İMAM-I AZAM EBU HANİFE HAZRETLERİ BÖLÜM 27
51- Ebû Hanîfe'nin Kttab'ül-Hıyel Adlı Bir Eserî Yoktur
Ulemanın ekserisi, Ebû Hanifc'dcn bir takım fıkhı hileler, çareler naklolunduğunu söylemektedirler. Dara düşüp sıkışanlara bunlarla fetva verirmiş, onları şer'an mukarrer kaidelere uygun bir- fıkıh hükmü ile darlıktan kurtarmağa çahşırlarmiş. Menakıb kitapları, onun bu kabil darda kalanlara çıkış yolu gösteren mes'e-îelcrini naklederler. Bunların bir kısmı yemine ve nezirlere aittir, başka mevzuda olanları da vardır.
Bazıları Ebû Hanîfe'nin hilelere ait bir kitabı olduğunu iddia ederler. Güya bu kilaptaki'crlc halka şeriat ahkâmından ve fıkıh kayıtlarından kurtulmaları için yol göstermiş. Hattâ Abdullah b. Mübâıck'in şöyle dediği rivayet olunuyor:
«Her kimin nezdincle Ebû Tîanîfe'nin (Kitab’ül Hıyel) olup da onu kullanır, onunla fetva verirse; onun hücceti bâtıl olur, karısı ondan boş düşer.» Yine îbn-i Mübârek'in şöyle dediği naklolunur: «Her kim Ebû Hanîfe'nin (Kitab'ül-Hıyel)'ine bakarsa Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram etmiş olur.»
Fakat, ortada böyle bir kitap yoktur. Şimdiye kadar böyle bir kitap bulunmamıştır. Ortada kitap yok ki, onu inceleyip bu hilelerin neler olduğunu, nerelere kadar uzandığını bilelim. Bunlar bazı mezheb takdiyâtmm darlıklarını genişletmek ve din güçlük değil, kolaylık olması itibariyle kolaylık için şeriat dairesinden çıkmamak şartiyle bazı hükümler vermek suretiyle yapılmış şeyler midir? Yoksa dîne karşı gelip din ahkâmından kaçıp kurtulmak için kapı açmak ve şeriat vecîbelerini yerine getirmeyip, bu dünyada ahkâmı iskat etmek kabilinden midir?
Böyle bir kitap bulamadık. Onun için Ebû Hanîfe'nin dediği iddia olunan hileleri öğrenmek hususunda itimad edilecek bir kaynak ortada yoktur.
Böyle bir kitabın ortada bulunmaması, yukarıda da anlattığımız veçhile, Ebû Hanîfe zaten fıkha ait bir eser yazmayıp talebelerinin ondan bâzı notlar tuttuğu bir gerçek olması, bütün bunlar bize, Ebû Hanîfe'nin bu isimde bir kitap yazmadığı hükmünü verdiriyor. Bizim bu hükmümüzü takviye edici ve böyle bir kitap yazmış olduğu iddiasını çürütücü bir cihet de şudur: Kendisinden yukarıdaki sözler rivayet olunan Abdullah b. Mübarek, Ebû Hanîfe'yi hakkiyle takdir eden talebelerindendir Şam'da Ev-zâî'ye, Ebû Hanîfe'nin re'ylerini kıymetini, fıkıhtaki mevkini anlatan odur. Mekke'de Dâr'ül-Hayyâtîn'de buluşup görüşmelerini temin eden, yukarıda geçtiği gibi, aralarında münazara cereyan ederken bulunan odur. Ebû Hanîfe'ye gönülden bu kadar bağlı olan ve hattâ «ilmin sözü» diye vasıflandıran Abdullah b. Mübarek, sonradan kalkıp da: «Kim ki Ebû Hanîfe'nin Kitab'ül-Hıyel'ine bakarsa Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını haram etmiş olur.» der mi? Hayır hayır, bu olamaz. Mademki durum böyledir. Bu sözün ona nisbeti değildir. Böylelikle Ebû Hanîfe'nin (Kitab'ül-Hiyel) adlı bir eseri olduğu dâvası temelinden çöker. Çünkü bu dâvanın temeli bu rivayettir, iddia buna dayanmaktadır. Halbuki bunun boş bir iddia olduğu Abdullah b. Mübârek'in diğer sabit sözleriyle meydana çıkmış bulunuyor
52- İmam Muhammed'tn Bu İsimde Bîr Kitabı Olup Olmadığı Mes'elesî
Ebû Hanîfe'nin hilei şer'iyeye dair bir kitabı olmadığı sabit bir hakikattir. Fakat talebesi İmam Muhammed'in bu mevzuda bir kitabı olduğunu görüyoruz. Belki de bunda Hanîfe'nin halka kolaylık olsun, güçlük olmasın diye çıkardığı bazı hükümleri rivayet etmiş olabilir.
Bu kitabın îmam Muhammed'e nisbeti birinci asırdanberi etrafında şüphe uyanan bir'mes'eledir.İmam Muhammed'in talebesi bile bu kitabın ona nisbetini kabuî etmekler. Ebû Süleyman Cüzcânî bu kitabın îmam Muhammed'in olduğunu inkâr ediyor ve şöyle diyor: «Birisi İmam Muhammed Hıyel adlı bir kitap yazdı, derse onu tasdik etme, ona inanma. İnsanların elinde olanı Bağdad sahafları toplamıştır. Cahiller bunları, küçük düşürmek için bizim ulemamıza nisbet ediyorlar. Nasıl olur da imam Muhammed, eserlerinden birine böyle cahillerin işine yarayacak bir isim verebilir? Bu hiç olur mu?[1]
Ebû Süleyman, imam Muhammed'in talebesüıdendir. Üstadı imam Muhammed'in bu isimde bir kitabı olduğunu böyle şiddetle inkâr ediyor, elbette bu inkârı muteber tutulur. Fakat İmam Muhammed'in talebesinden diğer bir ikinicsi, Ebû Hafs bu kitabı üstadına nisbet eder. Onun eseri olduğunu söyler. Serahsî de bu sonuncusunu tercih edip daha doğru olan budur, diyor.[2]
Şems'ül-Eimme Serahsî'nin bu terc'hine bir muhalefetimiz yok. Fakat içimizden bir ses yükseliyor: Bizzat İmam Muhammed'in talebesinden biri bu kitabın üstadına nisbetini inkâr ediyor, onun Bağdad sahaflarının toplaması olduğunu söylüyor, vakıa diğer bir talebesi bu nisbeti kabul ediyor. Biz bu hakikati meydana çıkarmak ihtiyacını duyuyoruz.
Talebesi Ebû Süleyman, İmam Muhammed'in bu isimde bir eseri olmasını uzak buluyor. Yalnız bu kadarla iktifa etse, Ebû Süleyman bu ismi tmam Muhammed'in verdiğini inkâr ediyor, derdik. O eserde toplanan malûmatın nisbeti sahih kalabilirdi. Ebû Hafs o mes'elelerin toplandığı bu isim verilmesi münâsip olacağını düşünmüş ve bu ismi o vermiş olabilirdi. Fakat Ebû Süleyman eserin içindeki malûmatın Bağdad sahafları tarafından toplanmış şeyler olduğunu tasrih ediyor. Demek böyle bir te'life imkân kalmıyor. Bu takdirde biz de Ebû Süleyman gibi bu eserin Bağdad sahaflarının toplaması olduğunu söylüyoruz. Kitapdaki malûmatı topladılar. Bunlar kulaktan kulağa imam Muhammed'e nisbet olunmağa başladı, bu nisbetten istifade ederek onu talebesinden biri olan Ebû Hafs'a arzettiler. O da içindeki malûmatın kendisinin hocasından duyduklarına uygun olduğunu görerek bunları kabul etti ve ikrar eyledi. Böylelikle bu eser imam Muhammed'e Ebû Hafs tarafından nisbet edilmiş oldu. Bu suretle o da onun üstadından naklettikleri arasına girmiş oldu. Ancak böylelikle imam Muhammed'in iki talebesinin bu sözlerinin arasını birleştirmek kabil oluyor. Gönül buna biraz yatışıyor.
