02 Temmuz 2014

AMAK-I HAYAL Bu âlemde olan herşey benim sıfatımdır.



Bu âlemde olan herşey benim sıfatımdır. 
 Ben olmasaydım, hiçbirşey olmazdı. Ben “hep”im ya da “hiç”im. Ben “hiç”im ya da “hep”im. Zaten “hiç” ve “hep” aynıdır, tek şeydir. Fakat cahil insanlar aynı şeyi iki farklı isimle anıyorlar. Konuşmanın gerisini varın siz tahmin edin. Hayret içinde kaldım. İstemeden söze karıştım: -Çok tuhaf! “Var” ile “yok” eşit olur mu? Meselâ, ben yok mu? dedim. Deli başını çevirdi ve kahkahayı patlattı: -Vay! Sen “var”sın ha! Acaba “var” mısın? dedi. Yalnızca ben “var”ım.,Çünkü “hiç”im ve “yok”um. Varlığım mutlaktır. Yokluk, bağımlı olan için vardır. Mutlak “varlık” tır, “var”dır. Bunlan söyledikten sonra deli sustu. Sorduğum hiçbir soruya cevap alamadım. Sonunda sorularımdan bıktı. Arkadaşına: “Haydi gidelim. Bu hayvan, bizi, zevkimizden alıkoydu” dedi. Kalkıp gittiler. Ne acayip bir durum: Çok iyi öğrenim gördüğünü iddia eden bir insana, pejmürde bir deli “hayvan” diyordu. Bu fena mülküne ibretle nazar kıl, ey can, Gafleti eyle heba, hail değildir meydan. Hani Sultan Süleyman, hani İskender han? Sat hezar ömrü sürür ile geçir sen bir an. Ne güle, bülbüle bakî a gözüm bağ-ı cihan, Kime yâr oldu muradınca felek—i devr—i zaman* * Ey can! Yok olacak bu âleme ibretle bak. Gafletten kurtul, meydan boş de- ğildir. Sultan Süleyman ve İskender Han neredeler? Yûzbin senelik ömrü neşe içinde geçirsen de, aslında hepsi “bir an”dan ibarettir. A gözüm! Cihan denen bu bahçe ne güle, ne bülbüle kalacaktır. Zaten felek, kime isteğine göre yâr olmuştur. Bu gazel ne kadar da etkileyiciydi. Aynalı Baba bu parçayı bitirip de neyi üflemeye başladığı zaman gözlerimden yaş akıyor- du. Bunlar özlem ve üzüntü gözyaşları mıydı? Yoksa aşk ve zevk gözyaşları mı? Bunu bilmiyorum. Yalnız çok duygulanmıştım. O anki ruhî ve vicdanî hâlimi anlatmak mümkün değil. Aynalı Baba okumaya devam ediyordu: Tamah ve hırsa uyup nefs ile mahkûr olma, Rahatın zail olur, nam-ı meşhur olma! Sohbet-i ârif-i billaha eriş dür olma, Saltanat—ı mesned—i dünya ile mağrur olma Zevk-i dünyaya müptela olmadılar ehl-i kemal Bildiler hasılı hep zill-ü heva lü’b-ü hayal. Zevke teşbihi cihanın hele rüyaya misal, Dâmen-i aşkı tutup buldu kamu feurb-i visal.* *Açgözlülüğe ve hırsa kapılıp nefsin kahrına uğrama. Meşhur biri olma, sonra rahatın kaçar. Allah’ı bilenlerle arkadaş ol, onlardan uzak kalma. Dünya tahtındaki gücünle gururlanma. Kâmil kimseler dünya zevkine kapılmadı. Sonuçta dünyanın bir gölge, boş bir arzu, bir oyuncak ve hayal olduğunu bildiler. Rüyanın gerçekle ne kadar ilgisi varsa, cihanın da zevkle o kadar ilgisi vardır. Herkes aşk eteğini tutarak Allah’a yaklaştı. Kendimden geçecek dereceye gelmiştim. Baba’nın sesini çok yavaş ve âdeta uzaktan geliyormuş gibi duymaktaydım. Ney,şa- şılacak güzellikte sesler çıkarmaya başlamıştı: Yürü, ey seyyah-ı avare yürü, durma yürü! Koymasın rah—ı visalden seni ezyak—ı misal. Bu bedayi, bu letaij, neme rüya ve hayal, Yürü, ey zair—i biçare yürü, durma yürü! Yürü ki, müzhet-i vuslatta teali göresin, Yürü, aslında fena bul, budur etvar-ı kemal. Yürü, alâyişi terk et içersin ke’s-i visal, Yürü ki, saha-i hîçîde tecelli göresin.