19 Mayıs 2015

Oguznâme / Dr. Mustafa Aksoy



Oguznâme
Dr. Mustafa Aksoy 
 Oğuzlar ile ilgili en eski tarihi kayıt Yenisey Kitabelerinde bulunmaktadır. Bu kayıttan Oğuzların belirli bir idari sistem içinde bulundukları anlaşılmaktadır. Bilinen en eski yazılı Türk metinlerinden olan Orhun Abideleri'nde Oğuzlardan bahsedilmektedir. Bu kitabelerden anlaşıldığına göre Oğuzlar zaman zaman isyan etseler ve yönetimi ele almak için mücadelelerde bulunsalar da Göktürk Devleti'ni oluşturan iki temel topluluktan biridirler. Göktürklerin yıkılmasından sonra Türk dünyasında iktidarı Uygurların devraldığı dönemde de Oğuzlar, Uygur Devleti'nin dayandığı iki unsurdan biri olmuşlardır. Uygurların yıkılmasından sonra X. ve XI. yüzyıllarda Oğuzlar, Hazar ile Sirderya arası bölgede ve daha kuzeydeki bozkırlarda yabguların idaresinde yaşadılar. Bu dönemde doğularındaki Karluklar ve kuzeylerindeki Kimeklerin Kıpçak boyuyla savaşlar yaptılar. Bu bölgedeki Peçenekler'i yenerek Karadeniz'in kuzeyine sürdüler. Bilinmeyen sebeplerle yabgular idaresinin ortadan kalkmasından sonra Oğuz grupları Selçuklu idaresinde toplandılar. XI. yüzyılda küçük bir Oğuz kolu Karadeniz'in kuzeyinden Avrupa'ya ilerlemekle birlikte Selçuklular idaresinde Oğuz kitleleri İran, Irak, Suriye ve Anadolu'ya yayılarak buralarda yeni beylikler, devletler kurup buraları kendilerine yeni yurt edindiler.1

Yukarıda belirtildiği gibi Türk milletinin en etkili kollarından birisini Oğuzlar oluşturmaktadır. Türk milletinde var olan destan geleneği Oğuzlarda da devam etmiştir. Oğuz topluluklarının destânî menkıbelerinin anlatıldığı eserler çeşitli kaynaklarda "Oğuznâme" olarak anılmıştır. Aslen Selçuklu hanedanından olan Mısırlı Türk müellif Ebû Bekr b. Abdullah b. Aybek edDevâderî yazmış olduğu Dürerü'ttîcan isimli Arapça eserinde 1229 yılı olaylarından bahsederken Oğuznâme'den şu şekilde bahsetmiştir: "Oğuz Türklerinin yanında Oğuznâme denilen bir kitap vardır ki elden ele dolaştırırlar. Oğuzların bidayeti halleri ve ilk pâdişahları hep bu kitapta mezkûrdur. Oğuz diye Türklere denir ki büyükleri Oğuz isminde birisi imiş."2

Dede Korkut Kitabı'ndaki hikayelerin sonlarında "Dedem Korkut boy boyladı soy soyladı, bu Oğuznâmeyi düzdi koşdı",3 "Dedem Korkut geldi şadılık çaldı, boy boyladı soy soyladı, gazi erenler başına ne geldiğin söyledi, bu Oğuznâme Beyregü olsun didi."4, "Dedem Korkut gelüben boy boyladı soy soyladı, bu Oğuznâme Yigenegün olsun didi."5, "Dedem Korkut gelüben şazılık çaldı, bu Oğuznâmeyi düzi koşdı, Begil oğlı Emrenü olsun didi. Gâziler başına ne geldigin söyledi."6, "Dedem Korkut gelüben boy boyladı soy soyladı. Bu boy Delü Dumrulun olsun, menden sonra alp ozanlar söylesün, alnı açuk cömerd erenler dinlesün didi."7, "Dedem Korkut geldi kopuz çaldı, gâzi erenler başına ne geldügin söyledi."8 ifadeleri yer almaktadır. Bu ifadelerden Oğuz kahramanlarından her birisi için bir hikaye veya destan söylendiği, bunlara "Oğuznâme" isminin verildiği, bu destanlarda "gâzilerin başına ne gediği"nin anlatıldığı anlaşılmaktadır. Yine bu ifadelere göre Dede Korkut bu Oğuznâmeleri "kopuz" çalarak söylemektedir. Oğuznâme'yi "alp ozanlar" söyleyip "alnı açık cömert erenler" dinlemektedir.
Yukarıda verilen bilgilerden Oğuzlar arasında Oğuznâmelerin çok eskiden beri var olduğu bilinmekle birlikte, bugün çok eski devirlere ait bir Oğuznâme elde mevcut değildir. Fakat bununla birlikte bize kıymetli bilgiler veren çeşitli kaynakların yanısıra daha sonra Oğuznâmeden yararlanılarak oluşturulmuş, içinde epizotlar taşıyan Oğuznâme diyebileceğimiz eserler mevcuttur. Burada kısaca bu kaynakların tanıtmaya çalışacağız.

