KURAN’IN ORJİNAL METNİ TAHRİF EDİLDİ Mİ?
Bu yazımızda Kuran’ın orjinal Arapça metninin tahrif edilip edilmediği hususunda bir kaç cümle kaleme almayı düşündük.
Sayıları çok az olsa da bazı insanların neden “Kuran’ın tahrif edilmiş olabileceğini düşündüğünü” merak ettik ve araştırmaya karar verdik. Gördük ki Kuran’ın tahrif edildiğini söyleyenler şu noktaları ön plana çıkarıyorlar :
- Bazı Kelimelerin Okunması Sırasındaki Harf Değişiklikleri
Mesela Tevbe suresinin 114.ayetindeki “iyyahu” sözcügünü, Hammad ibn Zeberkan, “ebahu” diye okurdu. Sad suresinin 2. ayetindeki “izzettin” sözcüğünü de “girratin” şeklinde okumaktaydı.
- Bazı Sahabelerin Kuranda Yer Alan Bir İki Kelimede Onların Eş Anlamlılarını Tercih Etmeleri
Mesela Abdullah ibn Abbas, Kur’an’da okuduğumuz kimi sözcüklerin yerine, onların eş anlamlarını kullanırdı.Enes ibn Malik de Müzzemmil suresinin 6. Ayetindeki “akvamu” sözcüğünün yerine, “asvabu” sözcüğünü kullanmıştır. İbn Ömer, Cuma suresinin 10. Ayetindeki “fes’av” sözcüğünün yerine, “femzü” sözcüğünü; yine İbn Abbas , Karia suresinin 5. ayetindeki “kel’ihni”yerine “k’essavfi”yi uygun görüp kullanırdı.Yine İbn Abbas “sayhaten vahideten”lerdeki “sayhaten” yerine, “zeyfeten”i yeğlerdi. Enes İbn Malik, İnşirah suresinin 2. Ayetindeki “vada’na” kelimesini,”halelna” diye okurdu.
- Sahabelerin Kendilerine Ait Kuranlarının Olması
İddialarına göre bazı sahabelerin elinde bulunan mushaflar şu an ki orjinal Kuranımıza uymamaktadır. Örneğin, İbn Mesud’un Mushaf”ında Fatiha Suresi gibi çok temel bir surenin olmadığı iddia edilir.Tabi Felak ve Nas sureleri de. Ali’nin surelerinin sırasının bugünkü Kuran sırasına uymadığı da ayrı bir iddia.Ayrıca Suyuti, kitabında, Bakara suresinin, Ahzab suresi ile aynı uzunlukta olduğunu aktarıyor. (Bkz. Suyuti, el itkan, 2/32.)
- İbni Ömer’in Şu Sözleri Söylemiş Olduğu İddiası
İçinizden kimse, Kur’an’ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur’an’ın tümü ne kadardı?Nasıldı? Kesin olan o ki, Kuran’ın çoğu yok olup gitmiştir. (Bkz. Süyuti, el Itkan, 2/32)
- Bazı Hadislerde Geçen Yakma Olayları
Osman, kuruldaki üç kişiye şunları söyledi:
“(Medine’li) olan Zeyd ile, Kuran’dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş dili ile yazın. Çünkü Kuran sadece Kureyş dili ile inmiştir.” Onlar da bu buyruğu yerine getirdiler. Sonunda (esas) sayfalardan Kuran nüshaları oluşturulup iş bitince, Osman, söz konusu sayfaları (Hafsa’dan getirilenler) geri gönderdi. Oluşturulan nüshaların da her bir kesime gönderilmesini buyurdu. Ve bunların dışında kalan her bir Kuran sayfasını ya da mushafı yaktırdı.
Yukarıdaki iddialar Kuranın orjinal metninin tahrif edildiğine ilişkin birilerinin kendilerince sundukları delillerdir.
