ŞEYH EBU MUSAB ES-SURİ’NİN MÜCAHİDLERE NASİHATI
1
Böyle bir durumda, başarısız olan bu mücahidlerin açıklarını giderecek, hak üzere sebat eden bir topluluk
çıkacağı yerde, tam bir fiyasko, psikolojik yılma ve cihada devam etmekten vazgeçilme ile karşılaşılmıştır. Böyle
oldu. Liderlerin bozulmaları yada başarısızlıkları nedeniyle hicretten geri dönüşler, cihad ve ribat sahasının terk
edilmesi… Bu mücahid ve murabıtların birçoğu, kişisel geleceklerini düşünerek sahayı terk edip başka bölgelere
geçtiler ve omuzlarındaki yükü hiç kimsenin alamayacağı bir şekilde atıp gittiler.
Sarsıntının şiddetli olması nedeniyle, bu hicretlerin başlaması ve bir süreliğine de olsa krizden sonraki bu
duraklama çok doğaldır. Ancak bu felaketin genel bir çöküntü haline dönüşmesi, herkese aynileşen bu farzı ve
boyunlarına asılan bu büyük emaneti unutturması normal değildir. Çok yönlü olan bu ağır emanet, günlerin
geçmesiyle birçoğumuzun boynunda ağırlığını daha da hissettirmektedir. Bu mücrimler tarafından çiğnenen,
savaş açılmış ve terk edilmiş Allah’ın dinine karşı emanetçiliğimiz, arkamızda bıraktığımız, kanlarının ve
zindanlarının bize seslendiği şehitlerimiz ve esirlerimiz; intikamlarını almaya, desteğe ve yola devam etmemize
bizi sevk eden şehitlerimize ve esirlerimize karşı emanetçiliğimiz… Bu vahşi, yıkıcı ve şerli kimselerin ellerine
terk ettiğimiz ailelerimiz, babalarımız ve annelerimize karşı olan emanetimiz… Şerefimize, izzetimize,
erkekliğimize, iman ettiğimiz ve uğrunda fedailikte bulunduğumuz hak üzerine sebata ve yola devam etmeye
karşı emanetimiz… Yaşam uğruna sağa sola el açmamız için gasp edilen yurtlarımıza, mallarımıza ve
rızıklarımıza karşı olan emanetimiz… Ne dersin, ‘emaneti taşımaktan aciz olduğumuz’ mazereti, hatta ihanet
derecesine yüz çevirme bizim için yeterli olacak mıdır?
‘Amel ettik, çalıştık ve başarısız olduk, Allah kimseye gücünden ötesini yüklemez’ özrümüz bize yeterli
olacak mıdır? Ne dersin, böyle bir mazeret yeterli olacak mıdır yoksa bu, Allah için terk ettiğimiz dünyaya geri
dönmek için ilkelerimizden vazgeçmemizi meşrulaştırmanın mazereti mi olacaktır? Sonra zorunlu olarak ona
geri döndük ve ondan hoşlandık ve dava ve cihad meselelerini bize unutturdu. Onun ardında koşmaya başladık.
Herkes arkadaşıyla bunun için yarışıyor, gıpta ediyor veya bu kırıntılara ulaşmak için kendisini geçene haset
ediyor!
Ne dersin, cihada başlarken, –özellikle bir şekilde manevi destekten silah taşımaya kadar cihada katkısı
olan kimseleri kast ediyorum- cihad sancağının bir zaferden diğer bir zafere, güzelden daha güzele ve bu şekilde
devam edeceği şartını mı koşmuştuk? Tökezlediğinde ve zorluklarla karşılaştığında ise onu bırakacak mıydık?
Eğer iç duygularımız bu ise, cihadı anlamamışız ve Allah’ın, velilerini imtihan etmede ve sınamada ki sünnetini
bilmemişiz demektir. Onlarca ayet ve hadisler, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sireti, sahabelerin ve
tabiinlerin yaşantıları, bizlere kesin olarak göstermektedir ki; bu yol sıkıntı, zorluk, ölüm, sürgün, fakirlik, açlık,
mallarda, canlarda ve ekinlerde eksilme yoludur… Sabredenleri müjdele.
Öyle bir yol ki, yürüyenleri, dünyada ecirlerini çoğu zaman alamazlar. Asıl ecir, Aziz ve Kerim olanın
yanında genişliği yeryüzü ve gökyüzü kadar olan cennetlerdir. Allahu teala’nın bizlere namazı, orucu ve zekâtı
farz kıldığı gibi bir farzını yerine getirme karşılığında büyük bir ecir. Allah’ın askerlerini desteklemesine gelince,
bu Onun kesin vaadidir. O, doğru söyleyen ve Hakimdir. Buna ehil olanları, nasıl ehil olacaklarını ve kime başarı
vereceğini bilende odur. Bu, Kerim olan rab tarafından garantilenen bir ecirdir; ya zafer ya şehadet. Sıkıntı ise
bu yolun tabiatıdır. Öyle ki, Allahu teala bizlere, zaferin ancak yakıcı imtihanlardan sonra geleceğini beyan
etmektedir. Aksi halde Allahu teala’nın şu sözünü nasıl anlayabiliriz: “Öyle ki elçiler, umutlarını kesip de, artık
gerçekten yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir”
Yine şu buyruğunu: “Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan ve Resûlü'nden ve mü'minlerden
başka sır dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkarmadan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.”
