Mucizeler:
İsa Aleyhisselâm kendisini ve peygamberliğini İsrailoğullarına şöyle takdim etti:
“Ben size Rabbinizden bir mucize ile geldim.” (Âl-i imran: 49)
İşte benim doğruluğumu gösteren mucizeler şunlardır:
“Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah’ın izni ile o hemen kuş oluverir.” (Âl-i imran: 49)
İsa Aleyhisselâm’ın bir mucizesi; çamura kuş şekli verip ona üflemesi, Allah’ın izni ile kuş olmasıdır.
“Körü ve alacalıyı iyileştiririm.” (Âl-i imran: 49)
O asırda tıp ilmi hayli ileri idi. Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’a bu hususta mucizeler bahşetmişti.
Gücü yetenler ona gelirler, gücü yetmeyenlere ise kendisi giderdi.
“Allah’ın izni ile ölüleri diriltirim.” (Âl-i imran: 49)
Ben kendi gücümle değil, Rabbimin dilemesi ve kudretiyle bazı ölüleri diriltirim. Dilediğini dilediği şekilde yaratma kudreti O’nundur.
Seslenmek veya dokunmak suretiyle ölüleri diriltiyordu.
“Ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm.” (Âl-i imran: 49)
İsa Aleyhisselâm bu mucizelerden ayrı olarak yahudilerin her birinin evlerinde ne yiyip ne içtiklerini, evlerinde neler gizlediklerini bildiğini ve bildireceğini Allah’ın izniyle bir bir haber veriyordu.
Bu mucizeleri göstererek birçok yerler gezdi.
“Eğer inanmışsanız, bunda sizin için bir ibret vardır.” (Âl-i imran: 49)
Hakk ve hakikatı kabul etmek istiyorsanız, bu mucizeler benim Allah-u Teâlâ tarafından gönderildiğime şahitlik edecek ve ikna edecek kadar açıktır.
“Benden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmekle beraber size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmak üzere gönderildim.” (Âl-i imran: 50)
Onun peygamberliği, Allah-u Teâlâ’nın İsrailoğullarına yasak ettiği bazı şeyleri helâl kılmak gibi değişikliklerle birlikte, Tevrat’ın bütününü tasdik esasına dayanıyordu. Bu ise onların Allah’a ve kendisine itaat ettikleri takdirde yüklerinin hafifletileceği mânâsınadır.
“Size Rabbinizden bir âyet getirdim.” (Âl-i imran: 50)
Bu da Allah’ın bana verdiği mucizelerdir. Bu mucizeler size bütün söylediklerimin doğruluğuna işaret etmektedir.
“O halde Allah’tan korkun ve bana itaat edin.” (Âl-i imran: 50 - Zuhruf: 63)
Eğer düşünen kimseler iseniz Hakk’a ve hakikata tâbi olunuz. Tâ ki dünya saâdetine ahiret selâmetine eresiniz.
“Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir.” (Âl-i imran: 51) (Bakınız Zuhruf: 64)
O’ndan başka Rab, O’ndan başka ilâh yoktur. İsyan ederek O’na şirk koşmayın.
“O’na kulluk edin.” (Âl-i imran: 51 - Zuhruf: 64)
O’na kul olun. Emirlerine ve yasaklarına riâyet edin.
“İşte bu doğru yoldur.” (Âl-i imran: 51 - Zuhruf: 64)
Şaşmayan bu doğru yol, sahibini cennete götürür.
İsa Aleyhisselâm’ın
Beyanlarındaki Gerçek:
Kıyamet gününde Allah-u Teâlâ ile İsa Aleyhisselâm arasında geçecek olan muhavere Kur’an-ı kerim’de beyan buyurulmaktadır:
“Allah: ‘Ey Meryemoğlu İsa! Sen mi insanlara: ‘Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilâh edinin’ dedin?’ demişti.” (Mâide: 116)
Şüphe yok ki bu kınamanın asıl hedefi İsa Aleyhisselâm değil, onu ilâh edinen teslis inanışı sahipleridir. Bu şirk ve küfürlerinden dolayıdır ki, kıyamet gününde teşhir edilerek çok güç bir durumda kalacaklardır.
Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ın böyle bir şey söylemediğini bildiği halde bu soruyu sorması hıristiyanlara hakikatı bildirmek içindir.
“O şöyle dedi: ‘Hâşâ! Seni tenzih ederim. Hak olmayan sözü söylemek bana yakışmaz.’” (Mâide: 116)
Ben bir mahlûk olduğum halde nasıl ulûhiyet iddiasında bulunabilirim? Söylemeye hakkım olmayan sözü söylemek bana yakışmaz. İlâhî paklığına sığınır, öyle haksız ve yakışıksız bir sözden uzak olmayı dilerim.
“Eğer demiş olsam, şüphesiz sen onu bilirsin.” (Mâide: 116)
Buna ilmini şâhit getiririm. Böyle bir şey söylemeyeceğim senin malumundur. Çünkü sana hiçbir şey gizli kalmaz, böyle bir şey söylersem senin tarafından bilinir.
“Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem.” (Mâide: 116)
Senin ilmin olmuşları ve olacakları kuşatır. Sen benim bildiğimi de, kendi zâtına ait bilgiyi de bilirsin. Söylemediğimi bildiğin halde, bana bu soruyu sormaktaki ilâhî hikmeti de bilmem. Bilinmesini istemediğin şeyler hakkında bilgi almam mümkün değildir.