Şimdi gelelim bu iddialarla ilgili bizim düşüncelerimize…
Önce konuyla ilgili ayetlerimizi verelim:
“Muhakkak ki o zikri biz indirdik. Ve muhakkak onu koruyucu olanlar da elbette biziz.” (Hicr, 9)
“O’na ne önünden, ne de arkasından batıl (yaklaşıp) gelemez.”(Fussilet, 42)
Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar, Kur’ân’ın şüphesiz Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilsinler ve ona iman etsinler de kalpleri ona saygı duysun. Çünkü Allah, iman edenleri doğru yola eriştirir. (Hac,54)
Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbi olan Allah tarafındandır.Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? Hayır, o senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi korkutman için, Rabbin tarafından gelen bir haktır. Gerek ki, hidayeti kabul ederler. (Secde,2-3)
Rabbinin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, işitendir, bilendir. (Enam,115)
Korunmuş bir kitaptadır. (Vakia,78)
Yukarıdaki ayetler bir taraftan Kuran’ın kitap özelliğine vurgu yaparken bir taraftan da onun korunduğunu; tamamlandığını; onda şüphe olamayacağını ve de asla değiştirilemeyeceğini haykırmaktadır. Bu ayetler ve ortaya koyduğu deliller iman üzre yaşamayı seçmiş bir insan için zaten yeterlidir. Ancak kitabın tahrif edildiğini düşünen biri için delili kitaptan getirmek elbetteki onu tatmin etmez. O halde biz başka deliller getirerek konumuza devam edelim.
Biz biliyoruz ki Peygamberimiz , Kur’an ayetlerinin yazılmasını bizzat kendi kontrolünde tutmuştur. O, vahyin gelişinden hemen sonra bir kısım sahabelerine, inen ayetleri mutlaka yazdırıyor ; vahyi yazdırdıktan sonra ayetleri tekrar ettiriyor ; yazılırken herhangi bir yanlışlık yapılmışsa düzeltiyor ; vahyi yazana “yazdığını çoğalt ve müminlere dağıt” diye emrediyor sonra da ezberletiyordu. Kur’ân ayetleri bu yöntemle müminlere ulaştırılıyordu.O Kuran’ın korunması konusunda o kadar hassastı ki kendi sözlerinin yazılmasını dahi yasaklamıştır.
Madem Resulullah daha yaşarken gelen vahiyleri yazdırıyor,yazdırdıklarını saklıyor veya saklatıyor idiyse , zaten onu bir kitap haline getirme çabası içindeydi diyebiliriz. Dolayısıyla o dünyasını değiştirdiğinde de Kuran denen kitabımız zaten oluşmuştu denilebilir. Yazılan sayfaların başka başka ellerde olması onun kitap olmasına engel değildir. İlginçtir şu ana kadar bulunan en eski Kuranlardan biri, peygamberimizin ölümünden 20-40 yıl sonrasına ait ve Almanya’da Tuebingen şehri Üniversitesi kütüphanesinde yer alıyor. Bu kitap 649-675 arasına tarihlendirilmiş olup, “Hz. Ali’ye ait olduğu muhtemeldir” deniliyor. Demek ki, peygamberimizin vefatından yalnızca 20 yıl sonra yazılmış bir nüshaya ulaşılabilmiştir. Bu el yazması eserde İsra, Yasin, Saffat ve Hadid sureleri bulunuyor. Bu bilgi, Kuran’ın elçi zamanında mushaflaştırıldığının arkeolojik ve somut bir kanıtıdır.
Hz. Peygamber (s.a.s)’in vefatını takip eden Yemame savaşlarında yetmiş kadar hafızın şehid düşmesi müslümanları telaşa düşürdü. Hz. Ömer de hafızların toplanması için halife Hz. Ebu Bekir’e başvurarak konunun görüşülmesini istemişti. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr, Zeyd İbn Sabit başkanlığında toplanan Abdullah b. Zübeyr, Sa’d b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Haris b. Hişam’ın da bulunduğu büyük bir komisyon tarafından zaten var olan Kur’an sahifeleri Mekke lehçesi esas alınarak bir araya getirildi.(Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, III, s. 761).
Hafız ve katib olan Zeyd b. Sabit, Hz. Ebu Bekir’in talimi, Hz. Ömer’in yardım ve gözetimi altında, elinde yazılı Kur’an metni olan herkesin bu metinleri getirmesini ve getirirken de ellerindeki metinlerin bizzat Hz. Peygamberden yazıldığına dair iki güvenilir şahid gösterilmesi istendi. Böylece bütün metinler toplanarak bir araya getirilmiş ve Kur’an-ı Kerim’in asli nüshası yazılarak halife Hz. Ebu Bekir’e teslim edilmiştir. Zeyd b. Sabit’in çalışmalarıyla ortaya koyduğu bu asli nüshaya “İmam Mushaf” adı verilmiştir. Abdullah b. Mes’ud’un teklifiyle iki kapak arasında “İmam Mushaf” üzerinde yapılan danışma ve görüşmeler sonucunda bunun üzerinde her hangi bir noksanlık görülmemiş ve güvenirliği konusunda ittifak sağlanmıştır. Yani o zamanki hafızlar ve ellerinde kendilerine ait özel Kuranı olanlar bu oluşturulan mushafın kendi ellerindeki veya hafızalarındaki Kuran ile aynı olduğunu kabul etmişlerdir. Böylece bu Kur’an-ı Kerim her hangi bir tahrifata uğramadan “Mushaf” haline getirilerek aynı mushaftan çoğaltılan mushafların ana kaynağını teşkil etmiştir.