1
Bu yazı, şeyh Ebu Musab Es-Suri’nin, Hama olaylarından sonra cihadın doğru bir menhec olmadığını düşünüp cihadı terk eden ve siyasi
çalışmalara yönelen bazı kesimlere yönelttiği bir sitemidir. Tercüme edilmesindeki amaç ise, zor günler geçiren mücahidlere hedeflerini,
amaçlarından vazgeçmemelerini ve imtihanın farklı boyutlarını hatırlatmaktır.
İLİM VE CİHAD
2
Yine şu buyruğunu: “Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve
ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.”
Bunlar ve bunların dışındaki birçok ayetler. Hepimiz bunları bilmekte, hepimiz siyer okumaktayız.
Efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve selem)’de dahil Allah’ın tüm resulleri bu rabbani imtihana boyun
eğmişlerdir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) Mekke’de sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek cihad etmiştir.
On üç yıl boyunca hakkı beyan edip haykırıyor ve sahabeleri ile birlikte sıkıntılara tahammül ediyordu. Sonra
Medine’ye göç etti ve müşriklerden, çokluklarından, münafıkların fesatlarından ve yaygaralarından, Yahudilerin
entrikalarından ve tuzaklarından ve etraftaki büyük devletlerin tehditlerinden ve baskılarından bizden daha
fazla sıkıntı gördü. Fakat O ve ashabı gevşemediler ve yılmadılar.
Allah’ın emri geldi, zaman döndü ve her muhlis ve muslih cihadda ve sebatta gördüğü sıkıntıları gördü.
Eğer onların sabırları ve cihadları olmasaydı, ne İslam bize ulaşabilirdi nede bir sıkıntı görmeden ve bizden
kaynaklanmadan bunca nimetle nimetlenebilirdik. Şimdi bizim sıramız… Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Kim
cihad ederse kendisi için cihad eder. Muhakkak ki Allah’ın alemlere ihtiyacı yoktur.”
Yine Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Artık sen Allah yolunda savaş, kendinden başkasıyla yükümlü
tutulmayacaksın. Mü'minleri hazırlayıp teşvik et. Umulur ki Allah, küfredenlerin ağır baskılarını geri
püskürtür. Allah, 'kahredici baskısıyla' daha zorlu, acı sonuçlandırmasıyla da daha zorludur.”
Bu, ferdi bir sorumluluktur. Allah’ın farzlarından birisini ikame etmektir. Yine aynı zamanda zulmün
kaldırılması ve Allah’ın şeriatının hâkim olması olarak da cemaat için toplu bir sorumluluktur. Herkes mesuldür.
Her nefis kazandığının rehinidir. Ortaya çıkan ve mücahid kardeşlerimize yönelttiğimiz -özelliklede
başkalarından evvel cihadın yükünün bir kısmını yüklenenlere yönelttiğimiz- soru şudur: ‘Eğer önceki cihadımız,
yerine getirilmesi gereken bir farz şuuru üzerine bina edilmişse, değişen ve farklılaşan nedir? Savaş daha da
kızıştı, küfür daha da azgınlaştı, zulüm daha da kuvvetlendi ve katılaştı! Biz ise yüz çevirip kaçıyoruz? Hatta
bunu, olan bir olay olarak kabullenmekteyiz. Eğer cihad farz ise, yola devam etmek ve onda sebat etmek daha
büyük bir farzdır. Başlamış olduğumuz, kendimizi ve kendimizle birlikte insanları sorumlu tuttuğumuz bu ameli
henüz hepimiz anlamış değiliz. İslamı, Müslümanları ve çoluk çocuğu müdafaamız eskisinden daha da vacip
olmuştur. Yola devam etmenin farzlığının, başlangıçtaki farziyetten daha tekitli oluşu daha mantıklıdır, bu açık
bir şeydir.
Mücahidlere ve murabitlere musallat olan bu psikolojik yenilgiyle; yıkık maneviyatların, yorgun ve bitik
nefislerin ardına düşerek, dünya ve maişet esbaplarını elde etmek için cihad ve ribat sahasını terk etmeye
başladılar.
