HAVAS VE LEDÜN İLMİ
Bilki Hak Sübhanehü Teâlâ her şeyi yarattıktan sonra sırrı Rabbaniden olan harf ilmini, Esmanın ve eşyanın ilmini Hz. Âdem'e (aleyhisselam) öğretmiş ve buyurmuştur ki;
وعلم ادم الاسما ا كلها
"Âdeme bütün Esma ve eşyanın ismini öğretti" (Bakara 31)
Hak Teâlâ bütün varlıklara bu sırrı yerleştirmiştir. Kâinatta hiçbir varlık Esmaların ve harflerin emrinden dışarı çıkamaz. Bu harf ve Esmalara Havas ilminin inceliklerini ve esrarını koymuştur. Allah'u Teâlâ bu ilmi Âdem'e (aleyhisselam) öğretmiştir. Meleklere ise öğretmemiştir. Onun için yeryüzünde Âdem'i (aleyhisselam) hilafete ve vekilliğe layık görüp Meleklerden üstün kılmıştır. Bu ilmi Allah'u Teâlâ seçkin kullarına ihsan eder.
Havas ilmi Kuran-ı Kerim de;
Musa (aleyhisselam) ve Hızır'ın (aleyhisselam) buluşmasından bahseden:
فوجدا عبدا من عبادنا اٰتيناهُ رحمة من عندنا وعلمناه من لدنا علما
"Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik" (Kehf 65)
Belkız'ın tahtını Süleyman'ın (aleyhisselam) veziri tarafından üç aylık bir mesafeden getirildiğini anlatan:
قال الذي عنده علم من الكتاب انا اتيك به قبل ان يرتد اليك طرفك فلما راه مستقرا عنده قال هذا من فضل ربي ليبلوني ءاشكر ام اكفر ومن شكر فانما يشكر لنفسه ومن كفر فان ربي غني كريم
"Kitaptan bilgisi olan biri, 'Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm' dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: 'Bu; şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfüdür'. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir." (Neml 40)
Bildirildiği üzere ve Âlimlerin Vehbi ilim, Ledün ilmi dediği ilmin şubelerindendir. Ledün ilmi içinde Esmaların sırrını, kimyanın ve simyanın sırrını, İdris (aleyhisselam) ve Musa'nın (aleyhisselam) kavimlerine verilen Nücüm ve sihir ilminin inceliklerini ve daha nice gaybi 72 ilmi içinde barındıran ve ruhun arınmasından sonra Rabbimizin kullarına lütfü ve ihsanı olan ilhamı ve Vehbi bir ilimdir. Her ne kadar günümüzde Havas ilmi sihir, büyü, celp vb. Kuran'ın ve dinin haram kıldığı bir uygulama ile anılıp alanı daraltılsa da hakikatte isminden de anlaşıldığı gibi seçilmişler, ilimde ve tasavvuf yolunda yüksek dereceye ulaşmış olanlar demek olup Rabbimizin Âdem'e (aleyhisselam) öğretmiş olduğu Esma ve eşyanın sır ve hakikatlerini anlamaya ve kişinin imani ve ameli noktada ilerlemeye ve yaratılış gayesi olan kulluğa, Halifeliğe (Ehass-ül Havas) makamına kavuşmaya yardımcı olan üstün bir ilimdir.
Esmaların, ayetlerin zahiri ve batini birçok sırrı vardır. Bu bilinen bir şeydir. Nasıl ki Havas ilmi İlmi Ledünün bir parçası ise ve bu ilmi bilene tam anlamıyla Ledün ilmi sahibi denmiyorsa günümüzde de sihir, büyü, celp gibi ilimleri Havas'ın alt basamağı olup bunları uygulayanlara da tam anlamıyla Havas Âlimi denmez. Bunlar Havas ilminin aslı olmadığı gibi bir Havas Âliminin de Allah'u Teâlâ'nın Kuran da açıkça haram kıldığı bir fiili yapması mümkün değildir. Nitekim zahiri ve batini ilimler de söz sahibi olan âlimlerimizin de bu husustaki açıklamaları bizim sözümüzü doğrular.
Huccetül İslam İmamı Gazali Hazretleri
"Sultanlar; milletin malını zalimler ve haydutlardan korudukları gibi Havas da; avamın (dini ilimlerden haberi olmayan cahillerin) inancını sapıkların şerrinden korurlar.
Üç çeşit oruç vardır:
Birincisi avamın yani cahillerin orucudur. Bunların orucu; yemek, içmek gibi şeylerle bozulur.
