27 Nisan 2016

ŞİÎLİK (ALEVÎLİK)



ŞİÎLİK (ALEVÎLİK)

Yüce Allah buyuruyor:

Kim kendisine doğru (hak) yol belli olduktan sonra Peygamber'e karşı çıkar (dışlar) ve mü'minlerin yolundan başka bir yola saparsa, onu saptığı yolda bırakırız ve cehenneme atarız, o ne kötü gidilecek bir yerdir. (Nisâ, 115)


Abdullah İbni Sebe adında yahudi asıllı bir ajan, 

Hz. Osman'ın halifeliği döneminde Yemen'den Medine'ye geldi ve müslüman olduğunu söyleyip Hz. Osman'a yaklaşmaya çalıştı. Hz. Osman'dan yüz bulamayınca gizlice onun aleyhinde çalışmaya ve halifelik Hz. Ali'nin hakkıydı diye halkın arası- na fitne tohumları saçmaya başladı.

Her sapıklık hareketi taraftar bulduğu gibi Abdullah İbni Sebe'nin baş- lattığı sapıklık hareketi de taraftar buldu ve saçtığı fitne tohumları zamanla silahlı ayaklanmaya dönüştü. 

İsyancılar Medine'ye gelip Hz. Osman'ın sa- rayını bastılar ve Hz. Osman'ı Kur'an okurken şehit ettiler.
Ne yazık ki, Hz. Osman'ın şehit edilip Hz. Ali'nin halife seçilmesi ile de bu sapıklık hareketi sona ermedi. Sıffîn'de Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasındaki savaş ile başlayan Hz. Ali taraftarlığı adı altındaki sapıklık hareketi, kıyâmete kadar sürecek olan siyâsî bir mücadeleye dönüştü.

Hz. Ali'nin şehit olmasından sonra halife olan oğlu Hz. Hasen, sadece müslüman kanı akmasın ve Abdullah İbni Sebe'nin başlattığı fitne sona ersin diye tüm halifelik haklarını Hz. Muâviye'ye devretti ve kendisi halife- likten çekilip Medine'ye yerleşti.

Ancak Hz. Hasen'in halifelikten çekilmesinden sonra da durmayan ve için için kaynayan bu hareket, zamanla Hz. Ali'nin ve onun soyunun et- rafında odaklanan farklı bir inanç sistemine (mezhebe) dönüştü ve şiîlik (alevîlik) adını aldı.

Şiîler sonra kendi aralarında Keysâniyye, Muhtâriyye, Hişâmiyye, Zey- diyye, İmâmiyye, Kâmiliyye, Benâniyye ve İsmâiliyye adı altında pek çok fırkalara ayrıldılar ve bazıları ilk üç halife ile sahâbeler konusunda çok aşırı taşkınlık yaptılar.

Şiî inancının odak noktası Hz. Ali olmakla birlikte, her fırkanın Hz. Ali hakkındaki görüş ve inancı farklıdır. Bazıları Allah (c.c.) Kur'an'ı Hz. Ali'ye göndermişti ancak Hz. Cebrâil yanılarak onu Hz. Muhammed'e götürdü, yani Peygamberlik Hz. Ali'nin hakkı derken,
Şiîlerden Ehl-i sünnete en yakın olanı Yemen'deki Zeydiyye fırkasıdır. Tafdîliyye de denilen bu fırka, Hz. Ali'nin sahâbelerin en üstünü olduğuna inanmakla birlikte, üst varken astın da halife olacağına inandıkları için, Hz. Ebû Bekir'in, Hz. Ömer'in ve Hz. Osman'ın halifeliğini de kabul eder ve sahâbelerden hiç birinin hakkında çirkin sözler söyleyip hakaret etmezler.

Şiî fırkalarından Ehl-i sünnete en uzak olanı ve en sapığı ise (hâşâ!) Hz. Ali tanrıdır, çünkü Allah (c.c.) ona hulül etmiştir (girmiştir) diye Hz. Ali'yi ilâhlaştıran “Galat-ı şîa” fırkasıdır.
Şiîlerden Sebeiyye fırkası ise “İbni Mülcem Hz. Ali'yi öldürmedi, şeytan Hz. Ali'nin şekline girmişti, o şeytanı öldürdü. Hz. Ali bulutların içindedir, gök gürlemesi onun sesidir ve şimşek onun kamçısıdır” diye peri masalına benzer bir efsâneye inanır ve gök gürleyince, “Ey Emîr-el-Mü'minîn sana selâm olsun” derler.