İşte belanın zirvesi ve musibetin büyüğü budur. Eğer geride, yola devam etmeye kararlı yürekler, vakıayı
gelecek bir zafere dönüştürecek, islama şerefini geri getirip zaferler gerçekleştirmeye azimli kalpler bırakırsa,
yenilgi aşılması mümkün olmayan bir sorun değildir. Fakat gerçek yenilgi, savaşın ölü cesetlerle ve ölü ruhlarla
sonuçlanmasıdır. Bu şekilde düşmanda amacına ulaşmış olacaktır. Öldürülenlerden kurtulacak, geri kalanlarında
ruhu ve maneviyatı yıkılmış olacaktır. Düşman bundan, hareketsiz duran cesetten korktuğundan daha fazla
korkmayacaktır. Bizim musibetimiz buradaydı.
CİHAD MEYDANLARINA NASIL GİDİLİR?
Kitabında “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz”
1
buyuran âlemlerin rabbine hamd olsun. Salât ve selam, öncekilerin ve sonrakilerin önderi ve seçkin
savaşçıların komutanı, emin resulü Muhammmed b. Amdullah’a, ailesine ve tüm ashabı üzerine
olsun.
Kuşkusuz bu gün Müslümanların birçoğu, düşmanın Müslümanların topraklarını istila etmesi
nedeniyle cihadın farzı ayn oluşunda tam bir kanaat içerisindedirler. Yine mücahidlerin ve İslam
ümmetinin, -bu dini ve Müslümanların kanlarını ve ırzlarını koruyacak- erkeklere ihtiyacı olduğu
konusunda da ikna olmuş durumdadırlar.
Ancak bu kanaat, Müslümanların birçoğu tarafından, savaş meydanlarına iltihak etmeleriyle meyvesini verecek bir amel olarak tercüme edilmemiştir. Bilakis içeriği “Cihad sahasına yol nerede? “Savaş meydanlarına nasıl ulaşabilir?” olan sorular ilekarşılaşıldığında bu kanaat dağılmakta ve silinip gitmektedir. Bu soruya, Müslüman evlatlarının birçoğunun verecekleri ameli cevapları, ısrar edip yol
arama değil de oturup araştırmayı terk etmek ve bunun Allah huzurunda bir mazeret olduğu ile kendilerini aldatmaktır. Burada cihad yolundan, ümmetin oralara nasıl ulaştığından ve yolun ne anlama geldiğinden söz edeceğim.
Kuşkusuz bu gün cihad, Yahudi ve haçlıların rahat yerlerini sarsan bir vahşet ve ürkütücü bir unsur olarak kabul edilmektedir.Haçlıların bu tür isimlerle adlandırmaktan hoşlandıkları şekil üzere, bu gün cihad, onlar için dünyayı, medeniyetleri ve güvenliği tehdit eden bir afettir. Tüm dünyanın cihadı tasvir ettiği şekil bu iken, Müslüman, cihad sahasına tam bir kolaylık ve rahatlık ile ulaşacağını
asla zannetmesin. Bilakis cihad sahasına ulaşabilmesi için, girmesi gereken bazı tehlikelerle karşılaşacaktır. Bu gün Müslümanlardan hiç kimse, düşmanının, ‘Allah’ın rızası ve cennet için gel’
diyerek cihad yoluna güller ve reyhanlar sereceklerini zannetmesin. Düşmanı hakkında böyle bir zan besleyen kimse gaflettedir ve ne düşmanının yapısını nede düşmanının hakikatini anlamamıştır. Bununla ilgili olarak Allah subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor: “Eğer güç yetirseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri kalmazlar.”2 Onlar gece gündüz iman edenleri dinlerinden ve cihaddan geri döndürmek için çalışmaktadırlar. Bunlar, asla cihada şevki olan kimselerin himmetlerini ağırlaştırmak için değildir. Fakat müslümanın cihad yoluna çıkmadan evvel zihnine koyması gereken şeklin yakınlaştırılmasıdır. Kendi kendisine cihada gitmekten söz eden herkes bilmelidir ki, yalnızca kendi nefsinle konuşman, Allah
katında senin için bir özür olabilmeye yeterli değildir. Evet, kendi kendine konuşman senden nifakı kaldırır. Fakat cihadın terki için mazeret, kendi kendine konuşmanın ötesine de ihtiyaç duymaktadır. Yine ümmetin gençleri bilmelidirler ki, onlardan önceki samimi kimseler, çalışıp tüm enerjilerini ortaya koyarak cihad sahasına girmişlerdir. Ama neyden sonra? Yorulduktan, korktuktan, kovulduktan sonra… Allah’a sadakat gösterdiler ve ulaştılar. Bu nedenle Allah subhanehu ve Teâlâ cihad yolunu, başlı başına bir cihad olarak saymıştır. Ve bunun içinde buna en büyük ecri ve sevabı vererek; cihada çıkanı mücahid, eğer ölürse şehid 1 Ankebut: 69 2 Bakara: 217 İLİM VE CİHAD 3 saymıştır. Tüm bu fazilet ve sevaplar, ümmetin erkeklerini cihada yönlendirmek için gelmiştir. Mücahid cihadından neyi ister? Kuşkusuz cihadından iki güzellikten birisini ister; ya zafer yada
