EBÜLGAZİ BAHADIR HAN
Safevî Hükümdarı I. Abbas’a iltica etmişti. İsfendiyar Sultan, 1623’te kardeşleri İlbars ve Habeş’i bertaraf ederek Hârizm Hanlığı’nın başına geçince kendisine yardımcı olan Ebülgazi’yi ülkenin eski başşehri Ürgenç’in idareciliğine getirdi. Ebülgazi Han üç yıl burada kaldı. Ancak ağabeyi İsfendiyar Han’ın Uygur ve Nayman ileri gelenlerini katlettirmesi üzerine bu boylar Ebülgazi’nin yanına gelerek onu isyana teşvik ettiler. Böylece ağabeyi ile mücadeleye başlayan Ebülgazi Han yenildi ve Türkistan (Yesi) şehrinde oturan Kazak Hanı İşim’e sığındı (1626). Burada üç ay kadar kaldıktan sonra Taşkent hâkimi Tursun Muhammed Sultan’ın daveti üzerine Taşkent’e gitti. İki yıl burada kaldı, ardından Buhara’ya İmam Kulı Han’a sığındı. 1629’da topladığı kuvvetlerle, ağabeyinin Hîve’de bulunmayışından da faydalanarak başşehri ele geçirmeyi başardıysa da Hîve’ye giren İsfendiyar Han tarafından yakalandı ve Safevîler’in elinde bulunan Ebîverd Kalesi’ne sürüldü, daha sonra da yeni tahta çıkan Şah Safî’nin yanına Hemedan’a gönderildi. Kendisine iyi davranan Şah Safî İsfahan’da bir dirliğin gelirini Ebülgazi’ye tahsis etti.
Ebülgazi Bahadır Han’ın İran’daki hayatı on yıl sürdü. 1639 yılında maiyetiyle birlikte kaçmayı başardı ve Bistam üzerinden Balkan dağları bölgesinde oturan Teke Türkmenleri’ne sığındı. Bir süre de Meymene taraflarındaki Ersarı Türkmenleri arasında kalan Ebülgazi, iki yıl sonra daha güvenli bulduğu Mangışlak Türkmenleri’nin yanına gitti. 1641’de bir yıl kadar Kalmuk Hanı Horluk’un yanında bulunan Ebülgazi, 1642’de Hârizm bölgesindeki Özbek ileri gelenlerinin reyi ile aynı yıl içinde ölen ağabeyinin yerine Ürgenç’te han ilân edildi. Ancak daha önce başşehir Hîve’ye Buhara Özbek Hanı (Canoğulları) Nedir (Nezr) Muhammed Han’ın oğlu Kasım Sultan hâkim olmuştu. Bu durum 1645’te Nedir Muhammed’in ölümü ve yerine oğlu Abdülaziz’in geçişinden sonra Buhara askerinin Hîve’den çekilişine kadar devam etti. 1645 yılı başlarında başşehir Hîve’ye gelen Ebülgazi Bahadır Han böylece bütün Hârizm ülkesine hâkim olarak Hîve hanı oldu.
Ertesi yıl Hezâresp şehrinde ziyafet bahanesiyle topladığı Türkmen ileri gelenlerinden 2000 kadarını katlettirmesi Türkmenler’le arasının açılmasına sebep oldu. Nitekim bu olaydan hemen sonra Tecen ırmağı boyunda oturan Türkmenler’le başlayan savaşlar 1648’de Kahir Hoca, 1651’de Bayraç Bey idaresindeki Türkmenler’le, 1653’te ise Eymür ve Sarık Türkmenleri’yle kesintisiz devam etti. Ebülgazi Bahadır Han Türkmenler’in ancak Mangışlak’ta oturanlarını sindirmeye muvaffak olabildi. Ayrıca 1649, 1653 ve 1656’da üst üste gelen Kalmuk akınlarına karşı Hârizm ülkesini korumayı başaran Ebülgazi, Buhara Özbek Hanlığı’na karşı 1655 ve 1662’de akınlarda bulundu. 1663’te oğlu lehine tahttan çekildikten kısa bir süre sonra vefat etti.
Ebülgazi Bahadır Han Hârizm ülkesinin ekonomik yönden çöktüğü, gerilemenin had safhaya ulaştığı ve cehaletin hüküm sürdüğü bir dönemde hükümdarlık yapmıştır. 1620’den önce Safevî ülkesinde, Kazak Hanlığı’nda, Buhara ve Semerkant Özbekleri yanında, Hazar ötesi Türkmenleri arasında ve İdil boyu Kalmuk hanının yanında kalan, bu münasebetle bilgi ve tecrübe sahibi olan Ebülgazi, İran’da yaşadığı on yıl boyunca şiir yazabilecek seviyede Farsça ve Arapça’sını geliştirmiş, hatta Kalmuk hanının yanında Moğolca da öğrenmişti. Ebülgazi Bahadır Han bu bilgilerini iki değerli eserinde toplamış, böylece tarihçi bir hükümdar olarak tanınmıştır.
Eserleri.
1. Şecere-i Terâkime. Ebülgazi Bahadır Han, 1659’da tamamladığı bu eserini Türkmen ileri gelenlerinin ricaları üzerine ve herkesin anlaması için Arapça ve Farsça’dan uzak olarak sade Türkçe ile yazdığını belirtmektedir. Eserde Türkmenler’e dair bilgiler bulunmakta, Oğuz Han ve neslinden, Türk damga ve ongun kuşlarından bahsedilmekte ve âdeta bir “Oğuznâme” metni verilmektedir.
Ebülgazi Bahadır Han Şecere-i Terâkime’yi yazarken sözlü ve yazılı kaynaklardan faydalanmış, özellikle Türkmen boyları arasında dolaşan rivayetleri, beylerin ve hocaların ellerinde bulunan şecereleri değerlendirmiştir.