Oğuz Kağan'ı ve maceralarını anlatan bilinen en eski metin, Charles Schefer'in kitapları arasında bulunmuş, Uygur yazısıyla yazılmış, 21 yapraktan oluşan eski bir el yazmasında bulunmuştur. Zamanımızda bu yazma Paris Bibliotheque Nationale Supplt. turc 1001'no'da saklanmaktadır. Bu metin farkedildikten sonra Türkologlar tarafından üzerinde ciddiyetle durulmuş ve metne büyük önem verilmiştir. 1890'da Radloff bu metnin sekiz sayfasını tıpkıbasım olarak verir, sonra 1891'de 42 sayfanın tamamını Uygurca transkripsiyon ve Almanca çevirisi ile birlikte yayınlar. Radloff metni 1893'te Rusçaya çevirir.9 Rodloff'un yayınladığı metni gören Dr. Rıza Nur bu metne büyük önem vererek 1928 de Mısır İskenderiye'de "Oughouzname, epopee turque" ismiyle metni yeniden yayınlar. Dr. Rıza Nur'un çalışmasında Fransızca önsöz, metnini transkripsiyonu, metinle ilgili Fransızca yazılmış notlar, metnin Fransızcaya tercümesi, Arap harfleriyle Türkiye Türkçesine artarılmış şekli ve faksimilesi bulunmaktadır. Büyük Fransız Sinolog Paul Pelliot, Radloff ve Rıza Nur'un çalışmalarını değerlendiren ve metnin tekrar sağlam bir şekilde okunmasına büyük katkısı bulunan bir makaleyi 1930'da yayınlar. Metin 1932'de Berlin'de Almanca olarak, 1936'da İstanbul'da metin ve Türkiye Türkçesine aktarılması, kelime incelemeleri ve sözlük olarak W. Bang ve Reşit Rahmeti Arat tarafından yayınlanır. 1950'de Moskava'da A. M. Şerbak tarafından yayınlanmışır.10

Eseri dil özellikleri bakımından değerlendiren Paul Pelliot, eserin Turfan'da 1300 yıllarına doğru Uygurca olarak kaleme alındığını belirtir.11 Bu parça Müslüman olmamış Uygurlar tarafından kaleme alınmıştır, destan epizotu değildir ve Eski Oğuz Destanı hakkında bize sağlam bilgi veren özet bir bilgidir. Bu parça üzerinde bir çok araştırmacı değerlendirmede bulunmuştur. El yazmasında metnin bir başlığı olmamasına rağmen Rıza Nur bu esere "Uğuzname" başlığını uygun görür. Rıza Nur'a göre bu eser Türk edebiyatının en eski anıtıdır.12 Prof. Dr. Bahaeddin Ögel bu parçayı "Oğuz destanlarının en güzeli ve en değerlisi" olarak görür.13 Pertev Naili Boratav ise destan epizotu olmayan bu parçaya gereğinden fazla önem verildiği düşüncesindedir.14 Prof. Dr. Mehmet Kaplan bu esere büyük değer vermekte ve bu parçayı tarihi bir hadiseden ziyade Türklerin AtlıGöçebe Medeniyeti devresinde hayat karşısında aldıkları tavrı, hayat felsefesini ve ideal insan tipini en iyi anlatan eser olarak görmektedir.15

Bu metinde Oğuz'un doğuşu, evlenmesi, çocuklarının doğması kısaca verilirken, biraz daha geniş olarak fetihleri, boylara ad vermesi, yurdunu oğulları arasında töreye göre taksimi, vasiyeti ve töresi anlatılmıştır.

Oğuznâme kahramanı olağanüstü bir şekilde doğar. Oğuz'un doğuşu şu şekilde anlatılır: "Yine günlerden bir gün Ay Kağanın gözü parladı, doğum ağrıları başladı ve bir erkek çocuk doğurdu. Bu çocuğun yüzü gök; ağzı ateş (gibi) kızıl; gözleri elâ; saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi. Bu çocuk anasının göğsünden ilk sütü emdi ve bir daha emmedi. Çiğ et, çorba ve şarap istedi. Dile gelmeğe başladı; kırk gün sonra büyüdü, yürüdü ve oynadı."16
Oğuznâme kahramanı olağanüstü güçlüdür. Çünkü kendi toplumunu tehlikelerden korumak ve milletini cihana hakim kılmak için onun olağanüstü bir güce sahip olması gerekir. Onun bu olağanüstü güçlülüğü tabiattaki hayvanlara benzetmeler yapılmak suretiyle anlatılır. Oğuz'un vücut yapısı şöyle tasvir edilir: "Ayakları öküz ayağı gibi; beli kurt beli gibi; omuzları samur omuzu gibi; göğsü ayı göğsü gibi idi. Vücudu baştan aşağı tüylü idi."17

Oğuznâme kahramanının en temel ideali cihana hakim olmaktır. Oğuz Kağan hükümdar olduktan sonra kendi milletini toplar ve onlara büyük bir ziyafet verir. Bu ziyafetten sonra yaptığı konuşmada "Ben sizlere oldum Kağan; alalım yay ile kalkan; nişan olsun bize buyan; kurt olsun (bize) uran (savaş bağrışı); demir kargı olsun orman; av yerine yürüsün kulan; daha deniz daha mürün (ırmak); güneş bayrak, gök kurukan (çadır)"18 diyerek kendi milletini savaşa hazırlar. Daha sonra yazdırıp dört yana gönderdiği tebliğlerde cihan hakimi düşüncesini şöyle dile getirir: "Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul ederek, onu dost edinirim. Kim baş eğmezse gazaba gelirim, düşman sayarak, ona karşı asker çıkarır ve derhal baskın yapıp onu astırır ve yok ettiririm."19

