10 Temmuz 2014

İMAM CAFER SADIK (A.S)





İMAM CAFER SADIK (A.S) 

DOĞUMU:
İmam Sadık(a.s)'ın vücud güneşi, annesi Ümm-ü Ferve'nin kucağında Hicri 83.yılın Rebiülevvel ayının 17 sinde Medine'de doğdu. Hz.Muhammed Bakır(a.s) oğlunun doğumuna çok sevindi. Annesi, Muhammed bin Ebibekr'in torunlarındandı. Muhammed bin Ebibekr, Hz.Ali(a.s)'ın ashabından idi. Hz. Ali(a.s) herzaman onun hakkında şöyle buyururdu: "Muhammed benim ahlaki ve manevi oğlumdur". Muhammed bin Ebibekrin annesi, pak bir kadın olan ve Hz. Zehra'ya sürekli hizmet etmekten iftihar duyan Esma bint-i Umeys'dir. İmam Sadık (a.s) annesi hakkında şöyle buyurmuştur. "Annem; takvalı, imanlı ve iyi işlerle uğraşan bir kadındı." İmam Cafer (a.s), Hz.Seccad'ın şehadeti sırasında 15 yaşında, babasının şehadeti sırasında ise 35 yaşındaydı. İmam Hüseyin (a.s)'ın şehadetinden sonra devletin halka karşı yaptığı zalimce uygulmalar, halkın devlete karşı düşmanlık beslemesine ve çeşitli kıyamlara yol açdı. Böylece Beni ümeyye hükümetinde sarsılmalar, meydana geldi ve bu durum Abbasilerin hükümeti ele geçirmelerini kolaylaştırdı. Bu iki gücün çatışmaları sırasındaki durgunluk döneminde, Şia fikrinin yayılması için büyük fırsat doğmuştu. İmam Sadık(a.s), ilmi kıyamı ile, islami ilimleri tüm dünyaya ulaşacak şekilde yaymağı başardı.


İMAM CAFER SADIK (A.S)’IN AHLAKİ ÖZELLIKLERI:

İnsanların davranışlarının, onların insani ahlaklarının aynası olduğunu ve herkesin hareket ve davranışlarıyla tanınacağını biliyoruz. Kalbindekileri hareketleriyle dışarı yansıtmadan belli ettirmeyen kimseler çok azdır. İnsanın gönlündekiler tıpkı aynı anda dışarıdaki lambayı aydınlatan bir elektrik düğmesi gibidir. Imam Sadık (a.s) tıpkı öteki İmamlar gibi, hayatının tümü gerçek islamdan derslerle doludur. Ve onun kendisi, islami davranış ve ahlakın en açık örneği sayılırdı. Tüm beşeri toplumlar arasında, fikir, düşünce, ahlak, davranış ve diğer tüm açılardan birbirine çok benzeyen baba ve oğul olamaz ama, Resulullah ve o Hazretin vasilerinin hepsi bir çizgide, bir tek hedefe doğru, bir fikir ve bakış açısıyla kutsal görevlerini yerine getiriyorlardı. Onların ahlak, davranış ve sözlerinde ihtilaf görmek imkansızdı. Onun dörtbin öğrencisi arasında hatta birisinin bile onun ahlak ve tarzında bir eksiklik, ya da, zayıf bir nokta bulamaması İmam Sadık (a.s)'ın değeri ve fazileti hakkında yeterlidir. Yemesi, dinlenmesi, konuşması ve başkalarına davranışı ile müslümanlara tam bir örnek olan İmam ashabına karşı da tıpkı kendi evlatları gibi davranırdı.


İMAM CAFER (A.S)'IN ZÜHD VE TAKVASI:

Zühd ve takva, insanoğlunun değerinin ölçüsüdür. Onun için Kur'an, takvalılardan başka herkesi eşit biliyor. İmam Sadık (a.s) tıpkı ceddi Hz.Ali(a.s) gibi takvası ile herkesi şaşırtıyordu. Malik bin Enes şöyle der: "İmam Sadık her zaman Allah'ın zikriyle meşgul idi ve o büyük zahidlerden sayılırdı." Abd-ül Ala şöyle der. "Yazın, sıcak günlerden birinde, Medine yollarında İmam Cafer'i iş ararken gördüm. Kendisine; Sana feda olayım! Allah'a olan imanın ve Resulullahla olan bağın varken, bu sıcak yaz günü niçin kendini zahmete sokuyorsun? dedim. O, "iş yaparak rızkımı kazanmak, böylece başkalarına muhtaç olmamak için geldim" dedi. "Bir başkası şöyle der. "İmam Sadık (a.s)'ı kalın bir elbise giymiş, bağa doğru giden fakir ve sade bir işci gibi ter dökerken gördüm. Ona şöyle dedim." Ey Resulullah'ın oğlu, sizin yerinize çalışmama izin veriniz." Cevabı şu oldu: "Başkaları gibi güneşin yakıcı sıcağını hissetmeyi ve hayatımın devamı için çalışmayı severim." İmam dışarı çıktığında, yeni, temiz ve pahalı elbise giyer, iyi cins atlara binerdi. Cahillerden bazıları bu işin takva ve zühde aykırı olduğunu zannetiklerinden, ileri giderek itiraz ediyorlar ama cevabı duyduklannda kendilerinden utanıyorlardı.


İMAM CAFER (A.S)'IN HİLECİ BİR YOBAZ İLE YAPTIĞI KONUŞMA:

Birgün, görünüşte mümin olan Süfyan adlı yobaz biri, İmam Sadık(a.s)'ın önünü keserek; "Siz, peygamber ailesinden olduğunuz halde, nasıl olur da pahalı elbiseler giyersiniz dedi. O hazret şöyle cevap verdi: "Ey Süfyan, bu elbisenin altında eski bir gömlek var. Akılları gözlerinde olanların, benim fakir, muhtaç ve yoksul bir adam olduğumu düşünmemeleri için, bu gömleği onun üzerine giydim. Ama sen kendi eski elbiseni kaldırırsan altından yumuşak elbise çıkar. Sen başkalarına zahid olduğunu belirterek kandırmak için böyle yapıyorsun. Ey Süfyan! Bu kadar dar görüşlü olma." Başka birgün, Süfyan, İmam Cafer(a.s)'ı tarlada diğer işcilerinin yanında ter dökerken gördü. İleri giderek şöyle dedi: "Sana şaşıyorum. Niçin dünya malını bu kadar seviyor ve bu yaşlılık zamanında, çalışarak ter doküyorsun?" O hazret şöyle buyurdu: "Allah'a bu durumda ulaşmak ve çeşitli zahmet ve eziyetlere katlanarak rızkımı çıkarmak ve başkalarına yük olmamak beni çok sevindiriyor". Başkalarının emeğini yiyerek, onlar vesilesiyle kudrete ulaşan, onlara sevgi ve hizmet yerine, karşılarında kibirlenenler ve herkesten bir şeyler bekleyenler, ne kötüdürler. Onlar tıpkı Süfyan gibi görünüşte mümin, ama, çok hilecidirler. Kalpleri bozuk ve kötüdür."