Yazılı kaynak olarak ise Reşîdüddin Fazlullah’ın CâmiǾu’t-tevârîħ adlı Farsça umumi tarihini, bunun da özellikle “Oğuznâme” kısmını kullanmıştır. Ancak Şecere-i Terâkime’deki “Oğuznâme”de CâmiǾu’t-tevârîħ’te olmayan bilgiler de bulunmaktadır. Şecere-i Terâkime’nin birçok nüshasından üçü Taşkent, ikisi Aşkabâd, biri Leningrad kütüphanelerinde bulunmaktadır. Türkmen boyları arasında özel ellerde de nüshaları vardır. Bunların en iyisi ve en eskisi, Taşkent’te bulunan ve A. N. Kononov tarafından yapılan neşre esas olan nüshadır. Leningrad nüshası da eserin sağlam bir metnini vermektedir. Şecere-i Terâkime nüshalarının muhteva bakımından birbirine uymayışı, Türkmenler arasında öteden beri dolaşan şecere rivayetlerinin farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Her müstensih kendi bildiği rivayeti esere ilâve etmiş, böylece çeşitli şecereler ortaya çıkmıştır.
Şecere-i Terâkime, müellifinin akıcı, zengin ve renkli üslûbu ile XVII. yüzyıl Çağatayca’sının parlak bir örneğidir. Nüshaları arasındaki mukayese, XVII. yüzyıldan itibaren Türkmen ve Özbek lehçelerinin tesiriyle klasik Çağatayca’nın eski gücünü kaybettiğini göstermektedir. Hatta bu nüshaların, müstensihinin mensup olduğu lehçeye göre bile farklılık arzettiği dikkati çekmektedir. Şecere-i Terâkime Tumanskiy tarafından Rusça’ya çevrilmiş ve 1892’de Aşkabâd’da çok az sayıda basılmıştır. Ayrıca 1903’te yine Aşkabâd’da Türkçe-Farsça-Rusça olarak yayımlanan Mâverâ-yi Bahr-i Hazer mecmuasının ilk sayısından itibaren tefrika edilmeye başlanmış, fakat sonu gelmemiştir.
Böylece kitap uzun süre Türk tarihiyle uğraşanların istifadesinden uzak kalmıştır. Eseri kaynak olarak ilk kullananlardan Barthold, 1929’da neşrettiği Muhtasar Türkmen Kavmi Tarihi adlı kitabını yazarken Tumanskiy tercümesinden faydalanmıştır. Leningrad nüshası ise 1937’de Türk Dil Kurumu tarafından tıpkıbasım olarak Ankara’da yayımlanmıştır. Fakat eserin en mükemmel neşri, en eski tarihli Taşkent nüshası esas alınarak ve öteki nüshalarla karşılaştırılarak Rus Türkoloğu A. N. Kononov tarafından gerçekleştirilmiştir (Rodoslovnaya Türkmen, Moskova-Leningrad 1958). Kononov bu yayımında eserin Rusça tercümesini ve gramerini de vermiştir. Şecere-i Terâkime’nin son neşri Muharrem Ergin tarafından Türkiye Türkçesi’ne çevrilerek yapılmış, baskıya Kononov metninin faksimilesi de eklenmiştir (Ebülgazi Bahadır Han,
Türklerin Soy Kütüğü [Şecere-i Terâkime], İstanbul, ts.). 2. Şecere-i Türk. Şecere-i Türkî şeklinde de anılan eser, XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Şiban Özbek hanlarının (Şeybânîler) tarihine dairdir. Bu hanların neseplerini de veren müellif eserini ölüm tarihi olan 1663 yılına kadar getirmiş, kalan kısmını ise oğlu Enûşe Bahadır tamamlamıştır. Ebülgazi, Şecere-i Türk’ün baş kısımları için Reşîdüddin’in CâmiǾu’t-tevârîħ’inden, diğer kısımlar içinse Timurlular döneminde yazılmış müellifi bilinmeyen MuǾizzü’l-ensâb adlı bir kitaptan faydalanmıştır. Şecere-i Türk Batı dünyasında erken tanınan ve itibar edilen bir kitap olmuştur.
Eser 1717’de, Sibirya’da esaret hayatı yaşamakta olan İsveçli Strahlenberg tarafından bulunmuş, yine bir İsveçli olan Schenström tarafından Rusça bilen bir imama tercüme ettirilmiş ve buna dayanarak 1721’de Almanca’ya çevrilmiştir. Daha sonra eserin aslını ve bu tercümesini Alman bilgini Messerschmid Göttingen şehrine getirmiştir. Burada Barenn tarafından Fransızca’ya çevrilmiş ve Dr. Bentinck tarafından açıklamalarla birlikte iki cilt halinde yayımlanmıştır (Histoire généalogique des Tartares traduit du manuscrit Tartare l’Abulgazi Bagadur Chan, La Haye 1726). Ardından Rusça ve İngilizce tercümeleri yapılan fakat pek itibar görmeyen eser 1780’de Göttingen’de Almanca olarak neşredilmiştir (Ebulgazi Bagadur Chans Geschichtsbuch der Mugalisch-Mongolischen oder Mongolischen Chane). Bu arada Ruslar eserin başka nüshalarını da bulmuşlardır.
Tarihçi Ch. Frähn ile Kazanlı âlim İbrâhim Halfin 1825 yılında eserin aslını Latince bir önsözle Kazan’da yayımlamışlardır (Abulgasi Bagadur Chani Historia Mongolorum et Tartarorum). Bu neşre dayanarak G. Sablukov tarafından yapılan Rusça tercüme 1905’te gerçekleştirilmiştir. Kazan baskısını esas alan Ahmed Vefik Paşa eseri Osmanlı Türkçesi’ne çevirmiştir. 28 Eylül 1863-23 Şubat 1864 tarihleri arasında Tasvîr-i Efkâr gazetesinde kısmen tefrika edilmiş olan bu tercüme 1864 yılında kitap haline getirilmiştir (DİA, II, 151). Baron Desmaisons ise o güne kadar bulunan bütün nüshaları karşılaştırarak bir cildi Türkçe metin, diğer cildi Fransızca tercüme ve hâşiyeler olmak üzere eseri iki cilt halinde yayımlamıştır (Histoire des Mogols et des Tatars, St. Petersburg 1871, 1874). Eserin bu neşre dayanarak Abdülallâm Feyzhanoğlu tarafından Kazan Türkçesi’yle, Rıza Nur tarafından Türkiye Türkçesi’yle yapılmış başka basımları da vardır. Ebülgazi Bahadır Han eserinde her ne kadar kendisinin ilk tarihçi hükümdar olduğunu söylemekteyse de 1550’de Hârizm’de kendi atası olup bir tarih yazan, fakat eseri günümüze ulaşmayan Dost Sultan’ı unutmuş görünmektedir. Ayrıca Yâdigâr Han’dan başlayarak devrin Hârizm Özbek hanlarının yanında vezirlik yapmış ve eserini 1551 yılında tamamlamış olan Ötemiş Hacı’nın tarihini de görmediği anlaşılmaktadır. Ebülgazi Bahadır Han’ın eserleri destanî mahiyette olmakla birlikte Orta Asya Türk tarihi ve Türkler’in soyuyla ilgili çok değerli birer kaynak durumundadır.