Oğuznâme kahramanının bütün hayatı mücadele ve savaşlarda geçer. O bütün bunları toplumunun mutluluğu ve Tanrı'ya borcunu ödemek için yapar. Ölürken de oğullarına son sözleri olarak bütün hayatını şöyle özetler: "Ey oğullarım, ben çok aştım; çok vuruşlar gördüm; çok kargı ve çok ok attım; atla çok yürüdüm; düşmanlarımı ağlattım; dostalarımı güldürdüm. Ben Gök Tanrı'ya borcumu ödedim."20

Oğuz Destanı'na ait diğer mühim eser Moğol Tarihçisi Reşidüddin Tabib'in 1305 yılında bir heyetle yazmış olduğu Câmiü'tTevârih isimli eserdir. Müellif bu eserinin birinci cildinde Oğuzlardan bahsetmiş, ikinci cildinde "Târihi Oğuzân ve Türkân" başlığı altında Oğuz'un ataları, doğuşu, evlenmesi, çocukları, fetihleri, ölümü, hükümdarlığın Kün Han'a geçişi, boylara ad, yer, damga, ongun ve ülüşlerinin verilmesi, Kün Han'dan sonra gelen Oğuz yabguları ve idareleri, yabgulardan sonra iktidarı ele alan Kara Han oğlu Buğra Han ve neslinin idaresine ilişkin rivayetleri, Şah Melik ve Selçuklularla ilgili rivayetleri, bazı Türk hanedan ve ailelerine ait rivayetleri anlatmıştır.

Prof Dr. Faruk Sümer'e göre müellif, eserinde Oğuzlara ilişkin bu rivayetleri sözlü rivayetlerden yararlanarak vermiştir. Bunları nakleden raviler tarih bilgisinden mahrumdur ve yaptıkları rivayetlerin en yenilerinin tarihi bile 200250 yıl öncesinin olaylarına dayanmaktadır. F. Sümer bir tarihçi olarak bu bilgilerin güvenilirliğini zayıf bulur.21 Câmiü'tTevârih'den bu kısımları tercüme edip bu konuda etraflı araştırmalarda bulunan Prof. Dr. Z. V. Togan'a göre ise Reşidüddin yazılı kaynaklardan yararlanmak suretiyle bu kısmı yazmıştır. Z. V. Togan, Reşidüddin metninde geçen bir kısım lâkap, coğrafi isim ve kelimelerden hareketle buradaki bilgilere kaynaklık eden Oğuznâme'nin muhtemelen daha evvelce Argu dilinde yazılmış olduğunu, yararlanılan Türkçe Oğuznâme'nin sonra Uygur alfabesiyle yazıldığını ve eserde kullanılan Türkçenin Karahanlılar çağı Sir Derya Türkçesi ve Oğuzcanın karışımı bir Türkçe olduğunu belirtmektedir. Bu metin Farsçaya çevrilerek Reşidüddin'e verilmiş. Reşidüddin bu Farsça ve başka bir Moğolca metinden istifade ederek, bu metinlerin vermiş olduğu bilgilere sadık kalıp yer yer kendisi de eklemelerde bulunarak metinini oluşturmuştur. Yararlanılan Oğuznâmeyi tesbit eden raviler Dede Korkut Kitabı'nı tesbit eden raviler gibi umumiyetle Ön Asya'da yaşayan Türklerin arasından çıkmıştır.22 Görüldüğu gibi bu eser Farsça olmakla birlikte eserdeki Oğuzlarla ilgili kısım Azerbaycan ve Anadolu coğrafyasında yaşamış olan Türklerin oluşturduğu bir Oğuznâme'ye dayanmaktadır.
Bu Oğuznâme'de de kahraman daha doğuştan olağanüstülükler gösterir. Doğunca kafir olan annesinin sütünü üç gün üç gece emmez. Oğuz, üzülüp büyük sıkıntı çeken annesini konuşarak hak dine davet eder ve annesi Müslüman olduktan sonra süt emmeye başlar. Olağanüstü şekilde kahramanlıklar göstererek büyür.23

Reşideddin Oğuznâmesi'nde de Oğuz hayatı, mücadeleler ve cihan hakimiyeti ülküsünü gerçekleştirme gayretleriyle geçer. Oğuz babasından hükümdarlığı aldıktan sonra cihangirliğe güvenle girişebilmek için önce memleketin dört bir yanında olan yakınlarından baş kaldıranları dize getirir ve anlaşmaları yeniler, sonra dört bir yana seferlere girişir. "Biz cihanı fethetmek gâyesiyle dünyanın her tarafına gidecegiz."der.24

