28 Mayıs 2015

SABETAY SEVİ

line
Akıl çağında bir mesih…
17 YÜZYILIN İKLİMİ..
16.Yüzyılın sona erişiyle Batı bütünüyle yeni bir toplum, yeni bir insanlık ülküsü doğuracak bir teknoloji üretimi sürecine girdi. Batı artık tarıma dayalı bir toplum değildi. Sürekli bir yeniden düzenlenme içindeydi. Değişim kurumsallaşıyordu. Tarihte yeni bir mitos egemen oldu: İlerleme!

Tabii Tanrı tasarımı da çağa uydurulacaktı. Aydınlanmanın çoğu üstü kapalı olarak bir Tanrı’nın varlığına inanmaya devam etti. Ve ateizm de kendini yeni bir şekilde gösterdi.  Tanrı’ya inanmanın kişisel bir durum olduğunu bu yeni dünyada ilk ifade eden Pascal idi. Tanrının varlığını kanıtlamak da, akılcı olarak reddetmek de olanaksızdı. Her Hıristiyan kendi başına idi bu konuda.
Descartes evrensel matematiğin, mantığa göre yalınlara ya da ilk ilkelere doğru ilerleyen deneysel yöntemini kullanarak, Tanrı’nın varlığının çözümsel bir kanıtını oluşturmaya girişti. Ama sonunda, “cogito ergo sum”  ile Tanrı kanıtını insan bilincinde buldu.

Newton, insanlığın tüm hakikate erişmesini olanaklı kılan bir sistem bulduğunu ileri sürdü. Başlangıç noktası matematik değil, mekanikti. Yerçekimi her şeyi bir arada tutuyordu. Ancak Kitabı Mukaddesten bahsetmedi.
Descartes, Newton, Milton, Voltaire..
Yeni bir akıl dini doğuyordu, yaradancılık anlamında buna Teizm denildi. Aydınlanmanın filozofları Tanrı düşüncesini yadsımadılar, insanı sonsuz cehennemle korkutan Ortodoks’luğun “zalim” Tanrı’sını reddettiler.
Avrupa Yahudileri de bu gelişmenin dışında kalamazlardı:  Bir felemenk olan Baruch Spinoza ( 1632/77) geleneksel Museviliğin tamamen dışında fikirler geliştirdi.  Spinoza 1656’da Amsterdam sinagoğundan kovuldu. Ve hiçbir dinsel topluluğun mensubu olmayan Spinoza, özerkliğin ilk örneği oldu. O ateist olarak suçlansa da bir Tanrı’ya inanmıştı. “Dünyayı bilimsel olarak kavrayışımız bize onun değişmeyen yasalarla yönetildiğini gösterir. Tanrı yalnızca yasanın ilkesi, varolan tüm sonsuz yasaların toplamıdır. Vahiy ve kutsal yasaya gerek yoktur.” Dedi.
Alman Filozof Moses Mendelssohn, (1726-86)  Yahudilere çağdaş Avrupa’ya giriş yolunu açan kişi olmuştur. Alman aydınlanmasının genel ortamı içinde düşünmüş ve yazmış,  Tanrı’nın varlığını akılcı zeminlerde izah etmeye çalışmıştı. Yahudiliğin batı Hıristiyanlığı benzeri kuramsal tutkuları yoktu. Mendellsohn Tanrısız yaşamı anlamsız buluyordu ama bu tutkulu bir inanç da değildi. Onun dayanağı Tanrının erdemi idi. Eseri Phaedon 1767’de ilk yayınlandığında tüm çevrelerde kabul gördü.
Fakat Yahudilik Kant’ın felsefesinden daha çok etkilendi. 1871, “Saf Aklın Eleştirisi”nde Kant, aydınlanmayı,  “İnsanın kendi kabullendiği vesayetten çıkışı” olarak tanımlamıştır. Kant, dinin, kiliselerin katı kurallarını reddetti, insanların kendilerine güvenmelerini telkin etti. Pratik aklın eleştirisinde ise,  Tanrıyı sadece ikincil bir düşünce olarak ahlak sistemine eklemişti. Kant geleneksel kanıtların tümüne kuşku ile bakan ilk ve en etkili kişi olmuştu Batıda.

