30 Ocak 2014

FANATİK LİDERLER NEREDEN GELİRLER..?


FANATİK LİDERLER NEREDEN GELİRLER..?

Çoğunlukla yapı­cı olmayan söz ustaları saflarından gelirler.Söz ustaları arasındaki en önemli ayrım, yapıcı uğraşılarında tatmin bulanlarla bulamayanlar arasındaki ayrımdır. Mevcut dü­zeni ne kadar acı bir dille eleştirirse eleştirsin yapıcı olan söz ustası gerçekte “şimdi” ye bağlı bir kişidir. Onun ih­tirası yıkmak değil, düzeltmektir. Kitle hareketi tama­men onun tutumuna bağlı kaldığı zaman o, kitle hareke­tini yumuşak bir harekete çevirir. Onun ortaya koyduğu reformlar yüzeydedir ve hayat sert değişikliklere uğra­madan akışına devam eder. Fakat böyle bir gelişme, ya eski yönetimin mücadele etmeksizin kendi kendine ikti­dardan çekilmesi veya söz ustalarının, keşmekeş patlak verme eğilimi gösterdiği zaman, güçlü eylem adamlarıy­la anlaşmaya varması sonucu kitlelerin anarşik hareke­te geçmesiyle mümkün olabilir. Eski düzenle mücade­le sert ve keşmekeş içinde olduğu ve zaferin ancak en üst seviyede beraberlik ve fedakârlıkla kazanılabilece­ği zaman, yapıcı söz ustası genellikle bir kenara itilir ve hareketin yönetimi, yapıcı olmayan söz ustalarının yani,“topluma hiçbir zaman uyamayan ve şimdiki zamanı aşı­rı derecede hor görenlerin” eline geçer.
Marat, Robespierre, Lenin, Mussolini ve Hitler,yapı­cı olmayan söz ustaları saflarından gelen aşırı kişilerin iyi tanınan örneklerindendir. Peter Viereck, ileri gelen Nazilerden çoğunun edebiyat ve diğer sanat kollarında eser verme ihtirasında olduklarını fakat bunu gerçekleştireme­diklerine değinmektedir. 
Hitler ressam ve mimar olmak istemişti; Göebbels senaryo, roman ve şiir yazmak iste­mişti; Rosenberg mimar ve filozof olmak istemişti; Von Schiroch, şair ve Futık müzisyeni; Streicher, ressam olma­yı istemişti. Onların edebiyat ve diğer sanat alanlarındaki ihtirasları “başlangıçta siyasi ihtiraslarından çok daha de­rin ve onların kişiliklerinin bölünmez bir parçasıydı”
Yapıcı bir söz ustası, aktif bir kitle hareketi içinde kendini rahatsız hisseder. Kitle hareketinin hızlı dönen çarkları ve ihtirasları onun yaratıcı enerjisini kırar. Bir kitle hareketinin öncülüğünü söz ustaları, gerçekleştirilmesini fanatikler ve toparlanmasını da eylem adamları yaparlar. O, kendi yeteneğinin farkında olduğu sürece, milyonlara rehber­lik etmekte ve zaferler kazanmakta bir tatmin bulmaz. Bu yüzden, kitle hareketi bir defa yürümeye başladığında o ya kendi isteğiyle bir kenara çekilir ya da bir kenara itilir.Bundan başka, dürüst bir söz ustası kendi içindeki eleş­tirme yeteneğini uzun zaman içine bastıramayacağı için, hain durumuna düşmesi kaçınılmaz olur. Olası sonuç ya sürgüne gönderilmek ya da kurşuna dizilmektir.
İnsan kişiliğinde değişiklik olması elbette ki müm­kündür. Bir söz ustası, gerçek bir fanatiğe, veya ideal bir eylem adamına dönebilir. Fakat böyle başkalaşmala­rın genellikle geçici olduğu ve er geç yeniden başlangıç­taki tipe dönüldüğü konusunda örnekler vardır. Troçki temel itibariyle bir söz ustası ve parlak zekâlı bir birey­ci idi. Bir imparatorluğun dehşetli çöküşü ve Lenin’in ik­tidar azmi onu fanatikler kampına çekmiştir. İç savaşlar sırasında Troçki bir örgütçü ve general olarak eşsiz yete­nek göstermişti.Fakat iç savaşın sonunda gerginlik or­tadan kalkar kalkmaz, o tekrar, merhametsizlikten uzak bir söz ustası oldu ve fanatik Stalin tarafından bir kena­ra itilmeye karşı koymadı.
İngilizlerin Filistin’deki başarısızlıkları da, tipik İngi­liz sömürge yöneticileriyle söz ustaları arasındaki dostça ilişkilerin yokluğundan ileri gelmişti. Gerek Bolşevik gerekse Nazi rejimlerinde devletle söz ustaları arasında tarihi önemde ilişkiler bulunduğu­na dair deliller vardır. Rusya’da okur-yazarlar, sanatçı­lar ve aydınlar iktidar sınıfının imtiyazlarına ortak edil­mektedir. Bunların hepsi üstün birer devlet memurudur. Hitler örneğinde de, bütün kültür sahibi olma imkânla­rının Hitler’in hayalindeki dünya imparatorluğunu yöne­tecek elit sınıfın tekelinde bulunması ve avam halkın an­cak okuyup yazabilecek kadar eğitim görmesi şeklinde şeytani planlar mevcuttu.