* * – Ey avare yolcu! Yürü! Durma, yürü! Bu geçici âlemin zevkleri seni Allah’a kavuşmaktan alıkoymasın. Bu eşsiz manzaraların, bu güzelliklerin hepsi yalnızca bir rüya ve hayaldir. Ey zavallı ziyaretçi! Yürü! Durma, yürü! Yürü, kendi aslına kavuş. Kemalin dereceleri bunlardır. Geçici süs ve gösterişi terk edip, yürü ki Allah’a kavuşma kadehinden içesin. Yürü ki, yokluk meydanında Allah’ın kudretini ve sırrını göresin. Buşuun, âlem Bîsebat- u bîkıdem Nerde Havva, Adem? Varsa aklın ey dedem. Dem bu demdir, dem bu dem! Dem bu demdir, dem bu dem! Yâd-ı mazi bahşeder Hayf- ü âlâm-ü keder Olma meşgul-i kader Kimse kalmaz hep gider Dem bu demdir, dem bu dem! Dem bu demdir, dem bu dem! Sen gibi bir saile Heyf değil mi gaile? Olma meşgul hâl ile Derd-i istikbal ile. Dem bu demdir, dem bu dem! Dem bu demdir, dem bu dem! Bu hayatta yok vefa Her günü derd-ü cefa Sen, ey müştak-ı sefa Ömrünü etme heba. Dem bu demdir, dem bu dem! Dem bu demdir, dem bu dem! Kim bilir Ethem imiş Bilmeyen sersem imiş Gayesi bir dem imiş Maadası hem imiş. Dem bu demdir, dem bu dem! Dem bu demdir, dem bu dem!* *Bu olaylar ve bu âlem ezelî ve ebedî değildir. Havva ve Adem nerede? Ey dedem! Aklın varsa an bu andır, an bu an. Geçmişi hatırlamak korku,ıstırap ve keder verir. Kaderle uğraşma. Çünkü kimse kalıcı değildir, herkes gidici- dir. An bu andır, an bu an. Senin gibi bir dilencinin dert ve sıkıntı ile uğraş- ması yazık değil mi?Şimdinin ve geleceğin derdiyle uğraşma! An bu andır, an bu an. Bu hayatta vefa yoktur, her günü dert ve eziyettir. Ey huzura can atan! Ömrünü boşa geçirme. An bu andır, an bu an. Bilen kimse Ethem imiş, bilmeyen ise sersem imiş. Ölüm sırasında hayat sadece bir nefesten ibaret olup, geride kalanlar dert ve keder imiş. An bu andır, an bu an. An bu andır, an bu an. Kısa bir süre sonra neyin sesi hafif ve hoş bir inilti hâlini aldı. O sırada dalmışım. Yeni bir yer görmeye başladım. Belhşehrinde bir evde bulu- nuyordum. Yatağımdan yeni kalkmıştım. Odama bir kadın girdi. Bu kadın benim karımmış. Benimle Farsça ile Sanskritçe arası bir dille konuşuyordu.İşin garip tarafı ben bu dili iyi biliyordum.