İMAM SADIK(A.S) VE ADALETLİ KAZANÇ KONUSU:

İmam Sadık (a.s), ashabından Musadıf adlı birine, kendisi için ticaret yaparak, kazanç ve geçimini sağlaması için bin dinar verdi. Musadıf, o parayla mal alarak, tacirlerle birlikte Mısır'a doğru yola koyuldu. Şehrin yakınlarında, oradan geri dönmekte olan bir kervanla karşılaştı. O, yanında olan malın ticari durumunu öğrenmek için onlara sorular sordu. O mal, halkın genel ihtiyaçlarından olduğu için şehirde az olduğunu öğrendi. Onlar, bu malın çok az bulunduğundan, çok müşterileri olacağını, böylece mallarını pahalıya satabileceklerini açıkladılar. Musadıf çok sevinerek yanındakilerle malı gerçek fiyatının iki katına satıp, bu fiyattan aşağı inmeyecekleri konusunda anlaştılar. Şehre girdikten sonra anlaştıkları gibi hareket ettiler ve sonuçta o adam, bin dinar kar ederek Medine'ye geri döndü. Sevinerek İmam'ın evine doğru yola koyulmuştu. Hazret'in huzuruna vardığında iki adet bin dinar kesesini onun önüne koyarak şöyle dedi: "Bir kese sizin sermayeniz diğeri ise ticaretin karıdır". İmam şöyle buyurdu: "Bu kadar çok karı nereden ele geçirdin"? Tacir, olayı imam Cafer(a.s)'a anlatınca ansızın İmam'ın yüzü sapsarı kesilerek şöyle buyurdu: "Allah'a sığınırım! İki kat kar etmek için müslümanların ziyan ve zarar etmesi için mi anlaştınız"? İmam verdiği para kesesini aldı ve öteki keseyi o adama vererek şöyle buyurdu: "Benim bu insafsızca ele geçirilen kara ihtiyacım yoktur. Ey adam, bilki, malı helal yoldan ele geçirmek çok zordur."


İMAM SADIK(A.S)’IN SABIR VE HİLMİ:
İnsanın yaşantısında meydana gelen sorunlar ve olaylar, insanın kudret ve İman derecesini belirler. İmam Sadık (a.s)'ın yaşantısında önüne çıkan sorunlar ve İmam'ın o sorunlar karşısındaki mukavemeti, onun kişiliğinin göstergesidir. Ona ne kadar kötü sözler söyleyerek eziyet verseler de O, tahammül ederek nasihatlerde bulunur, dili asla başkasına lanet ve kötü söz söylemek için hareket etmezdi.


KESİLEN DOSTLUK:

Adamın birisi İmam Sadık (a.s)'ı çok sever ve herzaman onu anardı. Birgün birlikte ayakkabıcılar çarşısına gitmişlerdi. O adamın laubali bir zenci kölesi vardı. Köle, dükkanları seyrederken, sahibinden geride kalmıştı. Adam sürekli geriye bakıyor ama kölesini göremiyordu. Çok sinirlenerek rahatsız olmuştu. Ansızın gözleri kölesine takılınca-, 'Nerede kaldın haramzade?" diye bağırdı. Bu cümle adamın ağzından çıkınca İmam Sadık (a.s) şaşkınlık içerisinde elini kaldırarak, kendi alnına şiddetle vurduktan sonra şöyle dedi: "Anasına mı sövüyorsun'? Ben senin takvalı biri olduğunu zannediyordum. Seninle uzun süredir arkadaşlık edip, seni tüm toplantılarda arıyordum. Senin iyi bir dost olmadığını anladığım iyi oldu. Çabuk benden uzaklaş."


TEBLİĞ TARZINI İMAM CAFER SADIK (A.S)'DAN ÖĞRENELİM:
Şekerani, gizli yerlerde kötü işler yapan bir gençdi. Resulullah onu kölelikten azat ettiği için, halk onu, Peygambere bağlı bilirdi. Birgün Mansur'un Beyt-ül maldan para dağıttığını duyunca ondan biraz para almak için oraya gitti. Ama orada kimseyi tanımadığından birşey alması mümkün değildi. Bu arada gözü İmam Sadık (a.s)'a takıldı. Koşarak O'na yetişti. Hazretten kendisine aracı olmasını ve halifenin malından bir pay almasını istedi. Hazret onun bu isteğini kabul ederek, onun payını alıp getirdi ve paraları getirip ona verdikten sonra şöyle dedi: "Kim iyi iş yaparsa iyidir, ama eğer bize bağlı olan sen, yaparsan daha iyidir. Kim kötü iş yaparsa kötüdür, ama, eğer bize bağlı olan sen, yaparsan daha kötüdür." İmam bunu söyleyerek uzaklaştı. Şekrani paraları aldıktan sonra düşünceye dalarak İmam'ın, yaptığı kötü işten haberi olduğunu ve bu sözü söylemekle onu bu işten alıkoymak istediğini anladı. Kötü işler yapan bu adam, İmam'ın bu uyarısından sonra, kendi kendine utanarak bundan sonra kötü işleri terketme kararı aldı ve dediğini de yaptı.


İMAM CAFER(A.S)'IN FAKİR VE YOKSULLARA YARDIMLARI:

1- İmam'ın ashabından biri olan Mualla bin Humeys şöyle der. "Yağmurlu ve karanlık bir gece Medine sokaklarında dolaşırken, İmam Sadık (a.s)'ı ağır bir çuvalı sırtında taşıyarak giderken gördüm. Nereye gideceğini anlamak için onu takip ettim. Çuvaldaki ekmeklerin bir kısmı yere dökülünce onları toplayarak İmam'ın yanına gidip, selam verip onları kendisine verdim. Ekmek parçalarını alarak çuvala koyarak yoluna devam etmişti. Çok geçmeden yoksul ve fakirlerin yattığı bir yere vardı. Herbirinin başucuna iki tane etmek koyarak geri dönmüştü. Ben İmam'a, onlar sizin şiileriniz mi? diyerek itiraz ettim. Şöyle buyurdu: "Hayır, eğer bizim şiilerimizden olsalardı, onlara daha iyi bakardım."
 