İkincisi Havasın orucudur. Bunların orucu fıkıh kitaplarında bildirilen şeylerle bozulduğu gibi gıybet (başkasının dedikodusunu yapmak), yalan söylemek, söz taşımak ve harama bakmakla bozulur.
Üçüncüsü ise Ehass-ül Havas'ın (Allah'u Teâlâ'ya yakınlık kazananların en halisi olanlar) orucudur. Bunların orucu Allah'u Teâlâ'dan başka bir şeyin kalbe girmesi ile bozulur"
Üç çeşit oruç vardır:
Birincisi avamın yani cahillerin orucudur. Bunların orucu; yemek, içmek gibi şeylerle bozulur.
İkincisi Havasın orucudur. Bunların orucu fıkıh kitaplarında bildirilen şeylerle bozulduğu gibi gıybet (başkasının dedikodusunu yapmak), yalan söylemek, söz taşımak ve harama bakmakla bozulur.
Üçüncüsü ise Ehass-ül Havas'ın (Allah'u Teâlâ'ya yakınlık kazananların en halisi olanlar) orucudur. Bunların orucu Allah'u Teâlâ'dan başka bir şeyin kalbe girmesi ile bozulur"
Buyurarak bu farkı çok güzel izah etmiştir.
Yine bu hususta Zünnüni Mısri Hazretleri de Avam ve Havasın arasında ki farkı:
"Avamın tövbesi günahtan, Havasın tövbesi gafletten Allah'u Teâlâ'yı bir an unutmaktır" buyurarak dile getirmiştir.
Şimdi bu ifadeler de geçen Havas Âliminin özellikleri nerede günümüzde Havas Âliminin ve ilminin, sihir ve büyü gibi şer işlerle uğraşanlara Havas ilmi ve Âlimi denmesi nerede.
Melekler ömürleri boyunca ilim öğrenmişler, birçok ilmi hakikatleri bulmuşlar hatta mahlûkatın en Âlimi, mevcudatın en arifi olmuşlardı. Oysaki Hazreti Âdem'in (aleyhisselam) hiçbir ilmi yoktu. Çünkü o ana kadar her hangi bir öğreticiyle karşılaşmamış, ilim tahsil etmemişti. Bu sebeple melekler büyüklük tasladılar, gururlanıp kibirlenerek:
واذ قال ربك للملئكة اني جاعل في الْاَرض خليفة قالوا اتجعل فيها من يفسد فيها ويسفك الدماء ونحن نسبح بحمدك ونقدس لك قال اني اعلم ما لَا تعلمون
"Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve tasdik ediyoruz" (Bakara 30)
dediler. Eşyanın hakikatini bildiklerini söylediler. Âdem (aleyhisselam) ise kalbinden bütün mükevvenatı kovmuş bir vaziyette yaratıcısının kapısını çaldı, ondan yardım diledi. Allah'u Teâlâ da Âdem'e (aleyhisselam) bütün isimleri öğretti ve meleklere eşyayı göstererek:
وعلم ادم الْاسماء كلها ثم عرضهم على الملئكة فقال انبؤني باسماء هؤلَٓاء ان كنتم صادقين
"Eğer doğru söyleyenler iseniz haydi bunların isimlerini bana bildirin" (Bakara 31)
dedi. Bunun üzerine meleklerin Âdem'in (aleyhisselam) dereceleri azaldı. Melekler ilimlerinin yetersizliğini fark ettiler. Rablerine:
قالوا سبحانك لَا علم لنا الَّا ما علمتنا انك انت العليم الحكيم
"Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hakkıyla yapansın"
dediler. Allah'u Teâlâ da Âdem (aleyhisselam) 'e hitaben:
قال يا ادم انبئهم باسمائهم فلما انباهم باسمائهم قال الم اقل لكم اني اعلم غيب السموات والْارض واعلم ما تبدون وما كنتم تكتمون
"Ey Âdem eşyanın isimlerini meleklere söyle" (Bakara 32-33)
dedi. Âdem (aleyhisselam) da ilmin sırlarını ve işin hakikatini onlara anlattı.
Bu ayetlerden kısaca anlaşılan şudur ki: kaynağını vahiyden alan gaybi ilmin, çalışılarak kazanılan ilimden daha efdal ve mükemmel olduğudur.
Vahiyden hâsıl olan ilme nebevi ilim dendiği gibi Vahyin gölgesi olan ilhamdan beslenen ilmede Ledün ilmi denir. Ledün ilmi gayb lambasından ışıyan latif, saf bir kalbe düşen ışık gibidir ki; Allah'u Teâlâ ile ruh arasında bir vasıta olmaksızın elde edilir.
