17 Nisan 2014

İMAM-I AZAM EBU HANİFE HAZRETLERİ BÖLÜM 27



İMAM-I AZAM EBU HANİFE HAZRETLERİ BÖLÜM 27

51- Ebû Hanîfe'nin Kttab'ül-Hıyel Adlı Bir Eserî Yoktur

Ulemanın ekserisi, Ebû Hanifc'dcn bir takım fıkhı hileler, çareler naklolunduğunu söylemektedirler. Dara düşüp sıkışanlara bunlarla fetva verirmiş, onları şer'an mukarrer kaidelere uygun bir- fıkıh hükmü ile darlıktan kurtarmağa çahşırlarmiş. Menakıb kitapları, onun bu kabil darda kalanlara çıkış yolu gösteren mes'e-îelcrini naklederler. Bunların bir kısmı yemine ve nezirlere aittir, başka mevzuda olanları da vardır.

Bazıları Ebû Hanîfe'nin hilelere ait bir kitabı olduğunu iddia ederler. Güya bu kilaptaki'crlc halka şeriat ahkâmından ve fıkıh kayıtlarından kurtulmaları için yol göstermiş. Hattâ Abdullah b. Mübâıck'in şöyle dediği rivayet olunuyor:

«Her kimin nezdincle Ebû Tîanîfe'nin (Kitab’ül Hıyel) olup da onu kullanır, onunla fetva verirse; onun hücceti bâtıl olur, karısı ondan boş düşer.» Yine îbn-i Mübârek'in şöyle dediği naklolu­nur: «Her kim Ebû Hanîfe'nin (Kitab'ül-Hıyel)'ine bakarsa Al­lah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram etmiş olur.»

Fakat, ortada böyle bir kitap yoktur. Şimdiye kadar böyle bir kitap bulunmamıştır. Ortada kitap yok ki, onu inceleyip bu hilele­rin neler olduğunu, nerelere kadar uzandığını bilelim. Bunlar bazı mezheb takdiyâtmm darlıklarını genişletmek ve din güçlük de­ğil, kolaylık olması itibariyle kolaylık için şeriat dairesinden çık­mamak şartiyle bazı hükümler vermek suretiyle yapılmış şeyler midir? Yoksa dîne karşı gelip din ahkâmından kaçıp kurtulmak için kapı açmak ve şeriat vecîbelerini yerine getirmeyip, bu dün­yada ahkâmı iskat etmek kabilinden midir?

Böyle bir kitap bulamadık. Onun için Ebû Hanîfe'nin dediği iddia olunan hileleri öğrenmek hususunda itimad edilecek bir kay­nak ortada yoktur.

Böyle bir kitabın ortada bulunmaması, yukarıda da anlattı­ğımız veçhile, Ebû Hanîfe zaten fıkha ait bir eser yazmayıp ta­lebelerinin ondan bâzı notlar tuttuğu bir gerçek olması, bütün bunlar bize, Ebû Hanîfe'nin bu isimde bir kitap yazmadığı hük­münü verdiriyor. Bizim bu hükmümüzü takviye edici ve böyle bir kitap yazmış olduğu iddiasını çürütücü bir cihet de şudur: Ken­disinden yukarıdaki sözler rivayet olunan Abdullah b. Mübarek, Ebû Hanîfe'yi hakkiyle takdir eden talebelerindendir Şam'da Ev-zâî'ye, Ebû Hanîfe'nin re'ylerini kıymetini, fıkıhtaki mevkini anla­tan odur. Mekke'de Dâr'ül-Hayyâtîn'de buluşup görüşmelerini te­min eden, yukarıda geçtiği gibi, aralarında münazara cereyan eder­ken bulunan odur. Ebû Hanîfe'ye gönülden bu kadar bağlı olan ve hattâ «ilmin sözü» diye vasıflandıran Abdullah b. Mübarek, sonra­dan kalkıp da: «Kim ki Ebû Hanîfe'nin Kitab'ül-Hıyel'ine bakarsa Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını haram etmiş olur.» der mi? Hayır hayır, bu olamaz. Mademki durum böyledir. Bu sö­zün ona nisbeti değildir. Böylelikle Ebû Hanîfe'nin (Kitab'ül-Hiyel) adlı bir eseri olduğu dâvası temelinden çöker. Çünkü bu dâvanın temeli bu rivayettir, iddia buna dayanmaktadır. Halbuki bunun boş bir iddia olduğu Abdullah b. Mübârek'in diğer sabit sözleriyle mey­dana çıkmış bulunuyor


52- İmam Muhammed'tn Bu İsimde Bîr Kitabı Olup Olmadığı Mes'elesî


Ebû Hanîfe'nin hilei şer'iyeye dair bir kitabı olmadığı sabit bir hakikattir. Fakat talebesi İmam Muhammed'in bu mevzuda bir kitabı olduğunu görüyoruz. Belki de bunda Hanîfe'nin halka ko­laylık olsun, güçlük olmasın diye çıkardığı bazı hükümleri rivayet etmiş olabilir.

Bu kitabın îmam Muhammed'e nisbeti birinci asırdanberi et­rafında şüphe uyanan bir'mes'eledir.İmam Muhammed'in talebesi bile bu kitabın ona nisbetini kabuî etmekler. Ebû Süleyman Cüzcânî bu kitabın îmam Muhammed'in olduğunu inkâr ediyor ve şöy­le diyor: «Birisi İmam Muhammed Hıyel adlı bir kitap yazdı, derse onu tasdik etme, ona inanma. İnsanların elinde olanı Bağdad sahafları toplamıştır. Cahiller bunları, küçük düşürmek için bizim ule­mamıza nisbet ediyorlar. Nasıl olur da imam Muhammed, eserle­rinden birine böyle cahillerin işine yarayacak bir isim verebilir? Bu hiç olur mu?[1]

Ebû Süleyman, imam Muhammed'in talebesüıdendir. Üstadı imam Muhammed'in bu isimde bir kitabı olduğunu böyle şiddetle inkâr ediyor, elbette bu inkârı muteber tutulur. Fakat İmam Mu­hammed'in talebesinden diğer bir ikinicsi, Ebû Hafs bu kitabı üs­tadına nisbet eder. Onun eseri olduğunu söyler. Serahsî de bu so­nuncusunu tercih edip daha doğru olan budur, diyor.[2]

Şems'ül-Eimme Serahsî'nin bu terc'hine bir muhalefetimiz yok. Fakat içimizden bir ses yükseliyor: Bizzat İmam Muhammed'in ta­lebesinden biri bu kitabın üstadına nisbetini inkâr ediyor, onun Bağdad sahaflarının toplaması olduğunu söylüyor, vakıa diğer bir talebesi bu nisbeti kabul ediyor. Biz bu hakikati meydana çıkarmak ihtiyacını duyuyoruz.

Talebesi Ebû Süleyman, İmam Muhammed'in bu isimde bir ese­ri olmasını uzak buluyor. Yalnız bu kadarla iktifa etse, Ebû Süley­man bu ismi tmam Muhammed'in verdiğini inkâr ediyor, derdik. O eserde toplanan malûmatın nisbeti sahih kalabilirdi. Ebû Hafs o mes'elelerin toplandığı bu isim verilmesi münâsip olacağını düşünmüş ve bu ismi o vermiş olabilirdi. Fakat Ebû Süleyman eserin için­deki malûmatın Bağdad sahafları tarafından toplanmış şeyler oldu­ğunu tasrih ediyor. Demek böyle bir te'life imkân kalmıyor. Bu tak­dirde biz de Ebû Süleyman gibi bu eserin Bağdad sahaflarının top­laması olduğunu söylüyoruz. Kitapdaki malûmatı topladılar. Bunlar kulaktan kulağa imam Muhammed'e nisbet olunmağa başladı, bu nisbetten istifade ederek onu talebesinden biri olan Ebû Hafs'a arzettiler. O da içindeki malûmatın kendisinin hocasından duydukları­na uygun olduğunu görerek bunları kabul etti ve ikrar eyledi. Böyle­likle bu eser imam Muhammed'e Ebû Hafs tarafından nisbet edilmiş oldu. Bu suretle o da onun üstadından naklettikleri arasına girmiş oldu. Ancak böylelikle imam Muhammed'in iki talebesinin bu sözle­rinin arasını birleştirmek kabil oluyor. Gönül buna biraz yatışıyor.