Halife Hz. Osman, Rasulullah’ın diğer ashabı ile de istişare ederek, İslam dünyasında yalnızca Hz. Ebu Bekr’in emriyle derlenmiş olan onaylı Kur’an mushaflarının kullanılmasını ve bir başka lehçe yahut ağız ile yazılmış tüm diğer nüshaların kullanılmasının yasaklanmasını kararlaştırmıştır. Hz. Osman buna bir önlem olarakta gelecekte herhangi bir kargaşa yahut yanlış anlamaya meydan vermemek için diğer tüm nüshaları yaktırarak ortadan kaldırma yoluna gitmiştir.
Hz. Ebu Bekir zamanında yazılan İmam Mushaf, Hz. Ömer’in ölümünden sonra kızı ve Peygamberimizin hanımı Hz. Hafsa’ya geçmişti. Hz. Osman zamanında bu nüshadan çoğaltılan mushafların yedi nüsha olduğu söylenir (Muhammed Hamidullah, a.g.e., II, s.763). Bunlar Medine, Mekke, Şam, Kufe ve Basra’ya gönderilerek müslümanlar arasında çıkabilecek farklı okuyuşlar önlenmiş oldu. Hatta Hz. Ali’nin Hz. Osman için “Eğer Osman (r.a) Kur’an’ın tek kitap halinde toplatılarak çoğaltılması işini yapmasaydı ben yapardım” dediği bilinmektedir.
Resmî Mushaf Dışındaki Mushaflar Neden Yakıldı?
Hz. Osman bir önlem olarak da gelecekte herhangi bir kargaşa yahut yanlış anlamaya meydan vermemek için diğer tüm nüshaları yaktırarak ortadan kaldırma yoluna gitti.
1. Özel mushafların yakılmasının temel nedeni, Kur’ân üzerinde bir düşünce ayrılığının doğmasını önlemek idi. Henüz noktasız ve harekesiz olan o zamanki Arap yazısı ile tutulan notların, aynen Peygamber’den duyulduğu biçimde okunması da çok zor idi. İşte bundan ötürüdür ki okuma farkları baş göstermişti.
2. Kur’an’ı yazan Müslümanlar, anlamını bilmedikleri kelimelerin yanına Peygamber (asm)’den duydukları anlamları da yazıyorlardı. Bu ileride büyük karışıklıklara neden olacaktı.
3. Kişilerin, kendi kendilerine tuttukları notları, evlerinde veya herhangi bir yerde okurken yanılabilmeleri mümkün idi. İşte bu yanılmalardan ötürü bazı kelimelerin okunuşunda farklar doğmuştu. Kimi bir kelimeyi hitap kipiyle okurken, kimi de onu üçüncü şahıs kipiyle okumuştu.
Bu sorunları ancak uzmanlardan oluşan bir komisyon ortadan kaldırabilirdi. İşte bu iş, ilk olarak Ebubekir zamanında yapıldı. Titiz bir çalışma ile Kur’ân’ın sûreleri derlendi, bir araya getirildi. Fakat sûre denilen bu bölümler, esaslı bir sıraya konmamış, derlenen parçalar, rast gele bir araya getirilip bir cild (Mushaf) halinde bağlanmıştı. Bu Mushaf, özel nüshalardan farklı idi. Çünkü özel nüshaların kiminde sûreler iniş sırasına göre dizilmiş, kiminde böyle bir metot izlenmemişti.
4. Resmî Kur’ân’dan az da olsa farklı birtakım özel Kur’ân nüshaları durdukça Kur’ân üzerindeki ihtilâflar sürüp gider ve hattâ büyürdü. İşte böyle bir ihtilâfı önlemek için özel Mushaflar yakıldı.