BİBLİYOGRAFYA:
Ebülgazi Bahadır Han, Şecere-i Terâkime, İstanbul 1937; a.e. (nşr. Muharrem Ergin), İstanbul, ts.; I. Ivanov, Ródolslovnoe drevo tyurok Abu-l-Gazi-Chana: Grammaticheôkiî ocherk, Tashkent 1969; W. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Ankara 1975, tür.yer.; Banarlı, RTET, II, 645-647; Erdoğan Merçil, Fars Atabegleri Salgurlular, Ankara 1975, s. XIX, 28, 30; C. de Vaux, Les Penseurs de l’Islam, Paris 1984, I, 223-227; İbrahim Olgun, “Ebü’l-Gazi Bahadır Han”, TA, XIV, 291-292; A. Zeki Velidi Togan, “Ebülgâzî Bahadır Han”, İA, IV, 79-83; B. Spuler, “Abu’l-Ghazı Bahadur Khan”, EI² (İng.), I, 120-121; a.mlf., “Abu’l-Ğāzī”, EIr., I, 292-293; Ömer Faruk Akün, “Ahmed Vefik Paşa”, DİA, II, 151.
Ebulgazi Bahadır Han
(Ürgenç, 1603 - Ürgenç, 1644 )
Ebulgazi Bahadır Han, Babür Şah gibi Türkistan'da
yetişmiş bir şahsiyettir; han, şair, âlim ve
tabiptir. Türk dilinin bir çok şive ve ağzını bildiği gibi,
Arap ve Fars dillerini de iyi bilir.
Ebulgazi Bahadır Han, 1603 yılının 12 Ağustos'unda
(H. 1012) Ürgenç'te doğdu. Ailesi Şey-banîler
sülalesindendir. Han oğlu olarak her alanda eğitim
gördü. Babası Arap Muhammed Han 1602-1623
yıllarında Hive'de hanlık yapmıştır. Annesi Mihribanu
Hanım, Can Gazi Sultan'm kızıydı. Ebulgazi altı
yaşındayken annesi vefat eder. Kardeşleri Habeş ve
İlbars, annelerinin aşireti Naymanlarla bir olup
babalarına başkaldırdılar.
Arap Muhammed Han,
oğullarım affederek, bunun taht için bir mücadele
olduğu düşüncesiyle onlara Vezir şehrini verdi. 1616
yılında 13 yaşındayken Ebulgazi taht kavgalarına
karıştı. 1621 yılında yine baba ile oğulların arası
bozuldu.
Arap Muhammed Han, büyük oğlu İsfendiyar
ve Ebulgazi bir tarafta, Habeş ve İlbars Sultanlar diğer
tarafta olduğu halde savaş başladı. Arap Muhammed
Han esir alındı ve gözüne mil çekildi. Ebulgazi önce
Kafa, sonra Buhara'ya İmam Kulı Han'ın sarayına kaçtı.
İsfendiyar ise İs-fehan'da Şah Abbas'a sığındı ve ondan
yardım alarak 1623'te Hive tahtını ele geçirdi. Ebulgazi
ağabeyinin yanına geldi ve İsfendiyar, ona Ürgenç'i
verdi. Ama dört yıl sonra kardeşlerin arası açıldı,
Ebulgazi, Yesi taraflarına İşim Han yanına kaçtı.
Sonra
Taşkent'e ve Buhara'ya gitti. Harezm'e teklif
edilmesinin üstüne 1630 yılında İsfendiyar Hive'yi ona
verdi. Ancak birkaç ay sonra Ebulgazi'yi ayaklanmayla
suçlayarak yakalatıp İran'a, Şah I. Safi'nin (1629-1642)
yanına sürgüne gönderdi. Ebulgazi on yıl İran'da
sürgünde kaldı. 1639'da sürgünden kaçtı, Balhan'da
Teke Türkmenlerinin yanına sığındı. 1643 yılında
oradaki halk onu han yaptı. 1644'te Ebulgazi bütün
düşmanlarını yenerek Harezm tahtını ele geçirdi.
Ebulgazi'nin 1646-1664 yılları arasındaki hanlık
devri,komşu devletlerle savaşarak geçti. 1664'te ağır bir
hastalığa yakalanarak vefat etti. Altmış yıl yaşadı.
Kendisinden sonra yerine oğlu Enuşe Han tahta geçti ve
on yıl hanlık yaptı.
Ebulgazi hanlık devrinde Harezm'de bilim ve
medeniyetin ilerlemesi için çok hizmet etti. Kendi de
şiirler, tarih kitapları, tıp kitaplan yazdı. Bugün onun üç
eseri bütün dünyaya malumdur. Bu eserler yüz yıllardır
araştırılıp, yayımlanmış, bir çok dile tercüme edilerek
gelmiştir. Tıpla ilgili "Menâfiül-
însân" adlı eseri 105 bölümden ibarettir; hastalıkları
tedavi yolları, ilaçları hazırlama, yararlanma yöntemleri
gösterilmiştir. Türk tarihiyle ilgili "Şecere-i Türk" ve
"Şecere-i Terakime" eserleri ise dünya çapında bilinir.
Bu iki eser, sadece tarih bilgileri kitabı değil, eski
Türklerin tarihi, Oğuz Kağan'dan hatta Adem
Peygamber'den itibaren Türk tarihi, efsaneler ve
hikâyeler yoluyla verilmesi açısından edebî eser olarak
değerlendirmenin mümkün olduğu çok değerli
yadigârlardır. Bu yüzden de bu eserlerden örnekleri bu
antolojiye almayı uygun bulduk.