Fanatik kişilerinde sükûnete erememeleri, bir kitle ha­reketinin gelişmesi üzerinde tehlike oluşturur.

Zafer ka­zanıldığı ve yeni düzen şekillenmeye başladığı zaman fa­natik kişi, bir gerginlik ve bozuculuk elemanı olmaya başlar. O, henüz keşfedilmemiş gizli kapıları meydana çıkartma hevesi içindedir ve aşırı şeyler aramaya devam eder. Böylece, zaferin eşiğinde birçok kitle hareketi boz­guncuların baskısı altına girmiş olur. Daha dün dış düş­mana karşı bir ölüm-kalım savaşı için harcanan çaba bu defa kendi içindeki anlaşmazlık kavgalarıyla yitirilir. Bir­birlerine karşı duydukları nefret bir alışkanlık haline ge­lir. Artık yok edilecek dış düşmanlar kalmayınca fanatik kişiler kendi içlerinden düşmanlar oluştururlar. Kendisi de bir fanatik olan Hitler, Nasyonal Sosyalist safları için­de kendisine suikast hazırlayan fanatik kişileri yanılmaz bir şekilde teşhis edebilmişti. 1934’ün Röhn temizleme hareketinden sonra SA’ya tayin edilen yeni şefe gönder­diği yazılı emirde, uslanmayan kişilere değinerek şöyle demişti:
“…Onlar farkında olmayarak inançlarının en yüksek ifadesini hiçlikte buldular… Onların huzursuz­luk duyguları, yalnız fesatlık kurmakla ve yapılan işleri bozmak için devamlı planlar yapmakla tatmin olabilir.”
Fanatik dindarın karşıtı dinsizlikte fanatik olan değil, Tanrı’nın varlığı veya yokluğunu umursamayan alaycı ki­şidir. Dinsiz kişi, inanç sahibi kişidir; dinsizlik onun için bir dindir. Aynı şekilde, fanatik vatanseverin karşıtı vatan haini değil, şimdiki düzeni seven ve kahramanlık gösterip şehitlik derecesine ulaşmaktan hoşlanmayan dengeli va­tandaştır. Vatan haini, genellikle, nefret ettiği dünyasının bir an önce yıkılması için düşmanla işbirliği yapan fanatik insandır (radikal veya gerici olabilir). İkinci Dünya Sava­şı sırasında vatan hainliği yapanların çoğu aşın sağcılardı. Harold Ettlinger’e göre: “Terörist fanatik milliyetçilik ile vatan hainliği arasında çok kısa bir mesafe vardır.” Hitler devrini yaşayanların bildiği gibi, gericiler ile radikaller arasındaki ortak yönler, bun­ların liberallerle veya muhafazakârlarla olan ortak yönle­rinden çok daha fazladır. Eğer tutucu kişiler kendi hallerine bırakılırsa, bir kit­le hareketini temelinden sarsacak şekilde hiziplerle ve sapkınlıklarla bölebilirler. Fanatik kişiler, muhalefet tohumlarını geliştirmeseler bile, kitle hareketini, imkânsız girişimlere sürüklemek yoluyla da yıkabilirler. Kitle ha­reketinin zaferleri, ancak tecrübeli bir eylem adamının sahneye çıkmasıyla kurtarılabilir.