Bilinen diğer bir Oğuznâme parçası Uzunköprülü Seyid Ali'nin kitapları arasında bulunan on beş varaklık bir mecmuada yer alan dört varaklık parçadır. Bu parçayı önce H. Namık Orkun Türkiye Türkçesine aktarmasıyla birlikte yayınlamıştır.25 Sonra Prof. Dr. Kemal Eraslan parçayı dili bakımandan inceleyerek Türkiye Türkçesi'ne aktarmış ve konu üzerindeki çalışmalarını parçayla birlikte yayınlamıştır. Reşidüddin Oğuznâmesinde verilen bilgilerin özeti mahiyetindedir. Parçada Oğuz'un doğuşu, doğumuyla annesini İslam'a davet edişi, evlilikleri, babasıyla mücadelesi ve fetihlerinden kısıca bahsedilmektedir. Metin baştan ve sondan eksik olup 104 beyittir. Mesnevî tarzında Şehnâme vezniyle yazılmıştır. Eserin dilindeki ses ve şekil özelliklerine dayanılarak metinin dilinin Klasik Çağatay yazı dili öncesi 13. veya 14. asra ait Doğu Türkçesi olduğu söylenilmektedir.26

Bilinen Oğuznâme parçalarından biri de 15. asır müellifi Yazıcıoğlu Ali'nin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revân Köşkü no: 1390'da bulunan Tevârihi Âli Selçuk isimli eserinin baş tarafında yer alan 65 satırlık bir parçadır. "Bu Oğuz kabilesine ve Oğuz kahramanlarına ait alkışları, duaları ihtiva ediyor; mensur fakat ritmik ve aliterasyonlu bir lisanla yazılmıştır, belki bir yarı mensur destanî metinden kopmuş bir parçadır."27 B. Ögel, Dede Korkut Kitabı'na göre dil ve üslûbunu daha eski ve manasını derin bulur.28 Bu parçayı önce Rıdvan Nâfiz, daha sonra O. Ş. Gökyay neşretmiştir.29

Elde bulunan Oğuznâmelerin en değerlisi ve epizotlara dayalı olanı Dede Korkut Kitabı'dır. Bu eser, Oğuzların IXXI yüzyıllarda Sir Derya boylarındaki maceraları çerçevesinde oluşmaya başlamış ve daha sonra gelinen Ön Asya coğrafyasındaki maceralar da ilave olunarak bilinmeyen bir müellif tarafından XV. asran ortalarında veya ikinci yarısında hikayeler şeklinde düzenlenip yazıya geçirilmiştir. Eserin, içinde on iki hikaye olan bir nüshası Dresden Kral Kütüphanesi'nde 1810'da keşfedildikten sonra esere büyük değer verilerek çok sayıda yerli ve yabancı Türkolog tarafından incelenmiştir. Türkiye'de ilk defa 1916'da Kilisli Rıfat tarafından neşredilmiştir. Daha sonra eseri 1938'de O. Şaik Gökyay geniş bir incelemeyle birlikte neşretmiştir. 1950'de Vatikan Kütüphanesi'nde içinde altı hikaye bulunan ikinci bir nüsha bulunmasından sonra Muharrem Ergin, eseri doktora çalışması olarak dil bakımından inceler, edisyonkritiğini hazırlar ve faksimileleriyle birlikte çalışmasını yayınlamıştır.30 Bu çalışmaların dışında Dede Korkut Kitabı üzerinde çok sayıda çalışma yapılmıştır.
Eser genel bir bütünlük taşıyan on iki hikayeden oluşmaktadır. Dede Korkut Kitabı'nda Oğuz toplumu hanlar hanı Bayındar Han'a bağlıdır. Beyler onun huzurunda meclislere katılırlar. Bayındır Han'ın beğlerbeği Salur Kazan'dır. Dede Korkut Kitabı'nda hikayeler Dede Korkut'un dilinden söylenir. Bayındır Han'la ilgili hikaye söylenmez. Kazan Beğ'le ilgili üç hikaye yer alır. Diğer hikayeler çeşitli Oğuz kahramanlarıyla ilgilidir. Fakat kitapta kahraman olarak adı geçip kendisi için hikaye söylenmemiş kahramanlar da vardır.

Araştırmacılar, Oğuznâme geleneğinde her kahraman için bir hikaye söyleme geleneği bulunduğu için hakkında hikaye söylenmemiş kahramanlar için de hikaye söylenmiş olabileceği görüşlerini dile getirseler de günümüze kadar on iki hikaye dışında yeni bir hikaye ele geçmemiştir.

Hikayelerdeki Oğuz kahramanları geleneğe uygun olarak olağanüstü şekillerde doğarlar. Kahramanlık göstermedikleri takdirde kendilerine isim verilmez. Bir kahramanlık gösterdiklerinde Dede Korkut gelerek kendilerine isim koyar. Kahramanların vücut yapıları da yer yer olağanüstü bir şekilde şöyle tasvir edilir: "Altmış ögeç derisinden kürk eylese topuklarını örtmeyen, altı ögeç derisinden külah itse kulaklarını örtmeyen, kolu budı harança, uzun baldırları ince, Kazan Bigün tayısı at ağızlu Aruz Koca"31, "Kara dere ağzında Kâdir viren, kara buğa derisinden bişiginün yapuğu olan, acığı tutanda kara taşı kül eyleyen, kara bıyığını yidi yirden ensesinde dügen, Kazan kartaşı Kara Göne".32