İki kişiden meydana gelmiş bir insandım. Ben, hem ben idim, hem. Ben oyum ki satvetimden kâinat lerzandır, Ben oyum ki zür—i bâzum hakim—i hercandır. Ben oyum ki her kim olsa serfuru eyler bana, Hâki payim secdegâh-ı zümre-i insandır. Ben oyum ki sîret-i merdîde yoktur benzerim, Hadimin—i barigâhım zümre—i merdandır. Ben oyum ki mizan-ı adlimde müsavi cümle halk, Şehinşahlarla gedalar bence hep yeksandır. Hasılışimşir—i izz—ü kudretiyim lyzid’in, Aşkım ben, satvetimden kâinat lerzandır* Aşk, beni serbest bıraktı. Gülerek: -Haydi! Koca aptal Hikmet, git, rahatına bak! dedi. Meydanda yalnız Aşk kaldı. Ejderhasından indi. Elleri göğ- sünde olduğu hâlde, oldukça yavaş ve ölçülü adımlarla nur peri- sine doğru yürümeye başladı. Onunla arasında üç adım kadar mesafe kaldığı zaman: -Ey, Nur Perisi! Yalnız senin kulunum, dedi ve secdeye kapandı. Sonra: -Ey Hürmüz! Ey Nur! Selâm olsun sana! Zira, karanlıkların değeri seninle bilindi, dedi. Ey dayf-ı bezm-i vücud Anla nedir sırr-ışuûn Yok dem—i vahdette hudud Her ne desen nâmı ânın Cümlede o nokta-i nihan Kâhi esir, kâhi cihan Mevt-ü hayat camı ânın Kâhi güneş, kâhi kamer Kâhi matar, kâhi sehap Kendi ateş, kendişehap Kendi gece, kendi seher Kâhi hacer, kâhi nebat Kâhi nemi, kâhi esed Kendisi ruh, kendisi cesed Kendi hayat, kendi memat Devr ile adem olacak Kendini kendinde bulur Mutlak iken, nokta olur Adem imiş mazhar-ı Hak* * “Ey varlık âleminin misafiri! Gerçeklerin sırrının ne olduğunu anla. Vahdet anının sınırı yoktur. Söylediğin herşey onun adıdır. Çünkü herşeyde gizli olan nokta odur. Bazen fezayı dolduran cevherdir, bazen cihandır. Ölüm ve hayat onun kadehidir. Bazen güneş, bazen aydır. Bazen yağmur, bazen buluttur. Ateş de kendi, alev de kendidir. Gece de kendi, seher de kendidir. Bazen taş, bazen bitkidir. Bazen karınca, bazen arslandır. Ruh da kendisi, ceset de kendisidir. Hayat da kendisi, ölüm de kendisidir. Zamanla yok olunca, kendini kendinde bulur. Mutlak iken nokta olur. Yokluk, Hakk’m kudret eserlerinin göründüğü yerdir.” Allahu ekber! Allahu ekber! Ey sırr—ı vücud—ı bîvücud! Marufsun amma bilinmezsin Zahirsin amma görünmezsin.* *”Allahu ekber! Allahu ekber! Ey varlığın vûcutsuz sırrı! Bilinensin ama bilinmezsin. Görünensin ama görünmezsin.” Doğdu şimdi şems-i idrak âleme istivagâhtır dimag-ı Ademî Nur-i Haktır şeb-çerağ-ı Ademî Ey melâikl Başeğin hep Adem’e.* * “İdrak güneşi şimdi doğdu âleme. Âdem’in aklı, saltanat yeridir. Âdem’in karanlıkları aydınlatan cevheri, Hakk’ın nurudur. Ey melekler! Hepiniz Âdem’e secde edin!” Bu büyük emirden bütün âlemler ve içinde bulunan yaratıklar titredi. Her varlık insanın önünde eğildi. Her zerre lisanı hâl ileşöyle diyordu: Merhaba!.. Merhaba, ey pertev-i sırr-ı vücud! Merhaba, ey zübde-i cümleşuûn! Merhaba, ey memba—ı fehtn—ü fünûn! Merhaba, ey mazhar-ı ikram-ü cûd! Kâinattan sen idin maksud, seni Ey zekâ! Bizler senin miratınız. Nokta sensin, biz senin âyâtımz. Secdegâh sen, kıble-i mabud sen!