Aynı kişi veya kişiler (veya aynı tip kişilik) bir kitle hareketini başından itibaren olgunluk devresi­ne kadar yönetirse, o kitle hareketi başarısızlık felaketiy­le sonuçlanabilir.

İman sahibi kişilere, mantıklarıyla değil, kalpleriy­le mutlak gerçeği aramaları telkin edilir. Rudolph Hess, 1934’te Nazi Partisi önünde yemin ederken dinleyenle­re şöyle bir öğütte bulunmuştu:“Adolph Hitler’i aklınız ile araştırmayın; hepiniz onu kalplerinizin gücüyle bula­caksınız.” Bir kitle hareketi kendi öğretisini haklı kılma­ya ve akla hitap eder duruma getirmeye başladığı zaman, bu onun dinamik aşamasının bitmiş olduğunun bir işare­tidir; bu durumda onun başlıca amacı bir denge kurmak­tır. Çünkü bir reji­min dengesi için aydın kişilerin taraftarlığı gereklidir ve kitlelerin fedakârlığını teşvik yerine, aydınlan kazanmak amacıyladır ki bir öğreti akla hitap eder duruma gelir.
Hitler, Alman Komünistlerine müstakbel Nasyonal Sosyalistler olarak bakmıştır ve: “Orta sınıf Sosyal Demokratlar ve sendika patronları arasından hiçbir zaman bir Nasyonal Sosyalist çıkmayacaktır fakat komünistler arasından dai­ma çıkacaktır,”demiştir. Yüzbaşı Rohm, en kızıl komü­nisti dört haftada parlak bir nasyonal sosyaliste çevirebileceğini söylemekle övünmüştür. Diğer taraftan Karl Radek, kahverengi gömlekli Nazilere müstakbel komü­nist adayları olarak bakmıştır.
Zamanımızın başarı sağlamış kitle hareketi liderleri­nin çoğu tarafından geliştirilen ham fikirler karşısında, insan ister istemez, belirli bir hantallıkta ve olgunlaşma­mış fikirlerin, liderlik için bir değer olduğu düşüncesi­ne kapılıyor. Bununla birlikte, bir Hitler’e veya bir Aimee Mc Pherson’a taraftarlar kazandıran, entelektüel hamlıkları değil, bu liderlerin kendilerine olan sınırsız güvenleriydi.Kendi aklının yolunu takip etme cesareti­ni gösterecek, gerçekten zeki bir lider, aynı derecede ba­şarı imkânına sahip olurdu. Kitle hareketi liderliğinde fi­kir kalitesinin büyük bir rol oynamadığı görülmektedir. Önemli olan, kibirli, hatta küstahça davranmak, başka­larının fikirlerini tamamen önemsiz saymak ve dünyaya toptan meydan okumaktır.
Stalin’in kendisi, fanatik tarafı galip gelmekle bera­ber, hem bir eylem adamı hem de bir fanatikti. Kulak halkının ve onların çocuklarının yok edilmesi, büyük te­mizlik hareketi, Hitler ile yaptığı anlaşma, yazarların, sa­natçıların ve bilim adamlarının işlerine yersiz müdahale­leri gibi korkunç hataları ancak bir fanatiğin yapabileceği hatalardı. Stalin gibi bir aşırı, iktidardayken Rusların ha­yatın zevklerini tatmaları için çok az imkân vardı. Hitler de temel itibariyle bir fanatikti ve onun fana­tikliği, bir eylem adamı olarak elde ettiği başarılarını çü­rütmüştür. Bu rollerin birbirinin ardından gelen başka başka ki­şiler tarafından oynanması, genellikle bir kitle hareke­tinin dayanıklılığı için yararlıdır ve belki de gerekli bir önkoşuldur.
FAŞİST VE NAZİ HAREKETLERİ SÜRESİNCE Lİ­DER DEĞİŞİKLİKLERİ OLMAMIŞA VE HER İKİ HAREKETTE FELAKETLE SONUÇLANDI. 
Hitler’in fanatikliği, yani uslanarak pratik bir eylem adamı rolü oynamaktaki yeteneksizliği, onun ha­reketini harabeye çevirmiştir. Eğer Hitler 1930’ların or­tasında ölseydi; Georing tipindeki bir eylem adamının liderlik durumuna geçmeyi başaracağı ve hareketi yaşatacağı hemen hemen şüphesizdi.
Elbette, Lincoln, Gandhi hatta F.D. Roosevelt, Churchill ve Nehru gibi nadir liderler de vardır. Bu li­derler, insanların güçlü isteklerini ve korkularını kaynaş­mış bir kitle yaratacak şekilde kullanmaktan ve o kay­naşmış kitleyi kutsal bir amaç uğruna ölümü göze alacak derecede gayretli taraftarlar haline getirmekten çekin­mezler. Fakat bir Hitler ve bir Stalin’in aksine, hatta bir Luther ve bir Calvin’in aksine hayal kırıldığına uğramış kişilerin kalbindeki zehri yeni bir dünyanın harcı olarak kullanma hevesine kapılmazlar. Bu nadir liderlerin ben­liklerine olan güvenleri, insanlığa olan inançlarından gel­mektedir, çünkü bilmektedirler ki insanlığın şerefini ta­nımayanlar, şeref kazanamazlar.

