İSRALİYAT
İsrâliyât
Rivayet tefsirinin zayıf noktalarından birisi de bu tür tefsirlere İsrâilyâtın fazlasıyla sızmış olmasıdır, lsrâilyât
terimi ile; yalnızca yahûdî kaynaklı fikirler değil, aynı zamanda Hıristiyan kaynaklı fikirler ve bunların ikisinin
karışımından ibaret olan Bâtınî ve Gnostik (irfânî) fikirler de kasdedilr.
Yahûdî kaynaklı fikirler anlamına
lsrâilyât denmesinin nedeni, bu fikirlerin tefsirlerde daha çok yer almış olmasındandır.
Bilindiği gibi, Isrâîl; Hz. Ya'kûb'un adı veya lakabıdır. Hz. Yâkûb (a.s), Kur'-ân'da sözü edilen oniki Yahûdî
boyunun (Esbât) atasıdır.
Bu sebeple Kur'ân-ı Kerîm yahûdîlerden, daha çok Benu Isrâîl (İsrâîloğuları) şeklinde
sözeder. İslâm kaynaklarının ifâdesine göre, Isrâîl kelimesi İbrânîce Alah'ın kulu anlamına gelmektedir,
îsrâilyât ise, az Önce de belirtiğimiz gibi diğer dinlerin yanı sıra daha çok Yahûdî menşe'li fikirler için
kulanılan bir ta'bîrdir. lsrâilyât haberleri metin ve sened bakımından sahîh olan ve olmayan haberler diye ikiye
ayrılabilr.
Bazılarının senedi zayıftır, bazılarının da metni zayıftır. Metni ve senedi sahîh olupta muteber hadîs
kitâblarında da yer almış bulunan yahûdîlerle ilgil haberler, İslâm bilginleri tarafından makbul sayılmıştır.
îsrâîloğuları ile ilgil birçok uydurma haberler Hz. Peygamber'e mal edilmiştir.
Sözgelimi Bâbîl hükümdarı
Buhtunasr'ın İran hükümdarı olarak gösterildiği ve yediyüz yıl hükümdarlık yaptığının zikredildiği Hüzeyfe İbn
Yemmân'dan rivayet edilen hadîs bunun örneğidir. (Taberî, XV, 2).
Resûlulah (s.a) genelikle îsrâilyâtm nakledilmesini yasaklamıştır.
Nitekim Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine
göre Hz. Peygamber zamanında yaşayan Ehl-i Kitâb Tevrât-ı ibranca okuyor ve onu müstumanların anlaması
için arapça tefsîr ediyorlardı. Bunun üzerine Resûlulah (s.a) şöyle buyurmuştu: Ehl-i Kitabı ne tasdik ediniz, ne
yalanlayınız. Sadece; biz, Alah'a ve bize indirilmiş olana îmân etik." (Bakara, 136) deyiniz, buyurmuştu.
(Ahmed İbn Hanbei, Müsned, IV, 136)
Taberî'nin ifâdesine göre; Abdulah İbn Mes'ûd;ehl-i Kitaba birşey sormayınız, onlar size doğru yolu
gösteremezler çünkü kendileri sapıtmışlardır. Aksi takdîrde hakı yalanlar ya da bâtıl tasdîk edersiniz, demiştir.
(Taberî, XXI, 3) Buhârî'nin Abdulah İbn Abâs'tan nakline göre; o da şöyle demiştir: Ey müslü-manlar
topluluğu; Alah'ın peygamberine indirmiş olduğu ve Alah'ın en yeni haberlerini İhtiva eden, sizin de
okuduğunuz kitabınız hiç bozulmadan yanınızda bulunduğu halde, Ehl-i Kitâb'a nasıl sual soruyorsunuz?
