"Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyi ne diye söylersiniz?! Yapamadığınız bir şey söylemeniz, muhakkak ki Allah katında büyük bir gazaptır." (es-Saff:2-3)
Şurası kesindir ki cihad, nefsin derinliklerinde ve ruhun da gizli noktalarında gerçekleşen bir arınma İşlemidir. Kişiliğin gizli yanlarını ortaya çıkarıp aydınlatan bir ameliyedir. Bundan maksat; kusurları, yabancı unsurları ve belirsiz yönleri dışarıya atıp açık, net ve kararlı bir yapı oluşturmaktadır, örtüsüz ve bulutsuz bir açıklık, netlik ve hak bağlılığını sağlamaktır:
"(Ve bu cihad), Allah'ın mü'minleri arındırması içindir." (Âli İmran: 141)
İnsan çoğu kere kendi kendisini tanımaz; nefsinin gizli noktalarını, girinti ve eğrilerini bilmez. Nefsinin gerçek zaaf ve gücünü ve diplerde biriken tortuları çoğu kez bilmez. Nefsin bu gibi halleri, ancak hareket alanına atılmakla ortaya çıkmaktadır. İşte mû'minler, yüce Allah'ın insanlar arasında döndere durduğu sıkıntı ve bolluk hallerindeki arındırmasıyla, nefislerinin daha önce bilmedikleri noktalarını öğrenmiş olurlar. Bu keskin mihengine vurmadan önce asla bilemedikleri noktaları..
Kudretli, cesur, fedakâr, ihtirassın ve cömert olduğunu zanneden bir insan, pratik bir deneyimden geçip olayların içine karışınca nefsinde arınmamış noktaların bulunduğunu yeni yeni anlayabilmektedir. Böylesine bir baskıya dayanacak düzeye gelmediğini, ancak bu tür deneyimlerle öğrenebilir.
Öyleyse bu insanın nefsini tanıması iyi olur. Bu dava ve bu akidenin tabiatı itibariyle doğurabileceği baskı ve yükümlülüğe dayanabilme seviyesine gelebilmek İçin nefsin deneyimlerden geçmesi gerekmektedir. Yani nefsin buna alıştırılması gerekmektedir. Bu bakımdan insanın, "ben müslüman oldum ve ölmeye hazırım" demesi Allah'ın rızasını kazanıp cennete girmesine yetmez. Çünkü bu, somut bir deneyim işidir. Pratik bir imtihan işidir. Cihad yapıp belaları göğüsleme meselesidir. Bundan sonra da sabretmek...
Yani cihadın sorumluluklarına ve belânın zorluklarına sabretmek meselesidir. Yüce Allah mü'minlerden, ağızdan çıkan sözün ağırlığıyla fiilen karşılaşan hakikatın ağırlığını akıldan çıkarmamalarını istemektedir. Böylece onlara, ağızdan çıkan her kelimenin hesabı yanında gözle görülen somut hakikatin ağırlığını da hesaplamaları gerektiğini öğretmektedir. Ağızdan çıkan her kelimenin hesabını yapıp bunu nefislerindeki gerçek durumla karşılaştırmalarını istemektedir.
"Yoksa siz; Allah içinizden cihad edip sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Yemin olsun ki siz. ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu da - baka baka -gördünüz." (Âli İmran: 142-143)
Böylece mü'minler, ağır bir vakanın ışığında hem sözün, hem arzunun, hem de İlahî va'din gerçek değerini anlıyorlardı. Bunun yanında Yüce Allah, cennet yolunun uçucu söz ve havaî temennilerden geçmediğini bildiriyordu kendilerine. Çünkü cennete girmek için; ağızdan çıkan kelimelerin gerçekleşmesi, temennilerin pratiğe geçmesi, gerçek bir cihadın yapılması ve belalara karşı sabredilmesi gerekiyordu. Yüce Allah, insanlığın önderliğini teslim alacak bir İslam cemaatini eğitiyordu. Çünkü bu cemaat, insanlığı yönetecekti. Tüm zaaf, noksanlık, şehvet ve arzularıyla; olanca cahillik ve sapıklığın içindeki insanlığı...
Bundan dolayı davetçilerden, hakta sebat ve zorluklara katlanmak istenir. İnsan kişiliğinde mevcut zaaf ve güç noktalarını bilmeleri beklenir. İnsanın nerelerde sürçebileceğinden, hangi sebeplerle sapabileceğinden ve hangi yöntemlerle iyileşebileceğinden haberdar olmaları istenir. Bütün bunlardan sonra da sabretmeleri gerekir. Hem bolluk, hem de darlıkta sabır.. Bolluktan sonra şiddet halinde - o an için ne kadar acı olursa olsun - sabretmeleri gerekir. Yol, sadece budur. Yüce Allah, davasının adamlarını geçirdiği eğitim buydu.. Çünkü bu insanların, büyük, zor ve korkutucu göreve hazırlıklı olmaları gerekiyordu.