Kitle Hareketine Katılma

Almanya’nın yakın tarihi de, birlik ve beraberlik ha­lindeki kapalı topluluk ile bir kitle hareketinin çağrısına uyma derecesi arasındaki yakın ilişkiyi gösteren ilgi çeki­ci bir örnektir. Wilhelm Almanyası’nda gerçek bir dev­rimci hareketin doğması ihtimal dâhilinde değildi. Al­manlar, merkeziyetçi ve otoriter Kayzer rejimi ile tatmin oluyorlardı ve hatta Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgi bile bu rejime duydukları sempatiyi yıkmamıştır. 1918 devrimi, halkın çok az desteklediği yapay bir hareketti. Bunun ardından gelen Weimar Anayasası’nın uygulan­dığı yıllar, Almanların çoğunluğu için bir huzursuzluk ve hayal kırıldığı devri olmuştur. Yukarıdan gelen emir­lere itaat etmeye ve otoriteye saygı göstermeye alışmış olan Almanlar gevşek demokratik düzen karşısında şaş­kına dönmüşler ve kendilerini keşmekeş içinde bulmuş­lardı. “Yönetime katılmak, bir partiyi desteklemek ve si­yasi sorunlarda karar vermek mecburiyeti” onlarda şok etkisi yaratmıştı. Bu durumda, değil Kayzer rejimi hat­ta ondan da bağımsız, daha mücadeleci, daha şanlı yeni bir birliğin hasretini duymaya başladılar ve Üçüncü Reich onların hasretini çektiği bu şeyleri fazlasıyla verdi. Hitler’in totaliter rejiminin, bir defa yerleştikten son­ra bir kitle isyanıyla karşılaşma tehlikesi hiç yoktu.
Nazi hiyerarşisi bütün sorumlulukları yüklendiği ve kararları kendisi verdiği sürece halkın ayaklanmasına dair en kü­çük bir ihtimal dahi yoktu. Eğer Nazi disiplini ve otori­ter idaresi gevşemiş olsaydı o zaman tehlikeli bir nokta­ya varılmış olurdu.
De Tocqueville’in bir baskı hükümeti için söyledikleri bütün totaliter rejimler için de doğru­dur:
“BASKI HÜKÜMETLERİ İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKE, BİR RE­FORM HAREKETİNE GİRİŞTİKLERİ VEYA ÖZGÜRLÜK EĞİLİMLERİ GÖS­TERMEYE BAŞLADIKLARI ZAMANDIR.”
Etkili liderlikte bir dereceye kadar şarlatanlık gerek­lidir. Gerçekleri kasten yanlış aksettirmeksizin bir kit­le hareketi oluşturmak imkânsızdır. Elle tutulur cinsten menfaatler, bir taraftar grubunda ölümü göze alacak de­recede bağlılık yaratamaz. Lider, pratik ve gerçekçi ol­mak zorundadır, fakat buna rağmen konuşmalarında bir hayalci ve idealistin dilini kullanmalıdır.
Büyük kitle hareketi liderliğinde, yaratıcılık yetene­ğine sahip olmak mutlak gerekli değildir. Başarılı kit­le hareketi liderinin en göze çarpan özelliklerinden biri­si onların gerek dost gerekse düşmanı, gerek geçmişteki gerekse şimdiki örnek kişileri kolayca taklit edebilmele­ridir. Belki de kahramanlığın anahtarı, büyük bir taklit edebilme yeteneğinden gelmektedir; diğer bir deyimle bildiği bir kahraman modele uyarlamaktadır.