şehadet. Bunlardan birisine nail olduğunda galip gelmiştir. Bu nedenle Allah subhahenhu ve Teâlâ ve resulü, cihada çıkan kimsenin iki güzellikten birisine nail olacağını beyan etmişlerdir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah'a ve Resulü'ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.”3 Allahu Teâlâ bu ayette, cihada çıkan kimsenin sığınabileceği birçok yerler ve rızkında bolluk
bulacağını, eğer ölüm gelirse de ecrinin -ebedi cennetin aşağısı olmayan bir mükâfat ile mükâfatlandıracak- el-Kerim olana ait olduğunu beyan etmektedir. Yine Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda hicret edip öldürülen veya ölenlere gelince muhakkak Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”4
Allahu Teala bu ayette, cihada çıkanın ya öleceğini yada öldürüleceğini ve her iki durumda da Allah’ın ona güzel bir rızık vaat ettiğini beyan etmektedir.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri dünyada şüphesiz güzel bir biçimde barındıracağız; ahiret karşılığı ise daha büyüktür. Bilmiş olsalardı.”5 Yine Allahu Teâlâ, mücahidi rızıklandıracağını ve yalnızca ecir olmayan güzel bir rızık ile
rızıklandıracağını açıklamaktadır. Çünkü büyük olan, ahiret ecridir. Hatta Allahu teala’nın bildiği bir hikmetten ötürü dünya hayatındaki güzel rızık gitse bile… Sünnette ise, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu durumu en açık ibare ve en güzel beyan ile
sunarak, nefisleri cihada çıkmaya şevklendirmek için kula, karşılaşacağı sıkıntı ihtimallerinin şekillerini yakınlaştırmaktadır. Ebu Davud ve diğerlerinin Ebu Malik el-Eşr’ari’den (radiyallahu anh) rivayet ettikleri
bir hadiste şöyle demektedir: “Resulullah’ın şöyle dediğini işittim: “Kim Allah yolunda (yurdundan)
ayrılır ve ölür veya öldürülürse şehiddir. Atı veya devesi onu düşürürse, bir hayvan sokarsa veya
yatağında ölürse yada Allah’ın dilediği herhangi bir ölüm şekli ile eceli gelirse şehiddir ve ona cennet
vardır.” İbn Muflih el-Furu adlı kitabında şöyle der: “Bu hadisin senedinde, hakkında ihtilaf olunan
Bakiyye vardır. Ancak bu hadis inşaalah hasen hadistir.” İbn Ebi Asım şöyle der: “İsnadı hasen li
ğayrihidir.” Hâkim ise Müslim’in şartı üzere olduğunu söyler. İsnatta Bakiyye ve Abdurrahman b.
Sevban bulunmaktadır, bu ikisi ise zayıftırlar. Ancak Beyhaki’nin Sünen’inde getirmiş olduğu hadisle
desteklenmektedir.
Ebi Malik el-Eşari’den (radiyallahu anh) gelen bir hadiste şöyle demektedir: “Resulullah’ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: “Allah azze ve celle, Onun rızasını umarak, vadini tasdik ederek ve
gönderdiklerine iman ile Allah yolunda çıkan kimseye kefil olmuştur; ya Allah onu dilediği bir ölüm
şekli ile öldürecek ve cennetine koyacaktır yada -gözden kaybolması uzun sürse bile- Allah’ın
güvencesi altında seyahat edecektir. Sonra elde ettiği ecir ve ganimet ile birlikte salim bir şekilde
ailesine geri döndürecektir. Kim Allah yolunda (yurdundan) ayrılır ve ölür veya öldürülürse şehiddir.
Atı veya devesi onu düşürürse, bir hayvan sokarsa veya yatağında ölürse yada Allah’ın dilediği
herhangi bir ölüm şekli ile eceli gelirse şehiddir ve ona cennet vardır.”
3
Nisa: 100
4
Hac: 58
5
Nahl: 41 İLİM VE CİHAD
4
Yine imam Ahmed’in rivayet ettiği hadiste bunu destekler. Abdullah b. Atik’ten rivayet
olunduğuna göre şöyle der: “Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: “Kim Allah azze
ve celle yolunda mücahid olarak evinden çıkarsa’ sonra başparmağını, işaret parmağını ve orta
parmağını birleştirerek sözüne şöyle devam etti: ‘Mücahidler nerede? Bundan sonra ölürse onun ecri
Allahu teala’ya aittir. Veya bir hayvan sokar ve ölürse ecri Allahu teala’ya aittir. Veya kendi eceli ile
ölürse ecri Allah azze ve celle’ye aittir.’ Bu hadiste de Muhammed b. İshak bulunmaktadır. Ancak
geçen ayetler hadisleri desteklemekte ve herhangi bir zıtlık teşkil etmemektedir. Buhari’de (rahimehullah)
bunu böyle anlamış ve Sahihinde bunun için bir bab açmıştır. Şöyle der: “Allah yolunda iken düşüp
ölen kimsenin onlardan olacağına ve Allahu teala’nın “Allah'a ve Resulü'ne hicret etmek üzere
evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür.” buyruğu ile
ilgili bab.” “Düşmüştür” yani gerekli olmuştur.