Akide savaşı, herhangi bir savaş gibi değildir. Çünkü o, hem meydan savaşıdır, hem de nefis savaşıdır. Nefis savaşında başarılı olmadan, meydan savaşından galip çıkılmaz. Bu Allah için yapılan bir savaştır. Allah ise, nefislerini tamamen kendisine teslim etmeyenlere yardım etmez. Yüce Allah, dalgalandırdıkları İlahî bayrağın altında yaşayan kimseleri arındırıp yücelttikleri bayrağa tamamen bağlanmadığı sürece zafer bağışlamaz. Çünkü bu insanların yabancı unsurlardan, belirsizliklerden, aldatmaca ve göz boyamalardan tamamen arınmaları gerekmektedir.
Batılın bayrağını açıktan dalgalandıran batıl ehli, kimi savaşlarda - Allah'ın bildiği bir hikmete binaen -galip gelebilir. Ama Allah, akide bayrağını dalgalandırıp da bu akideye tüm fedakârlıkları göze alarak ihlasla bağlanmayan kimselere, imtihandan geçirmeden asla zafer vermez. İmtihandan geçirip arınmalarını ve ihlas kazanmalarını sağlamadan yardımını göndermez. Kur'an-ı Kerim'in acıklı yenilgi ve yaralar alan İlk İslâm cemaatine öğretmek istediği buydu. Ve her yerde, her zamanki İslâm cemaatine.. Çünkü bu yenilgi ve yaralan, kendi tutarsız ve sakıncalı tutumları yüzünden almışlardır. Bu akide taraftarlarına, kendilerinin tek başına bir şey ifade etmediklerini ve her şeyleriyle Allah'a ait olduklarını öğretmektedir. Eğer cihada çıkıyorlarsa O'nun içindir. Hareketleri O'nun içindir. Savaşları, O'nun içindir. Bu cihadda, kendilerinin kişisel hiç bir hedefleri olamaz. Çünkü onlar, nefislerini Allah'ın kaderine teslim etmişlerdir. Bu kaderin getireceği her şeyi - ne olursa olsun - kabul ve teslimiyetle karşılarlar. Sadece kendine nefislerini düşünenlere, yani nefislerini düşünce, değerlendirme, ehemmiyet ve uğraşlarının merkezi haline getirenlere gelince:
Bu kimseler, imanın hakikatini tam olarak elde edememişlerdir:
"(Uhud'ta) bir grup da sadece kendi nefislerini düşünüyordu." (Âli İmrân: 154)
Akideye tamamiyle bağlanmamış kimseler kavga ortamına girip acılarla karşılaştıktan sonra işin zannettiklerinden çok ağır ve meyvenin de. beklediklerinden çok daha acı olduğunu anlayınca çözülüp gidiyorlardı. Nefislerinde bir takım kıpırdanmalar başlıyordu. Bundan dolayı bir imtihandan geçip arınmak gerekiyordu:
"(Bu savaş) Allah'ın göğsünüzdekileri denemesi ve kalbinizdekini de arıtması içindir." (Âli İmrân: 154)
Görülüyor ki çile ve imtihan gibi göğüs ve gönüllerdekini ortaya çıkarıp arındıran başka bir mihenk yoktur. Bu mihenktir, sahtelik ve riyayı dışlayıp çıplak hakikati Ortaya çıkaran. İmtihan ve deneyini mihengi...
Kalbleri arındırıp tasfiye eden bir mihenk...
Sonuç olarak söyleyeceğimiz şudur:
Yüce Allah, nefisleri eğitimden geçirmek suretiyle düşünceleri doğru rayına oturtur. Nefisleri hazırlıklı hale getirir. Çünkü öndeki yol uzundur. Bu yolda karşılaşılacak deneyimler zorlu ve yükümlülükler de son derece ağırdır. Görülüyor ki tüm davalarda mü'min kesimin oldum olası karşı karşıya kaldığı en büyük hakikattir imtihan. Bu kimselerin, imanın doğuracağı sonuçlara sabretmeleri şarttır. Belalara, üzüntülere, şiddet ve yaralanmalara...
Bu eğitimden geçen nefisler, zayıflayıp güç kaybına uğramazlar. Azimleri gevşeyip kırılmaz, boyun büküp düşmana, teslim olmazlar.
|