53- Îki Kitabın İncelenmesinden Çıkan Netice
İmam Muhammed'den böyle bir (Kitab'ül-Hıyel) rivayet olunuyor. Eserin ona nisbeti hakkında söylenenleri nakletmiş bulunuyoruz. Bu nisbet tercih ediliyor. Bu (Kitab'ül-Hryel) müstakil bir haU de bulunmuştur. Hâkim Şehîd bunu El-Kâfî unvanlı eserinde ihtisar etmiştir. Şems'ül-Eimme Serahsî de Mebsut'da bunu şerheylemiştir. Eserin tmam Muhammed'e nisbetinin sıhhat derecesi ne olursa olsun, ondaki malûmat Ebû Hanîfc'nin ashabı arasında geçen hilelerin nev'ilerini bize açıklamakta ve Ebû Hanîfc'nin güçlüklerden çıkmak için bulduğu yolları göstermekte olup bunları ondan talebeleri almışlar ve onların benzeri mes'eleleri onlara göre işlemişlerdir. Ah-med Hassâf'ın da böyle bir hîle kitabı naklolunmaktadır. O, İmam Muhammed'in kitabından daha geniştir. Onda daha çok mcs'eîe var-aır. O her nevi' hîle suretlerini beyan etmektedir.
Bu iki kitapta onları incelemek bize Ebû Hanîfe'nin bulduğu hilelerin = çârelerin hangi nevi'den olduğunu göstermektedir: Haram olan şeyleri helâl eden, yoksa güç olanlara kolaylık gösteren nevi' mi? Veya bunlar hukukuna ihtiyat ve şeriatte genişlik kabilinden mi, yoksa zahirî amellerle şeriatın gayesini ihmal etmeğe birer vesîle midirler? Daha umumî bir tabirle: Bu iki kitabı incelemek Ebû Hanîfe indindeki hilelerin mânasını açıklayacaktır.
54- Hîle Ne Demektîr? Îbn-T Kayyim'în Hîleyî Üç Neve Taksimi
Bu iki kitapta onları Öğrenmeğe başlamadan önce, veya daha umum bir sözle Ebû Hanîfe'den naklolunan Mirleri tanımağa girişmeden evvel, mütekaddimîn ve müteahhırin fukahâ Örfünde (hîle) kelimesinin mânasını ve nelere denildiğini beyan edelim:
îbn-i Kayyim Cevziye, fukahâmn hîle nâmını verdiği "şeyleri üç kısma ayırıyor:
1. Kısım : Haddizatında haram olan bir şeye ulaşmak için gizli yollardan gitmek, işe şeklen şer'î bir mâhiyet vermek, zahiren şer'î naslan tatbik eder görünmek, maksat haram olan o şeyi ki-lab'a uydurup işlemektir, insanların mallarını bâtıl yoldan almak için yapılan hîleler, şer'î olmiyan birşeye şer'î imiş mahiyetini verip işlenen hileler; muhallinin hülle nikâhı yapması bu kabildendir. Nikâh akdi yapılırken âkil ve baliğ olduğu halde kadının nî-kâhmi feshettirmek için velîsine izin vermediğini iddia ederek hileye sapması, akdi feshettirmek için bâyi'in akid yapılırken mala mâlik olmadığını, asıl mâlikin akde izin vermediğini iddia ede-lek hîle yapması, İbn-i Kayyim'e göre, hep bu kabildendir.
îbn-i Kayyim bu kısım hakkında şöyle diyor: «Bunlar ve bunlara benzer hilelerin büyük günah ve en çirkin haram şeylerden olduğunda bir Müslüman asla şüphe etmez. Bunlar Allah'ın diniyle oynamak, onu eğlence yerine koymaktır. Bunlar haddizatında yalan ve iftira olduklarından bizzat haramdır.. Sonra maksat ve gaye bakımından da haramdırlar: Zira bir hakkı iptal etmek mak-sadiyle yapıyorlar.»[3]
Bir halikı iptal etmek için vesile olarak kullanılan her hîle haramdır. Hattâ o vesile haddizatında helâl olsa bile, hakkı iptal ettiğinden haram olur. Bazan hilenin zâtı haramdır, çünkü yalandır, iftiradır. Fakat bir hakkı isbat, bâtılı red için ondan başta çare yoktur. Nasıl ki bir kimse üzerinde sabit bir hakkı inkâr ediyor, onu isbat edecek olan beyyinedir, şahit olacak beyyine de yok. O zaman hileye baş vurulsa, bu hîle caiz sayılır mı? Çünkü maksat helâl. Fakat vasıta haram bir şey. Gayenin meşru olması vasıtayı da meşru kılar mı? Karşı taraf bâtıla baş vurur hakkı inkâr ederken, hakkı isbat için bâtıl kullanılır mı? îbn-i Kayyım buna şöyle cevap veriyor: «Burada gaye değil, vasıta dolayısiyle günahtır, tşte bu gibi hususlar İçin şu Iladîs-i şerif söylenmiştir: , «Emaneti sana emniyet edene öde, sana hıyanet edene ren hıyanet etme.»
2. Kısım: Hîle meşrudur, onun götürdüğü netice de meşru' bir iştir. Hîle burada ondan zahiren maksud olan gayeye bir ve-sîle olarak kullanılır. Şâir'in vazettiği bütün sebepler, şer'î icapları yerine getirmeğe vasıta olan şeylerin cümlesi bu nev'e girer. Bu çerçeve dahilindeki hileler şer'î esbabı helâl kazanca vasıta yap-niakla ve onları bu güzel maksatta son gayesine kadar kullanmakla olur. Bu gayet güzel bir tedbir olup yapan medhe lâyık sayılır, zernme değil. Böyle bîr şeyle fetva veren kimse hâlis helâl olan bir şeye fetva vermiş olur. Bunlar öyle güzel şeylerdir ki, fukahâ-mn tarifine göre, bence bunlar hîleden bile sayılmamalıdır.
3. Kısım: Bir hakkı isbat etmek veya zulmü gidermek üzere bu iş için konulmamış olan mubah bir yoldan çare aramaktır. Burada vasıta mubahtır, fakat bu iş için değil, başka bir iş için mevzudur. Burada doğru maksat için ondan istifade olunmak isteniyor. Bu iş için konulmuş, fakat farkına vastlmayacak bir vasıta da olabilir. Bu kısım hîle ile bundan önceki ikinci kısım arasında' fart vardır. Onda vasıta yapılan şey zahiren maksada götüren bjr şeydir, o yola piren mahut bir yol tutmuş sayılır. Bu ki-sırnda ise vasıta başka bir şeye götürmek üzere mevzudur, veya gayet kapalıdır. O yolu tutarak mevzu olmıyan bir şeye varılır. Bunun misâli şudur: Bir kimse iki serte müddetle bir ev kiralıyor. Bu müddet zarfında mûicren ona gadrederek: tcâra vermek hakkı olmadığını veya ondan önce başkası tarafından kiralanmış bulunduğunu ileri sürerek gayri meşru' yollarla îcâra feshetmek istemesinden korkuyor. Bunun için ihtiyatla hareket ederek müstecir, kâr ettiği şey için teminat verir. îcârda bir müstahlık çıkar veya fâsid olduğu anlaşılırsa parasını ister.»[4]
55- Hanefiyye Mezhebi İmamlarından Mütekaddlmîn Hileleri Hangî Nev'idendir?