5. İkinci derlemede meydana gelen Kur’ân nüshasının, diğerinden farkı şu idi : Birinci derlenen Mushaf’ın sûreleri bir sıraya konmamıştı. İşte Osman (ra) zamanında kurulmuş olan komisyon, daha titiz ve daha rahat bir çalışma ile Kur’ân’ın tüm âyetlerini ve surelerini derleyip Hz. Peygamber (asm)’in işaret ettiği gibi yerli yerince konmuştur.
6. Hz. Osman (ra) zamanında yapılmış olan derleme, Peygamber (asm)’in yazdırdığı Kur’ân’dan farklı olsaydı, Osman’dan sonra halîfe olan Hz. Alî, kendi özel Mushafını resmîleştirir, Osman Mushafını yürürlükten kaldırırdı. Oysa öyle yapmamış,Osman Mushafını resmî Muhsaf kabul etmiştir. Dolayısıyla bu durum bile mevcut Mushafın, asıl Kur’ân’a uygunluğunu gösterir.
Hz. Âlî (ra) Mushafını görmüş olanlar, onun-sûrelerinin iniş sırasına göre düzenlenmiş olmakla beraber-içerikte Osman Mushafının aynı olduğunu söylemektedirler. Sadece sayısı pek az bazı kelime farkları vardır. Bunlar da anlam değişikliği yapmayan sinonim kelimelerdir.
7. Resmî Mushaf’tan ayrı olarak meydana getirilmiş olan özel nüshalar yakılmış olmakla beraber, bunlardan bazıları saklanarak sonraki kuşaklara intikal etmiştir. Bunları görenler, bunlarla resmî Mushaf arasındaki farkları tesbit etmişlerdir. İbn Ebî Davud’un Kitâbu’l-Mesâhifi, bu farkları belirtmiştir. Bunlar gözden geçirilince resmî Mushaf ile bu özel nüshalar arasında da temelde bir fark olmadığı, sadece ufak tefek bazı kelime farkları bulunduğu, çok az olan bu farkların da bir anlam değişikliği yapmadığı görülür. Bu durum da resmî Mushafın, Peygamber’in okuduğu Kur’ân olduğunu kesin bir biçimde ortaya koyar
Hz. Peygamber hayatta iken sahabîlerin nâzil olan âyet ve sûreleri öğrenmek ve ezberleyebilmek için yoğun bir gayret içine girdiklerine, onlardan bazılarının kendileri için özel nüshalar oluşturmaya çalıştıklarında hiç bir şüphe yoktur. Nitekim bunlar arasında Übey b. Kâ’b’ın ve Abdullah b. Mes’ûd’un mushafları meşhurdur. Bütün bunlar Hz. Osman’ın resmi mushaflarından önce yazılmış mushaf nüshalarıdır. Resmi mushaf nüshalarından sonraki süreçte de bunların tertibi esas alınmak suretiyle yine gerek sahabe gerekse tabiîn neslinden elbette pek çok kimse tarafından mushaflar yazılmıştır. Hz. Peygamber’in bazı eşlerine kadar özel mushafı olanlar bulunduğuna göre Hz. Ali’yi de bu önemli ilgi ve mesainin dışında düşünmek mümkün değildir. Nitekim yukarıda zikrettilerimiz dışında Hz. Ali’ye nisbet edilen ve onun valisi veya çocukları tarafından okunduğu bilinen San’â Mushafı’nın da Hz. Osman’ın mushafları ile gerek tertip gerekse muhteva açısından tam bir birliktelik içinde olduğunu incelemelerimiz sonucunda görmüş bulunuyoruz.
Bu konuda uzun yıllar inceleme ve araştırma yapan Eski Diyanet İşleri Başkanı Teyyar Altıkulaç : “Orjinali Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan ve Halife Hz. Osman’a izafe edilen Mushaf-ı Şerifle bugün dünyanın her yerinde okunmakta olan Kur’an-ı Kerim’i kelime kelime, harf harf, hatta diş diş kontrol ettik ve arada herhangi bir değişikliğin olmadığını tespit ettik. Aynı çalışmayı Kahire’de bulunan El-Meşhedü’l-Hüseyni mushafı üzerinde de yaptık.”demiştir. Yine Eski Diyanet İşleri Başkanı Teyyar Altıkulaç : “Hz.Ali’ye isnad edilen ‘San’a Mushafı’nın da yakında neşredileceğini bildirdi. Bu neşirler ortaya çıkardı ki, indirildiği andan bu yana Kur’an-ı Kerim mushafları arasında en küçük bir değişiklik yoktur ve Müslümanlar Allah’ın da bir korumasının sonucu olarak, Kur’an-ı Kerim’i gözleri gibi korumuşlardır.”