2- İmam Cafer(a.s)'ın ashabından bir diğeri olan Hişam bin Salim şöyle der: "Karanlık gecelerde yemek alarak, fakirlerin kapısına götürüp, onlara vererek kendisini tanıtmaması, o Hazretin fakirlere yardım tarzı idi"
Aradan bir süre geçti ve İmam Sadık(a.s) vefat etti. Onun yardımları artık kesildiğinden, fakirler, Geceleri gelerek yardımda bulunan o mechul şahsın İmam Sadık olduğunu anladıklarında üzülerek yasa büründüler.


İMAM SADIK(A.S) VE KARABORSA(1) İLE MÜCADELE:

Yılların birinde Medine'de buğday kıtlığı başlamış ve halk korku ve endişeye kapılmıştı. Yıllık buğdayını önceden temin edemeyenler, buğday alarak toplama telaşına kapılmışlardı. Bu arada fakir halk, günlük yiyeceklerini pazardan satın almak zorunda kalmışlardı. Birgün İmam Sadık(a.s)'ın hizmetçisi Mu'teb'e "Bu yıl ne kadar buğdayımız var?' diye sordu. Mu'teb: "Evet, birkaç ay yetecek kadar buğdayımız var", dedi İmam: "Onları pazara götürerek halka sat" diye buyurdu.


1 - Halkın ihtiyacı olan şeyleri pahalı satmak için saklamak.


Mu'teb: "Efendim, Medine'de buğday bu yıl çok az bulunuyor, bunları satarsak bir daha buğday bulmak bizim için çok zor olacak, darlığa düşecek ve buğdayı pahalıya almak zorunda kalacağız" dedi. İmam: "Dediğimi yap. Benim evimin ekmeğini, tıpkı Medine'nin yoksullar' gibi pazardan günlük olarak satın al. Çünkü benim evimin ekmeği halkın aldığı ekmekten farklı olmamalı. Hatta pahalıya alsan bile." diye buyurdu.

AÇ GÖZLÜ YOKSUL ve ŞÜKREDEN FAKİR

İmam'ın ashabından biri şöyle der. "İmam ile Mina'da üzüm yiyiyorduk. Yoksul birisi gelerek yardım istedi. Verilen bir salkım üzümü almayarak para isteyince. İmam; "Allah versin" dedi. Yoksul adam biraz uzaklaştıktan sonra geri dönerek o üzümü kendisine vermesini istedi. Hazret ona tekrar" Allah versin "diye buyurunca adam gitti. Daha sonra bir başka fakir geldi. O da yardım isteyince Hazret ona birkaç tane üzüm uzattı. Adam alarak Allah'a şükretti İmam, ellerini üzümle doldurarak ona verince adam onları alarak Allah'a nimetlerinden dolayı

şükretti. Hazreti üçüncü defada 20 dirhem, dördüncü defada ise gömleğini de ona verdi. Adam onlar da alarak İmam'a dua edip gitti. Kendi kendime:" Eğer bu adam böyle devam etseydi, İmam yanında bulunan herşeyi ona verirdi, dedim."


İSLAMİ ÜNİVERSİTESİNİN KURULMASI:

İmam Cafer Sadık (a.s) çeşitli dallarda öğrenci yetiştirmek için Medine'de islami bir üniversite kurma kararı aldı. İlmi öylesine gözalıcı idi ki dünyanın dört bir yanındaki ilm adamlarını Medine'ye çekiyordu. İlme susamış olan yüzlerce genç, dünyanın her yerinden onun derslerine katılmak için Medine'ye akın ediyorlardı. O, bu okulda çeşitli ilim dallarında meşhur adamlar yetiştiriyordu. Onlardan bir kısmı şunlardır: Fıkıhda Zurare ve Muhammed bin Müslim, Akaid ve kelamda Hişam ve Mümin ut Tag, Irfan ve islami maarifte Mufazzal ve Safvan, Matematik ve fen biliminde Cabir bin Hayyan. Herbiri çeşitli islami fen ve ilimlerin temelini atan kıvanç verici değerli şahsiyetlerdi. Yıllarca onlann kitaplan tercüme edilip Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutuldu. Hz.Ali (a.s) devrinde islami ilimleri yaymak için böyle bir fırsatın doğmadığı açıkça bellidir. Çünkü düşmanlar, islami ilimlerin yayılmasını engellemek için onu sürekli iç savaşlarla meşgul ediyordu. Bu durum İmam Seccad (a.s)'m devrine dek sürdü. İmam Bâkır (a.s)’ın devrinden itibaren İslami ilimler medreseleri kurulmuş ve İmam Sadık (a.s) devrinde en güçlü durumuna ulaşmıştı. İmam Cafer Sadık (a.s)’ın üniversitesinde çeşitli ilim dallarında dörtbin öğrenci eğitilerek tüm dünyaya yayılıp halkı eğitim ve öğretime davet ettiler.


NİÇİN ŞİA'YI, CAFERİ MEZHEBİ OLARAK ANARIZ?

İmam Sadık (a.s)'ın siyasal ve bilimsel fedakarlıkları nedeni ile Şii mezhebi ona nisbet verilip bu mezhep Caferi mezhebi adını aldı. Biz caferi mezhebindeniz ve bu isimle iftihar ediyoruz. Çünkü Hz.Muhammed (S.A.V)'in Muhammedi İslamının mesajını Hüseyin (a.s)'ın kanında, ve onun beyanlarını İmam Sadık (a.s)'ın öğretilerinde bulmak mümkündür. Caferi islam, Hz.Ali (a.s)'ın, yolunda cihad ettiği, Hz.Hasan (a.s)'ın esirlik elbisesi giydiği, Hz.Zeyneb'in şehitlerin mesajını ulaştırdığı, ve Hz. Zehra'nın kendisine yapılan zulümler dolaysıyla babasının mescidinde feryad ederek coştuğu...İslamdır. Eğer Islam, yöneticilerinin gaspettikleri mevkilerde oturarak Hz.Zehra'yı sinirlendiren ve Hz.Ali'yi evine kapayan İslam ise, böyle bir İslâma boyun eğmeyeceğimizi ve asla teslim olmayacağımızı itiraf ediyoruz. Çünkü aydın bir alimin, mümin ve Resulullah ailesine inancı olan birinin görüşüne göre, peygamber ailesinin kenara itildiği islam, Muaviyelerin, Yezidlerin, Mütevekkillerin... icad ettikleri İslâmdır. Ali (a.s)’ın ailesinin olmadığı İslami kabul ederek onun yolunda çalışanların bir yere varamadıklarını tarih isbatlamıştır. Nitekim onlar çaresiz kalarak sonunda sömürgecilerin elinde kukla olmuşlardır. Bu durum zamanımızda da hepimizin şahit olduğu bir durumdur.