Ebulgazi'nin iki tarihî eseri de Rabguzî'nin kısası,
Nevayî'nin tarihî eserleri, Babür'ün "Vehayî" si, Paşa
Hoca'nın "Miftâhü'1-Adl" ve "Gülzâr" gibi eserleriyle
birlikte bugünkü Özbek nesrinin klasik örnekleri kabul
edilir.
Ebulgazi "Şecere-i Tarakîme" eserini H. 1071 (M.
1660) tarihinde yazdı. Eski "Oğuzname'lerdeki, başka
tarihlerdeki önemli bilgileri toplayıp, Türkmenlerin ve
genel Türk eline ait vakıaları kitaplaştırdı. Onda eski
Türkler, Oğuz ve oğulları, Dede Korkut ve diğer Türk
büyükleri, tanınmış kişileri hakkında bilgiler vardır.
Boyların ortaya çıkışı, kendine has bilgileri, efsaneleri,
gelenekleri var. "Şecere-i Türk"te ise bu genel tarihi
devam ettirdi.
Kendi zamanına kadar olan olayları,
kendi başından geçen ağır, roman olacak kadar ilgi
çekici ve tehlikeli tarihleri anlattı. Eserde memleketler,
şahlar, şecerelerin tarihiyle birlikte Celaleddin, Timur
Melik, Ali Sultan, Sevinç Han ve Özbek sultanları,
Harezm'de, Hive'de tahta geçen hanların tarihi de
önemle ve ilgi çekici olarak anlatılmıştır. Bazı bilginler,
Ebulgazi'nin bu iki eseri 13-16. asırlardaki eski Özbek
Türkçesiyle yazdığını söylediler. Ebulgazi'nin kendisi:
"Türkî dil bilen ayttum. Türkîni hem andak aytupmen
kim beş yaşar oğlan tüşünür." der "Şecere-i
Terakime"de.
Her iki eser de Harezm'de, sonra da Kazan'da eski
yazıyla birkaç kez basılmıştır. Rusça'ya, Fransızca'ya,
Almanca'ya tercüme edilmiştir. Türkiye'de de
basılmıştır. "Şecere-i Türk" 1992 yılında Taşkent'te
"Çolpan" yayınları arasında yüz bin adet yayımlanmıştır.
Araştırmacı bilgin Halim Hudaynazarov'un
"Şecere-i Türk" ve onun örgenüişi"
(Okıtuvçı Neşriyatı, Taşkent, 1993) adlı ilmî araştırması
yayımlandı. Eserde Ebulgazi'nin eserindeki tarihî
muhit, medeniyet tesiri, tarihî olaylar ve bunların
tasviri, tarihi şahısların tasviri, halk hayatı ve
örf-âdetler, tabiat tasvirleri, eserin üslubu, folklorik
özellikler geniş olarak incelenmiştir.
Bizim, "Şecere-i Türk"teki önemli ve değerli tarafları
ayrıntılarıyla söylemeye imkanımız yok, zaten
bu eser bilinmektedir. Ancak bir iki örnekle
yetineceğiz. Ebulgazi, sürgün hayatını ve kaçışını şöyle
anlatır: "Irak'ta îsfehan şehrinde on yıl kaldım.
Onbirinci yıl, yanımdaki üç kişiye söyledim: Artık ka-
çıyorum. Sizler de yoldaş olun. Öyle yapalım dediler.
Yemek için verilmiş berat vardı. Bunun bin tengelik kısmını
beni saklayan kızılbaşa verdim. "Bunu çabuk satıp,
kendin için bir cariye satın al; eğer sabaha kadar
gelirse, verirsin; gelmezse senindir." O berata gitti.
Sabahleyin gidip at pazarından sekiz at aldım.
Tek tek
getirip avluda görünmeyecek yerlere sakladım. Herkes
yattıktan sonra hepsini eğerledim. İçimizde Farsça ve
Türkçe bilen biri vardı. Onu beğ yaptım. Bir yiğidi
desturhancı yaptım, bir yiğidi hizmetkâr kılığına
soktum. Kendim de at bakan seyis oldum. Ondan sonra
birbirimizin sakalını kestik. Sonra atlan bir bir dışarı
çıkardık. Büyük şehirlerde gece yansı olunca nekkâre
çalarlar. O anda nekkârehanede nekkâreye vurmaya
başladılar. Atlanıp yürüyüverdim.
Kapıya yaklaşınca,
şıltır şıltır yapıp kapının kilidini açtı. Kapıyı iki tarafa
çekti. Çıkıp gittim..." (Ebulgazi, "Şecere-i Türk",
Taşkent, 1992,175-176. s.)
Ebulgazi bu eserinde atasözlerinden de faydalanır.
Mesela; "Öksük öz kindigin özi keser", "Atang
ivin yav çapsa, birge çap", "İt semirse igesini kapar"
gibi. Yine Ebulgazi eski destanlarımızın üslubundan da
yararlanır, seci tarzından: "Mengli Han takı bir nece
yıllar et yip kımız içip... ayday, kündey suluvlarnı kuçıp
sımbaday yorgalarm minip, köngli tigen yirlerge uçup
ol dünyaga kitdi" gibi.
Dili bugün de anlamaya, millî dili yüceltmekte
faydalanmaya yarar.
Bugün de can, ceset diyoruz.
Ebulgazi de, "can" Arapça, Tacik "huş" der, Özbek
"tin", Moğol "amin" der, diye anlatır. Örf-âdetler de
çokça tasvir edilir: "Sol, Moğol resmiyetinde yücedir,
Yürek solda... aziz misafiri solda oturturlar" gibi (114-
115.s.)
Ebulgazi'nin hayatı ve eserleri Türkistan'ın par-
çalanması ve düzen değiştirmesi sonucunda yeterince
araştırılamadı. 199O'lı yıllardan itibaren yeniden
incelenmeye başladı. Gazete ve dergilerde makaleler
yayımlandı. "Şecere-i Türk" basıldı. Meşhur Özbek
şairi ve romancısı Erkin Semender, Ebulgazi Bahadır
Han hakkında roman yazdı. Bunlar elbette devam
edecek.
Bu antolojiye Taşkent'te 1992'de basılan "Şecere-i
Türk" eserinin 32-35 ve 108-109. sayfalarından alınan
bölümler verildi.