53- Îki Kitabın İncelenmesinden Çıkan Netice


İmam Muhammed'den böyle bir (Kitab'ül-Hıyel) rivayet olunu­yor. Eserin ona nisbeti hakkında söylenenleri nakletmiş bulunuyoruz. Bu nisbet tercih ediliyor. Bu (Kitab'ül-Hryel) müstakil bir haU de bulunmuştur. Hâkim Şehîd bunu El-Kâfî unvanlı eserinde ihtisar etmiştir. Şems'ül-Eimme Serahsî de Mebsut'da bunu şerheylemiştir. Eserin tmam Muhammed'e nisbetinin sıhhat derecesi ne olursa olsun, ondaki malûmat Ebû Hanîfc'nin ashabı arasında geçen hilele­rin nev'ilerini bize açıklamakta ve Ebû Hanîfc'nin güçlüklerden çık­mak için bulduğu yolları göstermekte olup bunları ondan talebeleri almışlar ve onların benzeri mes'eleleri onlara göre işlemişlerdir. Ah-med Hassâf'ın da böyle bir hîle kitabı naklolunmaktadır. O, İmam Muhammed'in kitabından daha geniştir. Onda daha çok mcs'eîe var-aır. O her nevi' hîle suretlerini beyan etmektedir.

Bu iki kitapta onları incelemek bize Ebû Hanîfe'nin bulduğu hi­lelerin = çârelerin hangi nevi'den olduğunu göstermektedir: Haram olan şeyleri helâl eden, yoksa güç olanlara kolaylık gösteren nevi' mi? Veya bunlar hukukuna ihtiyat ve şeriatte genişlik kabilinden mi, yoksa zahirî amellerle şeriatın gayesini ihmal etmeğe birer vesîle midirler? Daha umumî bir tabirle: Bu iki kitabı incelemek Ebû Hanîfe indindeki hilelerin mânasını açıklayacaktır.


54- Hîle Ne Demektîr? Îbn-T Kayyim'în Hîleyî Üç Neve Taksimi


Bu iki kitapta onları Öğrenmeğe başlamadan önce, veya da­ha umum bir sözle Ebû Hanîfe'den naklolunan Mirleri tanımağa girişmeden evvel, mütekaddimîn ve müteahhırin fukahâ Örfünde (hîle) kelimesinin mânasını ve nelere denildiğini beyan edelim:

îbn-i Kayyim Cevziye, fukahâmn hîle nâmını verdiği "şeyleri üç kısma ayırıyor:

1. Kısım : Haddizatında haram olan bir şeye ulaşmak için gizli yollardan gitmek, işe şeklen şer'î bir mâhiyet vermek, zahiren şer'î naslan tatbik eder görünmek, maksat haram olan o şeyi ki-lab'a uydurup işlemektir, insanların mallarını bâtıl yoldan almak için yapılan hîleler, şer'î olmiyan birşeye şer'î imiş mahiyetini ve­rip işlenen hileler; muhallinin hülle nikâhı yapması bu kabilden­dir. Nikâh akdi yapılırken âkil ve baliğ olduğu halde kadının nî-kâhmi feshettirmek için velîsine izin vermediğini iddia ederek hileye sapması, akdi feshettirmek için bâyi'in akid yapılırken ma­la mâlik olmadığını, asıl mâlikin akde izin vermediğini iddia ede-lek hîle yapması, İbn-i Kayyim'e göre, hep bu kabildendir.

îbn-i Kayyim bu kısım hakkında şöyle diyor: «Bunlar ve bun­lara benzer hilelerin büyük günah ve en çirkin haram şeylerden olduğunda bir Müslüman asla şüphe etmez. Bunlar Allah'ın diniy­le oynamak, onu eğlence yerine koymaktır. Bunlar haddizatında yalan ve iftira olduklarından bizzat haramdır.. Sonra maksat ve gaye bakımından da haramdırlar: Zira bir hakkı iptal etmek mak-sadiyle yapıyorlar.»[3]

Bir halikı iptal etmek için vesile olarak kullanılan her hîle haramdır. Hattâ o vesile haddizatında helâl olsa bile, hakkı iptal ettiğinden haram olur. Bazan hilenin zâtı haramdır, çünkü yalan­dır, iftiradır. Fakat bir hakkı isbat, bâtılı red için ondan başta çare yoktur. Nasıl ki bir kimse üzerinde sabit bir hakkı inkâr edi­yor, onu isbat edecek olan beyyinedir, şahit olacak beyyine de yok. O zaman hileye baş vurulsa, bu hîle caiz sayılır mı? Çünkü maksat helâl. Fakat vasıta haram bir şey. Gayenin meşru olması vasıtayı da meşru kılar mı? Karşı taraf bâtıla baş vurur hakkı inkâr ederken, hakkı isbat için bâtıl kullanılır mı? îbn-i Kayyım buna şöyle cevap veriyor: «Burada gaye değil, vasıta dolayısiyle günahtır, tşte bu gibi hususlar İçin şu Iladîs-i şerif söylenmiştir: , «Emaneti sana emniyet edene öde, sana hıyanet edene ren hıyanet etme.»

2. Kısım: Hîle meşrudur, onun götürdüğü netice de meşru' bir iştir. Hîle burada ondan zahiren maksud olan gayeye bir ve-sîle olarak kullanılır. Şâir'in vazettiği bütün sebepler, şer'î icapla­rı yerine getirmeğe vasıta olan şeylerin cümlesi bu nev'e girer. Bu çerçeve dahilindeki hileler şer'î esbabı helâl kazanca vasıta yap-niakla ve onları bu güzel maksatta son gayesine kadar kullanmak­la olur. Bu gayet güzel bir tedbir olup yapan medhe lâyık sayı­lır, zernme değil. Böyle bîr şeyle fetva veren kimse hâlis helâl olan bir şeye fetva vermiş olur. Bunlar öyle güzel şeylerdir ki, fukahâ-mn tarifine göre, bence bunlar hîleden bile sayılmamalıdır.

3. Kısım: Bir hakkı isbat etmek veya zulmü gidermek üzere bu iş için konulmamış olan mubah bir yoldan çare aramak­tır. Burada vasıta mubahtır, fakat bu iş için değil, başka bir iş için mevzudur. Burada doğru maksat için ondan istifade olunmak isteniyor. Bu iş için konulmuş, fakat farkına vastlmayacak bir va­sıta da olabilir. Bu kısım hîle ile bundan önceki ikinci kısım ara­sında' fart vardır. Onda vasıta yapılan şey zahiren maksada götü­ren bjr şeydir, o yola piren mahut bir yol tutmuş sayılır. Bu ki-sırnda ise vasıta başka bir şeye götürmek üzere mevzudur, veya ga­yet kapalıdır. O yolu tutarak mevzu olmıyan bir şeye varılır. Bu­nun misâli şudur: Bir kimse iki serte müddetle bir ev kiralıyor. Bu müddet zarfında mûicren ona gadrederek: tcâra vermek hakkı olmadığını veya ondan önce başkası tarafından kiralanmış bulunduğu­nu ileri sürerek gayri meşru' yollarla îcâra feshetmek istemesinden korkuyor. Bunun için ihtiyatla hareket ederek müstecir, kâr ettiği şey için teminat verir. îcârda bir müstahlık çıkar veya fâsid olduğu anlaşılırsa parasını ister.»[4]


55- Hanefiyye Mezhebi İmamlarından Mütekaddlmîn Hileleri Hangî Nev'idendir?


