAR İNSAN OLANLARLA İNSAN OLMAYANLAR ARASINDA AYIRIM YAPMADILAR.
Ana Tanrıça' Dan Günümüze
8 Mart ‘kutlamaları’ başlamadan önce kadınların unuttukları, daha doğrusu unutturuldukları ve ortak belleklerinde hala var olduğuna inandığım güçlerini hatırlatmak istedim.Dünya gittikçe daha kötü bir yer olmaya başladı; açlık, savaşlar,çevre sorunları, çocuklara olan her kötü şey...Güzel yarınlar bırakalım çocuklarımıza derken onları koruyabilmekten bile uzağız…
Yeryüzünün varoluşundan itibaren, koruyan kollayan, en önemlisi de doğuran bu güçlü cins nasıl oldu da yavaş yavaş toplum dışına itildi.Sadece sosyalleşme becerileri sayesinde bile, insan ırkına kattıkları onca şeyden sonra ne oldu da bilim, sanat, felsefe alanlarında en önemlisi de yaşamın içinde bu kadar dışarıda kalabildi, uzaklaştı, uzaklaştırıldı…
Kurduğun dayattığın dünya senin olsun, biz başka bir yerdeyiz demek istiyoruz. Hayallerimiz var, kurulacak dünyamız var. Aşkımız var, özlemimiz, umudumuz, kavgamız, içimizdeki başkayı keşif içindir.Bu dünya daha başka nasıl olabilir, acıların, zulmün, sömürünün azalması için nasıl yaşanabilir?
Erkeklerin iktidarı ele geçirmelerinden önce anaerkil toplumların var olduğu ilk kez 19. yy da Johann Bachofen tarafından ortaya atıldı.Onun tezi arkeolojik kadın heykelcikleri ve mitolojiye dayanıyordu. Daha sonra kuzey Amerika yerlileri arasında yapılan bir araştırmada İrokua yerlilerinde kadınların, kendi yaşadığı topluma göre, daha yüksek bir statüye sahip olduklarını, dinsel ve siyasal faaliyet ve ekonomide büyük rol oynadıklarını saptamış ve soyun ana tarafından devam ettirildiğini gözlemlemiştir.
Ana Tanrıça heykelciklerine ilk kez Anadolu da Maraş Direkli Mağarası’nda rastlanmıştır. MÖ 16-12 binyıllarına ait oldukları düşünülmektedir. Kadın ve doğanın yaratma kabiliyetinin verimi, eski toplumlar için vazgeçilmez bir gereklilikti. Çünkü ölümün karşısında durabilen tek şey doğurganlıktı…
Tarımla geçinen tüm toplumlarda olduğu gibi yaşamın devamını sağlayan en önemli değer, bereketti.Tanrıça İnanna bereketin ve üremenin sembolüydü.Daha sonra Babil’ de İştar, Anadolu’ da Kibele, Yunanistan’ da Afrodit, Roma’ da da Venüs kılığında karşımıza çıktı.Tüm bunlar verimliliğin kutsal bir dişi tarafından korunması geleneğini sembolize ediyordu.
M.Ö. 4.ve 3. Binyıllarda, üremeyle ilgili düşünce değişmeye başlar ve erkek de üremedeki etkisini fark eder.Üremenin salt kadın cinsine özgü bir olay olarak görüldüğü dönem artık kapanmıştır.
Antik Yunan Tanrısı Zeus ile birlikte yeni bir dönem başlar..Kaba, cahil, zorba, hileci Zeus’ la birlikte kadın-erkek eşitçi toplumlardan erkek üstünlükçü toplumlara geçilmiştir. Daha sonra Atina’ lı filozoflar felsefede aynı çizgiyi sürdürdüler. Tanrıçalar ikincil konumdadır. Yunan inancında, cinselliğe hoşgörü ile bakan tanrıların yanında, daha eski dönem söylencelerinden aktarılarak oluşan ‘kötü kadın’ söylencesi de vardır. Bu kadın Pandora’ dır.
Pandora tıpkı Havva gibi insanlığın başına kötü dertler açan ‘ilk kadın’ tasviridir. Pandora’ nın suçu yasak meyveyi yemesi değil, dokunmaması gereken kutuyu açmasıydı. Bu kutunun içinden çıkıp insanlığın içine dağılan güç ise kötülüğün ta kendisiydi. Üstelik ‘Umut’ kutunun içinde kalmıştı. Böylece Pandora’ da Havva gibi tüm insanlığın başına hiçbir zaman yok edilemeyecek bir bela salmıştı.
Böylece kadın kendine de yabancılaştı; lanetli Havva ve kutsal Meryem…Kadın ya günahkardır ya da annedir, eştir , bakım verendir..
Beş binyıl boyunca açıkça söylenmese de erkeğe göre kadınlar zekaca daha geri bırakılmıştı.