Bir ekonomik kriz nedeniyle veya yenilgiyle sonuçla­nan bir savaştan dolayı meşguliyet kapıları iyice kapandı­ğı takdirde, hayal kırıklığı tehlikesi elbette ki her zaman olacaktır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da patlak veren durumun nedenlerinden biri, meşguliyet imkânlarıyla övünen bir halkın hareketsiz kalmaya zor­lanmış olmasıdır. Hitler onlara bir kitle hareketi verdi. Ve daha önemlisi, onların önüne sınırsız şekilde ateşli-ve gösterişti meşguliyet imkânları serdi. Bu nedenle Alman halkının Hitler’i bir kurtarıcı olarak selamlamasına hay­ret edilmemelidir.
İnsanlar kitle hareketlerine katılmaya hazır duruma geldikleri zaman, sadece belirli bir öğretisi veya progra­mı olan bir harekete değil, genellikle etkili olan herhan­gi bir harekete katılabilecek duruma gelmişler demek­tir. Hitler öncesi Almanya’da gençler Komünist partiye mi yoksa Nazi partisine mi katılacaklarına karar vermek için çoğu zaman yazı-tura atmak durumunda kalmışlar­dır. Çarlık Rusyası’nın son sıkışık devresinde Yahudi hal­kı ya Siyonizme ya da Komünist devrime katılmaya hazır durumdaydı. Bir ailenin bazı üyeleri devrimcilere, bazı­ları da Siyonistlere katılıyorlardı. Dr. Hayim Weizmann, annesinin şöyle söylediğinden bahseder: “Her ne olur­sa olsun, sonuç benim için iyidir. Eğer Samuel (devrim­ci oğul) haklıysa Rusya’da hepimiz mutlu yaşayacağız ve eğer Hayim (Siyonist oğul) haklıysa, o zaman Filistin’e gidip orada yerleşeceğiz.”
Sağlam bir kolektif topluluğun, kitle hareketlerinden gelecek tehlikelerden etkilenmeyeceği ve bunun aksine, çöküntü halindeki kolektif bir topluluğun ise kitle hareketlerinin doğuşu ve gelişmesi için en elverişli ortam ol­duğu varsayımının diğer bir örneği de, kolektif bir toplu­luk olarak tanıdığımız ordu ile kitle hareketleri arasındaki ilişkilerde bulunur. Ordudan yeni terhis edilmiş bir kişi, ideal bir potansiyel taraftardır ve bu tip kişileri çağımız­daki bütün kitle hareketlerinin ilk taraftarları arasında görürüz. Bu kişi kendini yalnız kalmış ve sivil hayatın rekabeti içinde kaybolmuş hisseder. Bağımsız kişiliğin­deki sorumluluklar ve güvensizlik bütün ağırlığı ile onun omuzlarına çöker. Bu kişi, güvenliğin, arkadaş samimi­yetinin ve kişisel sorumluluktan kurtulmanın hasretine kapılır ve etrafındaki özgür toplumun rekabetinden ta­mamen değişik bir düzenin hayalini kurmaya başlar ve bütün bu aradıklarını, doğmakta olan bir kitle hareketi­nin kardeşlik ve yeni yaşam vaatleri içinde bulur.