ŞECERE-İTÜRK
(Eserden parçalar)
QARLUQ ELİNİN ZİKRİ / KARLUK HALKI HAKKINDA
Qarluq eli Moğulistande berk tağlerinin içinde yurt
qılib olturdiler. Ekin ekerler erdi ve malleri hem bolur
erdi. Bir yahşisini padşah köterib, ul ölse yene birisini
ve köp ermesler erdi. Gah tüzük bol-ğende ikki min
evlik bolur erdi. Tört min yilge yaqın ul yurtde
olturğendin son, Çingizhan moğul eline padşah bolib,
özge ellerni hem baqindurub, Berles Qubiley nuyan
tegeni elçi qılib, menğe baqin teb, Qarluq eline yubardi.
/23a/ Ul vaqtde Qar-luqnift padşahi Erslanhan tegen
erdi. Ul Qubiley nuyanğe qoşulub, özinift kizini baş
qılib köp peş-qeşlar bilen kelib, hanni kördi. Taki ant
içdi, ta ölgünce bendelikdin boynumni tolğemeyin teb,
Han taki öz cemayetidin bir qızberdi. înayet ve şefqat
qılib qayterdi. Taki Çingizhan baqlerine bakib eytdi:
"Muni neçük Erslanhan teb bolur. Bu kündin son muni
Arslan seyrek tesünlar," teb hukm qıldi. Moğulnin
luğetinde tacikni seyrek deb ermiş.
Korluk halkı Moğolistan'da yüksek dağların arasında
yurt edinip oturdular. Ekin ekerlerdi ve
hayvanları da vardı. İyi birini hükümdar yapıp, o
ölünce yeni birisini. Çok değillerdi. Sayıldığında iki bin
ev vardı. Dört bin yıla yakın o yurtta oturduktan sonra,
Cengiz Han Moğol halkına hükümdar olup, başka
halkları da kendine bağlayıp Barlas Kubilay Noyan
Tigin 'i elçi yapıp, "Bana itaat edin!" diye Korluk
halkına gönderdi (23a). O dönemde Karluk'un
hükümdarı Arslan Tigin idi. O, Kubilay Noyan 'a katılıp
kendi kızını başa geçirip, hediyelerle gidip hanı gördü,
bağlandı. Ölene kadar kulluktan boynumu
kurtaranlayım, diye ant içti. Han da kendi halkından bir
kız verdi. İnayet ve şefkat ile geri gönderdi. Sonra
Cengiz Han beğlerine bakıp dedi: "Buna niye Arslan
Han denir. Bu günden sonra buna Arslan Sayrak desinler"
diye hükmetti. Moğolun lügatında Tacik'e sayrak
denir.
UYGUR ELİNİN ZİKRİ / UYGUR HALKI HAKKINDA
Uyğurnin ma'nasi yapişqur temek bolur. Ay-turlar,
süt uyudi. Süt ereninde biri birindin eyrilür. Uyğendin
sofi ayrilmes. Uyudi, ya'ni yapuşti. Taki ayturdekim,
imamge uydum. İmam olturse olture turur, turse türe
turur, bes yapışqeni bolur. Andaq ayte tururler kim,
Moğul yurtinde ikki tağ bolur. Uzuni kün tuğişidin kün
batişğe benihayet uluğ tağler turur.
Birisinin ati
Tokretubuzluk ve taki birinin ati Üstünlük. Tenrim bu
ikki tağ aresinde, Moğul yurtinifi kün batisinde taki bir
tağ bar turur. Ani Kut tağ derler. Bu aytilğen tağlernifi
aresinde bir yerde aqeturğen on say bar turur. /23b/ Bir
yerde toqquz say, berçesi uluğ suvler turur. Qad-dim
uyğur eli şul saylernin aresinde oltururler erdi.
On sayde olturğenni on uyğur derler erdi. Toq-quz
sayde olturğenni toqquz uyğur derler erdi. Seherleri,
kendleri ve ekinleri köp bolur erdi. Yüz yi-girmi uruq el
erdiler.
Bir kişini padşah koterib, enin ağzine baqmesler
erdi. Bu sebebdin buzulurğe keldiler. Bir kün berçesi
yiğilib keneştiler. Taki eyt-diler: "Biz ikki bölek elmiz:
her qaysimiz bir kişini töre qıleli. Her kim anin sözin
qabul qılmese, malin aldursin ve başin aldursin, tediler.
Taki on uyğur urukindin Menutay atlik kişini töre
koterib, El - eliter laqab qoydiler. Toqquz uyğur
Özkender urukindin bir kişini töre koterib, Qulerkin
laqab qoy-diler. Bu ikkisinin oğlanleri yüz yilğeçe
torelik qıldiler. Endinsofi Taki bir uyğur boldi. On
uyğurğe her kim töre bolse, El eliter tediler. Toqquz
uyğurğe her kim töre bolse, Qulerkin tediler. Köp yiller
törelerinin atlerini şundek derler erdi. Endin son her kim
töre bolse, ana Eydikut /İdikut/ tediler. ey-dinin
me'nasin berçe bilursiz, yubardi temek bolur.
OJRĞIZ VE KEMKEMÇUT ELİNİN
ZİKRİ
Oğuzhannin Qırğiz atli nebiresi bar erdi. Anin nesli
tururler. Emma bu vaqtde Qırğız neslindin kişi az turur.
Moğuldin ve özge uruklerdin otke ve suvğe bolub,
Qırğız yutine barib olturub, Qırğız atin koterib tururler.
Özleri qaysi urukdin er-kenlerin bilurler. Qırğız ve
Kemkemçut ikki vilayet turur. Bir-birine yaqın. Bir
terefi Selenge atlik ve bir terefi Eykiremuren atlik.
İkkisi hem uluğ aker suv turur. Ebir/İbir/ ve Sibir tegen
ikki vilayet bolur. Q
ırğız yurti ane yaqm turur. Qırğız
eli töresine Eylen /İnel/ der. Moğul han ve tacik padşah
te-gendek, ul vaqtde töreleri Urus Eynel tegen erdi.
Çingizhan Bure tegenni elçi qılib menğe baqsin teb,
Qırğız eline yubardi. Urus Eynel elçini yahşi siyleb, özi
kelmedi. Köp peşqeşler birlen yahşi kişilerni qoşub
yubarib bakindi. Peşqeşlerinin başi, bir ayaqi /25b/ ve
burni ve közi qizil ak şunqar erdi.