Halbuki Alah Teâlâ; Ehl-i Kitâb'ın Alah'ın yazdığını değiştirdiğini ve kitabı eleriyle tahrif edip az bir pahaya
satmak için; bu, Alah katındandır, dediğini size bildirmiştir. Size gelen bilgi, onlardan soru sormaktan sizi
alıkoymaz mı? Alah'a andolsun ki; onlardan hiçbir kişinin size indirilmiş olanla ilgili sorular sorduğunu
görmedim. (Buhârî, Kitâb'ül-itsâm, bâb, 25)
Ahmed İbn Hanbel'in Câbir'den nakletiğine göre; Hz. Ömer Tevrat'an bir parçayı (bir kitâb) arapça istinsah
edip Resûlulah'a gelmiş ve okumaya koyulmuştu. O, okudukça Resûlulah (s.a)'uı yüzü değişiyordu. Ansâr'dan
bir kişi Hz. Ömer'e: Ey Hatâb'ın oğlu, yazıklar olsun sana. Resûlulah (s.a)'ın yüzünü görmüyor musun? demişti.
Resûlulah (s.a) bunun üzerine şöyle buyurmuştu: Ehl-i kitaba birşey sormayınız.
Çünkü onlar sapıtmış
olduklarından sizi asla hidâyete sevkedemezler. Doğrusu siz, ya bir gerçeği yalanlar veya bir bâtıl tasdîk etmiş
olursunuz. Alah'a andolsun ki; Mûsâ, aranızda bulunmuş olsaydı; ona bana tâbi olmaktan başka bir şey yapmak
helâl olmazdı. (Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, 378) Ve yine Ömer İbn Hatâb'ın; Kâ'b ei-Ahbâr'ın konuşmasını
yasakladığı ve onu ülkesine tekrar sürgün etmekle tehdîd edip şöyle buyurduğu kaynaklarca ifâde edilr:
Ya
öncekilerin sözlerini bırakırsın, ya da seni maymunlar ülkesine ulaştırırım. (Remzi Na'na', el-Isrâîliyât ve
Eseruha fi Kütüb'it-Tefsîr, 87) Aynı konuda İbn Kesîr'in Hz. Ömer'den naklediği son derece mânîdâr ifadeler için bkz. Hadîslerle kur'an-ı
Kerîm Tefsîri, VII, 4031-403.
Ne var ki Buhârî gibi bazı güvenilr kaynaklarda yer alan hadîslerde Resûlulah (s.a)'ın isrâîloğularından
nakilere izin verdiği de belirtilmektedir.
Sözgelimi Abdulah ibn Amr ibn Âs'ın nakletiğine göre;
Resûlulah
(s.a) şöyle buyurmuştur: Bir âyet de olsa benden tebliğ edin ve Isrâîloğularından nakledin. Bunda bir beis yoktur Kim de bana kasıtlı olarak yalan isnâd ederse cehenemden yerini hazırlasın. (Buhârî, Kitâb'ûl-Enbiyâ, 50;
Müslim, Kitâb'üz-Zühd, 72)
Tercîh hususunda îcâbederse gramer yönlerini de inceleyip araştırır.
Fakat Taberî kişilerin yalnız kendi
görüşlerine göre Kur'ân'ı tefsir etmelerine karşı çıkar. Sahabe ve tabiînden nakledilen bilgiye başvurmanın
gerektiğini şidetle savunur. Onlardan nakledilen rivayetlere dayanılması gerektiğini belirterek sahîh tefsirin
böyle olması icâbetiğini söyler.
Geçmiş bilgileri değerlendirmeden doğrudan doğruya kendi görüşüyle Kur'ân-ı
tefsîr edenlerin, bilgisiz olduğunu ve eserlerinin hatadan ârî olmayacağını belirtir.
Mücâhid veya Dahâk gibi, Abdulah İbn Abas'tan rivayet aktaran zevatın rivayetlerini kaydetikten sonra,
çoğu kere bu tür eleştirilerini serdeder.
Sözgelimi Yûsuf sûresinin 49. âyetini kendi görüşlerine göre tefsîr
edenlere karşı şöyle der: seleften te'vîl ehlinin görüşlerinden haberdâr olmayan ve Kur'ân'ı Arap sözlerine uygun
olarak kendi görüşüyle tefsîr edenlerden bazıları buradaki "O zaman sıkıp sağlarlar" kavlini yağmurla
kuraklıktan ve kıtlıktan kurtulurlar, şeklinde yönlendirenler buradaki sıkma anlamına gelen kelimesinin kurtuluş
anlamına geldiğini idia ederler ve bunun için de Ebu Zeyd et-Tâi'den ve Lebîd'in sözünden örnekler getirirler.