Ebû Hanîfe'ye nisbet olunan hîle nevi'lerini, ondan bu fıkıh tarzını alan ashabının buldukları çareleri doğru tanımamız için bunu bilmeliyiz. Acaba bunlar: Helâl ve haram seçmiyerek şân'ın maksadını yıkan, teşrî, etmiş olduğu ahkâmla, yaptığı tekâlifte güt­müş olduğu yüksek gayeleri bozan nevi'den mi? Yoksa şer'in gözet­tiği maksatları kolaylaştırmak, yoluna fıkhî kayıtlar durmaksızın şer'î haklara kolayca ulaşmak yollarını göstermek kabilinden mi­dir? Zira bâzı ahvalde bu gayelere ulaşmak güç olur* Hileler bu hal­de o kayıtları, bağlan .kaldırmak kabilinden sayılır ,bazan bir mez­hebin bazı fıkhî şartlarının harfiyen inceden inceye tatbiki, haksız­lığı veya bazı hakların zâyî, olmasını mûcib olabilir. Halbuki İslâ-mın ridâyetine uygun olarak hukukun gerçekleşmesi lâzımdır...

Ahmet Hassâf'ın (Kitab'ül-Hıyal ve'l-Mehâric)'i ile İmam Mu-hammed'e nisbet olunan Kitâb'ül-Hiyel'i dikkatle inceleyince şu neticeye varılıyor kî, Hanefiyye mezheb imamlarının hileleri birin­ci nevi'den değil, ikinci nevi'dendir. Yâni yukarıda beyan ettiğimiz İbn-î Kayyim'in kaydettiği hîle kısımlarından üçüncü kısımdandır. Bunlar bir hakkı yerine getirmek veya bir zulmü defetmek için mubah bîan yolda bulunmuş çarelerdir. Bu yol o maksat için gös­terilmiş değildir, fakat o maksada ulaştıncıdu.


56- Fukaha, İbâdet Mes'elelerinde Asla Hîle Yolu Göstermemişlerdir


Naklolunan bu hileleri taksime başlamazdan Önce bir mülâ­hazayı kaydetmek istiyoruz ki, o yukarıda belirttiğimiz cihetin doğruluğunu göstermektedir. O mülâhaza şudur: Bu iki kitaptaki hîleler arasında ibâdetler babında tek bir hîle bulamadık. Yalnız zekât hakkında bir hîle var ki, onu da zikredeceğiz. İbâdetleri, bu imamlardan naklolunan hîleler çerçevesi dışında bırakmak göste­riyor ki, onlar bu hileleriyle şer'İH maksatlarına karşı gelmek ve tekâlifin zevahirine uymak gibi bir gaye gütmediler. Çünkü ibâ­detlerin esası niyettir. İbâdetler niyetlere bağlıdır. Niyeti Allah bilir. İbâdet Allah ile kulu arasındadır. Onun hesabım Allah tutar*' Allah her şeyi bilicidir; onları olduğu gibi haber verir. Ne yerde, ne gökte O'nun ilminden zerre mikdarı birşey kaçmaz. D'nun ilmi her şeyi sarmıştır, ibâdette hak olan kul ile Tanrısı arasındadır. Kulun niyetine göre ibâdetin mükâfatını verecek olan Allah'tır. Bu işe hîle karışmaz. Hicreti, Allah ve Resulü için olanın hicreti, Al­lah ve Resûlnnedir. Hicreti evleneceği bir kadın veya elde edeceği bir dünyalık için ise eline geçecek odur. îşte böylece ibâdetlerde niyetin dışına çıkılmaz. İbâdet niyete göredir. Bunlar hileye gir­mez.

Zekâta dair naklolunan tek bir hileye gelince; o da umurun en doğru olanını, yüksek maksadını araştırma nev'indedir, alela­de bir hîle değildir. O da şudur: Bir kimsenin bir adama borcu olsa, alacaklı zekât vermeğe bu borçludan daha lâyıkım bulama-sa, ondaki alacağına mahsuben zekâtım ona vermek istese nasıl yapılır? Burada bâzı fıkıh şartları, onun şeriat maksadına uygun olan gayesine bir sed gibi karşı çıkıyor. Maksadı muhtaca zekât vermek, fakat fıkıh şartına göre zekâta müstahak olan fakire ze­kâtı teslim ederken, niyet etmek lâzımdır. Burada böyle bir niyet yok, çünkü teslim yok. Hassâf bunun hilesini, çaresini anlatıyor:

«Bir adamın bir fakirde alacak parası olsa, bu alacağına be­del o fakire zekâtını verip o parayı zekâtına mahsup etmek istese, buna ne dersin? Bu zekâta sayılmaz, dedi. Bunun yolu nasıldır? dedim. Şöyle cevap verdi: Bunun yolu şöyledir: Borçlu olan kim­seye, sana olan borcu mikdarı bir para verirsin, bunu zekâttan he­sap edersin, borçlu bunu aldıktan sonra borcuna mahsuben sana verirse bunda bir beis yoktur. Borçluya verdiği parayı zekâttan saymakla zekâtını ödemiş olursun. Borçlu olan kimsenin eğer or tağı varsa, yâni iki kişiye borçlu ise zekât olarak verdiği paranır yansım diğer alacaklıların almasından endişe ederse o zaman şöy le yapılır: Borçlu olan kimse alacaklıya borcu kadar bir para hi be eder, alacaklı parayı kabzettikten sonra borçluya iade eder ve bunu zekâtından sayar, zekâtım vermiş olur. Sonra onu borcun dan ibra eder, o da borcundan kurtulur, ortağı buna karış maz.»[5]


57- Hllelerîn Dört Kısım Olduğu


Bu mülâhazayı burada kaydetmekten maksadımız, Hanefiyye mezhebinin ilk imamları hile yaparken bununla bir teklifi orta­dan kaldırmak, Allah'ın emrinden kaçınmak istemediklerini gös­termek istiyoruz. Onlar şeriatın ahkâmını zahiren tatbik eder gö­rünüp de içlerinden o ahkâmın meşruiyetini ve hikmetini bozacak, yüksek gayelerini saracak gi?li bir maksat ve niyet gözetmiş de­ğildirler. Hileleri dînin ruhuna aykırı değildir.

îmam Muhammed'in ve Hassaf'ın kitaplarında naklolunan hileleri dikkâtle gözden geçirip inceleyecek olursak bu hileleri dorl nevi' altında toplamak kabildir:

1- Yemine, nezire ait olanlar; ekserisi talâk yeminleri hak­kındadır.

2- Akidîcre dair sorulan suallere müftünün yol gösterir ce-vuplan. Bunlardan maksat, ileride herhangi bir hakhı zayi olma­sın diye ihtiyat kabilinden işi teminat altına almaktır.Veya akid sebebiyle hor hangi bir zarara uğramaktan kaçınmaktır.

3- Âkidlcrin meşru, olan, günah sayılmıyan maksatları ile akidlerin sıhhati için fufcahânm ileri sürdükleri şartlar ve kayıt-^ lar arasını fe'lif edip onları birleştirmek.