SABETAY SEVİ
Yahudiler arasında akılcı düşünce yayılırken, Yahudileri Avrupa’daki Yahudi olmayan nüfusla bağdaştırmayı olanaklı kılacak olan önemli gelişmeler oluyordu. Kıyamet yılı 1666’da,  bir Yahudi Mesih,  Kurtuluşun yakın olduğunu bildirdi.

Sabetay Sevi;  Tapınağın yıkılışının yıldönümü olan, 1626’da Küçük Asya’daki İzmir’de varlıklı bir Sefardik ailede dünyaya geldi. Musa yasasını çiğnedi,  herkesin önünde yasak yiyecekleri yedi,  Kutsal Tanrı’nın adını ağzına aldı ve bunun özel bir vahiyle kendisine bildirildiğini ilan etti. Kendisinin beklenen mesih olduğuna inanmıştı. (Not: Mesih beklentisi Luria Kabalasının bir vizyonuydu*)  1656’da Hahamlar onu kentten sürdüler. Osmanlı İmp. İçinde Yahudi toplulukları arasında gezerken, Tevrat’ın kaldırıldığını bildirdi. Tanrının Yasakları kaldırdığını ilan etti. Bir fahişe ile evlendi. 1662’de Kudüs’e gitmek için yola çıktı ve Natan isimli bir hahamı aramaya koyuldu..
Sabetay’da, Natan da Luria Kabalasını incelemişlerdi. Natan’ın yorumuna göre, Sabetay Mesihti ve son kurtuluştan önce cehenneme inmekle görevlendirilmişti. Ve 31 Mayıs 1665’te Mesihliğini ilan etti. Kendine 12 Havari seçti. Bütün Avrupa’ya haber bildirildi. Büyük bir heyecan yarattı.
Zulüm ve sürgünle geçen asırlar Yahudi’leri ana görüşten uzaklaştırmıştı. Luria’cılığa inanmış Sefardimler, dünyanın sonunun yakın olduğuna inanmaktaydılar. Tüm bunlar Sabetay Sevi kültüne yardımcı oldu. Türkiye Yahudileri Sebt günü dualarından Sultanın adını çıkarıp, yerine Sabetayı koydular. Sonunda Sabetay 1666 Ocak ayında İstanbul’da tutuklandı ve Gelibolu’da hapsedildi. Bu kült ile, tüm dünyada Yahudiler umudu, içsel özgürlüğü ve kurtuluşu tattılar. Sabetay İslamı seçti ve salıverildi. Kendisine aylık da bağlandı ve sadık bir Müslüman görünüşüyle 17 Eylül 1676’da öldü.
Hahamlar yeryüzünden bu anıyı silmeye çalıştılar. Gazeli Natan, ömrünü Sabetayın gizemini vazetmeye adadı. Türkiye ve Yunanistan’da yaklaşık 200 aile Sabetaya sadık kaldı ve 1683’de İslam dinine girdiler. 1689’da önderleri Jacop Querido Mekkeye hac yolculuğu yaptı. Diğer bir grup yalnızca Mesihlerine sadık kaldılar.
19. Yüzyılın birçok hahamı Sabetay’ın mesih olduğuna inanmışlardı. Fas, Balkanlar, İtalya ve Litvanya’ da Sefardik topluluklarda Sabetaycılık gelişti. Regio’lu Benjamin Kohn ve Modena’lı  Abraham Rorigo gibileri seçkin kabalacılardı. Akım, Polonyadaki Aşkenazimlere de yayıldı. Din değiştirmekte kutsal bir gizem olduğu düşüncesiyle Hiristiyanlığa girenler oldu.
17 ve 18. Yüzyıldaki çoğu Hıristiyan gibi, Sabetaycılar, Tanrıya ilişkin geleneksel düşüncelerden uzaklaşmakta kendilerini serbest hissediyorlardı.
Bir Marrano  (Hiristiyanlığa girmeye zorlanmış sonra Yahudiliğe dönmüş)  olan Abraham Cordazo  (öl:1706) , Aydınlanmanın Teistleri ve Hıristiyanları gibi, güvenilmez eklemeler olarak gördüğü ne varsa, dininden ayıklamaya ve Kitabı mukaddes inancına dönmeye çabaladı. ( Sf: 413)
Nehemiah Hayim, Samuel Primo  ve Jonathan Eibeschüts gibi Sabetaycılar, 1666’da  “Mabudun gizeminin tam olarak ortaya çıkmadığını,  Luria’nın belirttiği gibi,  Şekinanın toz bulutundan sıyrılmaya başlamış olduğunu” ama bir sürece ihtiyaç olduğunu belirttiler.
Din değiştirenler diriliş teorisini de benimseyerek bir başka Yahudi tabusunu daha yıktılar.  Bunlar Sevi’nin mesih olmakla kalmayıp,  Tanrı’nın dirilişi de olduğunu düşündüler. Abraham Cardazo bu  öğretiyi yaydı.
İslama girenler ise, İsrail Tanrısının aşağı indiğine ve Sabetay’da can bulduğuna karar verdiler.