Dede Korkut Kitabı'nda maceraları anlatılan toplumda en önemli erdem kahramanlıktır. Kişinin toplumda edindiği itibar gösterdiği kahramanlığa bağlıdır. Bu düşünce Uşun Koca Oğlu Şegrek Boyı'nda bir konuşma esnasında şöyle yansıtılır: "Mere Uşun Koca oğlu bu oturan bigler her biri oturduğı yiri kılıcıyile etmegiyile alupdur, mere sen baş mı kesdün kan mı tökdün aç mı toyurdun yalınçak mı tonatdun didi. Egrek aydur: Mere Ters Uzamış baş kesüp kan tökmek hüner midür didi. Aydur: Beli hünerdür ya!"33

Dede Korkut Kitabı'nda da alplik en büyük değer olmasına rağmen cihangirlik ülküsü görülmez. Kahramanlar daha çok kendilerini korumak, mallarını, yerine göre namuslarını muhafaza için mücadele ederler.34 Bunun sebebi geldikleri yeni toprakları vatan edinme mücadelesinden kaynaklanmalıdır. Bu kitapta anlatılan hadiseleri yaşayan Oğuz kitleleri 1112. yüzyıldan itibaren Sir Deryânın kuzey taraflarından güneye doğru hareketlenmişler ve eserin kaleme alındığı zamana kadar, geldikleri Horasan, Kuzey ve Güney Azerbaycan ve Anadolu coğrafyalarını vatan edinmek için sürekli mücadeleler vermişlerdir. Bu vatan edinme mücadeleleri bir süre cihangirlik idealini unutturmuş olmalıdır.
XV. asır sonlarında Anadolu'da Şehnâme gibi bir eser yazmak için hazırlıklara başlayan ve 366 cilt yazmayı tasarladığı eserinin 82 cildini yazabilen Uzun Firdevsî de Süleymannâme isimli eserinde kahramanlarını Şehnâme'deki ve çeşitli Arap kaynaklarındaki isimlerle isimlendirse de Türk kahramanlar Oğuznâme geleneğinde olduğu gibi tasvir edilirler, Oğuznâme geleneğinde olduğu gibi cihan hakimiyeti ülküsünü taşırlar. Eserde olaylar Dede Korkut Kitabı'na benzer bir üslupla anlatılır.35 Bu özellikleriyle eser Oğuznâme geleneği içinde sayılabilir.

Süleymannâme'de Efrâsiyâb, Oğuznâmelerde olduğu gibi yırtıcı hayvanlara benzetilmek suretiyle tasvir edilir. Efrâsiyâb'dan bahsedilirken "Efrâsiyâbı Türk, ol ukkâb sînelü köhne kurt"36 denilir. Yine Efrâsiyâb kendisinden bahsederken "Efrâsiyâbı gürdem, cengi cihân görmüş eski kurdam."37 der. Görünüşü ve tavrının tasviri Dede Korkut Kitabı'ndaki kahramanların tasvirini andırır şekile şöyle yapılır: "Efrâsiyâbı Türk da'hı aletmış aletı arış ekadd u ekâmetile ta'ht üzerine oeturmuş şarâb nûş ider."38 "Bugur Efrâsiyâbı Türk düşmân pehlevânların karşusında görüp evren gibi baş kaldurup kaplanlayın gögüs gerüp el dizine urup at kuyrugı gibi bıyıkların burup kılları ucın kulaklarına iltüp gazaba gelüp"39 Yine savaşa giren Efrâsiyâb şu şekilde tasvir edilidir: "Leşker ortasında İsfendiyârî alem dibinde Efrâsiyâbı Türk altmış arış kadd u kâmetile, Rüstem minvâl salâbet ve şecâatıla, üç yüz altmış altı batman demür gürzini tag gibi omuzına urmış gelür, bir poladpûş gergedana Sâmı Süvâr gibi süvâr olup üç sinirli katı yayın kurup tarba ta'htası gibi kılıcına gazab elin urmış gelür."40

Eserin 3945. ciltlerinde Hz. Süleyman'la mücadelesi anlatılan Efrâsiyâbı Türk kendi çevresindeki hükümdarları yenerek İran ve Turan'a hakim olmuş, Kaysarı Rûm'u yenerek Sinop Kalesi ve çevresindeki bakır madenlerini almış "âleme hükümrân olma" ülküsünü taşıyan bir kahramandır. Onun da tek amacı âlem hükümranlığıdır. Hz. Süleyman gönderdiği namede kendi gücünü öğüp kendisine tâbi olmasını ister.41 Efrâsiyâb bu nâmeye çok kızar, kendi kahramanlığını uzun uzun öğerek asıl âleme hükümrân olmaya kendisinin layık olduğunu belirtir:

"Mûrçesin sen heft serâverân özüm
Sen Süleymân ben de Şeh Tûrân özüm Cem idersen nola Ankâ şâhibâz
Tagıdam devletle ursam tablubâz Nola eger çok olsa koyun sürüsi
Leşkerinden tola tâ milki cihân Sayd idem Sîmurg'unı sayyâdveş
Kayd idem çok leşkerün cellâdveş Yâ kefen tak gerdenüne gel bana
Kim Arab milkini virem girü sana Ta'htınile 'hâtemün vir armagan
Kılıcımda virmeyesin tâ ki cân Yo'hsa leşker çeke vardum üstüne
Kim uram düşmân kılıç dostuna Okuyup nâmem idersen ger amel
Devletüne gelmeye hergiz 'halel Ger nasîhat tutmazisen yâ Arab
Tâc u ta'htunla ilün kılam 'harâb"42
Yukarıda verilen metinden de anlaşılacağı gibi Efrâsiyâb gayesi mülk ve servet kazanmak değil "âleme hükümrân olmak"tır. Çünkü âlem hükümrânlığını temsil eden "taht ve hâtem" kendisine verildiğinde o Arap mülkünü geri verecektir.