4- Fıkıhta muharrer prensipleri korumak için kurulan bâzı kaidelerin araya girip engellediği sabit haklan elde etmek için yol göstermek ve ahkâm-i şer'iyye ile insanların oynamasını menet­mek İçin çareleri bildirmek, işte fukahâ hileleri bu gibi maksat­larla ortaya çıkarmışlardır.



58- Yeminlerden Kurtulmak Îçîn Bulunan Çareler Ve Mîsâllerî


Birinci kısım yeminlere dair hileler olup bunlar pek çoktur. Bunların içinde Ebû Hanîie'den rivayeti sabit olanlar da vardır. Bu hilelerden maksat, kızgınlık haliyle yapılan yeminlerden kur­tulmak için şer'î bir çare bulmaktır. Çünkü yeminde ısrar etmek­le güçlük çıkar. Yeminden kurtulmak için böyle bir çare aramak­tan başka yol yoktur. Zira yeminler çok defa kızgınlık hâlinde kendini tutamıyarak öfkeyle yapılır. Şöyle yapacağım, böyle yap­mazsam şöyle olsun gibi galiz yeminler verir. Öfkesi geçip, aklı başına gelince yaptığına pişman olur, fakat iş işten geçmiştir. Kendi başını dara soktuğuna nedamet getirir.

Bâzan talâka yemin eder, yeminden dönerse talâk vukûbula-cak, talâka yemin dört mezheb fukahâsı arasında da muteberdir. Yeminde devam ederse karısından ayrılmak var, yemini nazarı itibare almazsa haram işlemiş olacak. İşte burada fukahânın hîle adı­nı verdikleri çare imdada yetişiyor. Bu yeminden kurtulmak için çare bulan, yol gösteren fakıh, şeriatın her hangi bir hükmünü yıkmıyor, gayesine karşı gelmiyor. Bir adamı sıkıntıdan kurtarı­yor, dili kaymış olan bir mü'minin hatasını düzeltiyor, darda ka­lana genişlik gösteriyor, ortadan bir güçlüğü kaldırıyor. Bu kabil hileler meşru birer çare ve müstahsen birer iştirler.

Bu hususta iki misal verelim:

1- İmam Muhammed'e nisbet olunan Kitâb'ül-Hıyeî'de şöyle deniyor: Bir adam, filân kimseden elbise satın almam, diye yemin else, sonra yemininden denmeksizin o adamdan elbise satın almak istese şöyle yapar: Bir adamı tevkil eder, vekili gidip elbiseyi alır. Bu halde yeminini bozmamış sayılır. Çünkü, alım satımda akid ve­kile îzafe olunur. Akid hukuku ise, müvekkile aittir. Örfe göre alım satımda akdi yapan kimse o işi yapmış sayılır. Yeminler de örfe göre tefsir olunur. Filancadan almam, diye yemin etmek: bizzat onunla akid yapmam demektir. Başkasının ondan almasına şumulü yoktur, başkası için yemin veremez; vekilin almasına yeminin şümulü yoktur.

îmam Muhammed, bu mes'elede böyle bir hal çaresi bulurken bu hilesinin yeminle oynamak ve yemin kelimelerinin tefsirinde abes yere uğraşmak kabilinden olmamasına son derece dikkat ederdi. Onun için diyor ki: Yemin eden kimse Halife, Vali gibi âdet ve örfe göre bizzat alım satımda bulunmıyan bir kimse olursa, vekile aldırdığı takdirde hânis olur, yeminini bozmuş sayılır. Çünkü kendisi ahş-verişte bulunmadığından, daha yemin ederken bu ye­min vekilinin almasına şâmil olmuştur.

Harun Reşid, îmam Muhammed'e bu mes'eleyi sorduğunda: 

— «Sen böyle yaparsan yemininde hânis olmuş olursun, dedi. Yâni bizzat akdi yapanlardan değilsin. Nasıl olsa vekilin alacak. Ye­min doğrudan doğruya vekile gider. Vekilin almasiyle dönmüş olursun.»[6]

Bu misâlden görüyoruz ki, hîle bir işi zahir emre göre şâriin hükmü üzere kılmakla kalmıyor, onu maksuda uygun bir hâle çe­virip kolaylık gösteriyor.

2- İkinci nevi' misâl: talâk yeminine ait bir çare bulmağa ait­tir. Bu da Ebû Hanîfe'den naklolunmaktadir: «Kendisine şu mes'ele soruldu: Bir adam kazısına: Benden hulû' istesen de ben de seni hulû' etmezsem benden üç talâkla boş ol, demiş. Karısı da gece ol­mazdan önce senden hulû' istersem kölelerim âzad, malım sadaka olsun, diye yemin etmiş. Bunun çaresi nedir?

Sual bu. Görülüyor ki, karı-koca söz yarışına çıkmışlar gibi. Eiri üç talâka yemin veriyor, diğeri kölelerim âzad, mallarını sada­ka olsun diye yemin ediyor. Kendi ağızlariyle kendilerini böyle çep-çevre bağlıyorlar. Ya talâk vuku bulacak, yahut da köleler âzad, malları sadaka olacak. Başka yol yok. Her ikisi de onlar için güç geliyor, söylediklerine pişman oluyorlar. Ne yapmalıdır. îşte Ebû Hanîfe bu güç duruma gayet basit ve kolay bir çare buluyor. Hiç bir taraf günaha girmeksizin ve şeriatın gayesine karşı gidilmek­sizin onları bu dil kayması nev'inden olan sözlerinden şöyle kur­tarıyor; Kadına:

Kocandan hulû yapmasını iste, diyor. Ve kadın da kocasına hitaben:

— Senden hulû istiyorum, diyor Kadının kocasına dönerek:

— Ona şimdi şöyle cevap ver: «Seni, bana bin dirhem vermen üzere hulû' ettim, diyor.» Ve adam da böylece söylüyor.

Ebû Hanîfe bu defa kadına:

— Ona şöyle cevap ver: «Böyle hulû'u ben kabul etmem, de» Kadın da: kabul etmem diyor. Bunun üzerine Ebû Hanîfe kadına:

— Kalk kocanla birlikte git, her ikiniz de yemininizi yerine getirmiş oldunuz, diyor.[7]

Görülüyor ki, buradaki hîle, yeminde kullandıkları kelimele­ri, onların maksatlarına münâfî olmaksızın söyletip tenbihte bu­lunmağı aşmıyor. Kadın hul'û bedelini kabul etmemekle iş hallo­lup gidiyor. Böylece onları güç durumdan kurtarıyor. Gazap hâlin­de kendilerini tutamıyarak öfkeyle söylenen sözlerin bir aile oca­ğını yıkmasına mâni oluyor. Daraltıcı görüşlere meydan vermiyor.


59- Akîdlerde İhtiyat Kabilinden Olan" Hileler Ve Misâlleri


Ulemanın hîle ünvânı altında topladıklarından ikinci nevi' hî-leler akde dair olup bunlar arasında akde terettüb eden umurda ihtiyatlı hareket için âkidin akdi yaparken zikretmesi gereken, fu-kahânın beyan ettiği şartlar da vardır. Diğer taraf bunları belki ak idle oynamak ve zarar getirmek için kullanabileceğinden ihti­yat lâzımdır.

Bu kısım için de iki misâl verelim. Onlardan görülecektir ki, Hanefiyye mezhebi imamları buldukları bu hilelerle günahtan ka­çınarak şeriatın ruhuna uygun hareket etmektedirler.

