02 Mayıs 2014

TAĞUT VE DESTEKÇİLERİ






TAĞUT VE DESTEKÇİLERİ


Bizim burada sözünü ettiğimiz tâğut, hükümde tâğuttur ki, bunlar, Allah dışında kendilerinden hüküm alınan beşeri anayasalar, kanunlar ve Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmeden kâfir yöneticilerdir.

Bu tâğutların destekçileri ise sözle ve fiille onların uğruna savaşmaya varana dek onları savunup destekleyenlerdir. Sözlü olarak ya da fiilen onları destekleyen herkes tâğutların yardımcılarından sayılır.
Çünkü savaş (kıtal) sözle veya fiille olur. 
İbn Teymiyye aslî kâfirlerle savaş hakkındaki sözlerinde bunu belirterek şöyle der: 
“Savaş ehli olmayan ya da mümteni olmayan kadınlar, çocuklar, rahipler, yaşlı kimseler sözle ya da fiille savaşmadıkları sürece, alimlerin çoğuna göre öldürülmezler”.
(1 ) “Alimlerin ittifakıyla kâfir kadınlar sözle veya fiille savaşmadıkları sürece öldürülmezler”.
(2 ) “Savaşma iki çeşittir: El ile olan savaşma ve dil ile olan savaşma. Aynı şekilde ifsad da bazen el ile bazen dil ile olur. Dinlerin dil ile tahrifi el ile tahrifinden kat kat fazla olmuştur”.
(3 )Buna göre burada bizim sözünü ettiğimiz tâğutların yardımcıları şunlardır: 
a) Sözlü Olarak Destekleyenler: 
Bunların başında kâfir yöneticilere meşruluk kılıfı giydiren ve onlardan kâfirlik suçlamasını bertaraf eden, onlara karşı çıkan mücahit müslümanları küçümseyerek dinden çıkma ve sapıklıkla suçlayan, yöneticileri onlara karşı kışkırtan sapık alimler ve alim geçinenler gelmektedir. Ayrıca bizzat bu işi yürüten bazı yazar, gazeteci ve yayıncılar da buna dahildir. 
b) Fiilen Destekleyenler:

 Bunların başında ise, kâfir yöneticilerin askerleri gelir. Bu noktada asker ile polis arasında ve bunların bizzat savaşanları ile destekleyenleri arasında herhangi bir fark yoktur.

Bunlar, bu ülkelerin anayasaları gereğince birtakım görevleri yerine getirmek için oluşturulmuşlardır. 

Bu görevlerden bazıları şunlardır: 

Devlete ait genel sistemi korumak; yani beşeri ve küfrî anayasa ve kanunların işlerliğinin devamını sağlamak, bunlara karşıt olan veya bunları değiştirmeye çalışan herkesi cezalandırmak.
Yasal iktidarı koruma.Bu da bizzat kâfir yöneticiyi korumadan ibarettir. 
Zîra onlara göre anayasa gereğince bu yönetici meşru bir yöneticidir. 

Çünkü onun bu makama yerleşmesi beşeri anayasa ile açklanan uygulamalar çerçevesinde gerçekleşmiştir. 

Kanun otoritesini sağlamlaştırmak.Bu da, anayasa ve kanunların gereğini uygulamakla olur. 
Beşerî tâğutî mahkemelerden çıkan hükümlerin uygulaması da bunun içerisine girer


Burada bahsettiklerimizin dışında sözlü ve fiili olarak tâğutları destekleyen herkes, onların yardımcıları arasına girer. Hatta bu destekçi bir diğer devletin yönetimi de olsa aynı hüküm onun için geçerlidir.