Oğuznâme'nin Türkmen rivayetleri Ebülgâzi Bahadır Han'ın 1660'da yazmış olduğu Şecerei Terâkime'de bulunmaktadır. M. Ergin'e göre Ebülgâzi bu eseri hazırlarken Reşidüddin Oğuznâmesi'nden istifade etmekle birlikte kendi devrinde anlatılan Türkmen rivayetlerinden de istifade etmiştir. Eser daha sonra istinsah edilirken yeni rivayetler de eklenmiş, dolayısıya Türkmenler arasında anlatılan Oğuznâme rivayetleri geniş olarak bu esere yansımıştır.43 Z. Velidi Togan'a göre Ebülgazi Bahadır Han bu eserini yazarken Oğuz rivayetlerinin kitap halinde yazılmış nüshalarından istifade etmiştir. Bahadır Han'ın verdiği bilgiler genel itibarıyla Reşidüddin'e uyarken Reşidüddin'in eserinde bulunmayan bazı tafsilatı da içermektedir.44

Eserin en eski ve kıymetli nüshaları Taşkent ve Leningırat nüshalarıdır. Eser 1958'de Rus Türkolog Prof. A. N. Kononov tarafından Taşkent nüshası esas alınıp yedi nüsha karşılaştırılmak suretiyle hazırlanmıştır. Ayrıca Kononov eseri Rusçaya tercüme etmiş ve üzerinde gramer, inceleme, araştırma olmak üzere geniş bir çalışma yapmıştır.45 Konanov'un hazırladığı metnin M. Ergin tarafından tercümesi yapılarak faksimilesiyle birlikte yayınlanmıştır.
Ele en son geçen Oğuznâme metni ise Kazan Üniversitesi Yazmalar Kütüphanesi'nde bulunan metindir. Yazma, kütüphaneye Sait Vahidi'nin 19301937 yılları arasında yazma toplama çalışmaları sırasında kazandırılmıştır. Yazma, Türkoloji dünyasına Prof. Dr. Fikret Türkmen tarafından tanıtılmıştır. Yazma, üzerinde tanıtıcı bir yazı yayınlanarak üzerinde inceleme başlatılmıştır. Bu tanıtma yazısında verilen bilgilere göre yazma talik yazıyla yazılmış, 109 varaklık bir yazmadır. İstinsah kaydı yoktur. Fakat kullanılan dilde Eski Türkçe ve Azerbaycan sahası Türkçesi özellikleri görülmekte olduğundan yazmayı müstensih eski bir Oğuznâme nüshasından istinsah etmiş olabilir. Yazmadaki ifadelerden müstensihin çeşitli kaynaklardan edisyon kritik yapar gibi bu Oğuznâme nüshasını oluşturduğu anlaşılmaktadır.

Bu Oğuznâme genel plan itibarıyla Şecerei Terâkime'ye benzemekle birlikte konuları daha geniş olarak ele almıştır. Diğer Oğuznâmeler'de olmayan bir kısım orjinal bilgiler de vermektedir. Meselâ Şecerei Terâkime'de baştan Oğuz Han'ın yaratılması bahsine kadar olan kısım 12 varak iken Kazan'da bulunan Oğuznâme'de 35 varaktır. Eserin fasıl başlıklarıyla Şecerei Terâkime'nin fasıl başlıkları arasında ve Oğuz Han'ın oğullarının isimlerinin verilmesinde bazı farklılıklar görülmektedir. Oğuz Han'ın torunlarının isimleri verilirken bu farklıklar daha da artmaktadır. Yine Oğuz Han neslinin saltanat sıralamalarında da bir kısım değişikliklerin olduğu görülmektedir.46

Diğer bir Oğuznâme nüshası Mirza Uluğbek'in (13941446) Tarihi Abira Ulusu (Dört Ulus Tarihi) isimli eserinde kaydettiği Oğuznâme nüshasıdır. Bu eseri tanıtan Şerafettin Ömer, bu Oğuznâme'in İslâmî dönemde yazılmış Oğuznâmelerin en mükemmellerinden biri olduğunu belirtmektedir. Bu varyantta Oğuznâme'nin Ergenekon Destanı'nın tarihi devamı olduğu kaydedildiği belirtilmektedir.