1- Birinci misâl îcâra ait olsun. Hanefiyye fıkhına göre îcar özürlerle fesholunur. Bu özürlerin mânâsını gayet genişlettiler. Hattâ bu kaide diğer tarafın hakkiyle oynamak ve onu zarara sok­mak istiyenlerin elinde bir koz gibi kullanılmak istendi. Onun için îcâr akdi yapanlardan bâzıları, mucir özürle fesih talebinde bulun­masın diye, kendileri için ihtiyat tedbirleri düşünmüşlerdir. Zaru­ret olmadıkça îcârı feshetmezler.

icar yapılan hilelerden birini Kitâb'ül-Hıyel kaydeder: Icânn ilk müddetinde ücret az yapılır, son müddetlerinde 

ücret arttırılır. Meselâ îcâr akdi üç sene müddetle ise birinci sene için 20, diğer iki sene için ikiyüz olarak gösterilir. Bu takdirde mucir, her hangi bir mazeret ileri sürerek îcârın feshini istemez. Meğer ki zaruri bir hal olursa, o zaman başkadır. Çünkü son senelerde îcâr bedelinin çok olması, onu müddetin sonuna kadar akdi tutmağa teşvik eder. Çünkü akdin devamında menfaati vardır. Ancak bu menfaati elden çıkarmağı göze aldıracak bir zaruret ve mûcib sebep varsa o za­man akdi bozmağa kalkışır.

Mebsut burada şunu da zikreder: Bu halde iş, Kadı tbn-i Ebî Leylâ'nın re'yini kabul eden bûzi kadılara arz ve murafaa olunur. Ona göre îcâr bedeli akid yapılırken her ne kadar muayyen müd­detlere tevzî' edilmiş olsa da buna bakılmaz ücret bütün müddet­lere müsavi surette tevzî' edilir. Bu halde bu hilenin faydası kal­mıyor. En ihtiyatlı hareket tarzı burada şudur: îcâr iki pazarlıkla yapılır. Birinci müddete az ücret konur, ikinci müddete daha yük­sek ücret konur.[8] Eğer birinci müddete îcân feshederse mucir kendisi zarar görür. Müstecir zarara uğramaz. İkinci müddette feshederse yine böyledir.

2- İkinci misâl şudur: Bir kimse diğer birine diyor ki, sen bir ev satın al, sen satın aldıktan sonra ben senden onu muayyen bir kârla satın alacağımı va'd ediyorum. Ve dolgunca bir kâr gös­teriyor. Meselâ evi sen bin'e al, ben senden bin beşyüze alacağım.

Kendisine ev alması emir olunan kimsenin ev almak arzusu yok. Evi alırsa, kendisine almağı emreden adamın cayıp evi alama­masından korkuyor. Hiç lâzım değilken evin kendisinde kalması endişesi var. Bu halde ne yapmalı, kendisi için ihtiyatlı bir hîle ola­rak şum: söylüyorlar: Evi sahibinden satın alırken muavven bir müd-met muhayyer olmak şartiyle alır[9]. O müddet zarfında evi sat­mağa hakkı vardır. Eğer evi isteyen adam o müddette satın alırsa iş tamamdır. Hem evden kurtulur, hem de kâr etmiş olur. Eğer al­mağı emir eden adam muhayyerlik müddetinde satın almazsa beyi' feshoîunur, o da kurtulduğuna şükretsin..

îşte hilelerin ikinci nev'ileri bu kabil şeylerdir. Bunlarda şâ-riin gayelerinden birini boşa çıkarmak, bir hükmü İptal etmek, herhangi bir prensibi yıkmak asla yoktur. Bilâkis bunlarda şah­sın hukukiyle ileride oynanmasın dîye tedbir almak, haklan koru­mak gayesi gözetilmiştir. Bunlar hakkı korumak için yol göster­mektir. Fıkhın akidler hakkında ahkâmını en mükemmel bir su­rette tatbik etmektir. Halkın bu yollardan nasıl faydalanacakla­rım beyandan ibarettir.


60- Akldlerin Maksatlarîyle Akîd Ahkâmını Birleştirmek Îçîn Yapılan Hileler


Üçüncü kısım hileler, şer'in bâzı maksatlariyle Hanefiyye Mez­hebi fukahâsının tesbit ettikleri bâzı akid hükümleri arasını birIeştîrmek gayesiyle yapılanlardır. Zira fuknhâmn akicîde şart edil­mesine icaz verdikleri bâzı şartlar öyle tahdit edici bir daire için­dedirler ki, akidlerden birinin arzu ettiği bir hakkı içine almazlar. O hakları korumak için aralarında bir takım şartlar kararlaştırsa-lar bu defa da akid ya fâsid veya mülga olur. îşte bunun içindir ki, evvelki imamlar âkidde herhangi bir şart koşmak isteyenler için çareler gösterip hîle yolları bulmuşlardır. Bu şartlan icabına ih­tiyaten riayet olunmak lâzım gelir. Buna iki misâl verelim:

1- Bir adam parasını diğer bir şahsa verip şirket voliyle iş-letmek istiyor[10]. Fakat işi yapacak olan ortağının parayı yeme­sinden, bir oyun yapmasından korkuyor. Parayı teslim, ederse emin sayılır, emin ise zâmin olmaz. Akidde tazmini şart koşsa bu şart sahih olmaz, akdi bozar. Şimdi bu adam iki şey arasındadır: Ya şirket kurmaz, bundan vazgeçer. Bunda ise hem kendisine, hem de diğer ortağı olacak adama zarar vardır. Çünkü ikisi de bu parayla kurulacak işin sağlayacağı menfantlardan malırum kalacaklardır. Eecr parayı teminatsız verirse malı zayi' olmak tehlikesine mâruz­dur. Bu durumda ne yapmalı? Bu halde hîle yolu şöyledir diyor­lar: Sermaye sahibi parayı ortağına karz = ödünç olarak verir, yalnız bir dirhemini istisna edip onu şirkete sermaye diye verir. Sonra ödünç verdiği parayla onu şirkete ortak yapar. Şirketi işletip Cenâb-ı Hakk'm ihsan edeceği kârı aralarında muayven nisbette paylaşacaklardır, işte böyle yaparlarsa sahih olur. Çünkü ödünç para alan kimse parayı kabzetmekle para sahibine zâmin olmak icabeder. Hem böylelikle işi görecek adam parayı daha dikkatle işletir, çünkü zarardan kendisi de zarar görecektir. Sermaye mik-darı farklı da olsa şirket sahihtir. Kâr ise kararlaştırdıkları şartla­ra göre paylaşılır. Nasıl ki Hz. Ali de şöyle buyurmuştur:

Kâr ikisinin şartlarına göredir. Noksanlık sermayeye aittir. İster ikisi çalışsın, ister biri çalışsın, hep müsavidir. Kâr, paylaşı­lır[11]. Şirkette sermayeyi korumak için buîunan çare budur. Fukahâya göre bu caiz birşey değildir. Çünkü şart koşmak sahih de­ğildir.

Fakat bâzan bu ihtivac basıl olur. Bu hile hacet ve zaruret Sünnetin nassmdan alınmış bir hüküm de değildir. Bu maslahata göre içtihadı bir emirdir. Akidler arasında tazminatı şart koşmak da maslahata uygun olunca bu hîle neden caiz olmasın. Biz arzu ederdik ki, fukâha tazminat şartına cevaz versinler. Fakat onlar kaideleri ıttirad üzere yürüsün diye bu şarta cevaz vermiyorlar. Böylelikle de bu hileye başvurmak zorunda kalıyorlar.