Uygur'un anlamı "yapışan" demektir. "Süt mayalandı"
derler. Süt olduğunda birbirinden ayrılır. Mayalandıktan
sonra ayrılmaz.
Mayalandı, yani yapıştı.
"İmama uydum" da derler. İmam otursa oturur, kalksa
kalkar, yapışanıdır. Moğol yurdunda iki dağ olduğunu
söylerler. Uzunluğu gün doğusundan gün batısına
kadar olan uçsuz ulu dağlardır. Birisinin adı
Togratopuzluk ve diğerinin adı Üskünlük. Bu iki dağ
arasında Moğol yurdunun gün batısında da bir dağ
vardır. Ona Kut Dağ derler. Bu söylenen dağların
arasında bir yerde akan on su vardır (23b). Bir yerde
de dokuz su, hepsi büyük sulardır.
Eski Uygur halkı bu
suların arasında otururlardı.
On suda oturana On Uygur derlerdi. Dokuz suda
oturana Dokuz Uygur derlerdi. Şehirleri, kentleri ve
ekinleri çoktu. Yüz yirmi kabileli halktılar. Bir kişiyi hü-
kümdar yapıp onu dinlemezlerdi. Bu sebeple bozularak
geldiler. Bir gün hepsi toplanıp konuştular: "Biz iki
bölüm halkız, her birimiz bir kişiye töre olun. Kim onun
sözünü kabul etmese, malı alınsın ve başı kesilsin" dediler.
On Uygur boyundan Mengütay adlı kişiyi baş
yapıp "İl İlter" diye ad koydular.
Dokuz Uygur'un Özkender
kabilesinden bir kişi baş yapıp "Kül Erkin" adını
verdiler. Bu ikisinin oğullan yüz yıl kadar önderlik yaptılar.
Onun sonuncusu bir Uygur oldu. On Uygur'a kim
boş olsa "İl İlter", Dokuz Uygur'a kim baş olsa "Kül
Erkin" dediler. Uzun yıllar önderlerine böyle dediler.
Ondan sonra kim önder olsa "İdi kut" (İdi kut) dediler.
İdi 'nın anlamını bilirsiniz, "gönderdi" demektir.
I KIRGIZ VE KEMKEMÇUT HALKI HAKKINDA
Oğuz Han'ın Kırgız adlı torunu vardı. Onun
neslidirler. Ama bu zamanda Kırgız neslinin kişisi
azdır. Moğol'dan ve başka boylardan ateşte ve suda
olup, Kırgız yurduna gidip oturarak, Kırgız adını alırlar.
Kendileri hangi boydan olduklarını bilirler. Kırgız
ve Kemkemçut iki vilayettir. Bir tarafı Selenga adlı ve
bir tarafı Eykiremuren adlı, ikisi de büyük akarsudur.
Ebir (İbir) ve Sibir diye iki vilayettir. Kırgız yurdu ona
yakındır. Kırgız halkının başında ilan (İnel) vardır.
Moğol'un han, Tacik'in padişah demesi gibi, o vakitte
önderleri Urus İnel Tigin'di. Cengiz Han, Böre ligini
elçi olarak, "Bana itaat etsin!" diye Kırgız halkına
gönderdi. Urus İnel elçiyi iyi adamları gönderip
bağlandı. Hediyelerin en iyisi, bir ayağı (25b) ve burnu,
gözü kızıl ok şunkardı.
TATAR ELİNİN ZİKRİ / TATAR İLİNİN ANLATIMI
Anın atı qadîmde ve bu vaqtda hem meşhur
turur. Qadîm yetmiş min evlik erdiler. Köp uruq erdiler.
Her qaysısı felân elimiz tip ayturlar erdi. Her uruqları
başqa başqa her yirde oltururlar. Amma yaqşıları ve
köpreki Hıtayga yaqın. Buyurnavur tigen yirde
oltururlar erdi. Hıtay pâdşâhlarına itâ'at qılıp hizmet
qılurlar erdi. Gâh gah Hıtay bilen yav bolurlar erdi.
Anda Hıtay pâdşâhı leşker yiberip, öl-türtip ve çapturup,
taqı özige baqınturur erdi. Bir nece köp elleri
Ayqıramuran tigen suvnın ya-qasmda oltururlar erdi.
Ayqıramuran Qırgız vilayetinin tüşindin ötkendin son,
köp suvlar ana qo-şulur, taqı ulug suv bolur. Taqı banp
Açı tinizige quyar. Quygan yirinde, tiniz yaqasında bir
ulug [26a] şehr bolur. Kendleri köp, köçip yürügen
mâlı, eli köp. Yılqısı ulug bolur. Yabagısı biznifi qonan
yılqımızday bolur. Yılqısının barçası ala, özge reng
bolmas. Ol şehrnifi atını Alaqçin dirler. Anın ya-qmıda
kümüş kânı bolur. Ol emin qazanı, tabaqı ve ayağı
barçası kümüşdin bolur.
Özbeknift Alalı, Yıl-qüı,
Altunlı, Oçaqlı el bolur ermiş tigeni bu turur. Çingiz
Hân ölgendin sofi, Qırgız yurtı ve amfi tört yaradaqı
yurtlar barçası Tolı Hânga taalluq bolup erdi. Tolı Hân
ölgendin sofi oglanlarımki boldı. Tolı Hânnın ulug
hatunı barca oğlanlarının anası Siver Qoqtaybegi,
ihtiyar anın qolmda erdi. Hâtûn üç be-gini min kişige
baş qılıp kime birlen yiberdi: "Alaq-çinga barın!
Qolıftızdın kelse çapufi, kelmese haber alıp kelin!" tip.
Köp vaqtlar ötkendin son yitti yüz olup, üç beg üç yüz
kişi birlen qaytıp kelip aytdılar, her nimerse kim eşitip
erdiniz barçası rast. Kümişni köp alıp erdik, kimeni
suvnıft yuqarısına yürite bil-meslikdin taşladıq. Havası
yaman ıssıq bolur er-kendür. Ol Çingiz Hânga niçük
baqmganm Çingiz Hânnıft hikâyetinde tenrim buyursa,
aytqumız turur ...