MANSUR İMAM CAFER SADIK(A.S)'IN KARŞISINDA HİYANETE BAŞ VURUYOR:

İmam Sadık(a.s)'ın kültürel mektebi, insanları kendi alınyazılarında etkili gördüğünden, onlara şöyle söylerdi: 'Toplumu oluşturan sizlersiniz, sizler kendinizi mutlu veya bedbaht kılar,

 ilerleme veya gerilemenizin temelini atabilirsiniz." Yani ey halk! Sizler zalim hükümdarları tahtlarından indirip, zulmü kabul etmeyerek, hükumeti daha layık ve iyi kalpli insanlara devredebilirsiniz. Müslümanların Kur'ani inançları olan bu düşünce ve ekolün yayılması, zamanın halifesi olan Mansur'a pahalıya malolmuştu. O bu inancın önünü almak ve halkı, aydınlık, şuur ve hareket mektebi olan İmam Sadık(a.s)'ın mektebinden ayırmak için, toplumda fesadı yaymağa çalıştı. Mansur kendi hedefini uygulamak ve cebriye inancını yayması için, bazı ilim adamları yetiştirmişti. Yani halkın inancını öyle bir duruma getirdiler ki, onlar fakirlik, yoksulluk, zillet ve zülümün hepsinin Allah'ın işi olduğuna, insanın bu işlerde müdahelesi olamayacağına, onu degiştiremeyeceğine inanmışlardı. Sonuçta isyan, ayaklanma ve inkilabın önü alınacak, halk zalim hükümdarların zulümlerine ve onların adamlarının yaptığı eziyetlere tahammül edecek ve itiraz yerine, şükredeceklerdi. İmam Sadık (a.s)'ın halka İslam kültürü ve akaid adıyla öğretilen böylesine yanlış ve tehlikeli bir inancın yayılmasına göz yummayacağı belli idi. İmam Cafer (a.s) bu tehlikeli ve sömürgeci inançla mücadele için bir üniversite kurmuştu. Kısa bir süre içerisinde İslam kültür ve akaidi dalında dörtbin öğrenci yetiştirerek, satılmış alimlerin tebliğlerini boşa çıkarmak için, onları halkın arasına gönderdi.


MANSUR'UN İMAM SADIK (A.S)’A YAPTIĞI ZULÜMLER:

Abbasiler Kerbela şehitlerinin intikamı ve Emevi zulümleriyle mücadele bahanesiyle halkı çevrelerinde toplayıp, Ali(a.s)’ın ailesini seven İranlılar ve Ebu Müslim Horasani'nin yardımıyla Emevileri ortadan kaldırdılar. Ama hilafeti, zamanın İmamı olan İmam Sadık (a.s)'a verecekleri yerde, hükümete kendilerinin oturmalarına fazla şaşmamak gerekir. Emevilerin ortadan kaldırıldığı Hicri 132 yılından itibaren, iş başına gelen iki halife Saffah ve Mansur'un (Birincisinin 10 yıl, diğerinin 22 yıllık) hükümetleri süresince, imamlara çeşitli eziyet ve baskılar yapıldı. İmam Sadık(a.s), Mansur devrinde şiddetli baskı altında idi. Hatta bazen halkın onunla temas kurması engelleniyordu. Harun adlı birisi İmam'dan bir konuyu sormak için ne yapması gerektiği konusunda düşünceye dalmıştı. O an salatalık satan bir seyyar satıcıyı gördü. Ona yaklaşarak tüm salatalıklarını alıp eski elbiselerini de ödünç aldı. Böylece satıcı kılığına girerek İmam'ın kapısının önüne kadar gelip, sorusunu sorup cevabını aldıktan sonra geri döndü. Mansur, İmam'ın ashabının çoğunu yakalatarak hapsettirdi. Bir kaç kez İmam'ı öldürme kararı aldı ise de, her defasında Hazretin mucizesi sayesinde planı suya düştü.


İMAM CAFER(A.S)'IN MUKAVEMET ve İFŞASI:

Çeşitli yollardan ümitsiz olan Mansur, 'biz Abbas oğullarından ve Peygamber ailesindeniz" diye halkı kandırmağa başladı. Kendisinin layık olmadığını ve bu makama sadece Peygamber evlatlarının layık olduğunu bile bile kendini Peygamberin gerçek varisi ve İslami hilafete yakışan kişi olarak tanıtmağa çalıştı. İmam Sadık(a.s), Mansur'un bu aldatıcı davranışlarına karşı çıkarak, mektuplarında onun ailesini rezil etmişti. Birgün Mansur İmam'a şöyle yazdı: Niçin başkalarının yaptığı gibi yanımızda yer almıyorsun? İmam Mansur'a; "Dünya malından hiçbir şeyimiz yok ki senden korkalım. Seninde ahiret ve dine inancın yok ki sana ümit bağlayalım. Öyleyse niçin yanında olalım?' Şeklinde çok güzel bir cevap verdi. Başka birgün Mansur, İmam Sadık'a şöyle yazdı: "Geliniz ve bize nasihatlerde bulununuz. O; Dünyayı sevene nasihat kar etmez ve ahireti seven ve ona inanan senin yanına gelmez", diyerek mektubu cevapladı. Birgün İmam, Mansur'un meclisine gitmişti., Tesadüfen orada bir sinek Mansur'u rahatsız ediyordu. Ne kadar onu uzaklaştırmağa çalıştıysa da uzaklaşmıyor ve yüzüne konuyordu. Mansur, sinirlenerek İmam'a "Allah niçin sineği yaratmıştır?" diye sordu. İmam çabucak cevap verdi: 'Kudretli zalimleri onunla zelil ve alçak etsin diye". Mansur rahatsız olmuştu. Yavaşca yerine oturarak İmam'a gitmesi için izin verdi.