Oysa kadınların icatları erkeklerden önceydi. Evet, her şeyi icat eden kadındı: Tarımı icat etmeleri; sığır, davar, kaz, tavuk beslemeleri; sebze ağaç yetiştirmeleri; içinden resim ve yazı simgeciliğinin çıktığı bir büyü dilini ve söz büyüsünü başlatmaları; ocak, yemek, mutfak kültürünü yaratmaları; yoğurt, peynir ve mayayı keşfetmeleri; söğüt yapraklarından ve ağacın kabuğundan ağrılara iyi gelen aspirinin temel maddesini bulmaları; dokumayı icat etmeleri; çamurdan heykeller ve oyuncaklar yapmaları; aşkı icat etmeleri, şiiri ve müziği bulmaları, toplumsallaşmayı icat etmeleri bütün bunlar kadınların eseriydi…
İlk çobanlarda kadınlardı, yazıyı bulanda. Sosyalleşmenin gerekli olduğunu önce kadın fark etti.
Orman halklarında toplayıcı ve avcı kadınlar çevrelerine duyarlı ve dikkatli çocuklar yetiştirdiler. Yalnız insanların birbiriyle dayanışması önemli değildi, gelecekte çocukların aç kalmaması için bütün ormanda insan, hayvan, bitki birbirine saygılı olmalı; biri diğerini yok etmemeliydi.
KADINLAR İNSAN OLANLARLA İNSAN OLMAYANLAR ARASINDA AYIRIM YAPMADILAR.
Onlar ilk çevrecilerdi.
Yazı öncesi dönemlerde el sanatlarına ilişkin meslekleri başlatanlar, yeni kuşaklara öğretenler Şaman kadınlardı. Türkler’ de Şaman toplum yapısını ve zihniyetini uzun süre devam ettirdiler.Türkçe’ de cins isimlerde dişil, eril ayrılığı bulunmaması , kadın, erkek adlarının aynı olması cinsiyet ayrımcılığının olmadığının göstergesidir.Orta Asya’ da kaya resimlerinde erkeklere ata binmesini öğreten avcı Şaman kadınlar betimlenmiştir.
Kadınların buluşları ve başarıları önceleri erkekler tarafından da önemli görüldü. Ancak daha sonra kadınlar eve kapatılıp sadece hizmet görevlilerine dönüştürüldüklerinde ve yaratıcı işler erkeğe kaldığında, kadınların daha önce uygarlaşma yolunda attıkları dev adımlar unutturuldu veya erkeklerin söyleminde önemsizleştirilerek öteki kadın imgesiyle bilinçdışına atıldı. Özellikle kadının sevişmeyi öğreten imajı fahişeye dönüştürüldü ve ortak bilinçdışında ürkünç bir kadın imgesi yerleştirildi. Kadınlar ikiye ayrıldı …
Bu dil nasıl oluştu? Bilim yazarları, toprak altında kalan antik kentleri ve o merkezlere ait tapınakları anlatırken, cinsel açıdan etkin olan tanrıçadan ‘uygunsuz’ , ‘dayanılmaz ölçüde saldırgan’, ‘utanç verici biçimde ahlaksı’ diye söz ederler.Buna karşın, çobanların tanrısı Pan, Su Perilerinin ırzına geçebilir, onları baştan çıkarabilir ama onlar sadece ‘oyuncu’ , ‘erkeksi’ olarak tanımlanır, günümüzde de ‘çapkın’ deriz bu tür erkeklere.
Eski Yunan’ da erkeklerin kadınları tehdit ettiği, özgürlüklerini kısıtlamak için tecavüzlerin sayısının arttığı hatta erkekleri savaşa katılmaya teşvik etmek için bu döneme ait tecavüz sahnelerinin olduğu kabartmalar sıklıkla görülmeye başlandı.Korku kadınların ortak belleklerine yerleşmiş, duygu, düşünce ve akıl yürütme yetilerini esir almıştı.Günümüzde de tecavüz savaşların ödülü gibi değil mi?
Küfür de sözlü bir tecavüz ve kadın cinselliğini aşağılamadır. Bir kadının bedenini tanıması, cinsel kimliğine saygı duyması, cinselliğini keşfetmesi, cinsel ilişkiyi sağlıklı yaşaması, eğer kendisine küfreden bir erkekle evliyse neredeyse imkansızdır.
Zamanla devleti örgütleyip yöneten erkekler kadınları devlet yönetimi dışında bıraktılar. Böylece devletin yasaları, hukuku, tarihi erkekler tarafından yazılmaya başlandı. Tarihte kadın yoktu, kadının tarihi hiç olmadı.Devlette yer almayanın tarihinin de olmaması çok normal.
Bu gün dünyanın sorunlarını çözmek için tekrar iki cinsin özgür ve eşit varlılar olarak bir araya gelmesi gerekmektedir.Biz bugün daha adil bir yaşam tarzını ararken, kadınlara karşı tehlikeler hala bütün şiddeti ile devam etmektedir ve tarihten alınacak dersler vardır.
Toplum mühendisliği (algı yönetimi, manipulasyonlar, yalanlar, bilgi kirliliğiyle kafa karıştırma çok kötü sonuçlar verebiliyor.Dengeler bozuluyor, bunu anlamak en az beş binyıldır kendine yabancılaşan kadınlara, şiddet dolu ülkemize ve çıkış yolu tıkandığı için, emperyal sistemlerin cehenneme çevirdiği dünyaya bakmak yeterli değil mi?
Yaralanılan kaynaklar : Bilim Ve Ütopya Dergisi, Yıl:2014, Sayı:239