II-Tâğutları Destekleyenler Nasıl Bir Suç İşmekteler:
Şu bir gerçektir ki, hiçbir kâfir, zulmünde ve ifsâdında kendisine destek olacak, kendisini cezalandırmak isteyenlere engel olacak yardımcıları olmaksızın yeryüzünde bozgunculuk yapamaz ve herhangi bir insan topluluğuna zulmedemez. Kâfir, destekçileri ve yardımcıları olmaksızın ne ayakta kalabilir, ne de ifsâdına devam edebilir. Bu nedenle Allahu Teâlâ şöyle demiştir:“Zulmedenlere sakın meyletmeyin; yoksa size de ateş dokunur” (11el-Hûd/113). Alimler demişlerdir ki âyette geçen meyletme (rükûn) azıcık meyletme anlamındadır. İbn Teymiyye der ki: “Rivâyette şöyle geçer: “Kıyamet günü geldiğinde; ‘Zulmedenler ve onların yardımcıları neredeler?’ yahut ‘Onların benzerleri neredeler?’ denilir ve ateşten tabutlar içerisinde toplanırlar, ardından da ateşe atılırlar” Seleften bazıları şöyle demişlerdir; “Zalimlerin yardımcıları, hokkalarına mürekkep doldurmak yahut kalemlerini yontmak kadar bir şey dahi olsa onlara yardım edenlerdir”. Bazıları da şöyle demişlerdir: “Onların elbiselerini yıkayan dahi yardımcılarından sayılır”. 
Âyette onların “eşleri” işte bu yardımcılardır. Bir iyilik ve takvada yardımlaşanlar, bir de günah ve düşmanlıkta yardımlaşanlar vardır: “Kim güzel bir şefaatte (yardımda) bulunursa, bundan kendisine de bir pay vardır. Kim de kötü bir şefaatte (yardımda) bulunursa, bundan kendisi için bir pay vardır” (4en-Nisa/ 85),(...) Bu nedenle, İbn Hacer ve Ebu Süleyman’ın belirttikleri gibi, “güzel bir yardım” mü’minlere cihatta yardım, “kötü yardım” ise, mü’minler ile savaşta kâfirlere yardım olarak açıklanmıştır”.(4)
Bu tâğutları sözlü olarak destekleyerek insanları saptıran, onları hakla batılı ayıramaz hale getiren destekçilerle, onları fiilî olarak destekleyerek onları ve yasaları koruyan, cezalandırmak isteyenlere karşı onları savunarak, bu kimseler aleyhine onlara yardım eden kimseler arasında hiçbir fark yoktur. Bu nedenle Allahu Teâlâ’nın, kâfir yöneticilerin askerlerini “kazıklar” olarak isimlendirmesine şaşmamak lazım. Çünkü bu askerler, onun egemenliğini ve hâkimiyetini sağlamlaştırmaktadırlar. Küfrün ayakta kalmasını sağlayanlar da onlardır. Bunun için Allahu Teâlâ âyetinde “Ve kazıklar sahibi Fir’avn'a...” (89el-Fecr/10) demiştir. İbn Cerîr et-Taberî Rahimehullah bu âyetin tefsirinde şöyle der: “Allah Celle ve Senâuhû şöyle demektedir:“Rabbinin kazıklar sahibi Fir’avn’a da ne yaptığını görmedin mi?” Tefsircilerin, O’na neden “Kazıklar sahibi” denildiğine dair farklı görüşleri vardır.
Bazıları, “Bu, ‘İşinde kendisine yardım eden askerler sahibi’ anlamındadır” ya da “Âyetteki ‘kazıklar’dan kasıt askerlerdir.” ) demişlerdir.(5)
Görüldüğü gibi tâğutlara yardım edenler büyük bir suç işlemektedirler. Fesadın devamlılığını sağlayan gerçek sebep bu kimselerdir. Hiçbir kâfirin kendisine yardım eden destekçileri olmaksızın bir toplumu her şeyiyle yozlaştırması ve bu topluma zulmetmesi mümkün değildir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem , “Ben, müşriklerin ortasında duran her müslümandan beriyim” demişken, onların küfürlerine destek verenin, müslümanlara eziyet etmede ve müslümanlarla mücadelede onlara yardım edenin durumu nasıl olur?