İbn Hacer şöyle der: (Onlardan olacağı) yani mücahidlerden olacağıdır. (Sonra kendisine ölüm
gelen) öldürülme veya hayvanından düşme ve diğerlerinden daha geneldir. Böylece ayet yorum ile
uyum içerisindedir. Taberi’nin, Said b. Cübeyr, Suddi ve diğerleri yoluyla rivayet ettiğine göre ayet,
Mekke’de ikamet eden Müslüman bir adam hakkında nazil olmuştur. Allahu teala’nın “Allah’ın arzı
geniş değimliydi, oralara hicret etselerdi?” ayetini duyunca, hasta olduğu halde ailesine: ‘Beni
Medine tarafına çıkartın’ der. Onu dediği yere çıkarırlar ve yolda ölür. Bunun üzerine bu ayet nazil
olur. Sahih olan görüşe göre bu kişinin adı Damre’dir. Bunu Sahabe kitabında açıklamıştım.
(Düşmüştür yani gerekli olmuştur) yani sevabı Allah üzerine gerekli olmuştur.” İbn Hacer’in sözleri
burada son bulur.
Cihada giden yolun sevabı budur. Öyleyse cihadın kendisinin sevabı nasıl olur! Allahu teala’nın,
cihada giden yolun sevabını bu derece güvende kılmasının nedeni, cihada giden yolun iki nedenden
ötürü meşakkatli olduğunu bilmesindendir. Birincisi: Ailesinden ve mallarından ayrılmasından sonra
ve kendisini meşakkatlere alıştırmadan önce mücahidin karşılaşacağı ilk zorluktur. İkincisi ise:
Düşmanın Müslümanların cihad yolunu kesmesi, tedbirlerini ve silahlarını almalarından sonra
mücahidleri öldürmesinden daha kolay olmasıdır.
Himmetleri bilemek ve nefisleri doldurmak için Allahu Teâlâ cihad yoluna bu büyük ecri vermiş
ve yine şüphe sızmayacak bir şekilde mücahidin ecrini garanti altına almıştır. Buhari ve Müslim’de Ebu
Hureyre’den rivayet olunan bir hadiste Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Allah,
kendi yolunda çıkan kimseye kefil olmuştur; “Onu ancak benim yolumda cihad, bana imanı ve
resullerimi tasdiki çıkarmıştır. Onu cennete sokacağıma yada çıkmış olduğu meskenine, elde etmiş
olduğu ecir veya ganimetle geri döndüreceğime ben kefilim…” Allah subhanehu ve Teâlâ tarafından,
kendi yolunda çıkan kimseye bu şekilde tekitli bir ifade ile kefil olunması, açık bir şekilde cihada
çıkmanın nefislere meşakkatli olduğuna ve tehlikelerle kuşatıldığına delalet etmektedir. Bu nedenle
Allahu teala, bu büyük ecir ile bu zorlukları kolaylaştırmış ve hafifletmiştir.
Bunun üzerine ey Allah’ın kulu, eğer gerçekten kendi nefsine cihaddan bahsedenlerden isen,
bundan yalnızca bahsetmekle kalmamalısın. Bu, çıkmaya veya başarı ihtimali olan bir yeltenişe gücün
yettiği sürece cihada çıkmanı terk etmende Allah katında bir özür olmayacaktır. Yol ara ve cihad
yolunda yürü. Cihada ulaşanlar harikulade kimseler değillerdi. Yalnızca yol aradılar ve Allah’ta onlara
kolaylaştırdı. Gözleri ve kulakları onlardan alıkoyup cihad sahalarına geçmelerine vesileler oluşturdu.
Cihada giden yollar ne kadarda çoktur. İşte Afganistan, etrafındaki ülkeler, Pakistan, İran,
Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Çin’dir. Yine Çeçenistan’ın etrafındaki sınırları, Gürcistan, İLİM VE CİHAD
5
Dağıstan, İnguşya ve Rusya oluşturmaktadır. Filistin’in etrafında Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye
bulunmaktadır. Keşmir’in etrafında Pakistan ve Hindistan bulunmaktadır. Endonozya’nın dört bir
tarafını denizler kuşatmaktadır. Eritre’nin etrafında Sudan, Etiyopya ve kızıl deniz bulunmaktadır.
Filipinlere ve diğer cihad sahalarına bak. Her birine birçok yollar bulunmaktadır ve cihada istekli bir
kişinin tüm bu yollar arasında hiçbir yol bulamaması imkânsızdır. Düşünceni zorla, Allahu teala’nın izni
ile ulaşacaksın.