Günümüzde en yaygın olanı, İran'daki Safevî Devleti zamanında güç- lenip çoğalan “İmâmiyye” fırkasıdır. İmâmiyye inancına göre îmanın şartla- rından biri de on iki imama inanmaktır. Onlara göre bu on iki imam yani Hz. Ali, Hz. Hasen, Hz. Hüseyin, Hz. Zeynelâbidîn, Hz. Muhammed Bâkır, Hz. Câfer-i Sâdık, Hz. Mûsâ Kâzım, Hz. Muhammed Cevvâd Takî, Hz. Ali Nakî, Hz. Hasen bin Ali Askerî ve Hz. Muhammed Mehdî peygamberler gibi hata ve yanlıştan korunmuş ma'sûmdurlar.

Yine İmâmiyye inancına göre, kabirde Rabbin kimdir? Dinin nedir? ve Peygamberin kimdir? gibi sorulardan sonra “İmamın kimdir?” diye sorula- cak ve “İmamım Ali'dir” diyenler kurtulacak. Sırat Köprüsünü de sadece dünyada iken imamları tanıyan ve onlara itaat edenler geçecek.

İmamlık yani halifelik Hz. Ali'nin hakkı iken, onun hakkını gasp ettiler diye Hz. Ebû Bekir'e, Hz. Ömer'e, Hz. Osman'a ve sahâbelerin pek çoğuna düşman olan ve onların Peygamberimiz (s.a.v.) den rivâyet ettikleri hadîs-i şerifleri kabul etmeyen şiîlerin fıkıh konusunda da dört mezhebin dışında farklı uygulamaları vardır.

Şöyle ki: Abdest alırken çıplak ayakları üzerine mesh ederler. Mut'a nikâhını yani belirli bir süre için geçici evliliği kabul ederler. Ezan okurken “Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah” tan sonra “Eşhedü enne Aliyyen veliyullah” ve “Hayye ale'l-felâh” tan sonra “Hayye alâ hayri'l-amel” derler. Ayrıca Kerbelâ toprağından yapılmış “türbet” ya da “mühür” denilen bir şe- yin üzerine secde etmeyi daha faziletli sayarlar.
Kütüb-i sitte denilen Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbni Mâce, Nesâî ve Ebû Dâvud'daki en sahih hadîs-i şeriflerden pek çoğunu, inançları ile ters düş- tüğü için kabul etmezler.

Şah İsmail ve şiîliğin yayılışı

Saldırgan, yayılmacı ve çok katı bir şiî olan Şah İsmail, Safevî Devletinin başına geçince şiîliği yaymak için komşu devletlere saldırdı ve işgal ettiği yer- lerdeki Ehl-i sünnet âlimlerini kılıçtan geçirip halkı zorla şiî yapmaya başladı.

İşgal ettiği Şirvan, Azerbeycan, Kirman, Kazaran ve Bağdat'da bütün Ehl-i sünnet âlimlerini kılıçtan geçirip halkı zorla şiî yapan Şah İsmail, sonra Anadolu'ya yöneldi ve Erciş, Ahlat, Bitlis, Elbistan ve Diyarbekir'i ele geçirip bütün Ehl-i sünnet âlimlerini kılıçtan geçirdi ve halkı da kılıçların gölgesinde zorla şiî (alevî) yaptı.

Şah İsmail işi azıtınca ve şiîlik Orta Anadolu'ya doğru yayılmaya baş- layınca, yeryüzünde Ehl-i sünnetin tek hâmisi (koruyucusu) olan Osmanlı Padişah'ı Yavuz Sultan Selim Han (r.a.) derhal harekete geçti ve 2 bin 500 km.lik sarp yolları güçlükle aşıp Çaldıran Ovasına geldi.
Çok yorgun ve yarı aç olan Osmanlı Ordusu ile Şah İsmail'in Ordusu arasında 1514 yılı 23 Ağustos günü Çaldıran Ovasında çok büyük bir sa- vaş oldu ve aynı gün Osmanlı Ordusunun kesin zaferiyle sonuçlandı.

Çok onurlu ve acımasız kanlı bir diktatör olan Şah İsmail, tacını, tahtını, bütün değerli eşyalarını ve çok sevdiği eşi Taçlı Hatun'u savaş alanında bırakıp kaçtı ve canını güçlükle kurtardı.
Bir günde Şah İsmail'in güçlü ordusunu mağlup eden ve kesin bir zafer kazanan Yavuz Selim Han (r.a.), muzaffer bir komutan olarak Tebriz'e girdi ve bir hafta kadar orada kaldı. Cuma günü Tebriz'de Ehl-i sünnet inancına göre hutbe okundu ve ardından cuma namazı kılındı.