* *”Merhaba! Merhaba ey varlık sırrının nuru! Merhaba ey tüm oluşların özü! Merhaba ey anlayış ve ilimlerin kaynağı! Merhaba ey Hakk’ın iltifat ve ikramına nail olan! Kâinattan gaye sen idin, sen! Ey Zekâ! Bizler senin aynanız. Nokta sensin, biz senin büyüklüğünü gösteren birer işaretiz. Secde edilecek yer sensin. Hakk’ın kıblesi yine sen!” Gözlerimi açtım. Aynalı Baba’mn hüzün dolu gözleri üze- rime çevriliydi. Çocukların, gördükleri rüyayı hemen söylemesi gibi: -Hepsi secde etti, dedim. -Evet!.. Yalnız nefsindeki gurur, yanişeytan hariç! dedi Aynalı Baba -Ey insan! Yine yaralarımı deştin. Yine hüzün kapılarını açtın. Ah! Ben neyim, neyim? Geçmişte ne olduğumu bilmiyorum. Yalnız bir zamanlar, kâinatta sayılamayacak kadar çok olan bir binanın parçası olduğumu biliyorum. Küçük olmama rağmen vücudumu teşkil eden yirmi otuz tanesi, ilim ve kemaliyle meşhur olmuş âlimlerin, cihangirlikle tanınmış padişahların vücudunda bulunmuştu. Ben de, benzerlerim gibi, o binada gam ve kederden uzak bir yaşam sürüyordum. Birgünşiddetli bir fırtına binayı yerle bir etti. O koca bina milyarlarca parçalara ayrılarak, parçalardan her biri ayrı bir yere uçtu. Bana dedi ki: Ey vahdet! Bahr—i bîpâyân! Sensin mevcezen Kesret—i emvac içinde rûnüma sensin yine Bin isim, yüzbin çeşit vermişsen de kendine Her ne dense, asuman, eflâk, ervah-ı beden Yalnız sensin, sen! Dikkat—ü im’anla baksa çeşm—i insan âleme Asumane, kubbe—i minaya, mihr—i en\ere Âlem-i balâya, arşa, bir de bu es/el yere Dürbûn-i marifetle baksa vech-i Âdeme Yâlnız sensin, sen! Sûmbül-ü reyhanda daşevke ve gıylanda da Dilhıraş—ı feryad—ı arslanın, nevası bülbülün Gonce-işevk-bahsi, bûy-i ruhnüvazı bir gülün Zerre-i camitte de, en ufak hayvanda da Yalnız sensin, sen! Cümle havâssımda, kalpte, akl-ü vicdanımda Şevk-i aşkla mest-ü bîhuşolduğum demlerde Derdnak yârdan mehcur kaldığım demlerde Hasret—ü firkatle sûzan, bıkar ar canımda Yalnız sensin, sen! Ağuş-ı vuslatımda mehlika lerzan iken Cavidanî bir hayatı sığdırırken âne Bîhuş nigeran olurken kar gibi gerdâne Havi—i ulviyette ruhum valih—ü hayran iken Yalnız sensin, sen!* *”Ey Vahdet! Sonsuz deniz! Dalgalanan sensin. Dalgaların çokluğu içinde görünen yine sensin. Kendine bin, yüzbin çeşit isim vermişsen de, gökyüzü, felekler, bedendeki ruh yalnız sensin, sen! SIRRIMDAN BANA HİTAP Matla-ışems-i hüviyyet menşe-i ekvan benim, Memba-ı mânâ-yi kesret mahzen-i ebdan benim. Ben oyum ki, kendi emrimden yarattım âlemi, Hep şuûnumdur bu mevcut, dehr-i bîpayan benim. Ben oyum ki, lâ-mekâmm, lâ-zamanım, lâ-kuyud, Her zamandan, her mekândan münceli imkân benim. Arş benim, kürsi benim, asuman-ı seb’a benim, Madde-û cevher-ü unsur, camid-û hayvan benim. Nûr-i mahzım, sırr-ı mutlak, nokta-iıtlak-ı nân, Hem ruhum, hem meldife, Âdemim, insan benim. Ben o zat-ı mutlakım ki, vasf—u fiilimle ayan, Ey!., tîalık-ı zîşan benim, Rahman benim.* “Hakikat güneşinin doğduğu, kâinatın çıktığı yer benim. Çokluğun kaynağı, bedenlerin hazinesi benim. Ben o varlığım ki, âlemi kendi emrimden yarattım. Bu varlıkların hepsi benim çeşitli durumlarımdır, sonsuz zaman da benim. Ben o, varlığım ki ne mekânım, ne zamanım vardır, hiçbir kayıt altında da de- ğilim. Fakat her zaman, her yerde olagelen şeyler yine benim. Arş b e n i m , kürsü benim, yedi kal gök benim. Madde, cevher, unsur, cansız, canlı herşey benim. Ben sırf nurum; mutlak sır, nun’a konulan noktayım. Ben hem ruhum, hem melekler; Âdem, insan benim. *Ben hem sıfatlan, hem de işleriyle besbelli olan mutlak zatım. Ey Hak yolcusu!