Ebû Hanîfe'ye nisbet olunan hîle nevi'lerini, ondan bu fıkıh tarzını alan ashabının buldukları çareleri doğru tanımamız için bunu bilmeliyiz. Acaba bunlar: Helâl ve haram seçmiyerek şân'ın maksadını yıkan, teşrî, etmiş olduğu ahkâmla, yaptığı tekâlifte gütmüş olduğu yüksek gayeleri bozan nevi'den mi? Yoksa şer'in gözettiği maksatları kolaylaştırmak, yoluna fıkhî kayıtlar durmaksızın şer'î haklara kolayca ulaşmak yollarını göstermek kabilinden midir? Zira bâzı ahvalde bu gayelere ulaşmak güç olur* Hileler bu halde o kayıtları, bağlan .kaldırmak kabilinden sayılır ,bazan bir mezhebin bazı fıkhî şartlarının harfiyen inceden inceye tatbiki, haksızlığı veya bazı hakların zâyî, olmasını mûcib olabilir. Halbuki İslâ-mın ridâyetine uygun olarak hukukun gerçekleşmesi lâzımdır...
Ahmet Hassâf'ın (Kitab'ül-Hıyal ve'l-Mehâric)'i ile İmam Mu-hammed'e nisbet olunan Kitâb'ül-Hiyel'i dikkatle inceleyince şu neticeye varılıyor kî, Hanefiyye mezheb imamlarının hileleri birinci nevi'den değil, ikinci nevi'dendir. Yâni yukarıda beyan ettiğimiz İbn-î Kayyim'in kaydettiği hîle kısımlarından üçüncü kısımdandır. Bunlar bir hakkı yerine getirmek veya bir zulmü defetmek için mubah bîan yolda bulunmuş çarelerdir. Bu yol o maksat için gösterilmiş değildir, fakat o maksada ulaştıncıdu.
56- Fukaha, İbâdet Mes'elelerinde Asla Hîle Yolu Göstermemişlerdir
Naklolunan bu hileleri taksime başlamazdan Önce bir mülâhazayı kaydetmek istiyoruz ki, o yukarıda belirttiğimiz cihetin doğruluğunu göstermektedir. O mülâhaza şudur: Bu iki kitaptaki hîleler arasında ibâdetler babında tek bir hîle bulamadık. Yalnız zekât hakkında bir hîle var ki, onu da zikredeceğiz. İbâdetleri, bu imamlardan naklolunan hîleler çerçevesi dışında bırakmak gösteriyor ki, onlar bu hileleriyle şer'İH maksatlarına karşı gelmek ve tekâlifin zevahirine uymak gibi bir gaye gütmediler. Çünkü ibâdetlerin esası niyettir. İbâdetler niyetlere bağlıdır. Niyeti Allah bilir. İbâdet Allah ile kulu arasındadır. Onun hesabım Allah tutar*' Allah her şeyi bilicidir; onları olduğu gibi haber verir. Ne yerde, ne gökte O'nun ilminden zerre mikdarı birşey kaçmaz. D'nun ilmi her şeyi sarmıştır, ibâdette hak olan kul ile Tanrısı arasındadır. Kulun niyetine göre ibâdetin mükâfatını verecek olan Allah'tır. Bu işe hîle karışmaz. Hicreti, Allah ve Resulü için olanın hicreti, Allah ve Resûlnnedir. Hicreti evleneceği bir kadın veya elde edeceği bir dünyalık için ise eline geçecek odur. îşte böylece ibâdetlerde niyetin dışına çıkılmaz. İbâdet niyete göredir. Bunlar hileye girmez.
Zekâta dair naklolunan tek bir hileye gelince; o da umurun en doğru olanını, yüksek maksadını araştırma nev'indedir, alelade bir hîle değildir. O da şudur: Bir kimsenin bir adama borcu olsa, alacaklı zekât vermeğe bu borçludan daha lâyıkım bulama-sa, ondaki alacağına mahsuben zekâtım ona vermek istese nasıl yapılır? Burada bâzı fıkıh şartları, onun şeriat maksadına uygun olan gayesine bir sed gibi karşı çıkıyor. Maksadı muhtaca zekât vermek, fakat fıkıh şartına göre zekâta müstahak olan fakire zekâtı teslim ederken, niyet etmek lâzımdır. Burada böyle bir niyet yok, çünkü teslim yok. Hassâf bunun hilesini, çaresini anlatıyor:
«Bir adamın bir fakirde alacak parası olsa, bu alacağına bedel o fakire zekâtını verip o parayı zekâtına mahsup etmek istese, buna ne dersin? Bu zekâta sayılmaz, dedi. Bunun yolu nasıldır? dedim. Şöyle cevap verdi: Bunun yolu şöyledir: Borçlu olan kimseye, sana olan borcu mikdarı bir para verirsin, bunu zekâttan hesap edersin, borçlu bunu aldıktan sonra borcuna mahsuben sana verirse bunda bir beis yoktur. Borçluya verdiği parayı zekâttan saymakla zekâtını ödemiş olursun. Borçlu olan kimsenin eğer or tağı varsa, yâni iki kişiye borçlu ise zekât olarak verdiği paranır yansım diğer alacaklıların almasından endişe ederse o zaman şöy le yapılır: Borçlu olan kimse alacaklıya borcu kadar bir para hi be eder, alacaklı parayı kabzettikten sonra borçluya iade eder ve bunu zekâtından sayar, zekâtım vermiş olur. Sonra onu borcun dan ibra eder, o da borcundan kurtulur, ortağı buna karış maz.»[5]
57- Hllelerîn Dört Kısım Olduğu
Bu mülâhazayı burada kaydetmekten maksadımız, Hanefiyye mezhebinin ilk imamları hile yaparken bununla bir teklifi ortadan kaldırmak, Allah'ın emrinden kaçınmak istemediklerini göstermek istiyoruz. Onlar şeriatın ahkâmını zahiren tatbik eder görünüp de içlerinden o ahkâmın meşruiyetini ve hikmetini bozacak, yüksek gayelerini saracak gi?li bir maksat ve niyet gözetmiş değildirler. Hileleri dînin ruhuna aykırı değildir.
îmam Muhammed'in ve Hassaf'ın kitaplarında naklolunan hileleri dikkâtle gözden geçirip inceleyecek olursak bu hileleri dorl nevi' altında toplamak kabildir:
1- Yemine, nezire ait olanlar; ekserisi talâk yeminleri hakkındadır.
2- Akidîcre dair sorulan suallere müftünün yol gösterir ce-vuplan. Bunlardan maksat, ileride herhangi bir hakhı zayi olmasın diye ihtiyat kabilinden işi teminat altına almaktır.Veya akid sebebiyle hor hangi bir zarara uğramaktan kaçınmaktır.
3- Âkidlcrin meşru, olan, günah sayılmıyan maksatları ile akidlerin sıhhati için fufcahânm ileri sürdükleri şartlar ve kayıt-^ lar arasını fe'lif edip onları birleştirmek.