Din değiştirenlerin her kuşağının Tanrının onda dirildiğine inandıkları bir önderi oldu.
Jacob Frank (1726-95)  kendisinin dirilen tanrı olduğunu söyledi. Eğitim görmemişti ve bununla övünürdü.  Eski yasanın kalktığını vaaz etmişti. Aslında tüm dinler ortadan kaldırılmalıydı. Böylece Tanrı doğrudan öne çıkabilirdi. Her şeyin yıkılması gerekiyordu. Nihilistik bir öğretisi vardı.  Bu insanların, iyi Tanrıyı bulabilmeleri için düşmenin derinliklerini arttırmanın yoluydu. Frank kabalacı değildi ancak Cordazo’nun teolojisinin kaba bir türünü vaaz etti. Sabetay sevi iyi tanrının dirilmiş haliydi…Jacop’un merdiveni V şeklinde idi.  Önce İsa ve Sabetay gibi derinlere inmeliydi.. Tanrıyı bulmak isteyenler en kutsal saydıkları tüm yasaları yıkarak cehenneme kadar önderlerinin peşinden gitmeliydiler. Savaşçı olarak dinsiz olmalı, özgürlüğe kendi güçleriyle ulaşmalıydılar…
* Frank taraftarları Fransız devrimini desteklediler ve kendi adlarına bir Tanrı işareti olarak gördüler.  Dünyayı yeniden kurabilecekleri bir devrim düşlediler.
*İslama geçen Sabetay’cılar da Jön Türk ve Kemalist hareketini desteklemişlerdir.