Olaya doğru bir açıdan baktığımızda görmekteyiz ki;müslümanlar'ın onları bulundukları yerden indirmek ve yerine müslüman bir yönetici geçirmek için tâğut yöneticilere karşı vermiş oldukları savaş aslında onların askerlerine ve diğer yardımcılarına karşı yapılan bir savaştır. İşte bu nedenle konumuz olan ;“Tâğutlara yardım edenlerin hükmü”’nün bilinmesi vaciptir.

Tâğutlara Yardım Edenlerin Hükmü 
Bundan amaç, bugün çeşitli İslam ülkelerinde Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmeden mürted yöneticilerin yardımcılarıdır. Bunlar tâğutları indirmek isteyen mücahit müslümanlara karşı onları koruyan, savunan ve destekleyenler, sözlü olarak ya da arkalarında silahla savaşarak onları müdafaa edenlerdir. Daha önce de açıklamış olduüumuz gibi, bu ülkelerde küfür hükümlerinin devamlılığını sağlayanlar bunlardır.
Bu tâğutlara yardım edenlerin hükmü, tâğutlar hakkındaki hükmün bir parçasıdır. Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmeden bu yöneticilerin hükmü ise mürtedliktir.
Tâğutların destekleyicileri olan sapık alimler, yayıncılar, askerler ve diğerlerinin her birisi zahirî hükme göre kâfirdirler. Bu konudaki delileri şöyle sıralayabiliriz:
Birinci Delil: Sahabenin icması:
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatta iken mümteni olan mürtedlerle savaşmamıştı. Bunlarla, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefatından sonra Ebu Bekr’in hilafeti döneminde sahabeler savaşmışlardır. Bu mesele ile ilgili hükümlerin detayları Ebu Bekr’den ve sahabeden öğrenilmektedir. Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demekte: 
“Sizden kimin ömrü yeterse, ileride pek çok ihtilaflara tanık olacaktır. Bu durumda size düşen benim ve doğru yolu gösteren halifelerimin sünnetine sarılmaktır. Azı dişlerinizle buna sımsıkı sarılın ve sonradan ortaya çıkan şeylerden sakının. Zira her sonradan uydurulan bid’attır, her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık da ateştedir”.(6) 
Sahabe, peygamberlik idiasında bulunan Müseylemetu’l-Kezzâb ve Tuleyhatu’l-Esedî gibi önde gelen mürtedlere yardım eden kimselerin kâfir olduklarında icma etmişlerdir. Bu nedenle de onların mallarını ganimet olarak almışlar, kadınlarını köleleştirmişler ve ölülerinin cehennemlik olduklarına şahitlik etmişlerdir. Bu durum onların bu kimselerden her birini tekfir ettikleri anlamına gelir. Bu konudaki delil ise Tarık ibn Şihab’ın şu rivâyetidir:
Demiştir ki: “Esed ve Gatfân kabilelerinden Buzâha heyeti Ebu Bekr’e gelerek O’ndan barış istediler. Ebu Bekr ise onları yok edici bir savaş ya da alçaltıcı bir barışı tercih etme noktasında serbest bıraktı. Bunun üzerine dediler ki: “Yok edici savaşı anladık; peki ya alçaltıcı barış ne demektir?” Ebu Bekr dedi ki: “Silahlarınız ve atlarınız elinizden alınır. Sizden elde ettiğimiz şeyleri ganimet olarak kullanırız,siz ise bizden elde ettiklerinizi iade edersiniz,ölülerimizin diyetini ödersiniz, sizin ölüleriniz ise ateşte olur. Allah, Rasul’ünün halifesine ve muhacirlere, sizi bu durumdan çıkaracak bir şey gösterene dek ise develerin peşi süre gezen bir topluluk olmaya devam edersiniz”. 
Ebu Bekr bu topluluğa söylediği şeyleri sahabenin görüşüne sununca, Ömer kalkarak şöyle dedi: “Sana bu konudaki görüşümü bildirmek istiyorum.Yok edici savaş ve alçaltıcı barış hakkında söylediklerin güzel. Sizden elde ettiklerimizi ganimet olarak alırız,siz ise bizden elde ettiklerinizi iade edersiniz demen de güzel. Ancak, siz bizim ölülerimize diyet ödersiniz sizin ise ölüleriniz ateşte olur demene gelince; hiç şüphe yok ki bizim ölülerimiz Allah’ın emri gereğince savaştı ve öldürüldüler.Bu nedenle mükafatları Allah’a aittir.Onlar için diyet gerekmez”. Bunun üzerine orada bulunan sahabe topluluğu Ömer’in sözlerini peşpeşe onayladılar”.(7)