4- Fıkıhta muharrer prensipleri korumak için kurulan bâzı kaidelerin araya girip engellediği sabit haklan elde etmek için yol göstermek ve ahkâm-i şer'iyye ile insanların oynamasını menetmek İçin çareleri bildirmek, işte fukahâ hileleri bu gibi maksatlarla ortaya çıkarmışlardır.
58- Yeminlerden Kurtulmak Îçîn Bulunan Çareler Ve Mîsâllerî
Birinci kısım yeminlere dair hileler olup bunlar pek çoktur. Bunların içinde Ebû Hanîie'den rivayeti sabit olanlar da vardır. Bu hilelerden maksat, kızgınlık haliyle yapılan yeminlerden kurtulmak için şer'î bir çare bulmaktır. Çünkü yeminde ısrar etmekle güçlük çıkar. Yeminden kurtulmak için böyle bir çare aramaktan başka yol yoktur. Zira yeminler çok defa kızgınlık hâlinde kendini tutamıyarak öfkeyle yapılır. Şöyle yapacağım, böyle yapmazsam şöyle olsun gibi galiz yeminler verir. Öfkesi geçip, aklı başına gelince yaptığına pişman olur, fakat iş işten geçmiştir. Kendi başını dara soktuğuna nedamet getirir.
Bâzan talâka yemin eder, yeminden dönerse talâk vukûbula-cak, talâka yemin dört mezheb fukahâsı arasında da muteberdir. Yeminde devam ederse karısından ayrılmak var, yemini nazarı itibare almazsa haram işlemiş olacak. İşte burada fukahânın hîle adını verdikleri çare imdada yetişiyor. Bu yeminden kurtulmak için çare bulan, yol gösteren fakıh, şeriatın her hangi bir hükmünü yıkmıyor, gayesine karşı gelmiyor. Bir adamı sıkıntıdan kurtarıyor, dili kaymış olan bir mü'minin hatasını düzeltiyor, darda kalana genişlik gösteriyor, ortadan bir güçlüğü kaldırıyor. Bu kabil hileler meşru birer çare ve müstahsen birer iştirler.
Bu hususta iki misal verelim:
1- İmam Muhammed'e nisbet olunan Kitâb'ül-Hıyeî'de şöyle deniyor: Bir adam, filân kimseden elbise satın almam, diye yemin else, sonra yemininden denmeksizin o adamdan elbise satın almak istese şöyle yapar: Bir adamı tevkil eder, vekili gidip elbiseyi alır. Bu halde yeminini bozmamış sayılır. Çünkü, alım satımda akid vekile îzafe olunur. Akid hukuku ise, müvekkile aittir. Örfe göre alım satımda akdi yapan kimse o işi yapmış sayılır. Yeminler de örfe göre tefsir olunur. Filancadan almam, diye yemin etmek: bizzat onunla akid yapmam demektir. Başkasının ondan almasına şumulü yoktur, başkası için yemin veremez; vekilin almasına yeminin şümulü yoktur.
îmam Muhammed, bu mes'elede böyle bir hal çaresi bulurken bu hilesinin yeminle oynamak ve yemin kelimelerinin tefsirinde abes yere uğraşmak kabilinden olmamasına son derece dikkat ederdi. Onun için diyor ki: Yemin eden kimse Halife, Vali gibi âdet ve örfe göre bizzat alım satımda bulunmıyan bir kimse olursa, vekile aldırdığı takdirde hânis olur, yeminini bozmuş sayılır. Çünkü kendisi ahş-verişte bulunmadığından, daha yemin ederken bu yemin vekilinin almasına şâmil olmuştur.
Harun Reşid, îmam Muhammed'e bu mes'eleyi sorduğunda:
— «Sen böyle yaparsan yemininde hânis olmuş olursun, dedi. Yâni bizzat akdi yapanlardan değilsin. Nasıl olsa vekilin alacak. Yemin doğrudan doğruya vekile gider. Vekilin almasiyle dönmüş olursun.»[6]
Bu misâlden görüyoruz ki, hîle bir işi zahir emre göre şâriin hükmü üzere kılmakla kalmıyor, onu maksuda uygun bir hâle çevirip kolaylık gösteriyor.
2- İkinci nevi' misâl: talâk yeminine ait bir çare bulmağa aittir. Bu da Ebû Hanîfe'den naklolunmaktadir: «Kendisine şu mes'ele soruldu: Bir adam kazısına: Benden hulû' istesen de ben de seni hulû' etmezsem benden üç talâkla boş ol, demiş. Karısı da gece olmazdan önce senden hulû' istersem kölelerim âzad, malım sadaka olsun, diye yemin etmiş. Bunun çaresi nedir?
Sual bu. Görülüyor ki, karı-koca söz yarışına çıkmışlar gibi. Eiri üç talâka yemin veriyor, diğeri kölelerim âzad, mallarını sadaka olsun diye yemin ediyor. Kendi ağızlariyle kendilerini böyle çep-çevre bağlıyorlar. Ya talâk vuku bulacak, yahut da köleler âzad, malları sadaka olacak. Başka yol yok. Her ikisi de onlar için güç geliyor, söylediklerine pişman oluyorlar. Ne yapmalıdır. îşte Ebû Hanîfe bu güç duruma gayet basit ve kolay bir çare buluyor. Hiç bir taraf günaha girmeksizin ve şeriatın gayesine karşı gidilmeksizin onları bu dil kayması nev'inden olan sözlerinden şöyle kurtarıyor; Kadına:
Kocandan hulû yapmasını iste, diyor. Ve kadın da kocasına hitaben:
— Senden hulû istiyorum, diyor Kadının kocasına dönerek:
— Ona şimdi şöyle cevap ver: «Seni, bana bin dirhem vermen üzere hulû' ettim, diyor.» Ve adam da böylece söylüyor.
Ebû Hanîfe bu defa kadına:
— Ona şöyle cevap ver: «Böyle hulû'u ben kabul etmem, de» Kadın da: kabul etmem diyor. Bunun üzerine Ebû Hanîfe kadına:
— Kalk kocanla birlikte git, her ikiniz de yemininizi yerine getirmiş oldunuz, diyor.[7]
Görülüyor ki, buradaki hîle, yeminde kullandıkları kelimeleri, onların maksatlarına münâfî olmaksızın söyletip tenbihte bulunmağı aşmıyor. Kadın hul'û bedelini kabul etmemekle iş hallolup gidiyor. Böylece onları güç durumdan kurtarıyor. Gazap hâlinde kendilerini tutamıyarak öfkeyle söylenen sözlerin bir aile ocağını yıkmasına mâni oluyor. Daraltıcı görüşlere meydan vermiyor.
59- Akîdlerde İhtiyat Kabilinden Olan" Hileler Ve Misâlleri
Ulemanın hîle ünvânı altında topladıklarından ikinci nevi' hî-leler akde dair olup bunlar arasında akde terettüb eden umurda ihtiyatlı hareket için âkidin akdi yaparken zikretmesi gereken, fu-kahânın beyan ettiği şartlar da vardır. Diğer taraf bunları belki ak idle oynamak ve zarar getirmek için kullanabileceğinden ihtiyat lâzımdır.
Bu kısım için de iki misâl verelim. Onlardan görülecektir ki, Hanefiyye mezhebi imamları buldukları bu hilelerle günahtan kaçınarak şeriatın ruhuna uygun hareket etmektedirler.