Yahudiliğe bağlı kalan Sabetaycılar ise Yahudi aydınlanmasına  (Haskalah) öncülük ettiler ve 19. yüzyılda reformcu Yahudiliğin yaratılmasında etkin oldular. Bu yenilikçi Maskilim’lerde eski ve yeninin garip bir karışımı olan düşünceler vardı. 1800 yıllarında yazmış olan Prag’lı joseph Wehte; Moses Mendelsshon, Kant, Sabetay, Luria’nın kendi kahramanları olduğunu söyledi.
Bir yanda Joseph Frank Hıristiyan dünyasında “Nihilistik Incil” i geliştirirken, öte yandan Polonya Yahudileri içinde çok farklı bir mesih çıktı. 1648 kıyımlarından beri çok şiddetli bir sürgün ve çöküş yaşamışlardı. Eğitimli ve manevi ağırlığı olan aileler öldürülmüş, ya da göç etmişlerdi. Çoğunluğu gezgin yaşıyorlardı. Gezgin kabalacılar, Tanrı’dan ayrılmış olan, öteki taraf achra sitra’nın dünyasının şeytani karanlığından söz ediyorlardı. Sabetay Sevi’nin de bu düş kırıklığına önemli katkısı olmuştu.
Ukraynalı bazi Yahudiler, Hiristiyan Pietist hareketten etkilendiler. Ve yahudiler yeni bir din şekli oluşturmaya başladılar; Vecd içine düşen, akıllarına estiği gibi şarkı söyleyen ve dua sırasında ellerini çırpan Yahudilerin hikayeleri anlatılıyordu. 1730’larda bu vecd ile kendinden geçenlerden birisi, bu yürek dininin tartışmasız önderi oldu ve HASİDİZM denilen bir okul kuruldu; İsrael ben Eliezer. Tanrı  Yahudilerin kendisine güven ve neşeyle yaklaşmalarını istiyordu..
Kabalacılar, mistiklere döndükleri her yerde, Tanrının varlığını fark etmelerine yarayacak bir yoğunlaşma “devekuth” disiplini oluşturmuşlardı. Bunu tüm insanlara önerdiler.  Tevrat çalışanlar bundan rahatsız oldu. Yine de Hasidizm hızla yayıldı.  Bir umut oldu. Bu arada hidayete erenlerin çoğu eski Sabetaycı’lardı.
Beşt, taraftarlarının Tevrat’ı bırakmalarını istemedi. Bunun yerine ona yeni, mistik bir yorum  kattı. Bu akım içinden, Medziboch’lu Baruch (1757-1810),  Abraham Joshua Heschel (1825)  bu ilkeleri kısır zevkleri için kullandılarsa da,  Hasidik girişim, zalim ve tehlikeli bir dünyada, bir anlam bulmaya çalışmak diye görülebilir. Hasidimler vecd içinde hazla haykırır, ellerini çırpar ve akıllarına estiği gibi şarkı söylerlerdi. Dov Baer, Beşt’in ardılı, Tanrı ile insanın birlik olduğunu söylerdi.
Hasidizm de kendi diriliş biçimlerini geliştirdi. Toplumsal yönü de çok güçlüydü. Çoktandır Hahamlar Tevratın vücut bulması olarak görülürken bu Hasidik Kült tepki çekmekte gecikmedi.  Gaon, haham Eliya  bin salamon Zalman (1770-797)  Luria kabalacısıydılar.
1780’lerde  Haham Zalman Hasidizmin yeni bir biçimini kurdu. Duygulu coşkunluk yerine, akılcı tefekkürü harmanlamaya çalıştı. Zalman’ın oğlu, Baer  (Tract on Ectasy)   Kabala’yı  psikolojik çözümleme ve  kendini tanıma aracı olarak yorumladı.
Akılcılık ve mistisizm bir arada yükselirken, şunu hatırlamakta yarar var;  Esasında mistisizm ile akılcılık arasında büyük bir uçurum yoktur. İkisi de doğmaya karşıdır..
LURIA KABALASI NEYDİ?
ISAAC LURIA (SAFED’İN ASLANI)
(1534-1572)
Mükemmel ve ezeli Tanrı, sonu olan ve kötülük dolu dünyayı nasıl yaratmıştı? Kötülük nereden geliyordu?
1534’de Kudüs’te doğdu. Alman bir aileden geldiği için Ashkenazi olarak adlandırıldı. 8 Yaşında babası ölünce Kahire’ye taşındı. Bezalel Ashkenazi ‘den dersler aldı ve 17 yaşında Kabala ile tanıştı. Safed Kabalacığının kahramanı ve azizi olan  Isaac  Luria , aşkın Tanrısallıkla  her yerde hazır ve nazır olma paradoksunu, Tanrı hakkındaki en olağandışı görüşlerden biriyle aşıyordu. Luria yüzyıllardır tektanrıcıları meşgul eden ve Zohar’da da ifade edilen sorunu yeniden ele alıyordu: Mükemmel ve ezeli Tanrı, sonu olan ve kötülük dolu dünyayı nasıl yaratmıştı? Kötülük nereden geliyordu?