Ayrıca bizim ümmetimiz, sayısı milyara varan bir ümmettir. Eğer Müslümanların bir milyonu
cihad sahasına geçmeye yeltense, bunlar arasında en az yüz bin mücahid ulaşacaktır. Bunlarla da
Allahu teala’nın izniyle cihad sahalarındaki ihtiyaç karşılanır.
Fakat ümmetin tümü cihaddan yüz çevirip yolun kapalı olmasını bahane etmiştir. Allah
subhanehu ve Teâlâ özürlerimizi kesmiş ve yolda iken ölenin veya öldürülenin ecrini şehitlik olarak
belirlemiştir. Ancak bizler, bunu ertelemek ve geride kalmak için başka özürler aramaya devam
etmekteyiz. Allah’tan bizleri hakkında şöyle buyurduğu kimselerden kılmamasını diliyoruz: “Eğer
onlar çıkmak isteselerdi elbet bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların (mücahidlerle
birlikte savaşa) çıkmalarını çirkin gördü de kendilerini alıkoydu ve (onlara) ‘Oturanlarla beraber
oturun’ denildi.”6
Yine Ondan, bizleri haklarında şöyle buyurduğu kimselerden kılmamasını diliyoruz:
“Eğer yakın bir menfaat, orta yollu bir yolculuk olsaydı, elbette arkandan gelirlerdi. Fakat bu kadar
uzun bir mesafeyi kat etmek onlara ağır geldi. “Gücümüz yetseydi her halde bizde sizinle beraber
cihada çıkardık” diye Allah’a yemin edeceklerdir. Kendilerini helake sürüklüyorlar. Onların
muhakkak yalancı olduklarını Allah biliyor.”7
Fakat ey Allah yolundaki kardeşim, Allah’a güven. Eğer cihada giden yolda Allah’a karşı sadık
olursan kuşkusuz Allah’ta seni tasdik edecektir. Ayrıca seni ulaştıracağına da kefil olmuştur. O şöyle
buyuruyor: “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz”
Salât ve selam, Allah’ın resulüne, ailesine ve tüm ashabı üzerine olsun.
1
Böyle bir durumda, başarısız olan bu mücahidlerin açıklarını giderecek, hak üzere sebat eden bir topluluk
çıkacağı yerde, tam bir fiyasko, psikolojik yılma ve cihada devam etmekten vazgeçilme ile karşılaşılmıştır. Böyle
oldu. Liderlerin bozulmaları yada başarısızlıkları nedeniyle hicretten geri dönüşler, cihad ve ribat sahasının terk
edilmesi… Bu mücahid ve murabıtların birçoğu, kişisel geleceklerini düşünerek sahayı terk edip başka bölgelere
geçtiler ve omuzlarındaki yükü hiç kimsenin alamayacağı bir şekilde atıp gittiler.
Sarsıntının şiddetli olması nedeniyle, bu hicretlerin başlaması ve bir süreliğine de olsa krizden sonraki bu
duraklama çok doğaldır. Ancak bu felaketin genel bir çöküntü haline dönüşmesi, herkese aynileşen bu farzı ve
boyunlarına asılan bu büyük emaneti unutturması normal değildir. Çok yönlü olan bu ağır emanet, günlerin
geçmesiyle birçoğumuzun boynunda ağırlığını daha da hissettirmektedir. Bu mücrimler tarafından çiğnenen,
savaş açılmış ve terk edilmiş Allah’ın dinine karşı emanetçiliğimiz, arkamızda bıraktığımız, kanlarının ve
zindanlarının bize seslendiği şehitlerimiz ve esirlerimiz; intikamlarını almaya, desteğe ve yola devam etmemize
bizi sevk eden şehitlerimize ve esirlerimize karşı emanetçiliğimiz… Bu vahşi, yıkıcı ve şerli kimselerin ellerine
terk ettiğimiz ailelerimiz, babalarımız ve annelerimize karşı olan emanetimiz… Şerefimize, izzetimize,
erkekliğimize, iman ettiğimiz ve uğrunda fedailikte bulunduğumuz hak üzerine sebata ve yola devam etmeye
karşı emanetimiz… Yaşam uğruna sağa sola el açmamız için gasp edilen yurtlarımıza, mallarımıza ve
rızıklarımıza karşı olan emanetimiz… Ne dersin, ‘emaneti taşımaktan aciz olduğumuz’ mazereti, hatta ihanet
derecesine yüz çevirme bizim için yeterli olacak mıdır?
‘Amel ettik, çalıştık ve başarısız olduk, Allah kimseye gücünden ötesini yüklemez’ özrümüz bize yeterli
olacak mıdır? Ne dersin, böyle bir mazeret yeterli olacak mıdır yoksa bu, Allah için terk ettiğimiz dünyaya geri
dönmek için ilkelerimizden vazgeçmemizi meşrulaştırmanın mazereti mi olacaktır? Sonra zorunlu olarak ona
geri döndük ve ondan hoşlandık ve dava ve cihad meselelerini bize unutturdu. Onun ardında koşmaya başladık.