2- İkinci misâl de sulha aittir. Bedel-i sulhu muayyen bir şahsın zâmin olması sulhta şart koşulsa, bu şart sulhu bozar. Çün­kü sulh mübadeledir. Mübadele âkidlerini, âkîdlerden birinin menfaatına olan şartlar bozar. Çünkü bunda aldatma vardır. Onun için ihtiyaç zamanında buna da bir hîle bulmak zorunda kalmışlardır. Şöyle ki:

«Kefil orada hazır bulunur ve zâmin olur. Zira bu şartla sulh akdi sahih olmaz. Kefilin zâmin olup olmıyacağı bilinmez. Kefil bulunup da zâmin olunca aldanma ihtimâli ortadan kalkar. Kefil hazır olmazsa o zaman şöyle yapılır: Eğer filân zâmin olursa sulh oluyorum der ve sulh tamam olur. Yoksa aralarında sulh yapıl­maz. İşte musâleha akdini böyle yaparlarsa sulh tamam olur. Zâ­min olunca ortada aldanma kalmaz.»[12]

Görülüyor ki bu iki hîle, bâzı ahvalde, maslahat ve ihtiyaçla uyuşup birleşemiyen bâzı akid kayıtlarından kurtulmak için baş­vurulmuş çarelerdir, ihtiyat ihtiyacı bu hilelere sevk ediyor. Hem akid ittifakla yapılmış oluyor, hem de iki tarafın maslahatları gö­zetiliyor ve meşru' gayelerden de asla inhiraf edilmiyor.


61- Bâzı Kaidelerin Engellediği Hakların İsbatı İçîn Bulunan Çareler


Dördüncü kısım hilelere gelince bunlar, bâzı kavaid-i fikhiyyenin, sübûtunu engellediği bir hakkı ilzam için yapılan hilelerdir, îiînî ve ahlâkî hükümler, nıaksad ve gayeye tâbi olduğundan bu halde buradaki hile ve dînî ve ahlâkî fazilet emirlerine muvafıktır. Çünkü bunlar hakkı ehline ulaştırmak ve hakkı zayi' olmaktan ko­rumak içindir. Bunlara dair üç misâl veriyoruz:

1- Sabit bir kaidedir ki, ölüm hastası olan bir kimsenin ve­reseden birisine borç ikrarı ancak veresenin izniyle nafiz olur. Çünkü bunda mal kaçırmak ihtimâli var. Hakikaten eşine veya mirasçılardan herhangi birine borcu varsa, bunu ancak ikrar yoliy-le isbat edebilecek, başka yol yok. Mirasçılar bu ikrara belki izin vermezler, hattâ ekseriya tenfiz etmezler. Böylece mirasçının hakkı zayi' olur, borçlu olarak ölenin de zimmetinde bu hak kalır.. Allah indinde bundan mes'uldür. Fukahânın bu fıkıh kaidesi borçlunun zimmetinin berâeti ve hakkı sahibine edâ etmesi arasına giriyor; hâli oluyor. Ya fukahâ kaidelerini bozacaklar, halbuki bu kaide mi­rasçılar için ihtiyaten kurulmuştur, tâ ki biri diğerinden Allah'ın taksim ettiğinden fazla miras almasın. Çünkü ölüm hastalarının böyle miras kaçırdıkları oluyor. Bu kaideyi bozmak, miras niza­mını himaye için konmuş olan bu ihtiyatı altüst etmek olur. Öyle ise burada yapacak şey şudur:

Zayi' olmasından korkulan hakkı sahibine ulaştırmak, hasta­nın zimmetini Allah huzurunda kurtarmak ve miras nizamını ko­rumak için bir hîle bulmak, bir çare aramak.

îşte bu hileyi Hassâf, Kitâb'ül-Hıyel ve'1-Mehâric'de şöyle an­latıyor: «Hasta olan adamın karısına yüz dinar veya daha çok bor­cu olsa, hakkını almak için çare şudur: Kadın güvendiği bir adamı fretirir, hasta ona borç ikrar eder ve der ki: Kanm şu adamda ala­cağı olan yüz dinarı kabzetmek için, beni vekil etti, o yüz dinarı şu adamdan aldım. Böylece kendi üzerine borç olan yüz dinarı ikrar etmiş olur. Bu ikrarla kadın yüz dinar kocasının malından doğru­dan alamaz. Fakat kadın, hastanın bu ikrarına dayanarak o adam­dan parayı ister, o adam da kadının parasını kendisinden aldığını ikrar eden hastadan ister. Çünkü o, Ölen hasta benden bu kadı­nın olan yüz dinarı aldı ve bunu ikrar etti diyebilir. Bu borcunu da Ödemeden öldü. Şimdi kadın benden bu parayı istiyor, halbuki hen kadının olan o parayı ölen adama verdim, nasıl ki kendisi bu­nu böylece ikrar etti. Şimdi o borcu malından istiyorum, diye mü­racaat eder ve bu isteği yerine getirilir. Bu adam kendisinden ye­min istenilmesinden korkarsa o zaman kadın bu adama bu yüz dinara bir elbise satar, adam borçlanmış olur, yemin ederken doğ­ru yemin etmiş olur.»[13]

Görülüyor ki fukahânın hîle namını verdikleri bu yol, hakkı elde etmek, her iki tarafın hakkını yerine getirmek için bulunmuş güzel bir çaredir. Mirasçıların hakkını korumak ve hastanın tere­kesini mirasçıları arasında adaletsiz bir surette taksim etmesine mâni olmak için konmuş bir ihtiyat kaidesi, burada uygun gelmi­yor ve hakkın -hak sahibine ulaşmasına hâil oluyorken onu da hî­le voliyle hallediyorlar.

2- ikinci misâl şudur: Bir kadını kocası boşamış, kadının kocasından alacağı vardır, fakat şahit de yok. Adam borcunu inkâr ediyor ve yemin de ediyor,. Kadın adamdan hakkını alabilmek için ne yapmalı? Burada şöyle bir hîîe yolu var: Kadın kocasından id-det nafakası alıyor ya İşte bir fırsattır, iddetim bitmedi diye iddet müddetini uzatır, alacağına muâdil olacak kadar fazla nafaka alır, böylelikle hakkım almış olur. Hanefiyye mezhebi imamları bu hî-leyi kabul ederler.'Diyorlar ki: Kadın böyle yaparsa olur. Çünkü kadın kocasından olan hakkı cinsinden birşey eline geçirdi mi ko­casının haberi olmadan da onu alabilir. Burada da öyle. Bu yolla hakkını alma çaresini bulmuş olur. Kocası ona her ne kadar iddet nafakası diye veriyorsa da o bunları alacağına mahsuben alıyor. Her ne yoldan olursa olsun kocasından borcuna mahsuben para almak kadının hakkıdır. Buna mâni yoktur. Kadı, iddetinin bitme­diğine kadından yemin isterse, o da başka bir şey kastederek ye­min etse olur. Çünkü o mazlum olduğundan niyetine bakılır. Baş­kasının iddetini kastederek iddet bitmedi diye yemin edebilir.[14]

Bundan da görülüyor ki bu hîleler hakkı elde etmek ve isbat eylemek İçindir, yoksa başkasının hakkını zayi' ettirmek için de­ğildir.