Luria, Sefirot’un yayılmasından çok önce, En Sof’un iç gözlemle kendisine dönük olduğunda  neler olduğunu  düşündü. Dünyaya olanak sağlamak için, diye düşünmüştü Luria, En Sof kendi içinde bir boşluk yaratmıştı. Bu büzülme veya çekilme (Tsimtsum)  eylemiyle Tanrı kendisinin bulunmadığı bir yer yaratmıştı. Aynı anda kendisinin tezahürü ile ve yaratılışla dolan bir boş alan bırakmıştı. Onaltıncı yüzyıl Kabalacıları için, Tsimtsum öncelikle sürgün simgesiydi. Bütün yaratılmış varlığın altında o yatıyordu ve En Sof’un kendisi de bunu yaşamıştı. Tanrı gazabını ve yargısını  (Zohar bunu kötülüğün kökeni olarak görmüştür)  kendi özünden boşaltmıştı. Yani onun birincil eylemi kendisine gösterdiği katılık ve acımasızlıktı. Din artık Hesed’den ayrıldığı için potansiyel olarak yıkıcıydı.
Bu tuhaf mitos, eski Gnostik birincil çıkış mitoslarının kalıntısıdır. Bütün yaratıcı süreçte içerilen gerilimi ifade eder. Tekvin’de anlatılan huzur içindeki ardışık düzene göre, bugün bilim adamlarınca öngörülen Bing Bang kuramına da uygundur.
Mistiklerin özgürlüğü, kurtuluş, mesihin gelişi gibi tarihsel olaylara dayanmaz, bu Tanrı’nın kendisinin de yaşaması gereken bir süreç olarak görülür. Tanrı’ nın ilk planı bozulmuş, dağılan tanrısal kıvılcımların kurtarılması için insanlığı da kendine yoldaş yapmıştır. Tanrı egemenlik ve denetim mücadelesinde İsraili seçmişti. İsrail tanrısal kıvılcımların kendisi gibi, diasporanın acımasız ve tanrısız diyarına dağılmış olsa da özel bir misyonu vardı.  Tanrısal ışık dağılmış ve madde içinde kaybolmuş durumdayken, Tanrı tamamlanmış değildi. Tevratın düzenli okumasıyla ve disiplinli bir ibadetle, her Yahudi tanrısal kaynağındaki kıvılcımların yeniden düzenlenmesine yardımcı olacak ve dünyayı kurtaracaktı.
16. yüzyılda koşullar Zohar’ın yazıldığı koşullar değildir . Sonuçta mutlak yurtsuzlukla, mutlak Tanrılığı eşitleyen olağandışı bir imgelem çözümü üretilir. Bu sürgün, tüm varoluşun yüreğindeki kökten mekansızlaşmayı simgelemektedir. Bütün yaratılış artık olması gereken yerde olmadığı gibi, Tanrı da kendisinden sürgün edilmiştir.
Bu Kabala çok çabuk yayılmış hem Sefardimler hem de Aşkenaz’lar arasında yeni bir umut olmuştur. Doğrusu zorlu yaratılış öğretisini bu anlamda bir yoklukla açıklamaya  çalışmak cesur bir girişimdi.
Bu gelişme neredeyse tüm Yahudiler tarafından kabul edilen son Yahudi hareketi olmuştur ve dünya Yahudiliğinin dinsel bilincinde büyük değişiklikler yaratmıştır. Kabalanın özel disiplini yalnızca kabul edilen seçkinler içindi ama onun düşüncesi ve Tanrı kavramı, LURIA VE SAFED MİSTİKLERİNDEN sonra, Yahudi inancının standart ifadesi olmuştur.

Derleyen: Nina Bencoya

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...