Allah (c.c.) Yavuz Selim Han'dan ve askerlerinden razı olsun ve ka- birleri cennet bahçesi olsun. Eğer o günün koşullarında sarp dağları ve 2 bin 500 km.lik yolu aşmayı göze almasalardı, aç ve yorgun oldukları halde düşmanla kıyasıya savaşmasalardı,
Ortadoğu ve Anadolu'nun tamamı kılıçların gölgesinde zorla şiî (alevî) olur, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Zübeyr, Hz. Talhâ ve Hz. Âişe gibi cennetle müjdelenen ve dinin temel taşları olan sahâbelere sövülüp hakaret edilirdi.

Sebeiyye hakkında Bu kısmın (Dördüncü Kısım) bölümlerinden birincisi, es-Sebeiyye'nin gö­rüşlerinin anlatılması ve İslâm Milleti'nden dışarıya çıkışlarının açıklanma­sı hakkındadır. [518]
Sebeiyye, Allah razı olsun Ali hakkında aşırılığa giden Abdullah İbn Sebe'ye uyanlardır. İbn Sebe', Ali'nin peygamber olduğunu iddia etmiş; sonra onun hakkında, bir ilâh olduğunu iddia edecek kadar aşırı gitmiş ve Kûfe'nin azgınlarından bir topluluğu, bu fikre çağırmıştır. Onlar hakkında­ki haberler, Allah razı olsun Alî'ye duyurulmuş, bunun üzerine o da onlar­dan bir takımının iki çukurda yakılmasını emretmiştir. Nitekim şâirlerden biri, bu konuda şunları söylemiştir:
Nerede dilerse dilesinler talihsizlikleri bana fırlatsınlar, Yeterki onları bana iki çukurda atmasınlar.

Sonra Ali -Allah ondan razı olsun-, Şamlıların onun başına gelenlere se­vineceklerini düşünerek, onların geri kalanlarını yaktırmaktan ve kendi ta­raftarlarının ihtilâfa düşmelerinden korktu. Böylece İbn Sebe'yi, Medâin dolaylarına sürdü. Ali -Allah ondan razı olsun- şehîd edilince, İbn Sebe', öldürülenin Ali olmadığını, onun ancak insanlara Ali şeklinde görülen Şeytan olduğunu; Ali'nin İsâ b. Meryem'in- selâm ona olsun- göğe çıkışı gibi, göğe çıktığını iddia etmiş ve demiştir ki: 

“Yahudiler ve Hıristiyanların İsa’nın öldürülmesi iddialarında yalan söyleyişleri gibi, Navâsıb (Hz. Ali'ye düşmanlık gösterenler) ve Havâric de Ali'nin öldürülmesi iddialarında yalan söylemişlerdir. Yahudiler ve Hıristiyanlar, ancak İsa'ya benzeyen çarmıha gerilmiş bir şahıs gördüler. Aynı şekilde Ali'nin öldürüldüğünü söyleyenler de Aliye benzeyen öldürülmüş birini gördüler ve onun, Ali olduğunu sandı ise göğe çıkmıştır; dünyaya inecek ve düşmanlarından intikam ala­caktır.”
Sebeiyye'den bir kısmının ileri sürdüğüne göre, Ali bulutlardadır gök gürültüsü onun sesi, şimşek de kamçısıdır. Onun için bu kimselerden gürültüsünün sesini duyan, “Selâm sana olsun, Ey Müminlerin Emîri!” di.

Amirb. Şurâhil eş-Şa'bi'den [519] rivayet edildiğine göre, İbn Sebe’ye “Gerçek şu ki Ali öldürülmüştür” dendiğinde, şu cevabı vermiştir: 
Bize onun beynini bir torba içinde getirseniz bile, ölümünü doğrulamayız. O, gökten inip yeryüzünün her bucağına hâkim oluncaya kadar ölmez.”
Bu topluluk, Beklenen Mehdî'nin (el-Mehdiyyu'1-Muntazar) Ali'den baş­kası değil, ancak Ali olduğunu iddia eder. Bu topluluk hakkında, İshâk b Suveyd el-'Adevî, mısraları içinde Havâric, Ravâfiz ve Kaderiyye'den uzaklaştığını bildiren bir kasidesinde şu beyitleri söylüyor.

Havâric'den uzaklaştım; onlardan değilim. Gazzâl'dan [520] İbn Bâb'dan [521] Ve Ali'yi andıkları zaman bulutlara selam verenlerden de uzaklaştım Lakin ben, Allah'ın Kesûlü ve Sıddîk'ı [522] yarın iyi bir mükâfat ümid ettiğim bir sevgi ile. Bütün kalbimle seviyor ve bunun doğru olduğunu biliyorum.
eş-Şa'bî'nin [523] anlattığına göre, Abdullah b. es-Sevdâ' [524] görüşleri bakı­mından Sebeiyye'yi destekliyordu. 