İMAM SADIK(A.S)'IN MEDİNE VALİSİNE KIZMASI:

Mansur, Beni Haşim soyundan bir kısmını şehit ettikten sonra Şeybe adlı birini Medine hükumetini ele alması ve İmam Sadık(a.s)'ı gözaltında tutması için oraya gönderdi. Şeybe Cuma günü mescide gelerek, namazdan sonra minbere çıkıp Resulullah'ın soyuna ve Ali (a.s)a kötü sözler söylemeğe başladı. Peygamberin soyunu yakından tanıyan ve onlara sevgi besleyen halk, çok rahatsız oldular ise de, konuşmağa cesaret edemediler. Tam bu sırada İmam Sadık (a.s)'ın ayağa kalkarak şöyle buyurduğunu gördüler: Senin söylediklerin iyiliklere layık olan biziz, saydığın o kötülüklere ise sen ve Mansur layıksın." Daha sonra halka doğru dönerek şöyle buyurdu: "Kıyamet günü en çok ziyanda olan kimdir biliyor musunuz? Ahiretini başkalarının dünyasına satandır. Ve bu fasid vali işte onlardandır". Halk büyük bir coşkuyla İmam'ı destekleyince, vali alçak ve zelil olarak meclisten çıkıp gitmek zorunda kalmıştı.


İMAM CAFER SADIK(A.S)'IN ŞEHADETİ:

Mansur, İmam'ı kendisine yaklaştırmaya veya tehditle onu susturmaya çalıştı ise de bunda başarılı olamayınca onu şehit etme karan aldı. Sonunda İmam Cafer Sadık (a.s), Hicri 148. yılın Şevval ayının 25 inde zehirlenerek şehit edildi ve pâk vücudu Medine de Bâki Mezarlığına defnedildi.


O HAZRETTEN KISA SÖZLER:

1- "Kardeşinin bir isteğini yerine getirmeye çalışan her müslüman Allah yolunda cihad edenler gibidir."
2- "Namazlarına dikkat etmeyen kimse kıyamet günü şefaatimize nail olamayacaktır."
3- "Dünyaya bağlanarak onu sevmenin sonucu; rahatsızlık ve üzüntü, dünyada takva ve paklığın sonucu ise ruh ve bedenin huzurudur."
4- "Güçlülerin güçsüzlerden intikam alması ne kadar kötüdür."
5- "Çocuklarınızın size iyilik 'etmesi için, siz de ana babanıza iyilik edin."
6- "Allah'tan nzkınızın halkın elinde olmamasını isteyiniz"
7- "Halkın arasında kendinden daha alim biri olduğu halde halkı kendine doğru çağıran adam, sapıktır."
8- "Doğru olmayan şakalardan sakının. Çünkü o, düşmanlığa ve hasede sebep olur."
9- "Münafıkın belirtisi üç tanedir."
a) Konuştuğu zaman, yalan söyler.
b) Sözüne vefa etmez.
c) "Başkalarının emanetine hiyanet eder."
10- "Başkalarından şüphelenmekten kaçının. Çünkü sizin Allah'tan uzaklaşmanıza neden olur."


KİMLİĞİ:

Adı: Cafer
Lakabı: Sadık
Künyesi: Ebu Abdullah
Babası: Hz.Muhammed Bâkır(a.s)
Doğum yılı: Hicri 80.yıl
İmamet süresi: 31 yıl
Ömrü: 68 yıl
Şehadeti: Hicri 148 yılında Abbasi halifesi Mansur eliyle zehirletilerek şehit edildi.
Defnedildiği yer Medine’de Bâki Mezarlığı.


AŞAĞIDAKİ SORULARI DIKKATLE CEVAPLAYINIZ:
İmam Seccad(a.s)'ın vefatı sırasında, İmam Sadık (a.s) kaç yaşında idi?
İmam Cafer (a.s) niçin pahalı elbiseler giyerdi?
İmam Sadık (a.s) niçin başkaları gibi çalışır ve bunu sakıncalı görenlere, nasıl cevap verirdi?
İmam Sadık (a.s) niçin malının kârını almadı?
Ayakkabıcılar çarşısında eski dostuyla olan ilişkisini niçin kesti?
Niçin, evindeki buğdayı satması için, hizmetcisine emir verdi?
Hazret Medine’de islami üniversiteyi nasıl kurabildi?
Niçin Şia mezhebine Caferi diyoruz?
Hangi Abbasi halifesi devrinde, ashabın, İmam Sadık (a.s)'la olan irtibatı zorlaştı?