Almanya’da Nasyonal Sosyalist hareket, 1920’lerde gelişmeye başlayan diğer bütün halk hareketlerinin üze­rinde başarı sağlamıştır, çünkü Hitler, gelişmekte olan bir kitle hareketinde kolektif birliği güçlendirme propa­gandasının sınırsız bir yoğunlukla yapılmasında sakınca bulunmadığım kavramıştı. Hitler, hayal kırıklığına uğramışların en büyük açlığının “bir yere ait olma” arzusu olduğunu biliyordu ve bu arzuyu tatmin için bu kişiler arasındaki bağlayıcı etkenler ne kadar çok arttırılırsa artırılsın, yine de aşırı sayılamayacağını anlamıştı.
Kitle hareketlerinin doğuşunda evde kalmış kızların ve orta yaşını geçmiş kadınların büyük rolü olmuştur. Hatta Nazi hareketinin ilk gelişmesinde bazı kadınların büyük rol oynadığını görürüz.Kadınlar için evlenmek, bir kitle hareketine katıl­maya benzer imkânlar yaratır, yani onlara hayatta yeni bir amaç, yeni bir gelecek ve yeni bir isim (kimlik) verir. Evde kalmış kızlarla artık evlilikte bir neşe ve tatmin bu­lamayan kadınların can sıkıntısı, kısırlaşmış ve bozulmuş bir hayatın bunlara kendini hissettirmeye başlamasından doğar. Kutsal bir amaca sarılmak ve enerjilerini bu ama­cın başarısına adamak yoluyla bu kişiler, amaç ve anlam taşıyan yeni bir hayat bulurlar.
Hitler, “macera arayan, boş hayatlarından bıkmış ve artık aşkın tadım çıkaramaz olmuş sosyete kadınlarından” tam anlamıyla yararlan­masını bilmiştir. Bazı büyük sanayicilerin karıları, daha kocaları Hitler’in ismini duymadan önce onu malî yön­den desteklemişlerdi.” İş adamlarının bunalım içindeki eşleri tarafından Büyük Fransız Devriminden önce oy­nanan buna benzer bir rolden Miriam Beard şöyle bah­seder: “Bunlar can sıkıntısından harap olmuşlar ve boş hayallerin pençesine düşmüşlerdi. Yenilik taraftarlarını gönülden alkışladılar.”
Bir de şu konu vardır: kendi özümüzü reddedip ka­palı bir topluluğun bir parçası haline geldiğimiz zaman sadece kişisel menfaatimizi reddetmiş olmayız, aynı za­manda kişisel sorumluluktan da sıyrılmış oluruz. Bir ki­şinin tek başına karar vermede duyduğu tereddütlerden, korkulardan ve şüphelerden kurtarıldığı zaman, zalim­likte ve gaddarlıkta ne kadar aşın noktalara gideceği belli olmaz. Bir kitle hareketinin tek vücut yapısı içinde kişisel bağımsızlığımızı kaybettiğimiz zaman yeni bir özgürlüğe kavuşuruz: Bu, hiç utanmadan ve vicdan azabı çekme­den, nefret etme, yalan söyleme, işkence yapma, adam öldürme ve ihanet etme özgürlüğüdür. Bir kitle hareke­tinin çekiciliği kısmen bu gerçekte yatmaktadır. Orada biz, “başkalarının namusunu lekeleme hakkı” buluruz ki bunun, Dostoyevski’ye göre büyüleyici bir cazibesi var­dır. Hitler, bireyci kişinin acımasız davranışlarını, aşağı­lık davranışlar olarak görüyor ve şöyle diyordu: “Kutsal bir inanca dayanmayan acımasız davranışlar, dengeden ve kararlılıktan yoksundur.”