Buzâha heyeti, Tuleyhatu’l-Esedî ile birlikte savaşan, O’nun taraftarı olan topluluktur. Sahabe onları yenilgiye uğrattıklarında,Ebu Bekr’e bir heyet göndermişlerdir. 
“Hadiste geçen, “Sizden elde ettiklerimizi ganimet olarak kullanırız” sözü “(Sizden savaşta elde ettiğimiz şeyler) bizde ganimet olarak kalır ve Şeriat’ın gerektirdiği şekilde onları aramızda paylaşarak size herhangi bir şey iade etmeyiz” anlamındadır.“Siz, bizden elde ettiklerinizi bize iade edersiniz” sözü “Müslüman askerlerden savaş esnasında yağmaladığınız şeyleri iade edersiniz” anlamındadır.“Bizim ölülerimiz için diyet ödersiniz, sizin ölüleriniz ise ateşte olur” sözü “Dünyada iken onlara diyet yoktur; çünkü onlar şirkleri üzere ölmüşlerdir” anlamındadır.“Develerin peşi süre gezen bir topluluk olmaya devam edersiniz” sözü ise “Sürekli onların bakımıyla uğraşırsınız” anlamındadır. Çünkü onların ellerinden savaş gereçleri alınıp, çöle döndüklerinde, develerinden başka geçim kaynakları olmayacaktır. İbn Battâl der ki: “Onlar dinden çıkıp ardından tevbe ettiler ve Ebu Bekr’e, özür beyan etmek için elçiler gönderdiler. Ebu Bekr ise onların durumu hakkında müşavere ettikten sonra hüküm vermek istedi. Onlara dedi ki: “Dönün ve çöllerde develerin peşini takip edin...”. Anlaşılıyor ki onların bu şekilde bir süre bekletilmesinden amaç, tevbe edip ıslah olduklarının ve müslümanlıklarındaki samimiyetin ortaya çıkmasıdır”.(8)
Burada delil, Ebu Bekr’in mürtedlere söylemiş olduğu “O zaman sizin ölüleriniz ateşte olur” sözü ve Ömer ve diğer sahabelerin Radıyallahu Anhum O’nu bu konuda onaylamalarıdır. Bu da onların, başı çeken mürtedlere yardım edenleri ve onların askerlerinin her birisini tekfir ettiklerine dair icmalarıdır.Zira ölülerin belirli şahıslar olduğunda ihtilaf olmadığı gibi, küfrü kesin olan kimse dışında belirli bir şahsın cehennemlik olduğuna şahitlik edilemeyeceği hususunda da Ehl-i Sünnet arasında ihtilaf yoktur. Ancak bir Müslüman ne kadar fâsık olursa olsun, Ehl-i Sünnet'in görüşü Tahavî'nin Rahimehullah belirttiği gibi şudur; “Kıble ehli olan her iyi ve fâcir (günahkar) kimsenin arkasında ve onlardan ölen kimse için namaz kılmayı caiz görürüz. İçlerinden hiç kimseyi cennete ya da cehenneme yerleştirmeyiz.”(9) Ancak kim kâfir olarak ölürse, cehennemlik olduğuna şahitlik edilir. Çünkü o cehennem ehlindendir. Nitekim Rasulullah Aleyhissalatu Vesselam “Benim babam da, senin baban da cehennemdedir.”(10) demiştir. Amcası Ebu Tâlib’den bahseden bir sözünde, “O, hafif bir ateş içerisindedir.”(11) demiş, başka bir sözünde ise “Nerede bir kâfirin kabrine rastlarsan, ona cehennemi müjdele.”(12) demiştir.
Bu, önde gelen mürtedlerin yardımcılarının ve askerlerinin bir güç arkasında olmaları sebebiyle, haklarında gerekli şartların oluşup oluşmadığına ve engellerin ortadan kalkıp kalkmadığına bakmaksızın tekfir edileceklerine dair sahabenin apaçık icma ettiklerini gösteren sahih bir nakildir. Zira bunlar binlerce kişi idiler. İbn Teymiyye Müseyleme’yi destekleyenlerin yüz bin ya da daha fazla olduğunu belirtir.(13)