Şan ve azamet sahibi olan Halik ve Rahman benim.” Sen o mevcutsun ki senden bir diğer yok müncelî, Her vücuda oldu kayyum sırr-ı mevcudiyetin. BENDEN SIRRIMA CEVAP Ben oyum ki, ben dedikçe maksadımdır kudretin, Ben oyum ki, benliğimden zahir olmuş vahdetin. Farzedersem benliğim senden cüdadır ey vücud, Vehm-i mahzım, hiç vücudu var mı madumiyetin. Bir fakirim ki neyim varsa senindir, bense hiç, Fakr- ıfahrî eldedir ferman-ıvahdaniyetin. Arş—ü kürsi, arz—ü eflâk hep senin emrinle var, Suhf—i ekvan dest—i takdirinle mektup âyetin. Sen o zat-ı bînişansın, lâ-mekânsın, bîzaman, Her ne varsa fi’l-ü evsafın, kemal-i kudretin. * *”Ben öyle bir varlığım ki, “Ben” dediğim zaman bundan kasdettiğim senin kudretindir. Ben öyle bir varlığım ki, senin vahdetin benim benliğimde ortaya çıkmıştır. Ey Yegâne Varlık! Benliğimi senden ayrı olarak düşünecek olursam, bu sırf kuruntudan ibaret birşey olur. Çünkü yok olanın vücudu olmaz. Ben öyle bir fakirim ki, neyim varsa hepsi senindir.Ben yalnızca bir hiçim. Fakr-ı fahrî (gönüllü yoksulluk) senin tekliğine en büyük delildir. Arş, kürsü, yeryüzü, gökler senin emrinle varolmuştur. Kâinatın sayfalan, senin varlığına ve birliğine delil olup, senin kudret elinle yazılmıştır. Sen, mahiyeti bilinmeyen, zaman ve mekâna muhtaç olmayan yüce zatsın. Var olan herşey senin işlerindir, sıfatlarındır; kudretinin sonsuzluğunu gösteren delillerdir. Sen öyle bir varlıksın ki, senden başka görülen hiçbirşey yoktur. Her yerde kudretinin eseri görülür. Senin varlığının sırrı kâinatın temelidir. Herşey se- nin varlığınla vardır.” Alemde meşhud olan bu devran, Tekâmül içindir, kemale doğru. Her nokta cevval, her zerre raksan, Uçup giderler visale doğru. Ekvan, insan koşup giderler, Tutulmaz kapılmaz hayale doğru. İnsan isen gel matlubu anla, Yorulma, gitme celale doğru. Ufk-i ezelde doğan bir güneş, Gider mi acep zevale doğru? îfâte etme kıymetli vakti, Çevir yüzünü cemale doğru.* *”Alemde görülen bu hareket, kemale ulaşıp, olgunlaşmak içindir. Her nokta ve zerre hareket etmekte olup, hepsi Yaratıcısına kavuşmak için uçarak gitmektedir. Kâinat ve insan belirsiz bir hayale doğru koşup gitmektedir. Eğer insan isen, gel, arzu edilmeye değer olanşeyin ne olduğunu anla da Al- lah’ın gazabına sebep olacak yolda yorulma. Ezel ufkunda doğan bir güneş acaba batıp kaybolur mu? Değerli vaktini boşa geçirme! Yüzünü Hak Te- âla’nın cemaline çevir.” “Yolları ne var ayrı ise hep sana aşık Her birisi bir yol ile gülzâra gelirler.” Niyazi-i Misri Bugün Aynalı’n hâlinde bir durgunluk, bakışlarında biraz hüzün vardı. Uzun süre