Bu, yanlış olduğuna şehâdet etmek üzere, sahabe ve tabiînden ilm ehli herkesin karşı çıktığı bir te'vîl tarzıdır,
(Taberî, Câmi'ül-Beyân, XI, 138) Keza Bakara sûresinin 165. âyetiyle ilgil olarak, yahûdîlerin kalblerinin
maymun-laştırıldığını, kendilerinin maymun haline döndürülmediğini ve bu âyetin bir örnek olarak sunulduğunu
ifâde eden Ebu Necîh'in Mücâhid'den nakletiği rivayeti İbn Cerîr Taberî şöylece eleştirir:
Mücâhid'in söylediği
bu söz, Alah'ın kitabının açık olarak delâlet etiği söze aykırıdır. (Taberî, Câmi'ül-Beyân, I, 252-253). İbn Cerîr
Taberî mücered re'y ile tefsîre, karşı çıktığı gibi, tefsîrinde rivayetleri zikrederken isnâdlar üzerinde de önemle
durur. Rivayeti nakleden râvîlerin güvenilir olup olmadığım ve rivayetin yeterli olup olmadığını iyice cerh ve
ta'dîl eder.
Ayrıca İbn Cerîr Taberî, tefsîrinde ümmetin icmâ etiği konulara önem verir ve kendisinin tercîh etiği görüşlerde
icmâa ağırlık kazandırır.
Mesele Alah Teâlâ'-nın "Şayet erkek eşini bir daha (üçüncü kez) boşarsa; artık ondan
sonra kadın, başka bir kocaya nikahlanıp varıncaya kadar ona helal olmaz". (Bakara, 230). kavlinin tefsîrinde
şöyle der: Alah Teâlâ "Başka bir kocaya nikahlanıp varıncaya kadar ona helâl olmaz." kavli ile hangi nikâhı
kasdetmeştir?
Cinsel temas (cima1) şeklinde olan nikâhı mı yoksa evlendirme akdinden ibaret olan nikâhı mı?
diye birisi soru soracak olursa; her ikisi de, diye karşılk verilr.
Şöyle ki: Bir kadın bir koca ile evlik nikâhı
yapar ancak koca bu nikâhla karısıyla cinsel temâsda bulunmazsa; yani onu .nikahlamış, ancak boşayıncaya
kadar onunla cinsel temasta buîunmamışsa, birinci kocaya o kadın helâl olmaz.
Keza bir kişi nikâhsız olarak o
kadınla cinsel temasta, bulunursa; yine ilk kocaya kadın helâl olmaz. Çünkü bü konuda ümmetin hepsinin İcmâi;
vardır.
Durum böyle olduğuna göre; Alah Teâlâ'mn
"Başka bir kocaya nikahlanıp varıncaya kadar ona helâl
olmaz" kavlinin ancak sahîh bir nikâhla nikahlanıp onunla cinsel temasta bulunduktan sonra birinci kocaya helâl
olabileceği şeklinde ondan boşanırsa, te'vîl edilmesi gerektiği ortadadır.
Şayet denilrse ki: Alah Teâlâ'mn
kitabında cinsel temas zikredilmemiştir, o halde âyetin sizin söylediğiniz anlaşma delâleti ne iledir? Buna denilir
ki: Âyetin bu mânâya geldiğine dâir deli; bütün ümmetin bu konuda icmâ' etmiş olmasıdır. (Taberî, Câmi'ül- Beyân, I, 290-291).
İbn Cerîr'in tefsîrinin bir diğer özeliği de âyetlerdeki kırâet farklıkları üzerinde durması ve bu kırat
farklıklarına dayalı olarak da farklı anlamlara geleceğini belirtmesidir.