Hz. Hüseyin Efendimizin sevgili ve nazlı yavruları, Zeynel Abidin Hazretlerinin torunudur. Zeynel Âbidin'in oğlu Muhammed Bâkır, onun oğlu da Cafer-i Sâdık'tır. Bu sûretle, Efendimize kıyasen olunca beşinci torun olmuş olur ki, bu niteliği de çok özel bir şeydir.
Ayrıca Câfer-i Sâdık Hazretlerine intibak eden, Efendimizin bir emri vardır. Bu emri çeşitli tarzda başkalarına yakıştırmak isteyenler bile olmuştur. Efendimiz, 75 yıl sonra büyük bir ilim yıldızının geleceğini ifade etmiştir. Bu ifadenin hedefi tanımladığı zat Câfer-i Sâdık Hazretleridir. Ama tabiî Ehl-i Beyt'e ait bir zâtın böylesine yücelmiş olması, o zamanki Emevi telkinatı altında olan ilim çevrelerini, insanları çok rahatsız etmiş ve hatta bu ilim yıldızından kasıt İmam-ı Hanefi'dir denmiştir. Hâlbuki İmam-ı Hanefi Hazretlerinin hakikî mürşidi Câfer-i Sâdık Hazretlerinin kendisidir. Câfer-i Sâdık Hazretlerinin hususiyeti Medine'de yaşamış olmasıdır ve vaazlar söz konusudur. Özel olarak yetiştirdiği talebeler mânâ ilimlerini bütün detaylarıyla öğrenmişlerdir. Camideki vaazlarda da namazın, orucun daha doğrusu dinin gerçeğini öğrenmişlerdir. Ancak, Câfer-i Sâdık Hazretlerinin bulunduğu zaman, o kutsal toprakların içerisinde büyük bir siyasi kargaşa yaşanıyordu. Bir taraftan Emevilerin fesadıyla allak-bullak olmuş İslâm ilimleri, bir taraftan dağılmış İslâm ilimlerini toparlamaya çalışan birçok iyi niyetli Müslüman âlimleri, hâdiseleri çok farklı noktalara koymak durumunda kaldılar. Meselâ hadislerin toplanışı -Gerçi Cafer-i Sâdık Hazretlerinden biraz sonraya rastlar.- olsun, mezheplerin kuruluş sırasında mezheplerin tayin ettiği ölçüler olsun bir türlü istikrar bulamamıştır. Bugün mezhepler daha çok oturmuştur. Aşağı yukarı o mezhepler aynı çağda kurulduğu zaman bir türlü istikrar bulamamıştır. Yani o çağı yaşayan insanlar hangi mezhebe iltihak edeceği hususunda bir mezhep imamının herhangi bir hâdisede gösterdiği istikameti seçmek konusunda çok zorluklar çekmişlerdir. Durulup da bu çağa geldiği için, mezheplere karşı biz kolaylık içindeyiz. İşte bu, gerek mezhep imamlarının ortaya çıkıp İslamiyet’i kurmak için gösterdikleri çaba, gerekse hadislerin toplanışı sırasındaki bir takım tartışmalar, Câfer-i Sâdık Hazretlerinin yaşadığı çağdaki, işte aşağı yukarı hicri 80. veyahut 100'cü yıl arasındaki o çağda Câfer-i Sâdık Hazretlerinin ilminden bütün cemaat istifade edememiştir.
Bu siyasî kargaşada bir evlad-ı Resûl’e gidip, ona teslim olmakta korkanlar olmuştur. Kendilerinin siyasî istikbalinin söneceğinden korkanlar olmuştur. Böyle bir karışık dönemde teşrif etmiştir.
Câfer-i Sâdık Hazretleri hususiyet itibariyle, Zeynel Âbidin'e benzemesi dikkati çekmektedir. Zeynel Âbidin Hazretleri madde ilimlerinde ve özellikle tasavvufta nazar dediğimiz özel canlandırma metoduna sahip bir hikmet taşırdı ve bu yüzden de Zeynel Âbidin Hazretleri çoğu zaman peçe takardı. Yani yüzüne bakılması çok zor bir insandı ve aynı zamanda da hiç bir amaca yönelik olmasa dahi onun gözlerine bakmak çok büyük bir olaydı. Tesadüfen dahi bir insanın onun gözlerine bakıp, kendi içi dünyasındaki, yanlışlıklarla beraber doğrular da yıkılabilirdi. Zeynel Âbidin Hazretleri Kâbe'de saatlerce Kâbe’ye dalıp sekiz saat nazar ettiği, hatta geceleri bulunduğu hânenin damından, nazarına Kâbe’yi alıp sekiz saat nazar ettiği bilinmektedir. Bu nasıl bir ceryan alışverişidir, tahmin bile edemiyoruz. Onun için, Zeynel Âbidin Hazretlerinin bir sözü vardır. Biraz yalnız yaşamayı severdi. Bilhassa Mekke-Medine'ye geldikten sonra, Horasan'da ve Türk illerinde, genç yaşında pek çok talebe yetiştirdi. Mekke ve Medine'ye geldikten sonra yalnız yaşamayı severdi. O zamanda bu siyasilerin pek işine geliyordu.