Nefret Oluşturma ve Düşman Belirleme

Zulme uğrayan kişilerin, hemen hemen her zaman, kendilerine zulmedenlere benzediklerini görmek hay­ret vericidir. “Kötü insanlar kötü insanları yaratır,” sözü, kısmen şu gerçeğe dayanmaktadır: kötüden nefret eden kişiler, kendilerini o kötüye benzetirler ve böylece, kö­tülük devam eder. Bu durumda fanatiklerin hem kendi­lerine benzetme hem de karşıt duruma getirme yoluyla dünyaya kendi benzerlerini yaydıkları açıkça görülmek­tedir. Fanatik Hıristiyanlık eski devirlerde, hem taraftar­lar kazanmak hem de yeni bir gaddarlık örneği vermek yoluyla kendini devam ettirmiştir. Hitler, hem Nazizmi geliştirerek hem de demokrasileri hoşgörüsüz ve insaf­sız olmaya zorlayarak kendini dünyaya kabul ettirdi. Ko­münist Rusya, hem taraftarlarına hem de düşmanlarına kendi şeklini aşılamaktadır.
Hitler, Yahudileri “düşman” olarak seçtiği zaman, Almanya’nın dışında bütün ülkeleri Yahudilerin veya onlara hizmet edenlerin istilasına uğramış olarak gösterdi. Hitler, “İngiltere’nin, Fransa’nın, Ame­rika’nın arkasında İsrail vardır” diye demeç vermişti. Stalin de düşmanını seçerken tek Tanrı prensibine uy­gun hareket etmiştir. Bu düşman önceki faşizm, sonra­dan da Amerikan plütokrasisi olmuştur.
Böylece, “nefret” her ne kadar bir topluluğun kendi­ni savunması için kolayca kullanılacak bir araçsa da, so­nunda bu o topluluk için pahalıya mal olur; çünkü sa­vunmasını yapmış olduğumuz değerlerin birçoğunu böylelikle kaybetmiş oluruz.
Nefret, sadece bir birleşme aracı değildir, aynı zamanda birleşmenin bir sonucudur. Renan, dün­ya kurulduğundan bu yana merhametli bir millet bulun­duğunu hiç kimsenin duymadığım söylemiştir. Buna ek olarak, merhametli bir kilise veya merhametli bir dev­rim partisi bulunduğunun duyulmadığı da söylenebilir. Bencillikten doğan nefret ve zalimlik, benliğini teslim et­mekten doğan nefret ve zalimliğin yanında hafif kalır.
Hitler’in, muhaliflerinin umudunu yok etmesini bilmiş olması onun korkunç gücünün önemli bir özelli­ğiydi. Bin sene yaşayacak olan yeni bir düzen kurmakta olduğuna dair fanatik inancını Hitler hem taraftarlarına hem de muhaliflerine iyice duyurmuştu. Böylece, taraf­tarları, Üçüncü Reich uğruna çarpışmakla ölümsüzlüğe hak kazanmış oldukları duygusuna kapılıyorlar, muha­lifleri ise, Hitler’in yeni düzenine karşı gelmenin kadere karşı gelmek olduğunu düşünüyorlardı.
Hitler Avrupası’nda yok edilmeye boyun eğmiş Yahudilerin, Filistin’e getirildikleri zaman cesaretle çarpış­mış olmaları ilgi çekici bir olaydır. Her ne kadar onların Filistin’de çarpışmaktan başka çareleri olmadığı (yani ya çarpışacakları veya Araplar tarafından boğazlanacakları) söylenmektedir. Filistin’de onlar gerçekten, henüz ol­mayan şehirleri imar etmek ve henüz olmayan bahçeleri meydana getirmek için çarpıştılar ve öldüler.
Nefretin derinliğinde beğenmek gibi ters bir akıntı­nın varlığı, nefret ettiğimiz kişileri taklit etme eğitimimizle kendini gösterir. Böylece, her kitle hareketi zamanla kendini nefret ettiği özel düşmanına benzer duruma ge­tirir. Fransa’da Jakobenler, zulmüne karşı ayaklandıkları yönetimin bütün kötülüklerini kendileri de tekrar etmiş­lerdir. Sovyet Rusya, tekelci kapitalizmin en katıksızını ve büyüğünü gerçekleştirmektedir. Hitler, Sion’un akıl­lı adamlarının mazbatalarını kendine rehber olarak almış ve onları “en küçük ayrıntısına dek” takip etmiştir.
Yahudilerin imha edilmesini arzu edip etmediği sorul­duğu zaman Hitler şöyle cevap vermişti: “Hayır… İmha edersek onları yeniden yaratmamız gerekecektir. Sadece ismen değil, cismen mevcut bir düşmanımızın bulunması esastır.” F. A. Voigt, 1932’de Nasyonal Sosyalist hareke­tini incelemek üzere Berlin’e gelmiş bir Japon heyetinden bahseder. Yoigt heyetin bir üyesine hareket hakkında ne düşündüğünü sorduğu zaman aldığı cevap şöyle olmuş­tur:“Hareket fevkaladedir. Buna benzer bir hareketi, biz de Japonya’da yapmak isterdik fakat maalesef Japonya’da Yahudiler yok.” Bir kitle hareketini fiiliyata götüren veya genişleten liderlerin yetenekleri ve kurnazlıkları sadece seçtikleri öğreti ve programla değil, seçtikleri düşman­la da kendilerini göstermektedir.
Kremlin’in teorisyenleri, demokratik Batı’yı ve özellikle Amerika’yı düşmanları olarak seçmek için İkinci Dünya Savaşı namlularının so­ğumasını büyük bir sabırsızlıkla beklediler. Amerika’nın yapacağı herhangi bir iyi niyet jestinin veya herhangi bir fedakârlığın, Kremlin’den Amerika aleyhine çıkmakta olan iftira zehrini azaltacağı şüphelidir.