Tekfirin kuralını açıklarken belirttiğimiz gibi, şartların ve engellerin araştırılması mümteni olan kimse için değil, sadece güş yetirilebilen kimse için geçerlidir. Delili ise burada zikretmiş olduğumuz sahabe icmasıdır.
İbn Teymiyye Rahimehullah şöyle der; “Şâyet mürted dârulharbe kaçmak suretiyle, yahut İslam otoritesinden kendisini koruyacak olan bir güce sahip olmak suretiyle mümteni olacak olursa, hiç tereddüt etmeksizin istitabesiz öldürülür”.(14)
Mümteni olana istitabe uygulanmaz. İstitabe uygulanacak olan, sadece kendisine güç yetirilebilecek olandır”.(15)
Şartların ve engellerin araştırılmasının istitabeye dahil olduğu hususu daha önce tekfirin kuralı açıklanırken geçmişti.
-------------------------------

(1) Mecmuu-l Fetava; 28/354.
(2) Age: 28/414.
(3) Es-Sârimu’l-Meslûl, s: 385
(4) Mecmuu’l-Fetâvâ: 7/64.
(5) Tefsîru’t-Taberî: 30/179.
(6) Tirmizî, hasen-sahih
(7) Berkânî, Buharî’nin şartına uygun olarak rivâyet etmiştir. Bkz: Neylu’l-Evtâr: 8/22. İbn Hacer el-Feth’de bu haberi zikrederek şöyle der: “Humeydî şöyle demiştir: Buharî hadisi özetleyerek sadece bir kısmını zikretmiştir ki o da Ebu Bekr’in onlara şu sözüdür: “Allah, Rasul’ünün halifesine ve muhacirlere sizi bu durumdan çıkaracak bir şey gösterene dek ise develerin peşini takip eden bir topluluk olmaya devam edersiniz”. Berkânî ise hadisin tamamını Buharî’nin bu kadarını rivâyet etmiş olduğu isnadın aynısı ile rivâyet eder. Bkz: Fethu’l-Bârî: 13/210.
(8) Fethu’l-Bâri: 13/210-211’den özetle.

(9) Bkz. Şerhu Akideti’t-Tahâviyye, s:421-422, el-Mektebu’l-İslâmî.
(10) Müslim
(11) Buharî: 3883
(12) Heysemî, “Hadisi, Bezzâr ve Taberânî el-Kebîr’de rivâyet etmişlerdir. Ricalleri sahihtir.” der. (Mecmeu’z-Zevâid: 1/118)
(13) Bkz: Minhâcu’s-Sünneti’n-Nebeviyye: 7/217.
(14) Es-Sârimu’l-Meslûl: s: 322.
(15) Age: s: 325-326.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...