ÖZBEK HÂN BİN TOGRAL HÂN BİN
MENGÜ TEMÜR HÂN BİN BUQA HÂN BİN
BATU HÂN BİN COÇİ HÂN BİN ÇİNGİZ
HÂNNIN HÂN BOLGANININ ZİKRİ
Toqtagu Hân ölgendin son on üç yaşında Özbek
Hân hân boldı. Taqı elni ata-babasmın destûrı birlen
zabt qıldı. Her kimnift mertebesini lâyıq hürmet qılıp
inEâmlar birdi. El-ulusnı dîn-i islâmga kirgüzdi. Barca
halq ol sâhib-i devletnin sebebindin şeref-i islâmga
müşerref boldılar. Andın sofi Coçi elini Özbek eli
tidiler. Tâ qıyametgaça hem aytqusı tururlar. Dâd ve
adinin dâdm birdi. İkki mertebe Erân yurtıga Ebû Seyd
Hân üstige bardı. Taqı Erânnı alabilmey qaytıp keldi.
Âhirü'l-emr dünyâdın naql qıldı.
Tatar adı geçmişte ve şimdi de meşhurdur. Bir zamanlar
yetmiş bin evlik idi. Pek çok halkı vardı. Her
birisi filan ilimiz diye söylerlerdi. Bütün halklar başka
başka yerde oturuyorlardı. Ama seçkinleri ve çoğu
Hıtay'a yakındı. Buyurnavur denilen yerde
oturuyorlardı. Hıtay hükümdarlarına itaat edip hizmette
bulunuyorlardı. Zaman zaman Hıtay ile düşman
olurlardı.
O zaman Hıtay hükümdarı asker gönderip,
öldürüp yağmalatıp böylece kendine bağımlı kılardı.
Çoğu halkı Aykıramuran denilen suyun bir yakasında
otururlardı. Aykıramuran, Kırgız ilinin güneyinden
geçtikten sonra ona pak çok su katılar ve büyük bir
ırmak olur ve gidip Açı göle dökülür. Göle döküldüğü
yerde, göl kıyısında büyük bir şehir vardır, kend-leri
çok, dolaşan hayvanları ve halkı çok. At sürüsü çoktur.
Yapağısı bizim bütün sürülerimizce olur. Sürüdeki hayvanların
hepsi ala renktir, başka renk olmaz. O şehrin
adına Alakçin derler. Onun yakınında gümüş madeni
vardır. O memleketin kazanı, tabağı ve kadehi, hepsi kü-
müşten olur. Özbeklerin Alalı, Yılkılı, Altunlı, Ocaklı
boyları olur denmesinin nedeni budur.
Çingiz Han öldükten
sonra Kırgız yurdu ve onun dört bir yanındaki
yurtlar hepsi Tolı Han'a bağlı idi. Tolı Han öldükten
sonra oğlanlarının oldu. Bütün idare, Tolı Han'ın büyük
karısı, bütün erkek çocukların annesi olan Siver Koktaybegi'nin
elindeydi. Hatun, üç beyini bin kişinin başına
geçirip gemi ile gönderdi: "Alakçin'e gidin! Elinizden
gelirse yağmalayın, gelmezse haber alıp gelini" dedi.
Epeyce zaman geçtikten sonra yedi yüz kişi olup, üç bey
üç yüz kişi ile geri gelip dediler ki: "Her ne duyduysanız
hepsi doğrudur. Gümüşün çoğunu almıştık, gemiyi suyun
üstünde yürütemediğimiz için denize attık. Havası çok
sıcak imiş." Onun Çingiz Han'a nasıl tâbi olduğunu
Çingiz Han'ın hikâyesinde "Tanrı izin verirse"
anlatacağız.
ÖZBEK HAN BİN TOGRAL HAN BİN MENGÜ
TEMÜR HAN BİN BUKA HAN BİN BATU HAN
BİN COÇİ HAN BİN ÇİNGİZ HAN'IN HAN OLMASININ
ANLATIMI
Toktagu Han öldükten sonra on üç yaşında Özbek
Han, han oldu ve memleketini atalarının izni ile
zabtetdi. Her kimin mertebesini hürmete lâyık görse
ödüllendirdi. Halkı İslâm dinine soktu. Bütün halk o
kutlu kişinin sayesinde islam diniyle onurlandı. Ondan
sonra Coçi memleketine Özbek ili dediler. Kıyamete
kadar da diyeceklerdir. Hak ve adaletin hakkını verdi.
İki defa İran yurduna Ebu Seyd Han'a sefer etti ve İran'ı
fet-hedemeden geri dönüp geldi. Sonunda bu dünyadan
göç etti.
CÂNIBEK HÂN BİN ÖZBEK HÂNNIN HÂN / CANIBEK HAN BİN ÖZBEK HAN'IN HAN BOLGANTNIN
ZİKRİ OLMASININ ANLATIMI
Özbek Hân ölgendin son Cânıbek Hânnı hân
qıldılar. Bu Cânıbek Hân 'aceb müsülmân pâdşâh erdi.
'Ulemâ ve fuzelâ, zühhâd ve ubbâdnı yaqşı hürmet qılur
erdi. Şehr-i Sarâycıqda tahtda ol-turdı. Şeriatı Qur'âm
bes tutar erdi. Mâlik Eşref bin Temürtaş tigen
Âzerbaycânda pâdşâh erdi. Ol Mâlik Eşref [102a] aceb
fâsıq ve zâlim erdi. Ol se-bebdin Âzerbaycânnm ahvâli
ve mevâlisi her ta-rafga müteferriq boldılar. Qâzî
Muhiddîn tigen şehr-i Sarâycıqga bardı-da anda sakin
boldı. Amma künde va'z aytur erdi. Bir kün qâzînin
va'zını eşitmek üçün hân va'z meclisige bardı. Qâzî va'z
aytıp bolgandm son Mâlik Eşrefnin zulm ve bîdâdmdın
andag hikâyetler aytdı kim, hân başhq barca halq zâr zâr
yıgladılar.