Herkes arkadaşıyla bunun için yarışıyor, gıpta ediyor veya bu kırıntılara ulaşmak için kendisini geçene haset
ediyor!
Ne dersin, cihada başlarken, –özellikle bir şekilde manevi destekten silah taşımaya kadar cihada katkısı
olan kimseleri kast ediyorum- cihad sancağının bir zaferden diğer bir zafere, güzelden daha güzele ve bu şekilde
devam edeceği şartını mı koşmuştuk? Tökezlediğinde ve zorluklarla karşılaştığında ise onu bırakacak mıydık?
Eğer iç duygularımız bu ise, cihadı anlamamışız ve Allah’ın, velilerini imtihan etmede ve sınamada ki sünnetini
bilmemişiz demektir. Onlarca ayet ve hadisler, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sireti, sahabelerin ve
tabiinlerin yaşantıları, bizlere kesin olarak göstermektedir ki; bu yol sıkıntı, zorluk, ölüm, sürgün, fakirlik, açlık,
mallarda, canlarda ve ekinlerde eksilme yoludur… Sabredenleri müjdele.
Öyle bir yol ki, yürüyenleri, dünyada ecirlerini çoğu zaman alamazlar. Asıl ecir, Aziz ve Kerim olanın
yanında genişliği yeryüzü ve gökyüzü kadar olan cennetlerdir. Allahu teala’nın bizlere namazı, orucu ve zekâtı
farz kıldığı gibi bir farzını yerine getirme karşılığında büyük bir ecir. Allah’ın askerlerini desteklemesine gelince,
bu Onun kesin vaadidir. O, doğru söyleyen ve Hakimdir. Buna ehil olanları, nasıl ehil olacaklarını ve kime başarı
vereceğini bilende odur. Bu, Kerim olan rab tarafından garantilenen bir ecirdir; ya zafer ya şehadet. Sıkıntı ise
bu yolun tabiatıdır. Öyle ki, Allahu teala bizlere, zaferin ancak yakıcı imtihanlardan sonra geleceğini beyan
etmektedir. Aksi halde Allahu teala’nın şu sözünü nasıl anlayabiliriz: “Öyle ki elçiler, umutlarını kesip de, artık
gerçekten yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir”
Yine şu buyruğunu: “Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan ve Resûlü'nden ve mü'minlerden
başka sır dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkarmadan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.”
1
Bu yazı, şeyh Ebu Musab Es-Suri’nin, Hama olaylarından sonra cihadın doğru bir menhec olmadığını düşünüp cihadı terk eden ve siyasi
çalışmalara yönelen bazı kesimlere yönelttiği bir sitemidir. Tercüme edilmesindeki amaç ise, zor günler geçiren mücahidlere hedeflerini,
amaçlarından vazgeçmemelerini ve imtihanın farklı boyutlarını hatırlatmaktır.
İLİM VE CİHAD
2
Yine şu buyruğunu: “Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve
ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.”
Bunlar ve bunların dışındaki birçok ayetler. Hepimiz bunları bilmekte, hepimiz siyer okumaktayız.
Efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve selem)’de dahil Allah’ın tüm resulleri bu rabbani imtihana boyun
eğmişlerdir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) Mekke’de sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek cihad etmiştir.
On üç yıl boyunca hakkı beyan edip haykırıyor ve sahabeleri ile birlikte sıkıntılara tahammül ediyordu. Sonra
Medine’ye göç etti ve müşriklerden, çokluklarından, münafıkların fesatlarından ve yaygaralarından, Yahudilerin
entrikalarından ve tuzaklarından ve etraftaki büyük devletlerin tehditlerinden ve baskılarından bizden daha
fazla sıkıntı gördü. Fakat O ve ashabı gevşemediler ve yılmadılar.
Allah’ın emri geldi, zaman döndü ve her muhlis ve muslih cihadda ve sebatta gördüğü sıkıntıları gördü.
Eğer onların sabırları ve cihadları olmasaydı, ne İslam bize ulaşabilirdi nede bir sıkıntı görmeden ve bizden
kaynaklanmadan bunca nimetle nimetlenebilirdik. Şimdi bizim sıramız… Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Kim
cihad ederse kendisi için cihad eder. Muhakkak ki Allah’ın alemlere ihtiyacı yoktur.”
Yine Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Artık sen Allah yolunda savaş, kendinden başkasıyla yükümlü
tutulmayacaksın. Mü'minleri hazırlayıp teşvik et. Umulur ki Allah, küfredenlerin ağır baskılarını geri
püskürtür. Allah, 'kahredici baskısıyla' daha zorlu, acı sonuçlandırmasıyla da daha zorludur.”