İbnu's-Sevdâ', aslında Hîre'li bir Yahudi idi. Sonra Müslüman olduğunu açıkladı ve böylece Kûfe'liler katında, kendisinin de adamları ve başkanlığı bulunsun istedi. Sonra onlara, Tevrat'ta her nebinin bir vasî'si bulunduğunu Ali'nin -Allah ondan razı olsun- Muhammed'in -Allah'ın salât ve selâmı ona olsun- vasisi ve Muhammed'in nebile­rin en hayırlısı oluşu gibi, Ali'nin de vasilerin en hayırlısı olduğu hususları­nı bulduğunu söyledi. 

Ali'nin taraftarları, bunu ondan duyunca, Ali'ye, “Doğrusu o seni sevenlerden biridir” dediler. Bunun üzerine Ali, onun itiba­rını yükseltti ve onu, minberinin merdiveni altına oturttu. Sonra Ali'ye, onun kendi hakkındaki aşırılıkları bildirilince, onu öldürmeye karar verdi. Ancak İbn Abbas, onu bu işi yapmaktan menetti ve ona, “Eğer onu öldürürsen, ashabın senin hakkında ayrılığa düşerler; oysa sen, Şam'lılarla savaşa devam etmeye kesin karar vermiş durumdasın. Onun için ashabının yardı­mına muhtaçsın” dedi. 

İbnu'l-Abbas'ı korkutan onun ve İbn Sebe'nin öldü­rülmesinden doğacak fitneden dehşete düşünce, her ikisini de Medâîn’e sürdü. Allah ondan razı olsun Ali'nin şehid edilmesinden sonra, bayağı insanlar, bu ikisi tarafından aldatıldılar. 
Nitekim İbnu's-Sevdâ' onlara dedi ki: 
“Allah’a and olsun ki, Küfe mescidinde Ali için iki kaynak parlayacaktır, bunların birinden bal, diğrinden yağ fışkıracaktır. Bu iki kaynaktan da onun taraftarları (Şîatuhu) avuç avuç alacaklardır. 

Ehli Sünnet'in doğruyu arayan tenkidci bilginleri şöyle demişlerdir: 
Şüphe yok ki İbnu's-Sevda Yahudi dinine çok bağlı idi. Ali ve oğulları hakkındaki yorumları ile Müslümanları dinlerinde ifsâd etmek ve böylece onların Hıristiyanlar’ın selâm olsun İsâ hakkında inandıkları şeyleri, onun için İnanmalarını sağlamak istemişti. Böylece o, Ehlu'l-Ehvâ'nın küfür konu­nda en köklüsü olarak gördüğü için Ravâfız'ın Sebeiyye fırkasına intisâb etti ve sapıklıklarını, yorumları içinde gizledi.

Abdulkaahir der ki: 
Ali'nin bir ilâh veya bir peygamber olduğunu iddia eden bir topluluk, nasıl olur da İslâm fırkalarından olabilir? Eğer bunları, islâm fırkaları topluluğuna sokmak gerçekten caiz ise, Yalancı Museylime'nin peygamberliğini iddia edenleri de İslâm fırkaları içine sokmak uy­gun olur. Sebeiyye'ye deriz ki: 
Abdurrahman İbn Mulcem tarafından öldürü­len, insanlara Ali'nin şekline girmiş olarak görünen bir şeytan ise, İbn Mulcem'i niçin lanetliyorsunuz da yüceltmiyorsunuz? Çünkü şeytanı öldü­ren, bu fiilinden dolayı ayıplanın amali, övülmelidir. 
Onlara deriz ki: 
İs­lâm'ın gelişinden önceki feylosoflar zamanında bile gök gürültüsünün sesi duyulmuş ve şimşek görülmüş iken, sizin “Gök gürültüsü Ali'nin sesi, şim­şek de kamçısıdır” şeklindeki iddianız, nasıl olur da doğru olabilir? Nitekim onlar, bu yüzden gök gürültüsü ve şimşeği kitaplarında ele almışlar ve bun­ların sebepleri hakkında ayrılığa düşmüşlerdi. İbnus-Sevdaya denir ki: 

Sa­na ve Yahudilerden onlara temayül edenlere göre Ali, Musa, Hârûn ve Yûşâ b. Nûn'dan daha yüksek bir rütbeye sahip değildir; üstelik bu üçünün ölümü doğrulanmıştır ve çölde sert bir kayadan Mûsâ ve kavmine kaynayan başka, yeryüzünde onlar için, ne bal, ne de yağ fışkırmıştır. O halde,oğlu el-Huseyn ve ashabı Kerbela da, bal ve yağ şöyle dursun kendileri için bir su kaynağından mahrum susuzluktan ölmüşlerken, Ali'yi ölümden koru­yan nedir? [525] 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...