3- Bu zikredeceğimiz misâli, menakıb kitapları ve başkaları Imâm-ı A'zam Ebü Hanîfc'den nakletmektedirler. Bu en münasip ve en rnuvafık olanı seçmek ve aile ahvaline ve aile efradı arasın­daki alâkalan en güzel şekilde tanzim etmek, kabilinden bir çare bulmaktır. Hassâf anlatıyor: Ebû Hanîfe'ye şöyle bir hâdiseyi sor­muşlar: iki kardeş evlenmişler ve iki kız kardeşi almışlar. Düğün gecesi yanlışlıkla kadınlar nikâhlı olmadıkları erkekle zifafa gir­mişler. Sabah olunca işin farkına varmışlar. Herkes mahcup ol­muş. Ebû Hanîfe buna şöyle bîr hal çaresi bulmuş: îkisi de nîkâhlı oldukları kadınları boşarlar ve sonra zifafa girdikleri kadını ni­kâhlarlar.[15] 


62- Bu Hileler Bîr Hakkı Îptal İçin Değîl Îsbatda Kolaylık İçindir


İmam Muhammed'in ve Hassâf'ın Kitâb'üî-Hıyel'indeki hileleri araştırma neticesi bulduğumuz hîle ve nevileri bunlardır. Bu mi­sâller okuyucuya gayet açık bir surette gösteriyor ki, fukahâ bu hîlelerle fıkıh kaidelerinden herhangi bir kaideyi yıkmağa asla kas-detmiyorlar. Belki bunun aksine fıkıh kaidelerini en güzel yolda tatbiki gösteriyorlar, dar kayıtlar içinde kalanlara kolaylık bulu­yorlar, bâzı kaidelerin araya girip kapadığı yolları açarak hakka götürüyorlar.

Ebû Hanîfe'nin açmış olduğu bu hîle = çare bulma çığırında yürüyen Hanefiyye fukahâsı, bunu hiç bir zaman şâriin maksatla­rına karşı gelmek için vasıta yapmamışlardır, böyle bir maksatları yoktur. Onlar bu yollarla o maksatların gerçekleşmesine çalışmış­lardır. Yukarıda verdiğimiz misâllerden görülüyor ki, Ebû Hanîfe ve ona tâbi' olanlar, bu hileleriyle şâriin maksatlarının kolayca tahakkukunu nasıl araştırıyorlar ,onlara asla karşı durmuyorlar. Şeriat ahkâmını îslâmın gayesine uygun olarak kolaylaştırıyorlar. Çünkü din kolaylıktır, onda güçlük yoktur.


63- Şuf'a Hakkını Iskat Îçîn Hilede İhtilâf


Şuf'a hakkından mahrum etmek hususunda hîle caiz olup ol­madığı hususunda imam Ebû Yusuf'la îmam Muhammed arasın­da ihtilâf olduğunu görüyoruz. Ebû Hanîfe'nin bu hususta görüşü­nü zikretmiyorlar. Biz o İki imamın görüşlerini arzedeceğiz. On­lardan da görüyoruz ki, Ebû Hanîfe'nin açtığı bu çığırda gidenler buldukları hilenin şâriin maksatından birine karşı gelmemesi için nasıl gayret sarfediyorlar, ne kadar ince arıyorlar. Yoksa Şuf'a hakkında hilenin cevazı etrafında bu ihtilâf kopmazdı.

îmam Ebû Yusuf diyor ki, şuf'a hakkını düşürmek veva arzu­sunu kırmak için, hak:ki fiyatı gizleyip de meydanda yüksek bir fiyat göstermek suretiyle hîle yapmakta bir beis yoktur. Yalnız

bunun suf'adan önce olması lâzımdır. îmam Muhammed'e göre ise. bu, şiddetle mekruhtur.

îmam Muhammed'in nokta-i nazarı açıfctır. Çünkü: Şuf'a hak­kını bu yolda düşürmeğe çalışan kimse, Cenab-ı Hakk'm meşru kıldığı bir hakkı hükümsüz bırakmağa çalışıyor, demektir. Bu ise caiz değildir. Şuf'a hakkını düşürmeğe çalışan kimse başkasının hakkım zayi ettirmeğe çalışıyor, demektir. Halbuki o hakkı ona sâri' tanımıştır. Başkasının hakkına tecavüz etmek caiz olamaz. Sâri' şuf'a hakkını tanırken, şefi' olacak kimseden zararı defetme­ği hedef tutmuştur. Şimdi onu İskata çalışan kimse, şâriin defet­mek istediği zarara yol açıyor demektir. Bu ise asla caiz değildir.

Şuf'a hakkını istemeden önce şuf'ayı düşürmek için hîle yap­makta bir beis görmiyen Ebû Yusuf'un noktai nazarı ise şudur:

Şuf'a hakkını düşürmek için hîle yolu arayan kimse bunu kendin­den bir zararı defetmek için yapıyor. Kişinin kendinden zararı defetmeğe çalışmasında hiç bir beis yoktur. Defettiği zarar ise rı­zası olmaksızın evin ondan alınmasıdır. Mülküne bir zarar geliyor. Onun men'ine çalışmak meşru' bir şeydir. Şuf'a hakkını istemeden önce şefîa gelecek zarar her vecihten ihtimalli bir zarardır. Çünkü şefî' bu müşteriden ya zarar görür veya görmiyebilîr. Zarar gelece­ği farzolunsa bile bu zarar ya vuku' bulur veya vuku 'bulmıynbilir. Öyle oîunca müşteriye vâki mutahakkık bir zararı defetmekte bir beis yoktur, çünkü bunun karşısında sakıt olan hak, ihtimalli bîr zarara dayanmaktadır. Bu ise kat'îdir.


64- Zekât Hîlesînde Ebü Yusuf'la Muhammed Arasındakî İhtilaf Ve Bundakt Şüphe


Mebsut sahibi Serahsî'nin naklettiğine göre zekâtın farz olma­sının men için hîle Ebû Yusuf'la Muhaınmed arasında böylece ih­tilaflıdır. Zekâtın farz olmasını önlemek için hîle havelân-ı havil­den - sene dolmazdan önce paranın bir kısmını sadaka verip zekât nisabından düşürmek suretiyle olur. imam Ebû Yusuf buna cevaz veriyor. îmam Muhammed ise bunu menediyor. Sarahsî, Ebû Yu­suf'tan naklen şöyle diyor: «Ebû Yusuf, Emâlî'de buna şöyle delil getiriyor: Bir adamın 200 dirhemi olsa, sene dolmağa bir gün kala bir dirhemini sadaka verse, bu mekruh olur mu? Bir dirhem sada­ka vermesi sene olduğu zaman zekât nisabı bulunmasın da zekât lâzım gelmesin diyedir. Bunun mekruh olduğunu, günah olduğunu söyleyen bir kimse yok.»[16]

Zekâtın farz olmasına mâni olmak için Ebû Hanîfe'den hiç bir hîle naklolunmuş değildir. O büyük imamın zühd ve takvası, din hususunda meiâret! böyle ibadetle ilgili'bir mes'elede hîle arama­sına mânidir. Hat.c Ebû Yusuf'a nisbet olunan bu sözün sıhhatine bizim içimiz bir türlü yatışmıyor, gönlümüz inanmak istemiyor. Zira Ebû Bekir'in (Allah ondan razı olsun) uğrunda harbettiği bir mes'elenin vâcib olmasına mâni olmak için insanlara kolaylık göstermekten biz Ebû Yusuf'u tenzih ederiz, onun dînî duygusu bunun üstündedir. Emâlî'nin bu rivayetinde bizim çok şüphemiz var. Emâlî kitapları rivayet bakımından birinci derecede gelen kay­naklardan değildir.


65- Hîle'î Şer'îyye Hakkında Garplıların Yanlış Görüşü


Ebû Hanîfe'ye nisbet olunan bâzı hileleri zikretmiş bulunuyo­ruz. Bunların bâzısını o kabul etmiş, onları almış 

veya o yolu gös­termiş ve bunlarda bir beis görmemiş olabilir, bunlar hep ihti­mal dahilindedir. Ebû Yusuf'a nisbet olunan garip hilelerden biri­ni de zikrettik ve onun hakkındaki re'yimizi de açıkladık.