Mirza Uluğbek'in kaydettiği Oğuznâme'nin konusu Orhun Vadisi'nde geçmektedir. Bu Oğuznâme'de de yine Oğuz'un olağanüstü doğumu, büyümesi, ad alması, evliliği, fetihleri, diğer oğuz kavimlerine ad vermesi, oğulları ve oğullarına saltanatı devri anlatılır. Bu Oğuznâme'de Oğuz Han'ın ordu teşkil etmesinin anlatıldığı kısımla, Oğuznâme'nin Ergenekon Destanı'nın bir devamı olduğunun ortaya konulduğu kısımlar oldukça önemlidir.47

Türkmenler arasında yazılmış diğer bir Oğuznâme XVIII. asır şairi Nur Muhammed Andelib'in nazmettiği Oğuznâme'dir. Bu Oğuznâme üzerine Türkmen araştırmacı Ahmet Bekmiradov "Andelib ve Oğuznâmecilik Debi" küçük boy 132 sayfalık bir araştırma ve inceleme yayınlamıştır. Ahmet Bekmiradov'un eserini tanıtan Dr. M. Fatih Kirişçioğlu bu Oğuznâme'in metini ve sözlüğünü de yayınlar. Bu manzum Oğuznâme yaklaşık 15 sayfa civarındadır. Bu Oğuznâme'de de yine olaylar diğer Oğuznâmelere benzer şekilde anlatılmaktadır.48

1908 yılından sonra Türkçülük cereyanın kuvvetlenmeye başlamasıyla eski Türk destanları üzerinde Ziya Gökalp çalışmaya başlamıştır. Z. Gökalp'in Türk destanı üzerine yazdığı ilk şiiri "Türk Tufanı"nda değiştirilmiş bir şekilde Oğuz Destanı anlatılır. Ziya Gökalp Türk destanlarını yeniden nazma çekmeye çalışanların öncüsü olmuştur. Ondan sonra Hilmi Ziya Ülken 19241925 yıllarında 12 sayı yayınlanan "Anadolu" dergisinde uzun manzumeler halinde nazma çektiği destan parçalarını yayınlamıştır.49
Cumhuriyet döneminde Dr. Rıza Nur, Basri Gocul Oğuznâme'yi yeniden nazma çekme çalışmalarında bulunmuşlardır. Fakat bu çalışmalarda ciddi bir başarı gösterilememiştir. Rıza Nur hece vezniyle 6100 mısraı aşan bir "Uğuz Kağan Destanı" nazma çekmiştir. Fakat bu çalışmasında bazı kuvvetli parçalar bulunmakla birlikte eser bütünü itibarıyla başarılı sayılamaz.50

Cumhuriyet devrinde Oğuznâme'yi yeniden yazma teşebbüsünde en ciddi gayret sarfeden şahıs öğretmen Basri Gocul'dur. Türk Milli Destanı (Oğuzlama) isimli eserinin önsözünde Türk Milli destanını ömrü boyunca işlemeye karar verdiğini belirtir. Türk Milli Destanı (Oğuzlama) isimli eserini 1948 yılından itibaren 48'er sayfalık fasiküller halinde yayınlamaya başlar. 19481953 arasında aralıklarla çıkardığı 5 fasikülü İstanbul'da, 1953'te 6., 1955'te 7. ve 8. fasikülleri Kayseri'de yayınlar. Bu çalışmada Dede Korkut Kitabı'nda adı geçen kahramanların hayatları çevresinde bir iki sayfalık nazım nesir karışık anlatmalarda bulunur. Bunlar kısa ve basit anlatımlardır.
Basri Gocul 1971'de Bursa'da yayınladığı üç ciltlik "(Türk Milli Destanı) Oğuzlama" isimli eserinde Dede Korkut Kitabı'nda yer alan hikayeleri nazım şeklinde on iki hikaye olarak yeniden işler. Bu çalışmada hikayeler daha geniş boyutlu ve daha başarılı bir şekilde işlenmiştir.

Basri Gocul 1973'te Oğuznâme'yi de nazma çekerek "Oğuznâme (Soyumuzun Destanı)" ismiyle Ankara'da yayınlar. Bu 42 sayfalık bir çalışmadır. Eser nazma çekilirken hem Uygur harfleriyle yazılmış Oğuznâme nüshasındaki bilgilerden hem de Rüşidüddin Oğuznâmesi'ndeki bilgilerden istifade edilmiştir. Ayrıca eserde Dede Korkut Kitabı'nın etkisi de görülmektedir.
Cumhuriyet döneminde Oğuznâme geleneğinden en fazla etkilenen ve şiirinde bu geleneğin havasını en başarılı bir şekilde yansıtan şair Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'dur.

Gençosmanoğlu "Salur Kazan Destanı" ve "Boğaç Han Destan" isimli eserlerinde Dede Korkut Kitabı'nda geçen olayları başarılı bir şekilde işler. Diğer eserlerinde de Türk tarihinin kahramanlık olaylarını şiir diliyle tekrar destanlaştırır.51