1- Birinci misâl îcâra ait olsun. Hanefiyye fıkhına göre îcar özürlerle fesholunur. Bu özürlerin mânâsını gayet genişlettiler. Hattâ bu kaide diğer tarafın hakkiyle oynamak ve onu zarara sokmak istiyenlerin elinde bir koz gibi kullanılmak istendi. Onun için îcâr akdi yapanlardan bâzıları, mucir özürle fesih talebinde bulunmasın diye, kendileri için ihtiyat tedbirleri düşünmüşlerdir. Zaruret olmadıkça îcârı feshetmezler.
icar yapılan hilelerden birini Kitâb'ül-Hıyel kaydeder: Icânn ilk müddetinde ücret az yapılır, son müddetlerinde
ücret arttırılır. Meselâ îcâr akdi üç sene müddetle ise birinci sene için 20, diğer iki sene için ikiyüz olarak gösterilir. Bu takdirde mucir, her hangi bir mazeret ileri sürerek îcârın feshini istemez. Meğer ki zaruri bir hal olursa, o zaman başkadır. Çünkü son senelerde îcâr bedelinin çok olması, onu müddetin sonuna kadar akdi tutmağa teşvik eder. Çünkü akdin devamında menfaati vardır. Ancak bu menfaati elden çıkarmağı göze aldıracak bir zaruret ve mûcib sebep varsa o zaman akdi bozmağa kalkışır.
Mebsut burada şunu da zikreder: Bu halde iş, Kadı tbn-i Ebî Leylâ'nın re'yini kabul eden bûzi kadılara arz ve murafaa olunur. Ona göre îcâr bedeli akid yapılırken her ne kadar muayyen müddetlere tevzî' edilmiş olsa da buna bakılmaz ücret bütün müddetlere müsavi surette tevzî' edilir. Bu halde bu hilenin faydası kalmıyor. En ihtiyatlı hareket tarzı burada şudur: îcâr iki pazarlıkla yapılır. Birinci müddete az ücret konur, ikinci müddete daha yüksek ücret konur.[8] Eğer birinci müddete îcân feshederse mucir kendisi zarar görür. Müstecir zarara uğramaz. İkinci müddette feshederse yine böyledir.
2- İkinci misâl şudur: Bir kimse diğer birine diyor ki, sen bir ev satın al, sen satın aldıktan sonra ben senden onu muayyen bir kârla satın alacağımı va'd ediyorum. Ve dolgunca bir kâr gösteriyor. Meselâ evi sen bin'e al, ben senden bin beşyüze alacağım.
Kendisine ev alması emir olunan kimsenin ev almak arzusu yok. Evi alırsa, kendisine almağı emreden adamın cayıp evi alamamasından korkuyor. Hiç lâzım değilken evin kendisinde kalması endişesi var. Bu halde ne yapmalı, kendisi için ihtiyatlı bir hîle olarak şum: söylüyorlar: Evi sahibinden satın alırken muavven bir müd-met muhayyer olmak şartiyle alır[9]. O müddet zarfında evi satmağa hakkı vardır. Eğer evi isteyen adam o müddette satın alırsa iş tamamdır. Hem evden kurtulur, hem de kâr etmiş olur. Eğer almağı emir eden adam muhayyerlik müddetinde satın almazsa beyi' feshoîunur, o da kurtulduğuna şükretsin..
îşte hilelerin ikinci nev'ileri bu kabil şeylerdir. Bunlarda şâ-riin gayelerinden birini boşa çıkarmak, bir hükmü İptal etmek, herhangi bir prensibi yıkmak asla yoktur. Bilâkis bunlarda şahsın hukukiyle ileride oynanmasın dîye tedbir almak, haklan korumak gayesi gözetilmiştir. Bunlar hakkı korumak için yol göstermektir. Fıkhın akidler hakkında ahkâmını en mükemmel bir surette tatbik etmektir. Halkın bu yollardan nasıl faydalanacaklarım beyandan ibarettir.
60- Akldlerin Maksatlarîyle Akîd Ahkâmını Birleştirmek Îçîn Yapılan Hileler
Üçüncü kısım hileler, şer'in bâzı maksatlariyle Hanefiyye Mezhebi fukahâsının tesbit ettikleri bâzı akid hükümleri arasını birIeştîrmek gayesiyle yapılanlardır. Zira fuknhâmn akicîde şart edilmesine icaz verdikleri bâzı şartlar öyle tahdit edici bir daire içindedirler ki, akidlerden birinin arzu ettiği bir hakkı içine almazlar. O hakları korumak için aralarında bir takım şartlar kararlaştırsa-lar bu defa da akid ya fâsid veya mülga olur. îşte bunun içindir ki, evvelki imamlar âkidde herhangi bir şart koşmak isteyenler için çareler gösterip hîle yolları bulmuşlardır. Bu şartlan icabına ihtiyaten riayet olunmak lâzım gelir. Buna iki misâl verelim:
1- Bir adam parasını diğer bir şahsa verip şirket voliyle iş-letmek istiyor[10]. Fakat işi yapacak olan ortağının parayı yemesinden, bir oyun yapmasından korkuyor. Parayı teslim, ederse emin sayılır, emin ise zâmin olmaz. Akidde tazmini şart koşsa bu şart sahih olmaz, akdi bozar. Şimdi bu adam iki şey arasındadır: Ya şirket kurmaz, bundan vazgeçer. Bunda ise hem kendisine, hem de diğer ortağı olacak adama zarar vardır. Çünkü ikisi de bu parayla kurulacak işin sağlayacağı menfantlardan malırum kalacaklardır. Eecr parayı teminatsız verirse malı zayi' olmak tehlikesine mâruzdur. Bu durumda ne yapmalı? Bu halde hîle yolu şöyledir diyorlar: Sermaye sahibi parayı ortağına karz = ödünç olarak verir, yalnız bir dirhemini istisna edip onu şirkete sermaye diye verir. Sonra ödünç verdiği parayla onu şirkete ortak yapar. Şirketi işletip Cenâb-ı Hakk'm ihsan edeceği kârı aralarında muayven nisbette paylaşacaklardır, işte böyle yaparlarsa sahih olur. Çünkü ödünç para alan kimse parayı kabzetmekle para sahibine zâmin olmak icabeder. Hem böylelikle işi görecek adam parayı daha dikkatle işletir, çünkü zarardan kendisi de zarar görecektir. Sermaye mik-darı farklı da olsa şirket sahihtir. Kâr ise kararlaştırdıkları şartlara göre paylaşılır. Nasıl ki Hz. Ali de şöyle buyurmuştur:
Kâr ikisinin şartlarına göredir. Noksanlık sermayeye aittir. İster ikisi çalışsın, ister biri çalışsın, hep müsavidir. Kâr, paylaşılır[11]. Şirkette sermayeyi korumak için buîunan çare budur. Fukahâya göre bu caiz birşey değildir. Çünkü şart koşmak sahih değildir.
Fakat bâzan bu ihtivac basıl olur. Bu hile hacet ve zaruret Sünnetin nassmdan alınmış bir hüküm de değildir. Bu maslahata göre içtihadı bir emirdir. Akidler arasında tazminatı şart koşmak da maslahata uygun olunca bu hîle neden caiz olmasın. Biz arzu ederdik ki, fukâha tazminat şartına cevaz versinler. Fakat onlar kaideleri ıttirad üzere yürüsün diye bu şarta cevaz vermiyorlar. Böylelikle de bu hileye başvurmak zorunda kalıyorlar.