Gelelim “Kuran’ın tahrif edildiğini ve bazı surelerin çıkarıldığını söyleyen şia alimleri vardır” iftirasının atıldığı şii kardeşlerimizle ilgili bir iki cümle söylemeye!
Mesela meşhur şia alimi Kummi’ye bakalım ve onlar bu konuda neler söylüyor görelim. Kummi, zamanının Şiî şeyhi olup “Sadûk” lakabıyla anılan ve aynı zamanda Şîa’nın sahih kabul ettiği dört hadis kitabından birinin (Men lâ yahduruhü’l-faklh) müellifidir. İbn Bâbeveyh el-Kummî (ö. 381/991), sözünü ettiğimiz iddialar konusunda özetle şöyle demektedir:
“Bizim inancımıza göre yüce Allah’ın peygamberi Muhammed’e gönderip iki kapak arasına alınmış olan ve insanların elinde bulunan Kur’an bundan ibarettir (onda daha fazla bir şey yoktur)… Onda daha çok şey bulunduğu görüşünü bize kim nisbet ediyorsa, o bir yalancıdır.”
Tefsir sahibi Ebû Ca’fer Muhammed b. Hasan b. Al i et-Tûsî de , Kummi gibi düşünen bir âlimdir. Tûsî Kur’an’da tahrif iddiasına dair haberlerin âhâd nitelikte rivayetlerden ibaret bulunduğuna dikkat çekmiş, bunlara itibar edilemeyeceğini bildirmiş ve bu tür görüşlere şu ifadelerle karşı çıkmıştır:
“Kur’an’da fazlalık ve noksanlık meselesine gelince; bu tür sözler onun için hiç yakışık sözler değildir. Çünkü onda herhangi bir fazlalık bulunduğu düşüncesinin bâtıl olduğu hususunda görüş birliği (icma) vardır. Müslümanların inancına göre onda eksik her hangi bir şey yoktur. Bizim mezhebimiz açısından sahih olan budur.
İmâmiyye’den yine tefsir sahibi Ebû Al i Fadl b. Hasan et-Tabersî ise (ö. 548/1153) tahrif iddiasına karşı, görüşünü şu ifadelerle dile getirmiştir:
“Kur’an’da fazlalık bulunduğu görüşünün batıl olduğu konusunda icma vardır. Onda eksiklerin bulunduğu hususuna gelince, bizim ashabımızdan bazıları ve avamdan bazı kimseler Kur’an’da değişiklik ve eksiklik olduğuna dair rivayette bulunmuşlarsa da bizim mezhebimizin görüşü bu değildir.
Günümüzde de çeşitli bilimsel toplantılarda kendileriyle karşılaşılan İmâmiyye Şiası’na mensup İranlı ilim adamlarının bu konuda söyledikleri de önemlidir. Onlar Kur’an’da herhangi bir değişikliğin söz konusu olmadığını söylemekte, “Kur’an’da değişiklik” iddiasının Şîa’ya isnad edilmesini doğru bulmadıklarını ve bundan üzüntü duyduklarını ifade etmektedirler.
Seyyid Kutup da bu konu da der ki ;
Sonra bir zaman geldi müslümanlar inanç sistemlerini, sosyal düzenlerini, yurtlarını, ırzlarını, mallarım ve ahlâklarını hatta akıl ve düşüncelerini bile koruyamaz oldular! Onlara üstünlük sağlayan düşmanları, inananlarca iyi olan her şeyi değiştirip, yerine yine onlarca iğrenç kabul edilen kavramları yerleştirdiler. İnanç, düşünce ve değer yargısı; ölçü, ahlâk ve gelenek; düzen ve kanun olarak karşı çıktıkları, benimsemedikleri her şeyi onlara kabul ettirdiler. Toplumsal çözülmeyi, ahlâki çöküntüyü, dejenereyi ve insana özgü tüm niteliklerden soyutlanmayı kendilerine çekici gösterip; onları hayvanlarınkine benzer bir hayatın içine yuvarladıkları, zaman zaman hayvanları bile tiksindirecek bir hayat biçimini yaşattılar. Bütün bu kötülükleri “İlericilik”, “Gelişmişlik”, “Lâiklik”, “Bilimsellik”, “Serbestlik”, “Özgürlük”, Zincirleri kırmak”, “Devrimcilik” ve “Yenilik” gibi parlak sloganlar ve isimler altında kabul ettirdiler. Böylece müslümanların kala kala sadece “müslüman” isimleri kaldı. Bu dinle uzaktan, yakından hiçbir ilgileri kalmadı… Ne var ki, -bütün bunlara rağmen- bu dinin düşmanları bu kitabın ayetlerini değiştiremediler, tahrif edemediler.