1 Faruk Sümer, "Oğuzlar", İslam Ansiklopedisi, 9. cilt, İstanbul 1988, s. 378383.
2 Prof. Dr. Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı I, 2. Baskı, Ankara 1989, s. 3536; Prof. Dr. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 4. Baskı, Ankara 1981, s. 250 (106 nolu dipnot).
3 Prof. Dr. Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı I, s. 94, 115.
4 Prof. Dr. Muharrem Ergin, a.g.e., s. 153.
5 Prof. Dr. Muharrem Ergin, a.g.e., s. 225.
6 Prof. Dr. Muharrem Ergin, a.g.e., s. 184.
7 Prof. Dr. Muharrem Ergin, a.g.e., s. 243.
8 Paul Pelliot, Uygur Yazısıyla Yazılmış Uğuz Han Destanı Üzerini, Çevirin: Vedat Köken, Ank. 1995, s. 7.
9 Prof. Dr. B. Ögel, Türk Mitolojisi I. cilt, s. 128.
10 Paul Pelliot, a.g.m. s. 103.
11 Paul Pelliot, a.g.m. s. 78.
12 Prof. Dr. B. Ögel, a.g.e., s. 128.
13 P. Naili Boratav, Folklor ve Edebiyat (1982) 2, İstanbul 1983, s. 80.
14 Mehmet Kaplan, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1979, s. 2728.
15 W. Bang ve G. R. Rahmeti, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1936, s.11.
16 W. Bang ve G. R. Rahmeti, a.g.e., s. 11.
17 W. Bang ve G. R. Rahmeti, a.g.e., s. 17.
18 W. Bang ve G. R. Rahmeti, a.g.e., s. 17.
19 W. Bang ve G. R. Rahmeti, a.g.e., s. 13.
20 Faruk Sümer, "Oğuzlar'a Ait Destanî Mahiyette Eserler", Ankara Ünv. D.T.C.F. Dergisi, Temmuz EylülAralık 1959, Cilt: XVII, Sayı: 34, Ankara 1961, s. 359360.
21 Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Oğuz Destanı, 2. Baskı, İstanbul 1982, s. 118120.
22 Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidî Togan; a.g.e., s. 1718.
23 Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidî Togan; a.g.e., s. 2024.
24 Hüseyin Namık Orkun, "Bir Oğuz Efsanesi", Ülkü, Birinci Kanun 1935, Cilt: 6, Sayı: 34, s. 267275; Oğuzlara Dair, Ankara 1935, s. 96120.
25 Kemal Eraslan, "Manzum Oğuznâme", Türkiyat Mecmuası, 19731975, Cilt: XVIII, İstanbul, s. 170, 172.
27 P. Naili Boratav, Folklor ve Edebiyat (1982) 2, s. 8081.
28 Prof. Dr. B. Ögel, Türk Mitolojisi II., Ankara 1995, s. 45.
29 Rıdvan Nafiz, "Oğuz Destanından Bir Parça", Türk Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi, 1934, II, s. 243249; O. Şaik Gökyay, Dede Korkut, İstanbul 1938, s. 121124.
30 Geniş bilgi için bkz. O. Şaik Gökyay, Dede Korkut, İstanbul 1938; Prof. Dr. Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı I, 2. Baskı, Ankara 1989; O. Şaik Gökyay, Dedem Korkut'un Kitabı, İstanbul 1973.
31 Prof. Dr. Muharrem Ergin, a.g.e., s. 113.
32 Prof. Dr. Muharrem Ergin, a.g.e., s. 174.
33 Prof. Dr. Muharrem Ergin, a.g.e., s. 225.
34 Prof. Dr. Mehmet Kaplan; Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I., İstanbul 1976, s. 14.
35 Mustafa Aksoy, Uzun Firdevsî'nin Süleymannâme'sindeki Destan Unsurları Cilt III, (Basılmamış Doktora Tezi) İzmir 2000.
36 Süleymannâme, Hazine 1529, v. 272a; Mustafa Aksoy, a.g.e., s. 401.
37 Süleymannâme, Hazine 1529, v. 192a; Mustafa Aksoy, a.g.e., s. 253.
38 Süleymannâmee, Hazine 1529, v. 187a; Mustafa Aksoy, a.g.e., s. 243.
39 Süleymannâme, Hazine 1529, v. 263a; Mustafa Aksoy, a.g.e., s. 386.
40 Süleymannâme, Hazine 1529, v. 249b; Mustafa Aksoy, a.g.e., s. 363.
41 Süleymannâme, Hazine 1529, v. 188b189b; Mustafa Aksoy, a.g.e., s. 247249.
42 Süleymannâme, Hazine 1529, v. 200b; Mustafa Aksoy, a.g.e., s. 271.
43 Ebülgazi Bahadır Han, (Şecerei Terakime) Türklerin Soy Kütüğü, Hazırlayın: Muharrem Ergin, İstanbul Tarihsiz. (M. Ergin'in yazdığı girişten), s. 1213.
44 Ord. Prof. Dr. Z. V. Togan, Oğuz Destanı, 2. Baskı, İstanbul 1982, s. 121.
45 Ebülgazi Bahadır Han, (Şecerei Terakime) Türklerin Soy Kütüğü, (M. Ergin'in yazdığı girişten), s. 1314.
46 Prof. Dr. Fikret Türkmen, "Kazan'da Bulunan Yeni Bir Oğuzname Nüshası Üzerine", Milli Folklor, Yaz 1995, Cilt: 4, Yıl: 7, Sayı: 26, s. 45.
47 Şerafettin Ömer, "Oğuznâme'ye Dair Bazı Meseleler" Akt. Alimcan İnayet, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: Güz1997, s. 87106.
48 Dr. M. Fatih Kirişçioğlu, "Andelip ve Oğuznâmecilik Debi (Geleneği) ", S. Ü. FenEde. Fak. Edebiyat Dergisi 19921993, 7. 8. Sayı, s. 132.
49 Arif Yılmaz, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Hayatı ve Şiir Sanatı, Ankara 2000, s. 78.
50 Arif Yılmaz, a.g.e., s. 89.
51 Daha geniş bilgi için Arif Yılmaz'ın a.g. eseri.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...