Bazı Sonuçları

Birlikte hareket ve fedakârlığa hazır olmak, bir kitle hareketi olayıdır. Normal zamanlarda demokratik bir ulus az çok özgür bireyler­den meydana gelen kurumsallaşmış bir birliktir. Ulusun varlığı tehdit altına girdiği ve halkının azami bir fedakâr­lık ruhu içinde birleşmesi gerektiği zaman demokratik ulus, kendini devrim partisine benzeyen bir duruma ge­tirir.
Kutsallaştırma diyebileceğimiz bu işlem genellikle güç ve yavaş olursa da derin değişiklikleri gerektirmez. Nazilerin kendi ifadelerine göre Almanlar 1920’lerde çökmüş insanlar, 1930’larda ise gerçek anlamda mert in­sanlar olmuşlardır. Milyonlarca insan da böylesine biyo­lojik ve hatta kültürel değişiklik yaratmak için on yıl gibi bir zaman elbette ki çok kısadır. Buna rağmen, on yıllık bir Hitler döneminde çabu­cak bir kitle hareketi yaratabilme yeteneği, bir ulus için hayati önem taşımaktadır. Bir ulusun potansiyel kahramanlığı, o ulusun isteklerinin bir deposu gibidir. Heraclitus’un söy­lemiş olduğu “insanların bütün isteklerine kavuşmuş olmaları, onlar için iyi bir şey değildir” sözü, bireyler için olduğu kadar, uluslar için de doğrudur.
Bir ulusun şid­detli arzuları sona ererse veya bir ulusun arzulan somut ve sınırlı bir ideale yönelirse, onun kahramanlık potan­siyeli azalır. Ancak; devamlı bir ilerlemeye bağlanmış bir amaç, devamlı olarak tatmin edilse dahi, bir ulusun potansiyel kahramanlığını azalmadan devam ettirilebilir. Bu amacın mutlaka yüce bir amaç olması gerekmez. Hayat standardının devamlı yükselmemesinin kaba bir amaç olarak alınması, Amerikan ulusunu, oldukça kahraman bir ulus olarak devam ettirmiştir. Ve tuhaftır ki dünya; bu ruh hastalığına yakalanmakla, toplumları ve ulusları ölümden diriliğe geçiren doğaüstü bir araç kazanmış oldu.
Not: Yazının muhtevası aşağıdaki kitaptan alınmıştır.
Kaynak:
Eric Hoffer/ THE TRUE BELIEVER-
(Kesin İnançlılar / Gerçek İnananlar/Müminler)-
trc: ERKIL GÜNUR, Tur Yayınları; 1978, 
(Kitabın sonraki baskıları; Akran Yayıncılık, 
1993 ve İm Yayın Tasarım, 1998)

ERİC HOFFER / KESİN İNANÇLILAR

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...