2- İkinci misâl de sulha aittir. Bedel-i sulhu muayyen bir şahsın zâmin olması sulhta şart koşulsa, bu şart sulhu bozar. Çünkü sulh mübadeledir. Mübadele âkidlerini, âkîdlerden birinin menfaatına olan şartlar bozar. Çünkü bunda aldatma vardır. Onun için ihtiyaç zamanında buna da bir hîle bulmak zorunda kalmışlardır. Şöyle ki:
«Kefil orada hazır bulunur ve zâmin olur. Zira bu şartla sulh akdi sahih olmaz. Kefilin zâmin olup olmıyacağı bilinmez. Kefil bulunup da zâmin olunca aldanma ihtimâli ortadan kalkar. Kefil hazır olmazsa o zaman şöyle yapılır: Eğer filân zâmin olursa sulh oluyorum der ve sulh tamam olur. Yoksa aralarında sulh yapılmaz. İşte musâleha akdini böyle yaparlarsa sulh tamam olur. Zâmin olunca ortada aldanma kalmaz.»[12]
Görülüyor ki bu iki hîle, bâzı ahvalde, maslahat ve ihtiyaçla uyuşup birleşemiyen bâzı akid kayıtlarından kurtulmak için başvurulmuş çarelerdir, ihtiyat ihtiyacı bu hilelere sevk ediyor. Hem akid ittifakla yapılmış oluyor, hem de iki tarafın maslahatları gözetiliyor ve meşru' gayelerden de asla inhiraf edilmiyor.
61- Bâzı Kaidelerin Engellediği Hakların İsbatı İçîn Bulunan Çareler
Dördüncü kısım hilelere gelince bunlar, bâzı kavaid-i fikhiyyenin, sübûtunu engellediği bir hakkı ilzam için yapılan hilelerdir, îiînî ve ahlâkî hükümler, nıaksad ve gayeye tâbi olduğundan bu halde buradaki hile ve dînî ve ahlâkî fazilet emirlerine muvafıktır. Çünkü bunlar hakkı ehline ulaştırmak ve hakkı zayi' olmaktan korumak içindir. Bunlara dair üç misâl veriyoruz:
1- Sabit bir kaidedir ki, ölüm hastası olan bir kimsenin vereseden birisine borç ikrarı ancak veresenin izniyle nafiz olur. Çünkü bunda mal kaçırmak ihtimâli var. Hakikaten eşine veya mirasçılardan herhangi birine borcu varsa, bunu ancak ikrar yoliy-le isbat edebilecek, başka yol yok. Mirasçılar bu ikrara belki izin vermezler, hattâ ekseriya tenfiz etmezler. Böylece mirasçının hakkı zayi' olur, borçlu olarak ölenin de zimmetinde bu hak kalır.. Allah indinde bundan mes'uldür. Fukahânın bu fıkıh kaidesi borçlunun zimmetinin berâeti ve hakkı sahibine edâ etmesi arasına giriyor; hâli oluyor. Ya fukahâ kaidelerini bozacaklar, halbuki bu kaide mirasçılar için ihtiyaten kurulmuştur, tâ ki biri diğerinden Allah'ın taksim ettiğinden fazla miras almasın. Çünkü ölüm hastalarının böyle miras kaçırdıkları oluyor. Bu kaideyi bozmak, miras nizamını himaye için konmuş olan bu ihtiyatı altüst etmek olur. Öyle ise burada yapacak şey şudur:
Zayi' olmasından korkulan hakkı sahibine ulaştırmak, hastanın zimmetini Allah huzurunda kurtarmak ve miras nizamını korumak için bir hîle bulmak, bir çare aramak.
îşte bu hileyi Hassâf, Kitâb'ül-Hıyel ve'1-Mehâric'de şöyle anlatıyor: «Hasta olan adamın karısına yüz dinar veya daha çok borcu olsa, hakkını almak için çare şudur: Kadın güvendiği bir adamı fretirir, hasta ona borç ikrar eder ve der ki: Kanm şu adamda alacağı olan yüz dinarı kabzetmek için, beni vekil etti, o yüz dinarı şu adamdan aldım. Böylece kendi üzerine borç olan yüz dinarı ikrar etmiş olur. Bu ikrarla kadın yüz dinar kocasının malından doğrudan alamaz. Fakat kadın, hastanın bu ikrarına dayanarak o adamdan parayı ister, o adam da kadının parasını kendisinden aldığını ikrar eden hastadan ister. Çünkü o, Ölen hasta benden bu kadının olan yüz dinarı aldı ve bunu ikrar etti diyebilir. Bu borcunu da Ödemeden öldü. Şimdi kadın benden bu parayı istiyor, halbuki hen kadının olan o parayı ölen adama verdim, nasıl ki kendisi bunu böylece ikrar etti. Şimdi o borcu malından istiyorum, diye müracaat eder ve bu isteği yerine getirilir. Bu adam kendisinden yemin istenilmesinden korkarsa o zaman kadın bu adama bu yüz dinara bir elbise satar, adam borçlanmış olur, yemin ederken doğru yemin etmiş olur.»[13]
Görülüyor ki fukahânın hîle namını verdikleri bu yol, hakkı elde etmek, her iki tarafın hakkını yerine getirmek için bulunmuş güzel bir çaredir. Mirasçıların hakkını korumak ve hastanın terekesini mirasçıları arasında adaletsiz bir surette taksim etmesine mâni olmak için konmuş bir ihtiyat kaidesi, burada uygun gelmiyor ve hakkın -hak sahibine ulaşmasına hâil oluyorken onu da hîle voliyle hallediyorlar.
2- ikinci misâl şudur: Bir kadını kocası boşamış, kadının kocasından alacağı vardır, fakat şahit de yok. Adam borcunu inkâr ediyor ve yemin de ediyor,. Kadın adamdan hakkını alabilmek için ne yapmalı? Burada şöyle bir hîîe yolu var: Kadın kocasından id-det nafakası alıyor ya İşte bir fırsattır, iddetim bitmedi diye iddet müddetini uzatır, alacağına muâdil olacak kadar fazla nafaka alır, böylelikle hakkım almış olur. Hanefiyye mezhebi imamları bu hî-leyi kabul ederler.'Diyorlar ki: Kadın böyle yaparsa olur. Çünkü kadın kocasından olan hakkı cinsinden birşey eline geçirdi mi kocasının haberi olmadan da onu alabilir. Burada da öyle. Bu yolla hakkını alma çaresini bulmuş olur. Kocası ona her ne kadar iddet nafakası diye veriyorsa da o bunları alacağına mahsuben alıyor. Her ne yoldan olursa olsun kocasından borcuna mahsuben para almak kadının hakkıdır. Buna mâni yoktur. Kadı, iddetinin bitmediğine kadından yemin isterse, o da başka bir şey kastederek yemin etse olur. Çünkü o mazlum olduğundan niyetine bakılır. Başkasının iddetini kastederek iddet bitmedi diye yemin edebilir.[14]
Bundan da görülüyor ki bu hîleler hakkı elde etmek ve isbat eylemek İçindir, yoksa başkasının hakkını zayi' ettirmek için değildir.