“(Şüphesiz ki) gaybları bilen ancak sensin.” (Mâide: 116)
Hiçbir kimse senin bildirmediğin şeyleri bilip idrak edemez. Bütün bunları bilenin bilgisiyle, hiçbir kimsenin bilgisi ölçülemez.
“Ben onlara sadece: ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!’ diye bana emrettiğini söyledim.” (Mâide: 117)
Bana ne emrettiysen onlara sadece onu söyledim. Onları tevhide ve kulluğa dâvet ettim.
“‘Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin!’ dedim.” (Âl-i imran: 51)
Senin tarafından bildirilen bu emir dışında onlara bir şey söylemedim.
“Aralarında bulunduğum müddetçe onlara şâhit idim.” (Mâide: 117)
Beraberlerinde bulunduğum müddet içerisindeki fayda ve zararları hususunda kabul edip etmediklerine şâhitlik edebilirim.
“Beni aralarından aldığında, artık onlar üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeye şâhitsin.” (Mâide: 117)
Aralarında bulunduğum sürece durumlarına bakar, kendilerine ilâhi emirleri bildirir, emirlerine muhalefetten sakındırmaya çalışırdım. Beni semâya kaldırarak kendine çekince yaptıklarının gözetleyicisi sen oldun. Senden hiçbir şey gizli kalmaz.
“Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz ki sen izzet ve hikmet sahibisin.” (Mâide: 118)
Azaplandırırsan, bu senin adaletinin gereğidir. Affedersen, senin engin merhametin tecelli etmiş olur. Şu halde ne azap etmende bir haksızlık, ne bağışlamanda bir isabetsizlik düşünülemez. Ne istersen yaparsın. Ne hükmüne karışılabilir, ne de hikmetine itiraz edilebilir. Her korkunun kaynağı sen, her ümidin mercii yine sensin.
Havârîler:
İsa Aleyhisselâm’ın oniki kadar Havârî denilen seçkin talebeleri ve yakın arkadaşları vardı. Havârî, samimi dost ve yardımcı mânâsına gelmektedir. Bunlar Resulullah Aleyhisselâm’ın ashâbı gibi, İsa Aleyhisselâm’a, o hayatta iken iman eden ve sadâkat gösteren halis müminlerdir.
İsrailoğulları inanmadıkları gibi küfürlerinde inatlaşmaya başlamışlardı. Havâriler ise imanlarını cesaretle açığa vurmuşlar, İsa Aleyhisselâm’ın safında yerlerini almışlardı.
Allah-u Teâlâ onları Kur’an-ı kerim’inde anmış ve gelecek nesillere övgü ile duyurmuştur:
“İsa onların inkârlarını hissedince;
‘Allah yolunda yardımcılarım kimlerdir?’ dedi.” (Âl-i imran: 52)
Allah’a iman etmiş, özünü Hakk’a bağlamış, Hakk’ın rızâsından başka hiçbir şey düşünmeyerek kendisine yardım edecek yardımcılar aradı.
“Havârîler: ‘Biziz Allah’ın yardımcıları, Allah’a inandık, şâhid ol ki biz müslümanlarız!’ dediler.” (Âl-i imran: 52)
Havârîler, dinin zafere ulaşması için İsa Aleyhisselâm’ın emrettiği her şeye boyun eğeceklerini söylediler ve Allah-u Teâlâ’ya karşı samimi imanlarını da şöyle ikrar ettiler:
“Ey Rabbimiz! Senin indirdiğine inandık, Peygamber’e uyduk. Bizi şâhit olanlarla beraber yaz!” (Âl-i imran: 53)
Havârîlerin bu iman ve arzuları aslında Allah-u Teâlâ’nın kendilerine bir ilhamının neticesi idi.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Havârîlere: ‘Bana ve Peygamber’ime iman edin!’ diye ilham etmiştim. Onlar da: ‘İman ettik, bizim müslümanlar olduğumuza şahid ol!’ demişlerdi.” (Mâide: 111)
Allah-u Teâlâ Ümmet-i Muhammed’e hitap buyurarak, havârîleri bu fazilet ve meziyetlerinden dolayı onları misal olarak göstermektedir:
“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun!” (Saf: 14)
Allah-u Teâlâ’nın dinine hizmet ederek, O’nun nurunu âfâka neşretmeye çalışın.
Kulun Allah-u Teâlâ’ya yardımcı olduğu bir mevkiden daha yüce bir makam düşünülemez.
“Nitekim Meryemoğlu İsa Havârîler’e: ‘Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir?’ demişti.” (Saf: 14)
“Havârîler de: ‘Biziz Allah’ın yardımcıları!’ demişlerdi.” (Saf: 14)
İşte siz de ey müminler! İsa’nın havârîleri gibi Allah’ın yardımcıları olunuz. Peygamber’inizin dâvetini kabul ederek Allah’a tam bir iman ile yardım ediniz!
Havârîler daha önceleri makam sahibi, soylu ve zengin kimselerdi. İsa Aleyhisselâm’a tâbi olduktan sonra, onun uyarması üzerine kendi kazandıkları rızıklarıyla geçinmeye başlamışlardır.
İsa Aleyhisselâm göğe çekildikten sonra, vasiyetini muhafaza edip talimini yapanlar bunlar olmuş, çoğu da zamanla birer birer şehit edilmişlerdir.