O güvenilmese de muhtelif kırâetleri
kaydetikten sonra kendi görüşünü zikretmektedir. Bilndiği gibi, İbn Cerîr Taberî'nin kendisi de meşhur kırâet
âlimlerinden birisidir. Hatâ onun onsekiz cild tutarında kırâete dâir özel bir eser te'lîf etiği, burada meşhur ve
şâz kırâetlerin hepsini delileriyle şerh edip açıkladığı kaynaklarca ifâde edilmektedir. Ancak birçok eseri gibi,
bu kitabı da günümüze ulaşmamıştır.
(Yakut, Mu'cem'ül-Udebâ, XVII, 45).
İbn Cerîr Taberî, tefsirinde Kâ'b el-Ahbar, Vehb ibn Münebih, ibn Cüreyc, Südî ve başkalarına dayandırdığı
pek çok isrâih'yât haberlerini de kendi isnâdıyla nakleder. Ancak bu rivayetleri aktardıktan sonra, teker teker
eleştirip kendisinin tercih etiği rivayetleri belirtir. Bu derece isrâilyâta yer vermesinin nedeni, bir tarihçi olarak
antik kültürleri iyi tanımasıdır. Isrâilyâtı naklederken Taberî dinî ve dünyevî bakımdan faydası olmayan
ayrıntıları girmez.
Sözgelimi Mâide süresindeki (12-14), gökten havarilere indirildiği ifâ,de edilen sofradaki
yemek çeşitleriyle alâkalı olarak isrâilîya'ta dayalı rivayetleri nakletikten sonra, şöyle der: Sofrada bulunan
şeylerle ilgil söylenebilecek en doğru söz; burada yenecek bazı şeylerin bulunduğudur. Bu yiyeceklerin ekmek
ve balık olması caiz olduğu gibi, cenet meyvelerinden bir meyve olması da caizdir. Ancak bunu bilmenin yararı
olmadığı gibi, bilmemenin de zararı yoktur.
(Taberî, Câmi'ül-Beyân, VI, 8).
Keza Yûsuf sûresinde (20) "onu ucuz fiyata birkaç dirheme satılar." kavlin-deki "birkaç" lafzıyla yirmi, oniki,
kırk ve benzeri rakamların kastedildiği konusundaki klasik tefsirlerde yer alan rivayetleri zikretikten sonra şöyle
demektedir: Bu konuda sözün doğrusu şöyle denilmesidir: Alah Teâlâ, onların Yûsuf'u belirsiz, sayıl birkaç
dirheme satıklarını haber vermekte ne ağırlık olarak, ne de rakam olarak bir meblağ tayîn etmediklerini
bildirmektedir.
Rasûlulah (s.a) tan da ne yazıyla, ne de haber yoluyla bir delî gelmemiştir. Bu rakamın yirmi ki
veya kırk olması, daha fazla veya az olması muhtemeldir. Ama her halükârda bu rakam sayıl bir mikdâr ise de
belirli değildir. Bu mikdârın ve meblağın bilnmesinde dine bir fayda gelmeyeceği gibi, bilnmemesinde de
herhangi bir zarar gelmeyecektir, indirilen âyetin zahirine inanmak farzdır, ötesini bilmeye gelince; bu konuda
bize bir külfet yük-lenmemiştîr.
(Taberî, Câmi'ül-Beyân, XI, 103).
ibn Cerîr Taberî, rivayetlerin yanı sıra kelimelerin dil bakımından kulanılşlarını da nazar-ı itbâra almıştır. Bazı
açıklamaları diğerine tercih ederken olsun ya da müşkil ibareleri açıklarken olsun o kelimenin lügat bakımından
kulanılşını, da-yanılabilecek bir esâs olarak değerlendirmiştir.