3- Bu zikredeceğimiz misâli, menakıb kitapları ve başkaları Imâm-ı A'zam Ebü Hanîfc'den nakletmektedirler. Bu en münasip ve en rnuvafık olanı seçmek ve aile ahvaline ve aile efradı arasındaki alâkalan en güzel şekilde tanzim etmek, kabilinden bir çare bulmaktır. Hassâf anlatıyor: Ebû Hanîfe'ye şöyle bir hâdiseyi sormuşlar: iki kardeş evlenmişler ve iki kız kardeşi almışlar. Düğün gecesi yanlışlıkla kadınlar nikâhlı olmadıkları erkekle zifafa girmişler. Sabah olunca işin farkına varmışlar. Herkes mahcup olmuş. Ebû Hanîfe buna şöyle bîr hal çaresi bulmuş: îkisi de nîkâhlı oldukları kadınları boşarlar ve sonra zifafa girdikleri kadını nikâhlarlar.[15]
62- Bu Hileler Bîr Hakkı Îptal İçin Değîl Îsbatda Kolaylık İçindir
İmam Muhammed'in ve Hassâf'ın Kitâb'üî-Hıyel'indeki hileleri araştırma neticesi bulduğumuz hîle ve nevileri bunlardır. Bu misâller okuyucuya gayet açık bir surette gösteriyor ki, fukahâ bu hîlelerle fıkıh kaidelerinden herhangi bir kaideyi yıkmağa asla kas-detmiyorlar. Belki bunun aksine fıkıh kaidelerini en güzel yolda tatbiki gösteriyorlar, dar kayıtlar içinde kalanlara kolaylık buluyorlar, bâzı kaidelerin araya girip kapadığı yolları açarak hakka götürüyorlar.
Ebû Hanîfe'nin açmış olduğu bu hîle = çare bulma çığırında yürüyen Hanefiyye fukahâsı, bunu hiç bir zaman şâriin maksatlarına karşı gelmek için vasıta yapmamışlardır, böyle bir maksatları yoktur. Onlar bu yollarla o maksatların gerçekleşmesine çalışmışlardır. Yukarıda verdiğimiz misâllerden görülüyor ki, Ebû Hanîfe ve ona tâbi' olanlar, bu hileleriyle şâriin maksatlarının kolayca tahakkukunu nasıl araştırıyorlar ,onlara asla karşı durmuyorlar. Şeriat ahkâmını îslâmın gayesine uygun olarak kolaylaştırıyorlar. Çünkü din kolaylıktır, onda güçlük yoktur.
63- Şuf'a Hakkını Iskat Îçîn Hilede İhtilâf
Şuf'a hakkından mahrum etmek hususunda hîle caiz olup olmadığı hususunda imam Ebû Yusuf'la îmam Muhammed arasında ihtilâf olduğunu görüyoruz. Ebû Hanîfe'nin bu hususta görüşünü zikretmiyorlar. Biz o İki imamın görüşlerini arzedeceğiz. Onlardan da görüyoruz ki, Ebû Hanîfe'nin açtığı bu çığırda gidenler buldukları hilenin şâriin maksatından birine karşı gelmemesi için nasıl gayret sarfediyorlar, ne kadar ince arıyorlar. Yoksa Şuf'a hakkında hilenin cevazı etrafında bu ihtilâf kopmazdı.
îmam Ebû Yusuf diyor ki, şuf'a hakkını düşürmek veva arzusunu kırmak için, hak:ki fiyatı gizleyip de meydanda yüksek bir fiyat göstermek suretiyle hîle yapmakta bir beis yoktur. Yalnız
bunun suf'adan önce olması lâzımdır. îmam Muhammed'e göre ise. bu, şiddetle mekruhtur.
îmam Muhammed'in nokta-i nazarı açıfctır. Çünkü: Şuf'a hakkını bu yolda düşürmeğe çalışan kimse, Cenab-ı Hakk'm meşru kıldığı bir hakkı hükümsüz bırakmağa çalışıyor, demektir. Bu ise caiz değildir. Şuf'a hakkını düşürmeğe çalışan kimse başkasının hakkım zayi ettirmeğe çalışıyor, demektir. Halbuki o hakkı ona sâri' tanımıştır. Başkasının hakkına tecavüz etmek caiz olamaz. Sâri' şuf'a hakkını tanırken, şefi' olacak kimseden zararı defetmeği hedef tutmuştur. Şimdi onu İskata çalışan kimse, şâriin defetmek istediği zarara yol açıyor demektir. Bu ise asla caiz değildir.
Şuf'a hakkını istemeden önce şuf'ayı düşürmek için hîle yapmakta bir beis görmiyen Ebû Yusuf'un noktai nazarı ise şudur:
Şuf'a hakkını düşürmek için hîle yolu arayan kimse bunu kendinden bir zararı defetmek için yapıyor. Kişinin kendinden zararı defetmeğe çalışmasında hiç bir beis yoktur. Defettiği zarar ise rızası olmaksızın evin ondan alınmasıdır. Mülküne bir zarar geliyor. Onun men'ine çalışmak meşru' bir şeydir. Şuf'a hakkını istemeden önce şefîa gelecek zarar her vecihten ihtimalli bir zarardır. Çünkü şefî' bu müşteriden ya zarar görür veya görmiyebilîr. Zarar geleceği farzolunsa bile bu zarar ya vuku' bulur veya vuku 'bulmıynbilir. Öyle oîunca müşteriye vâki mutahakkık bir zararı defetmekte bir beis yoktur, çünkü bunun karşısında sakıt olan hak, ihtimalli bîr zarara dayanmaktadır. Bu ise kat'îdir.
64- Zekât Hîlesînde Ebü Yusuf'la Muhammed Arasındakî İhtilaf Ve Bundakt Şüphe
Mebsut sahibi Serahsî'nin naklettiğine göre zekâtın farz olmasının men için hîle Ebû Yusuf'la Muhaınmed arasında böylece ihtilaflıdır. Zekâtın farz olmasını önlemek için hîle havelân-ı havilden - sene dolmazdan önce paranın bir kısmını sadaka verip zekât nisabından düşürmek suretiyle olur. imam Ebû Yusuf buna cevaz veriyor. îmam Muhammed ise bunu menediyor. Sarahsî, Ebû Yusuf'tan naklen şöyle diyor: «Ebû Yusuf, Emâlî'de buna şöyle delil getiriyor: Bir adamın 200 dirhemi olsa, sene dolmağa bir gün kala bir dirhemini sadaka verse, bu mekruh olur mu? Bir dirhem sadaka vermesi sene olduğu zaman zekât nisabı bulunmasın da zekât lâzım gelmesin diyedir. Bunun mekruh olduğunu, günah olduğunu söyleyen bir kimse yok.»[16]
Zekâtın farz olmasına mâni olmak için Ebû Hanîfe'den hiç bir hîle naklolunmuş değildir. O büyük imamın zühd ve takvası, din hususunda meiâret! böyle ibadetle ilgili'bir mes'elede hîle aramasına mânidir. Hat.c Ebû Yusuf'a nisbet olunan bu sözün sıhhatine bizim içimiz bir türlü yatışmıyor, gönlümüz inanmak istemiyor. Zira Ebû Bekir'in (Allah ondan razı olsun) uğrunda harbettiği bir mes'elenin vâcib olmasına mâni olmak için insanlara kolaylık göstermekten biz Ebû Yusuf'u tenzih ederiz, onun dînî duygusu bunun üstündedir. Emâlî'nin bu rivayetinde bizim çok şüphemiz var. Emâlî kitapları rivayet bakımından birinci derecede gelen kaynaklardan değildir.
65- Hîle'î Şer'îyye Hakkında Garplıların Yanlış Görüşü
Ebû Hanîfe'ye nisbet olunan bâzı hileleri zikretmiş bulunuyoruz. Bunların bâzısını o kabul etmiş, onları almış
veya o yolu göstermiş ve bunlarda bir beis görmemiş olabilir, bunlar hep ihtimal dahilindedir. Ebû Yusuf'a nisbet olunan garip hilelerden birini de zikrettik ve onun hakkındaki re'yimizi de açıkladık.