sessiz kalıp, düşüncelere daldık. Ben seyrettiğim garip manzaralan düşünüyor, insanların fikirlerinin bu kadar değişik ve çok oluşunaşaşırıyordum. Aynalı’mn konuşmaya başlamasıyla düşüncelerden sıyrıldım ve kendime geldim. Kalenderâne bir taksimden sonra okumaya başladı: Zahid bize ta’n1 eyleme Hak ismi okur dilimiz Sakın efsane söyleme Hazrete gider yolumuz. Erenlerin çoktur yolu Cümlesine dedik beli 2 Desinler bize deli Usludan yeğdir delimiz. ‘ Ta’n: Kınamak2 Beli: Evet Dalmışım… Büyük bir sarayın içinde, çok küçük bir pencerenin önünde bulunuyordum. Bu pencereden, içine binlerce kişinin sığabileceği genişlikte büyük bir oda görüyordum. Odanın duvarları, benim pencerem gibi küçük pencerelerle doluydu. Herbirinin önünde bir kişi oturmuş, odayı seyrediyordu. Odanın içinde, zümrüt ve yakuttan yapılmış kürsülerin üstünde, başla rında taç olan, çoğunun yüzü peçeli, heybetli ve ağırbaşlı kimse-ler oturuyordu. Ya Rab! Hayatta nedir bu lezzet? Hayata rabteden bu garip kuvvet! Hayat ki bîbeka1 pür derd-ü keder,2 Yine emel o, nedir bu hikmet? Bir anbırakmaz insanı rahat, Bin türlüâlâm,3 derd-i maişet, Çocukluğundaağlar beşikte, Feryatla geçer o vakt—ismet, Civanlığında bin türlü âmâl,4 Şeyhudetinde5 bin türlü minnet, Vakt-i ecelde mazı bir an, Bir an için mi bunca sefalet! Hatifi6 bir ses verdi cevabı, Dedi: Hayatta bu zevk—ü kıymet, Âkiller için seyr—i bedayi,7 Câhiller için yemekleşehvet. 1 Bîbeka: Ebedi olmayan, sona olan. 2Pür derd-ü keder: Dert ve keder dolu. 3Âlâm:Acılar. 4Âmâl:Emeller. 5Şeyhuhet: İhtiyarlık. 6Hatif:Gizli 7 Bedayi: Güzellikler Güneş yanar, âlem döner, Birgün gelir hepsi söner, Eysahib-i ilm-ü hüner, Bilirmisin sebebi kim? Ne gelen var, ne giden var, Ne solan var, ne biten var, Ne gül var, ne diken var, Bilir misin, sebebi kim? Her zerre ferd yoktur eşi, Acep bunlar kimin işi? Eykendini bilmez kişi, Bilirmisin sebebi kim? Haktır desen mânâsı ne? Sebep midir bir kelime? Soruyorum sana yine, Bilirmisin sebebi kim? Hacer-i Esved’i var öp, eğer öpmekse muradın Hiçi pus etmek için hâlet-i bîşan gerek. Canderağuş olunur mu mûtenahi sözlerle Leb değil öpmek için ah-ı can gerek…* *”Eğer birşey öpmek istiyorsan git Hacer-i Esved’i öp! Hiç olmuş bir kim- senin elini öpmek için kendi varlığından sıyrılman gerekir. Belli sayıdaki sözlerle can ve ruh kavranabilir mi? Birşeyi öpmek için dudak değil, tâ gönülden gelen bir “ah” lâzımdır.”Ve körün unvanını arif koyarak Görenin ismine divane denildi. Nice efsaneleri saydırmış ilim İlm-ü irfanına efsane denildi. Sonra üçüncü kişiye giderek, ziyaretimizin sebebini söyleyip, yardımcı olmasını rica ettik. Sürekli yalvanyordum. O da dinliyormuş gibi görünüyordu. Sonunda konuşmamı kesip vereceği cevabı beklemeye başladım.Şöyle dedi: Ona Mecnun mu denilir ki onun Leyla’sı Yeni bir cilve-i şevket ile Mevla olmuş.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...