Ledün ilmi Hızır (aleyhisselam )da olduğu gibi nübüvvet ve velayet ehline mahsustur. Allah'u Teâlâ bunu haber vererek:
فوجدا عبدا من عبادنا اتيناه رحمة من عندنا وعلمناه من لدنا علما
" Ona tarafımızdan bir ilim öğrettik" (Kefh 65) buyurmaktadır.
Rivayet edilir ki Hazreti Ali (radıyallahu anh) şöyle demiştir.
"Dilim ağzıma konunca 1.000 tane ilim kapısı açıldı. Her bir kapının da 1.000 tane kapısı vardı"
Yine Hazreti Ali (radıyallahu anh) bir başka sözünde:
"Benim için bir minder konsa ve ben onun üzerine otursam Tevrat ehline Tevratlarıyla, İncil ehline İncilleriyle, Kuran ehline Kuranlarıyla hükmederdim"
Hazreti Ali (radıyallahu anh) bir başka sözünde de:
"Hazreti Musa (aleyhisselam) zamanından beri Tevrat'ın şerhinin 40 deve yükü olduğu anlatılır. Eğer Allah'u Teâlâ bana izin verseydi sadece Fatiha'nın elifinin şerhi 40 deve yükü olurdu" demişlerdir (Gazali Ledün Risalesi)
İşte bu mertebeye insani öğrenimle ulaşmak mümkün değildir. Yalnızca kendisine Ledün ilmi verilenler bu mertebeye ulaşabilirler. Ancak bu ilahi ikrama vasıl olabilmek için yukarıda da dediğimiz gibi vahyin gölgesi olan ve asıl kaynağı nübüvvet olan bu ilmin geçiş kapısı Kuran'ı ilimleri bilmektir.
Nitekim Huccetül İslam İmamı Gazali bu hususta ihyada buyuru ki:
"Unutmayın ki ilham nurunun sirayetinden ibaret olan Ledün ilmi ruhun arınmasından sonra meydana gelir. Nitekim
ونفس وماسويها
"Nefse ve onu düzeltip olgunlaştırana and olsun" (Şems 7) ayeti de buna işaret etmektedir.
Ruhun aslına dönüşü ise 3 şeyle olur
1. Bütün ilimleri tahsis etmek, aşk ve şevk ile onlardan bolca nasiplenmiş olmak.
2. Gerçek bir riyazat ve sağlam murakabe ile. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda şöyle buyurur.
"Kim ilmi ile amel ederse, Allah'u Teâlâ ona bilmediklerini öğretir" yine "Kim Allah'u Teâlâ ya 40 gün ihlaslı bir şekilde kulluk ederse Allah'u Teâlâ hikmet pınarlarını onun kalbinden lisanına akıtır"
3. Tefekkür ile. Çünkü ruh, ilim öğrendikten, riyazatla meşgul olduktan sonra sistemli bir şekilde tefekkür ederse gayb kapısı açılır.
Eğer kişi Kuran'ı ilimleri öğrenmez, nefsiyle mücadele etmezse bu nimetlere ulaşması muhaldir. İnsan yaratılışı gereğince günaha meyilli bir varlıktır. Nitekim ayette:
فالهمها فجورها وتقويها قد افلح من زكيها
"Yemin olsun o nefse ve onu düzenleyene ve sonra da ona isyan ve takvayı ilham edene" (Şems 7-9) buyurulur.
İşte insanı Allah'u Teâlâ'ya uzaklığı ve yakınlığı veren bu özelliğidir. Onun için kişi nefsiyle mücadele ederek şevk ve azimle ibadet ve taatle hikmet ehlinin, velilerin, Âlimlerin ipine sımsıkı sarılacak ki kurtuluşa ermesi daha yakın olsun. Kuran'ı Kerim de:
يؤتي الحكمة من يشاء ومن يؤت الحكمة فقد اوتي خيرا كثيرا وما يذكر الا اولوا الا لباب
"Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesin ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar"(Bakara 269)
Ayetin tecellisiyle hayır verilir ve nefis hikmeti öğrendiği anda yumuşar. Rabbin feyzi ve rahmetiyle ruhu ruhlar âlemine iştiyak edip, cismi şehvetlerden vazgeçer. Ulvi ve süfli âlemlerin sırlarına erer. Hakkın isimlerinin, kâinattaki yansımalarına vakıf olur.
Doktorların bile aciz kaldıkları hastalıklarda, Esmaların ve ayetlerin sır ve hikmetlerinden faydalanıp insanlara faydalı olur. Rabbim bizi bu hayırları ihlas ettiği kullarından eylesin ÂMİN Ya Mucibu Ya Muin.