Bunlara bakınca görüyoruz ki, hakikaten Ebû Hanîfe Hazretlerinden rivayet olunan tek bir hîle yoktur ki, onda şâriin maksat ve gayelerinden birine karşı gelmiş olsun. Dînin hükümlerinden birini yıkmağı kasdeden tek bir hilesi gösterilmez. Onun hileleri hep kolaylık ve genişlik göstermek kabilindendir, dînin kolaylık olduğunu beyan eder. Fakat bâzı Avrupalı bilginler hîle-i şer'iyyeden bahsederken diyorlar ki: îslâm fukahâsını hîîeye sevkeden âmil şudur: Onlar istinbat eyledikleri fıkıh ahkâmında idealist gibi hareket ediyorlardı. îdeal bir örnek vermek istiyorlardı. Fakat hayattaki işler bu ideal ile birleşmiyordu. îşte bu idealleriyle amelî hayattaki tatbikatı birleştirmek için böyle bir yol buldular ve hîlei şer'iyye meydana çıktı»
Daha sonra diyorlar ki, hile îslâmda tekıyyeye müsâsildir. Bu ise zahiren fslâmi inkârdır. Veyahut da Müslüman olmiyan bir Hükümetin işkencesinden korkarak gayri îslâraî bir yol tutmaktır. Bu, zaruret zamanı mubah olan bir şeydir. Hîle de bu kabilden sayılabilir.
Demek müsteşrikler nazarında hîle, şekil itibariyle şeriatın istediklerine uygun, fakat netice itibariyle dînin nüfuzu ve sultası dairesinden çıkmak ve ahkâmından kaçınmak gibi bir şey olur.
66- Ebü Hanîfe'nîn Arkadaşlarının Hileleri Hakkı Müdafaa İçindir
Hîlei şer'iyye hakkında Avrupalıların görüşü budur. Muteah-hırînin zahiren şeriatın emirlerine uyup hakikatta ahkâm-ı şer'iyyeden kurtulmak için icadettikleri hileler hakkında bunlar bir derece doğru olabilir. Fakat Ebû Hanîfc'den ve onun ashabından, evvelki imamlardan naklolunan hileler hakkında bunlar asla doğru olmaz. Çünkü onların hileleri hakka vusul içindir. Akidleri takyid ettikleri kayıdlarla hükümlerin şer'in gayesine uygun bir halde birleşme-smi temin maksadiyle yapılmıştır. Yoksa onlardan uzaklaşmak İçin değildir. Onlar halka kolaylık göstermek, öfkeyle yemin ederek kendilerini güç bir duruma soktukları zaman onları kurtarmak için bulunmuş çarelerdir. Başkalarının oynamasından haklarını korumak ve isbat için ihtiyat yollarını bildirerek riayeti gereken şartları göstermek içindir.
Bu büyük imamların hileleri, şâriin maksadını yıkmaz, yalnız zahiri şeriata uydurmak için değildir. Şeriatın maksatlarını, dînin ruhunu tahakkuk ettirmek, teklifleri kolaylaştırmak, güçlükleri kaldırmak içindir. Böylece gayet uygun ve iyi bîr fıkıh yolu bulundu. Akid kaideleri ve şartları kolayca tatbik edildi. Halkın ahvâlini iyi tanımak, onların maslahatlarını bilmek bu işi daha kolaylaştırmış oldu.
Bu imamlar, hilelerinde şeriatın gayesini yıkan bir şeyin asla bulunmamasına çok çalışıyorlardı. Bunun için canlı misâlini şuf'a hakkını talebden önce düşürmek için hile yapılıp yapılmıyacağı hakkında Ebû Yusuf'la Muhammed arasındaki ihtilâfta görüyoruz. İmam Muhammed bu hileye müsâade etmiyor .Ebû Yusuf -yerinde beyan ettiğimiz veçhile- bu hilede bir beis görmüyorsa da, bunun şuf'anın talebinden önce obuasını ileri sürüyor. Böylece herkesin hakkına riayet ediyor.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Şems'ûl-Eimme Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 209.
[2] Hassaf, Hiyel ve Meharic, Şaht tab'ı.
[3] İbn-i Kayyim Cevzî, Î'lm'ül-Muvakkıîn, c. III, s. 394.
[4] İbn-i Kayyim Cevzî, Î'lâm'iü-Muvakkıîn c. III, s. 394.
[5] Ahmet Haarâf, EI-Hıyel ve'1-Mehâric, s. 103, Y. Şaht tab'ı Almar ya. Bu son surete göre fakir olan borçlunun iki kimseye borcu vardır. Alacağı nisbetinde zekât verince diğer alacaklı da bu paraya ortak çıkar o da alacağı nisbetinde hisse alır. Zekât veren ise kendi alacağına mahsuben vermek istiyor. Bunun için hibe yoluna gidilir, alacaklı da borcundan ona ibra eder. Hassâf, zekâta şu hileyi de zikreder:
1-Malı oîmiyan bir fakirin kefeni için zekâtından vermek istese, zekâtı teslim şartı bulunmadığından bu olmaz. Bunun hilesi şudur: Zekâtı ölür. ün ehline verir, onlar da bunu kefen almak için sarfederler.
2- Mescid inşasına zekâtından vermek istese teslim bulunmadığından zekât sa::it olmaz. Fakat zekâtı olan parayı oranın ful.ahâsına verir, or.lar da mescidin ir,şrs;na sarfederler. Haösân, ihtiyatlı hareket ederek diyor ki: Fukaraya verse onlar da camiin inşasına verseler bunda beis yoktur. Parayı verirken: Bu cami içindir demez, bu size. zekâttır, der, olur biter.»
[6] Şems'ül Eîmme Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 232
[7] Ahmet Hassâf, Hıyel Mehâric, s. 96, Şaht tab'ı Almanya
[8] Şems'ül-Eimrae Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 216.
[9] Aynı eser.
[10] Bu, fıkıhta mudârebe denen, bir nevi şirkettir. Parayı biri verir, diğeri İş görür. Kâr aralarında malûm bir nisbette paylaşılır. Bu esnada sermaye azalırsa, sermaye sahibinin hesabmadır. Diğeri ona karışmaz.
[11] Şems'ül-Eimme Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 238.
[12] Serahsi, Mebsut, c. 30, s. 224.
[13] Ahmet Hassâf, Hıyel ve Mehâric, s. 101.
[14] Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 338. Son kısım gösteriyor ki bir kimse zahirin gayri birşey niyet ederek hâkimin önünde yemin ederse, mazlum ise günah değildir. Mazlum değilse günah olur. Çünkü başkasının hakkım kaybettirir. Mazlum ise kendisinden zulmü defetmeğe çalışır.
[15] Hassâf, Hıyel ve Mehâric s. 96.
[16] Serahsî, Mebsut, c. 30, s. 240.
Mebsut sahibi böyle eliyor. Ben, Emûlî'nin Ebû Yusuf'tan rivayetinde mütereddidim, onu kabul edemem. Emâli zahir-i rivâye kuvvetinde değildir. Birinci derecede gelen kitaplardan da değil ki onun Ebû Yusufa nisbetinde şüphe editsin. Ebû Yusufun bir ibâdetin vücubuna mâni olmak için hîle yapacağını biz çok uaak buluyoruz. Burada ki şeye ten bili etmek
1- Zekât; hilesi, vöeûbıı men içindir, vilcubdan sonra Iskat için değil. Bunu imamlardan birisi söylememiştir.
2- Ebû Hanife'den zekatın vücubu ve şuf'a hakkım Iskat için bir hile naklolunmuş değildir. Hanlfe'nin bulduğu hileler böyle şüphe uyandırıcı şeyleren çok uzaktır.