Sözgelimi Hûd süresindeki (40) "buyruğumuz
gelip sular kaynamaya başlayınca" kavlindeki lafzıyla ilgil muhtelif rivayetleri açıkladıktan sonra şöyle der:
Bize göre, tenûr lafzının te'vî'-liyle ilgil sözlerin en uygunu; bunu ekmek pişirilen tandır anlamına geldiğini
söyleyenlerin sözüdür. Çünkü araplan sözünden anlaşılan budur. Alah'ın kelâmı, ancak o lafzın mânâlarının
araplan yanında en yaygın ve en meşhur olanına tercih edilmesi ile anlaşılabilr. Meğer ki bunun tersine bir
delî bulunsun ve o, kabul görsün. Zira senası yüce olan Hak Teâlâ araplara hitâb ederken, onlara maksadını
anlatmak için hitâb etmiştir. Ve arapların kendi aralandabirbirlerine hitâb etmiştir. Ve arapların kendi aralarında
birbirlerine hitâb ederken kasdetikleri anlamı bildirmek için hitâb etmiştir.
(Taberî. Câmi'ül-Beyân, XI, 25).
İbn Cerîr Taberî eski arap şirine de, çokça müracat edip onları delî olarak kulandığı gibi, nahiv ve sarf
konularında Basralı ve Kûfeli dil bilginlerinin görüşlerine de müracat eder. Bazen Basralıarın görüşünü tercîh
eder, bazen da Kûfelie-rin görüşünü. Bu bakımdan tefsîr bir gramer hazinesi olma niteliğini de korur. Fakat
gramerle ilgil açıklamalara başvururken nakletiği görüşler arasından birini tercîh etmek ve bu tercîhe mesned
teşkil etmek üzere başvurur.
Taberî'nin tefsirinin bir diğer özeliği, de fıkhî hükümlere geniş yer vermesidir. Her fakîhin görüşünü özetleyip
açıkladıktan sonra, kendi görüşünü ve tercihini belirterek neden tercîh etiğini sağlam ve tutarlı delilerle izah
eder. Ayrıca âyetleri tefsir ederken, itîkâdî konulara ve kelâmî mevzulara da yer verir.
Ehl-i Sünet adı verilen
mezheplerin görüşlerini savunan Taberî, Cebir ve irâde hüriyeti gibi konularda Ka-deriyeye, Mu'tezileye ve
diğer, fırkalara karşı çıkar.
Görülüyor ki; İbn Cerîr Taberî.'nin tefsîri hem kendinden önceki kaynakları derlemiş ve değerlendirmiş olması,
hem de muhtelif tefsîr ekolerinin fikirlerini yansıtması bakımından rivayet tefsirlerinin en büyüğü ve en
önemlisidir.
Diğer taraftan gramer fıkıh ve kelam gibi konulara ağırlık vermesi nedeniyle, tefsîr tefekürünün
gelişmesinde bir başlangıç ve atılm noktası olduğu gibi; daha sonra kurulacak olan dirayet tefsirine zemîn
hazırlamıştır. Kısacası Dâvûdî'nin; Muhammed Abdulah tbn Ahmed el-F,erganî*den nakletiği gibi, ibn Cerîr
kitâblarının hepsini tefsirinde bütünleştirerek güzeleştirmiş, hükümleri açıklamış, nâsih ve mensûhu, müşkil ve
garibi, mânâyı ve te'vîl ehlinin ihtilâflarını beyân etmiştir. Mânânın ve hükümlerin te'vîlini açıkladıktan sonra,
kendince sahîh olanı belirtmiştir.
Kur'ân'ın i'râbında, harflerinde mülhidlerin onun hakındaki sözlerinde,
kısalarında, gerek ümmet ve gerekse kıyametle ilgil haberlerde ve daha bunların dışında baştan sona kadar keli- me kelime, âyet âyet hârikalar ve hikmetleri ihtiva eden kitabıyla, her biri başlı başına bir ilmin muhtevasını
teşkîl edecek bir kitâb olmak üzere bir bilgin bu tefsîrden onlarca kitâb tasnif edebilr.
(Dâvûdî, Tabakât-'ül- Müfesirîn, 23.
Bu eseri Mu'cem'ül-Udebâ müelifi Yâkût.kısaca şöyle tanıtyor: tbn Cerîr Taberî; tefsirinde tasnif edilmiş tefsîr
kitâblarını zikrederek
İbn Abâs'tan beş tarîk,
Saîd İbn Cübeyr'den iki tarîk,
Mücâhid İbn Câbir'den üç tarîk,
Hasan el-Basrî'den üç tarîk,
Ikrime'den üç tarîk,
Dahâk ibn Müzahim'den iki tarîk,
Abdulah İbn Mes'ûd'dan bir
tarîk ile rivayet nakletmiştir.