Andın sofi qâzî hânga aytdı, eğer barıp Mâlik
Eşrefdin biznifi dâdımıznı alıbirmesefi, ferdâ-yı qıyâmet
senin itegifide biznifi qolımız, tidi. Hânga bir söz te'sîr
qılıp, çerik çaqınp, Mâlik Eşrefnin yurtıga atlandı. Barıp
Mâlik Eşref birlen muharebe qıhp, bastı. Taqı Mâlik
Eşrefni öltürdi. Mâlik Eşrefnin tört yüz teve la'l ve
cevahiri bar erdi, özge mâldın başqa. Cânıbek Hân şol
la'l ve cevâhirni tamâm leşkerge qısmet qıldı. Taqı feth
ve nusret birlen öz yurtıga müracaat qıldı. Öz yurtıga
kelgendin son anın zât-ı şerîfige bir hastalıq peyda bolup
uzaqga tartdı. Hân imdi men bu hastalıqdın qurtulman,
tip oglı Berdibek Hânnı Âzerbaycânga hâkim qılıp erdi.
El-qıssa, Berdibek Hân kelmesdin burun Cânıbek [102b]
Hân harâb boldı. Taqı hakjın yığıp, gâyibâne Berdibek
Hânnı veliahd qıldı ve köp pend ve nasîhatlarnı aytdı.
Taqı târîh yitti yüz ellig sikkizde haq rahmeti şa kitdi.
On yitti yıl pâdşâhlıq qıldı. Sarâycıqda medfûn boldı.
BERDİBEK HÂN BİN CANIBEK
HÂNNIN HÂN
BOLGANININ ZİKRİ
Cânıbek Hân ölgendin sofi Tebrizdin Berdibek
Hân Sarâycıq[ga] keldi. Üç kün aza tutdılar. Azadın sofi
tamâm şehzadeler ve ümerâlar Berdibek Hânnı hân
qıldılar. Bu Berdibek Hân 'aceb zâlim-tabE, fâsıq, içi
qara ve bed-niyet kişi erdi. Aqa ve inişinde, qa-rındaş-
urugında hîç kişi qoymay öltürdi kim, yurt özümge bâqî
qalgay tip. Bilmedi kim, dünyâ fânî turur. Âhir
pâdşâhlıgı ikki yılga yetmey, târîh yitti yüz altmış
ikkide vefat tapdı. Sayın Hân evlâdı Ber-dibek-de
munqatı' boldı. Hâlâ Özbek içinde mesel turur: "Hâr
boynı Berdibekde kesildi." Andm sofi Coçi Hânnıft
özge oğlanlarının evlâdı pâdşâhlıq qıldılar.
Ebu'1-Gazi, ŞecerG-i Türk, Çolpan Neşriyatı, Taşkent 1992,
32-35 ve 108-109 sayfalarından alınmıştır.
Özbek Han öldükten sonra Cânıbek Han'ı han yaptılar.
Bu Cânıbek Han iyi bir müslüman padişah idi. Bilginler
ve fazıllar, dindarlar ve sofulara çok saygı gösterirdi.
Saray ak şehrinde tahta çıktı. Kuran hükümlerini
çok iyi uygulardı. Malik Eşref bin Temürtaş denilen kişi
Azerbaycan 'da padişah idi. Bu Malik Eşref son derece
bozguncu ve zalim idi. Bu yüzden Azerbaycan'ın ileri
gelenleri ve mollaları her tarafa dağıldı. Kadı Mühiddin
adlı birisi Saraycık'a vardı ve orada yerleşti. Her gün
vaaz verirdi. Bir gün kadının vaazını dinlemek için hü-
kümdar vaaz meclisine gitti. Kadı, vaazını bitirdikten
sonra Malik Eşrefin zulüm ve haksızlığı üzerine
hikâyeler anlattı, hükümdar başta olmak üzere bütün
halk zari zari ağlatılar. Ondan sonra kadı, hana dedi ki:
"eğer gidip Malik Eşreften bizim hakkımızı alı-
vermezsen yarın kıyamette bizim elimiz senin eteğinde
olur" dedi.
Bu söz hükümdara etki etti, askeri çağırıp
Malik Eşrefin yurduna doğru ata bindiler. Gidip Malik
Eşrefle muharebe edip yendi ve Malik Eşrefi öldürdü.
Malik Eşrefin öteki mallan dışına dört yüz deve yükü
kırmızı yakutu ve incileri vardı. Cânıbek Han bu yakutlan
ve incileri tamamıyla askerlere dağıttı ve fetihten
sonra zafer kazanarak kendi yurduna döndü. Kendi yurduna
döndükten sonra onun kutlu zatına bir hastalık
arız olup iş yapamaz hale getirdi. Han, şimdi ben bu
hastalıktan kurtulmam deyip oğlu Berdibek Han'ı Azerbaycan'a
hakim yapmıştı. Kısaca, Berdibek Han gelmeden
önce Cânıbek /102b/ Han mahvoldu ve halkını
toplayıp kendisi yokken Berdibek Han 'ı veliaht yaptı ve
ona çok öğütler verdi. 758 tarihinde hakkın rahmetine
kavuştu. 17 yıl padişahlık yaptı, Saraycık'ta defnedildi.
BERDİBEK HAN BİN CANIBEK HAN'IN HAN
OLUŞUNUN ANLATIMI
Cânıbek Han öldükten sonra Berdibek Han Tebriz
'den Saraycık'a geldi, üç gün yas tuttular. Yasdan sonra
bütün şehzadeler ve emirler Berdibek Han 'ı han
yaptılar. Bu Berdibek Han son derece zalim tabiatlı,
bozguncu, ruhu kara ve kötü niyetli kişi idi. Ağabeyi ve
küçük kardeşlerinden, kardeş çocuklarından hiçbirini
sağ bırakmayarak öldürdü. Ülke ebediyen benim olsun
dedi. Bilmedi ki dünya fanidir. Sonunda padişahlığı iki
yıla varmadan 762 tarihinde vefat etti. Sayın Han'ın
evladı Berdibek'in de soyu kesildi. Hâlâ Özbek halkı
arasında bir deyim vardır, "eşek boynu Berdibek'te
kesildi." Ondan sonra Coçi Han'ın öteki oğlanlarının
çocukları padişahlık yaptılar.
Latin Harflerine aktaran : Prof. Dr. Mustafa Canpolat • Türkiye Türkçesi'ne aktaran : Özkan Öztekten