Câfer-i Sâdık Hazretleri aynen Zeynel Âbidin Hazretlerine benzerdi ama genelde pek peçe takmazdı. Fakat nazarları tasavvur edilmeyecek kadar keskindi ve mânâyı açan kudrete sahipti. Bu nazarın sırrı bizzat bizim Hanefi mezhebinin imamı, İmam-ı Âzam'ın üzerinde tecellî etmiştir. İmam-ı Âzam Hazretleri, Câfer-i Sâdık Hazretlerinin sohbetlerine gitmezdi ama her gördüğü yerde büyük bir saygıyla selâm verir, hatırını sorardı. Yine bir gün ölmeden bir buçuk iki sene evvel, İmam-ı Âzam Hazretleri, yine böyle bir selâm verdi, hatır sordu, o sırada Cafer-i Sâdık Hazretleri:
‘‘Sen İslâmiyet’e çok hizmet ettin, çok büyük de gayret sahibisin ama bilmen lâzım gelen başka şeyler de var’’, dedi. Elini yüzüne sürerek gözlerini kapattı ve sonra tekrar açtı, nazar etti, ondan sonra İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, koşarak evine gitti. Tahammül edemedi. İmamı Azam Hazretleri ömrünün son iki yılında böylece tasavvufa yönelmiş ve bu dönemi kastederek "iki yıl olmasaydı Nu'man helak olmuştu" dediği rivayet olunur.
Bunun yorumu olarak, mânâ ilimlerinde şöyle deniliyor: Câfer-i Sâdık Hazretleri, İmam-ı Âzam Hazretlerine nazar ederek zaman ve mekânı aşırdı. Yani zamanın öncesine ve sonrasına götürdü geldi. Medine'ye götürdü. Efendimizi vücut olarak seyrettirdi. Artık bunların karşısında bir ilimden bahsetmenin caiz olmayacağı hükmüne varan İmam-ı Âzam Hazretleri de bütün ilmî varlığını inkâr etti derler. Mânâ ilimlerinde böyle yorumlarlar. İmam-ı Âzam Hazretlerinin mezhebi elbette takdiri İlâhî itibariyle bâkîdir. Bu geçirdiği ruhî patlama, ruhî bir değişim beşerî sıfatlar içerisindeki mezhebini ilgilendiren bir hâdise değildir, bunun ötesinde bir hâdisedir.
İnsanların madde ilimlerinin dışında, hakikî ilimlerin, mânâ ilmi olduğunu ve bu ilmin de zaman ve mekânla kayıtlı bulunmadığını ifade eden bir hayat öyküsüdür, İmam-ı Âzam Hazretlerinin öyküsü...
İLMİN SÜR'ATLE İNTİKALİ
Câfer-i Sâdık Hazretlerin, bu hususiyeti, yani bu nazarında meydana gelen hususiyeti, ilim ışığı altında yetiştirdiği talebelerde de başka bir tecelli ederdi. Başka bir hocanın, başka bir öğretmenin altı ayda anlatacağı dersi yarım saatte anlatırdı. Ondan ders alan talebeler kendileriyle beraber derse başlayan bir kimsenin üç senede vardığı bir noktaya rahatlıkla iki günde gelirdi. Sür'ati müthiş bir şeydi. Madde ilimleri açısından bir özelliği bizzat kendi tanımıyla, Hz. Ali'den devralma sırrına sahipti. Hz. Ali’nin o müthiş ilmi, madde ilimlerinin tümünü ihtiva eden sırrı Câfer-i Sâdık Hazretlerinde aşikârlaşmıştı ki, bunun çok meşhur örneği de Horasan'lı Câbir'in İmam-ı Câfer'den aldığı derstir.
Horasanlı Câbir Medine'ye fıkıh tahsili için gelmişti. Annesi varını yoğunu, yirmi yıllık emeğiyle biriktirdiği parasını oğluna yol ve tahsil harçlığı olarak vermişti. Bu verdiği harçlığa karşılık da; "Aman oğlum, mutlaka bir şeyler öğrenerek gel de burada bir meslek sahibi ol" demiştir. İşte Horasanlı Câbir bu niyetle Medine'ye geldiği zaman gayet saf bir yürekle "Buranın en iyi hocası kim? demiş. Demişler ki; "Sen ne okuyacaksın da, en iyi hocayı soruyorsun? Sen bir köylü çocuğusun, sana okuma yazma için çok hoca bulunur." demişler. "Bana anam en iyi hocada oku gel dedi." demiş. Buranın en iyi hocası Câfer-i Sâdık ama ona talebe olabilmek için iki sene sıra beklemen lâzım demişler.. Onun üzerine yüreği çok yanıyor. Anamın bana verdiği para, benim mecâlim sırf sıra beklemekle geçecek. Ancak bu sırayı bekleyecek kadar bir tâkata sahibim diyor. Böyle bir konuşma sırasında Hz. Câfer'de oradan geçiyormuş: 
— Sen ne istiyorsun, diyor. 
— Efendim, ben Türkistan’dan geldim, burada ders almak istiyorum, öğrenmek istiyorum. İmam Cafer: 
— Ne öğrenmek istiyorsun, diye soruyor. 
— Efendim bizim oralarda köy hocasına çok ihtiyaç var, ben de fakir bir ailenin çocuğuyum. Beni bir köy hocası olarak yetiştirirseniz ailemin geçimi istikbali kurtulacak, diyor. İmam'da: 
— Ben aradığın hocayım, Caferi Sadık'ım. Yarın sabah gel de derse başlayalım.. Horasanlı Câbir büyük bir neşeyle seviniyor, ertesi gün Câfer-i Sâdık'ın huzuruna gidiyor.

Hz. Câfer bir iki gün bunu oyalıyor, neler biliyor, bilmiyor diye. Hz. Câfer, sen namaz kılmasını biliyor musun diye soruyor?.. Evet, biliyorum diyor... Peki, namazda okuduğun dualar yetmiyor mu, imamet için? Cuma namazında bir şeyler okuyorlar... Onlar şart değil, sonra her camide Cuma namazı kılınmaz. Sende sadece vakit namazlarını kıldır, bu kadarı yeter sana, ne dersi istiyorsun?..
Netice itibariyle çok müteessir bir şekilde Horasanlı Câbir kapıdan çıkarken, Câfer-i Sâdık Hazretleri: 
— Gel, gel diyor. Bir insanda bu kadar güzellik, saflık olmaz ki, diyor. Buraya gel diyerek karşısına oturtuyor. Ben sana şimdiye kadar kimseye öğretmediğim bir ilmi öğreteceğim. Bu ilmin ismini de senin ismini koyacağım diyor. Ondan sonra Horasanlı Câbir'e cebir öğretiyor. Bu ilmin ismini de onun ismine kıyâsen El Câbiriye koyalım diyor.. Siz nasıl emrederseniz hocam.. Bildiğimiz cebirin, cebir ilminin bütün detaylarını Horasanlı Câbir'e anlattı. O da bunları sadık bir şekilde kitap halinde topladı.