Sonuç olarak şunu ifade edebiliriz: Allah Zikri koruyacağını vadetmişken ; Resulullah indirilen vahyi ezberletmiş ve yazıya geçirmişken; sahabenin de onun korunması için yaptıkları tarihsel olarak ortadayken bir takım ahad haberlere , bir -iki kelimenin tercihen farklı okunuşuna dayanarak Kuran’ın korunamadığını söylemek kötü niyetli olmaktan kaynaklanmaktadır. Bu kitabı gerçekten tahrif etmek isteyen çoktur. Düşmanının sayısı da azımsanmayacak kadardır.
Yalnız şunu da ifade etmeliyiz ki onun orjinalin metnini değiştiremeyen bir kısım gruplar tercüme yolunu kullanarak onun anlamını tahrif etmeyi başarmışlardır. O ilk günkü gibi elimizdedir ve orjinali elimizde olduğu sürece yapılan çalışmalarla tercüme hataları da giderilebilecektir. Unutmayalım kitabı Allah açıklar. Kuran kendi kendini tefsir eden bir kitaptır. Bu kitap aynı zamanda içindeki kavramlarında sözlüğüdür. Allah Kuranı harf harf matematiksel olarak ; içeriğiyle bilimsel olarak; örnekleriyle tarihsel olarak;mesajlarıyla da güncel olarak korumuştur.
Kuran tahrif edilmiş olsa Yüce Allah şu ifadeleri kullanır mı?
Biz, onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?
Kuran değişikliğe uğratılmış bir kitap olsa şu matematiksel mucizeler nasıl olur da değişikliğe uğramamış olur:
- “Ay” (Şehr) kelimesi Kuran boyunca 12 kez geçer.
- “Gün” (Yevm) kelimesi 365 kez geçer.
- “Günler” (Eyyam ve Yevmeyn) 30 kez geçer.
- “Şeytan” ve “Melek” kelimeleri eşit sayıda 88’er kez geçer.
- “Dünya” ve “Ahiret” kelimeleri eşit sayıda 115’er kez geçer.
- “İman” ve “Küfr” kelimeleri eşit sayıda 25’er kez geçer.
- “Adalet” (Qıst) ve “Zulüm” kelimeleri 15’er kez geçer.
- “Güneş” (Şems) ve “Işık” (Nur) kelimeleri 33’er kez geçer.
” Vezin, kafiye, sıra ve tertip açısından Kurân’daki ayetlerin ve harflerin dizilişi birbiriyle bağlantılıdır. Her bir cümle, kelime ve harfin dizilişinde mükemmel bir düzen ve bütünlük vardır. Bu adeta saatteki saniye, dakika ve saati sayan ve bir birinin düzenini tamamlayan sistem gibidir. Şayet Kurân’dan bir harf dahi eksiltilmiş olsaydı bu mükemmel düzen bozulacak ve bunun fark edilmemesi mümkün olmayacaktı.
Kur’ân ayetlerinin manaları da birbiriyle bağlantılıdır. Bir bütünlük gösterir. Bazen bir önceki ayet bir sonrakinin delili, bir öncekinin neticesi olur. Aslında bu konuda söylenecek o kadar çok şey var ki ama yazdıkça yazı uzuyor. Uzun yazılar da insanları sıkıyor. Bütün bu anlatılanlara rağmen Kuranın metni değiştirilmiştir diyenlere şunu söylemek isterim:
” Ey kalbi körelmiş insan! Doğumlar ve ölümler devam ettikçe şu dünyadaki imtihan gereği Allah’ın mesajının ve teklifinin herkese değişmeden ulaşması gerekir. Bu teklifin tahrif olduğunu iddia etmenle Allah’ın imtihan yapmayı beceremediğini söylemen arasında bir fark yoktur. Hani diyorum yoksa senin asıl derdin tahrifle falan değil de Allah’la mı?”