Bunlara bakınca görüyoruz ki, hakikaten Ebû Hanîfe Hazret­lerinden rivayet olunan tek bir hîle yoktur ki, onda şâriin maksat ve gayelerinden birine karşı gelmiş olsun. Dînin hükümlerinden bi­rini yıkmağı kasdeden tek bir hilesi gösterilmez. Onun hileleri hep kolaylık ve genişlik göstermek kabilindendir, dînin kolaylık oldu­ğunu beyan eder. Fakat bâzı Avrupalı bilginler hîle-i şer'iyyeden bahsederken diyorlar ki: îslâm fukahâsını hîîeye sevkeden âmil şudur: Onlar istinbat eyledikleri fıkıh ahkâmında idealist gibi ha­reket ediyorlardı. îdeal bir örnek vermek istiyorlardı. Fakat ha­yattaki işler bu ideal ile birleşmiyordu. îşte bu idealleriyle amelî hayattaki tatbikatı birleştirmek için böyle bir yol buldular ve hîlei şer'iyye meydana çıktı»

Daha sonra diyorlar ki, hile îslâmda tekıyyeye müsâsildir. Bu ise zahiren fslâmi inkârdır. Veyahut da Müslüman olmiyan bir Hükümetin işkencesinden korkarak gayri îslâraî bir yol tutmak­tır. Bu, zaruret zamanı mubah olan bir şeydir. Hîle de bu kabilden sayılabilir.

Demek müsteşrikler nazarında hîle, şekil itibariyle şeriatın is­tediklerine uygun, fakat netice itibariyle dînin nüfuzu ve sultası dairesinden çıkmak ve ahkâmından kaçınmak gibi bir şey olur. 


66- Ebü Hanîfe'nîn Arkadaşlarının Hileleri Hakkı Müdafaa İçindir


Hîlei şer'iyye hakkında Avrupalıların görüşü budur. Muteah-hırînin zahiren şeriatın emirlerine uyup hakikatta ahkâm-ı şer'iyyeden kurtulmak için icadettikleri hileler hakkında bunlar bir derece doğru olabilir. Fakat Ebû Hanîfc'den ve onun ashabından, evvelki imamlardan naklolunan hileler hakkında bunlar asla doğru olmaz. Çünkü onların hileleri hakka vusul içindir. Akidleri takyid ettikleri kayıdlarla hükümlerin şer'in gayesine uygun bir halde birleşme-smi temin maksadiyle yapılmıştır. Yoksa onlardan uzaklaşmak İçin değildir. Onlar halka kolaylık göstermek, öfkeyle yemin ederek ken­dilerini güç bir duruma soktukları zaman onları kurtarmak için bulunmuş çarelerdir. Başkalarının oynamasından haklarını koru­mak ve isbat için ihtiyat yollarını bildirerek riayeti gereken şartları göstermek içindir.

Bu büyük imamların hileleri, şâriin maksadını yıkmaz, yal­nız zahiri şeriata uydurmak için değildir. Şeriatın maksatlarını, dînin ruhunu tahakkuk ettirmek, teklifleri kolaylaştırmak, güç­lükleri kaldırmak içindir. Böylece gayet uygun ve iyi bîr fıkıh yolu bulundu. Akid kaideleri ve şartları kolayca tatbik edildi. Halkın ahvâlini iyi tanımak, onların maslahatlarını bilmek bu işi daha ko­laylaştırmış oldu.

Bu imamlar, hilelerinde şeriatın gayesini yıkan bir şeyin asla bulunmamasına çok çalışıyorlardı. Bunun için canlı misâlini şuf'a hakkını talebden önce düşürmek için hile yapılıp yapılmıyacağı hakkında Ebû Yusuf'la Muhammed arasındaki ihtilâfta görüyoruz. İmam Muhammed bu hileye müsâade etmiyor .Ebû Yusuf -yerinde beyan ettiğimiz veçhile- bu hilede bir beis görmüyorsa da, bunun şuf'anın talebinden önce obuasını ileri sürüyor. Böylece herkesin hakkına riayet ediyor.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şems'ûl-Eimme Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 209.

[2] Hassaf, Hiyel ve Meharic, Şaht tab'ı.

[3] İbn-i Kayyim Cevzî, Î'lm'ül-Muvakkıîn, c. III, s. 394.

[4] İbn-i Kayyim Cevzî, Î'lâm'iü-Muvakkıîn c. III, s. 394.

[5] Ahmet Haarâf, EI-Hıyel ve'1-Mehâric, s. 103, Y. Şaht tab'ı Almar ya. Bu son surete göre fakir olan borçlunun iki kimseye borcu vardır. Alacağı nisbetinde zekât verince diğer alacaklı da bu paraya ortak çıkar o da alacağı nisbetinde hisse alır. Zekât veren ise kendi alacağına mahsuben vermek istiyor. Bunun için hibe yoluna gidilir, alacaklı da borcundan ona ibra eder. Hassâf, zekâta şu hileyi de zikreder:

1-Malı oîmiyan bir fakirin kefeni için zekâtından vermek istese, ze­kâtı teslim şartı bulunmadığından bu olmaz. Bunun hilesi şudur: Zekâtı ölür. ün ehline verir, onlar da bunu kefen almak için sarfederler.

2- Mescid inşasına zekâtından vermek istese teslim bulunmadığın­dan zekât sa::it olmaz. Fakat zekâtı olan parayı oranın ful.ahâsına verir, or.lar da mescidin ir,şrs;na sarfederler. Haösân, ihtiyatlı hareket ederek diyor ki: Fukaraya verse onlar da camiin inşasına verseler bunda beis yok­tur. Parayı verirken: Bu cami içindir demez, bu size. zekâttır, der, olur biter.»

[6] Şems'ül Eîmme Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 232

[7] Ahmet Hassâf, Hıyel Mehâric, s. 96, Şaht tab'ı Almanya

[8] Şems'ül-Eimrae Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 216.

[9] Aynı eser.

[10] Bu, fıkıhta mudârebe denen, bir nevi şirkettir. Parayı biri verir, diğeri İş görür. Kâr aralarında malûm bir nisbette paylaşılır. Bu esnada sermaye azalırsa, sermaye sahibinin hesabmadır. Diğeri ona karışmaz.

[11] Şems'ül-Eimme Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 238.

[12] Serahsi, Mebsut, c. 30, s. 224.

[13] Ahmet Hassâf, Hıyel ve Mehâric, s. 101.

[14] Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 338. Son kısım gösteriyor ki bir kimse zahirin gayri birşey niyet ederek hâkimin önünde yemin ederse, mazlum ise günah değildir. Mazlum değilse günah olur. Çünkü başkasının hakkım kaybettirir. Mazlum ise kendisinden zulmü defetmeğe çalışır.

[15] Hassâf, Hıyel ve Mehâric s. 96.

[16] Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 240.

Mebsut sahibi böyle eliyor. Ben, Emûlî'nin Ebû Yusuf'tan rivayetinde mütereddidim, onu kabul edemem. Emâli zahir-i rivâye kuvvetinde değil­dir. Birinci derecede gelen kitaplardan da değil ki onun Ebû Yusufa nisbetinde şüphe editsin. Ebû Yusufun bir ibâdetin vücubuna mâni olmak için hîle yapacağını biz çok uaak buluyoruz. Burada ki şeye ten bili etmek

1- Zekât; hilesi, vöeûbıı men içindir, vilcubdan sonra Iskat için değil. Bunu imamlardan birisi söylememiştir.

2- Ebû Hanife'den zekatın vücubu ve şuf'a hakkım Iskat için bir hile naklolunmuş değildir. Hanlfe'nin bulduğu hileler böyle şüphe uyandı­rıcı şeyleren çok uzaktır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...