Ne çâre ki o zaman, kendisinin bu üstün bilgisini hiç kimse anlamadığı için, bütün bilim adamı geçinenler sihir yapıyor, büyü yapıyor diye karşılamış ve onun Mekke'de, Medine'de ve hatta Bağdat'ta yerleşmesini engellemişlerdir. Kendisini Horasan'a zor atmıştır. Yine yokluk devam etmiştir.
Bugün seyrettiğimiz televizyonun dalga harekâtında, bindiğimiz arabanın motorunda, Horasanlı Câbir'in ilmi vardır ama o yine sefâlet içerisinde dünyasını değiştirmiştir. Çünkü Câfer-i Sâdık Hazretleri çok enteresan bir şey yapmıştır. Bu ilmi, ona öğrettikten ve kitap hâline getirmesini söyledikten sonra, mânâ ilimlerini de öğretmiştir. Horasanlı Câbir mânâ ilimlerini öğrendiği için dünyaya rağbet edemez olmuştur. Artık parayla namaz kıldırmak yahut parayla ibadet öğretmek onun hudutlarının dışına taşmıştır. O tekrar annesiyle beraber kuru ekmeği, o büyük ilahî nimet, suyun ve tuzun sırrı içerisinde nimet-i İlâhîyi paylaşmıştır.
Horasanlı Câbir'in, El Câbiriye ismindeki kitabını gördüm. O kitap ancak Bakan emriyle görülecek kitaplar dairesindedir. Çünkü yeryüzünde tek nüshadır. Hz. Câfer öyle bir ilim vermiştir ki, kendisine hayran olmamak elde değildir. Câfer-i Sâdık Hazretlerini ancak böyle anlayabilirsiniz. Bundan 1300–1400 sene evvel gelmiş, yaşamış, bütün iki dereceli denklemlerin formüllerini Horasanlı Câbir'e yazdırmıştır. Bu nasıl olabilir? İnsan beyniyle, insan aklıyla izâh edilemez. Bu ancak Fahr-i Kâinat Efendimizin gelmesini müjdelediği, "Büyük bir bilim yıldızı gelecektir" diye önceden müjdelediği, sır ile izah edilebilir. Horasanlı Câbir'in kitabı 1650–1700 arası, yani 16–17 asrın sonlarına doğru Fransız'ların eline geçmiş ve Paris Üniversitesinde ders kitabı olarak okunmuş, Cebir dediğimiz ilim böylece bilim laboratuarına yahut da bilim sahnesine aksetmiştir. Bundan önceki geometri, aritmetik gibi ilimler, eski Mısır'dan hatta Sümerlerden beri biliniyordu ama bu bilimlerin teknolojiye vereceği bir katkı yoktu. Çünkü teknoloji bilinmeyenleri bularak elde edilmiş bir fizik ihtişamıdır. Yani teknoloji dediğimiz şeylere bugün herkes hayran hayran bakıyor ama bunların hepsi cebir ilminin sırrı içerisinde toplanmıştır. Dolayısıyla, Câfer-i Sâdık Hazretlerinin yeryüzüne hediye ettiği cebir vasıtasıyla, kitap ulaştırdığı ve o kitabın da 1600 yıllarından sonra Avrupa'da intişar etmesi, Avrupa'da teknolojinin başlamasına sebep olmuştur. Fiziğin temeli kesinlikle cebirdir, kesinlikle geometri değildir.
Bu bilimi vermiş olmak demek, insanların kafasına yeni bir merhale getirmiş olmak demektir. Çünkü iki bilinme¬yenli denklemi çözmek, ikinci ve üçüncü derecedeki denklemleri çözebilmek, insan aklına bir merhaledir. Nitekim Câfer-i Sâdık Hazretleri Hz. Ali Efendimizin emrine uygun olarak, riyâzi ilimlerin, matematik ilimlerinin üç kademede olduğunu gösterdi. Birinci kademesi Matematik dediğimiz sayısal matematik. Rakamları toplamak, çıkarmak, bölmek, karesini, karekökünü almak gibi tamamen sayısal işlemler. Dünya aşağı yukarı 5000 senedir nispeten beceriyor... İkinci ilim dalı da: Bilinenler vasıtasıyla bilinmeyenleri bulmak. Bu da bir ilimdir. İsmini o zaman Câbir diye koymamış ama torununun oğlu Hz.Câfer-i Sâdık, dedelerinden aldığı bu sır içerisinde İlm-i Cebiri bulmuş ve Câbir’in ismine izâfeten El-Câbiriye şeklinde bütün dünyanın istifadesine sunmuştur. Hz. Ali Efendimiz, üçüncü ilmin sırrıyla, İlm-i Cefirin anlatılmasına müsaade etmemiştir. Kendisi böyle bir ilmin insan zihnini darmadağın edeceğini biliyordu. Çünkü bu üçüncü ilim dalından bilinmeyenler vasıtasıyla bilinmeyenleri bulmak ki, insanın kafası evvelâ bu tanıma karşı çıkar. Bilinmeyenle, bilinmeyen nasıl bulunur? Hadi bilinenlerle bilinmeyenleri bulalım, cebir dediğimiz ikinci merdiven ama üçüncü merdivende bilinmeyenle bilinmeyeni bulmak hikmeti, bunu açıklamayacağını söylemiştir Hz. Ali Efendimiz.
Yalnız Ebcet hesabını bırakarak, bizlere her harfe bir rakam vererek, bu rakamların ifade ettiği mânâlar içerisinde birçok bilgilerinde meydana gelebileceğini emretmiştir Hz. Ali Efendimiz. Meselâ; İstanbul'un fethi ne zaman olacaktır dendiği zaman şimdi bu bilinmeyenle bilinmeyeni bulmak demektir. Nasıl bulunacaksa İstanbul'un fethinin ne zaman olacağı. Ama bakınız ebcet hesabını kullandığımız takdirde, Efendimizin İstanbul hakkında söylediği "Beldetün tayyibetün" kelimesini ebcet hesabıyla bulursanız 857 ediyor. 857 de 1453'ün hicri tarihidir. Binaenaleyh, bilinmeyenle, bulunabilinir. Ama bu tamamen Kur'an kelimelerine has, ebcetle onu yorumlasa da tamamen İlm-i Cefir dediğimiz bilime ait bir şey ki, bu kadar üstü kapalı bir kaç noktasını da bilmiştir.
Câfer-i Sâdık Hazretlerinin en önemli hususiyetlerinden bir tanesi, Asr-ı Saadetten itibaren gelen hakiki ilmi, Kur’an tefsiri ilimlerinin çevrede geliştiğini sanan, çevrede bu işleri iyi biliyoruz diye iddiayla ortaya çıkıp da bu yorumları hiç yapamayan bir takım insanların elinden almasıdır. Yani Câfer-i Sâdık Hazretleri, Kur'an ayetlerini yorumladığı zaman, bu yorumlardaki inceliği en az bilen bir insan dahi anlamış ve Câfer-i Sâdık Hazretlerinin mevcudiyeti birçok yanlış müfessirin doğmasını engellemiştir. Çünkü bloke etmiş atmış, bunun mânâsı budur demiş. Hakikaten bakmışlar ki, bu mânâdan daha güzel mânâ verilemez. Eğer Câfer-i Sâdık' Hazretleri yeryüzüne teşrif etmeseydi ne cebir ilmî olurdu, ne teknoloji olurdu. Ne de Kur'an'ın sağlıklı bir şekilde yorumlanması mümkün olurdu.
Câfer-i Sâdık Hazretleri İslâm dünyasında, gerek mânâ ilimleri bakımından, gerek madde ilimleri bakımından fevkalâde üst seviyede yeri olan evlâd-ı Resûl’den, çok kıymetli bir zattır. Câfer-i Sâdık Hazretlerinin hikmetli sözleri, yetiştirdiği pek çok ilim adamı, çağımıza kadar ışık tutmuştur. Ancak Câfer-i Sâdik Hazretlerinin gerçek güzelliği, tarihi yaşam tarzı maalesef çok iyi bilinmemektedir ve yanlış bilgilerle de pek çok güzelliğini kaybettirecek yanılgılara sebep olunmuştur.
Cafer-i Sâdık Hazretleri İslâm ilimleri açısından iki önemli sırra sahiptir. Bir tanesi: Bütün dünya bilimlerine ışık tutan madde bilimlerine ait bilgi hazinesinin genişliğidir. İkincisi de, mânâ ve tasavvuf ilmine ait tuttuğu ışıktır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...