Abdurahmân îbn Zeyd İbn Eslem'in tefsirinden, İbn Cüreyc'in tefsirinden, Mukâtil
İbn Hibân'ın tefsirinden aktarmıştır. Ayrıca müfesirlerden şöhret bulmuş hadîsleri de nakletmiştİr. Bu kitâbta
gerek duyduğu miktarda müsnedler de yer alır. Ancak güvenilmeyen hiçbir tefsîre yer vermemiştir.
Bu kitâbta
Muhammed İbn Said el-Kelbî'nin, Mukâtil İbn Süleyman'ın, Muhammed İbn Ömer el-Vâkidî*nin kitâblandan
hiçbir şey almamıştır. Çünkü ona göre bunlar, hakında bazı sözler söylenmiştir. Alah en iyisini bilendir.
Tarih,
siyer ve arapların haberlerine dâir konulara başvurulduğunda, Muhammed ibn Saîd el-Kelbî'den ve onun oğlu
Hişâm'dan ve Muhammed İbn Ömer el-Vakidî'den ve benzerlerinden gerek duyduğu kaynakları almıştır. Ancak
başkalarında bulunması mümkün olmayan kısımları ihtiyâç duyunca bunlardan almıştır.
Kelâm ve Maânî ilmine
dâir konularda Ali İbn Hamza el-Kisâî, Yahya ibn Ziyâd el-Ferâ, Ebu Hasan el-Ahfeş, Ebu AH Kutrub'un ve
diğerlerinin kitâblandan ihtiyâç duyduğu takdîrde yeterince almıştır.
Çünkü bunlar Maâni ilminde söz sahibi
kişilerdir. Maânî ve I'râb bunlardan alınır. Bazan onların sözlerini alırken adlarını da vermemiştir. Bu kitâb on
bin varak tutarındadır. Yazının büyüklüğüne veya küçüklüğüne göre bu miktar azalıp çoğalabilr. (Yâkût,
Mu'cem'ül-Udebâ, XVII, 64-65)
Ebu'Bekir el-Hatîb, Kadı Ibn KâmiFin şöyle dediğini nakleder: Dört kişinin yaşamasını isterdim. Bunlar Ebu
Ca'fer et-Taberî, Berberî, Ebu Abdulah Ibn Ebu Hayseme ve Ma'merî. Çünkü bunlardan daha anlayışlı ve daha
kuvetli hafızaya sahîb olan kimseyi tanımıyorum. Rivayete göre Taberî, tefsirini yazmadan evel üç yıl
boyunca istihareye yatarak Cenab-ı Alah'tan kendisine yardım etmesini dilemiş ve buna mazhar olmuştur
(Dâvûdî, Tabakât'ül-Müfesirin, I, 13)
Vefat etiğinde saçları ve sakalında siyahlık henüz çokmuş.
Teni esmere yakınmış, cismi nahîf, boyu uzunca
imiş. Fasîh konuşurmuş. (Dâvûdî, A.g.e, I, 14)
(İbn Cerîr Taberî hakında daha geniş bilgi için bkz. Hatîb el-Bağdâdî Tarih Bağdâd, I, 162-170; Yakut, el-
İrşâd, IV, 423-462; MüCem'ûMJdebâ, XVII, 64-65; Sübkîjabakât'üş-Şâfüye, I, 135-140; Zehebî, Tezkiret'ül- Hufâz, I, 251-252; İbn Tağriberdî, en-Nücûm'üz-Zâhire, II, 265; Ibn Halikân, Vefeyât'ül-A'yan, IV, 191-192;
Dâvûdî, Tabakât'ül-Müfesirîn, I, 107-14; Brockelman, G.A.L. (Arapça çeviri) II, 45-50; İslâm Ansiklopedisi,
Taberî mad.; Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfesirûn, I, 205-24; Ö. Nasûhî Bitmen, Büyük Tefsîr Tarihi, I, 363- 368)[1]