Bu, ferdi bir sorumluluktur. Allah’ın farzlarından birisini ikame etmektir. Yine aynı zamanda zulmün
kaldırılması ve Allah’ın şeriatının hâkim olması olarak da cemaat için toplu bir sorumluluktur. Herkes mesuldür.
Her nefis kazandığının rehinidir. Ortaya çıkan ve mücahid kardeşlerimize yönelttiğimiz -özelliklede
başkalarından evvel cihadın yükünün bir kısmını yüklenenlere yönelttiğimiz- soru şudur: ‘Eğer önceki cihadımız,
yerine getirilmesi gereken bir farz şuuru üzerine bina edilmişse, değişen ve farklılaşan nedir? Savaş daha da
kızıştı, küfür daha da azgınlaştı, zulüm daha da kuvvetlendi ve katılaştı! Biz ise yüz çevirip kaçıyoruz? Hatta
bunu, olan bir olay olarak kabullenmekteyiz. Eğer cihad farz ise, yola devam etmek ve onda sebat etmek daha
büyük bir farzdır. Başlamış olduğumuz, kendimizi ve kendimizle birlikte insanları sorumlu tuttuğumuz bu ameli
henüz hepimiz anlamış değiliz. İslamı, Müslümanları ve çoluk çocuğu müdafaamız eskisinden daha da vacip
olmuştur. Yola devam etmenin farzlığının, başlangıçtaki farziyetten daha tekitli oluşu daha mantıklıdır, bu açık
bir şeydir.
Mücahidlere ve murabitlere musallat olan bu psikolojik yenilgiyle; yıkık maneviyatların, yorgun ve bitik
nefislerin ardına düşerek, dünya ve maişet esbaplarını elde etmek için cihad ve ribat sahasını terk etmeye
başladılar.
İşte belanın zirvesi ve musibetin büyüğü budur. Eğer geride, yola devam etmeye kararlı yürekler, vakıayı
gelecek bir zafere dönüştürecek, islama şerefini geri getirip zaferler gerçekleştirmeye azimli kalpler bırakırsa,
yenilgi aşılması mümkün olmayan bir sorun değildir. Fakat gerçek yenilgi, savaşın ölü cesetlerle ve ölü ruhlarla
sonuçlanmasıdır. Bu şekilde düşmanda amacına ulaşmış olacaktır. Öldürülenlerden kurtulacak, geri kalanlarında
ruhu ve maneviyatı yıkılmış olacaktır. Düşman bundan, hareketsiz duran cesetten korktuğundan daha fazla
korkmayacaktır. Bizim musibetimiz buradaydı.
CİHAD MEYDANLARINA NASIL GİDİLİR?
Kitabında “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz”
1
buyuran âlemlerin rabbine hamd olsun. Salât ve selam, öncekilerin ve sonrakilerin önderi ve seçkin
savaşçıların komutanı, emin resulü Muhammmed b. Amdullah’a, ailesine ve tüm ashabı üzerine
olsun.
Kuşkusuz bu gün Müslümanların birçoğu, düşmanın Müslümanların topraklarını istila etmesi
nedeniyle cihadın farzı ayn oluşunda tam bir kanaat içerisindedirler. Yine mücahidlerin ve İslam
ümmetinin, -bu dini ve Müslümanların kanlarını ve ırzlarını koruyacak- erkeklere ihtiyacı olduğu
konusunda da ikna olmuş durumdadırlar.
Ancak bu kanaat, Müslümanların birçoğu tarafından, savaş meydanlarına iltihak etmeleriyle meyvesini verecek bir amel olarak tercüme edilmemiştir. Bilakis içeriği “Cihad sahasına yol nerede? “Savaş meydanlarına nasıl ulaşabilir?” olan sorular ilekarşılaşıldığında bu kanaat dağılmakta ve silinip gitmektedir. Bu soruya, Müslüman evlatlarının birçoğunun verecekleri ameli cevapları, ısrar edip yol
arama değil de oturup araştırmayı terk etmek ve bunun Allah huzurunda bir mazeret olduğu ile kendilerini aldatmaktır. Burada cihad yolundan, ümmetin oralara nasıl ulaştığından ve yolun ne anlama geldiğinden söz edeceğim.
Kuşkusuz bu gün cihad, Yahudi ve haçlıların rahat yerlerini sarsan bir vahşet ve ürkütücü bir unsur olarak kabul edilmektedir.Haçlıların bu tür isimlerle adlandırmaktan hoşlandıkları şekil üzere, bu gün cihad, onlar için dünyayı, medeniyetleri ve güvenliği tehdit eden bir afettir. Tüm dünyanın cihadı tasvir ettiği şekil bu iken, Müslüman, cihad sahasına tam bir kolaylık ve rahatlık ile ulaşacağını
asla zannetmesin. Bilakis cihad sahasına ulaşabilmesi için, girmesi gereken bazı tehlikelerle karşılaşacaktır. Bu gün Müslümanlardan hiç kimse, düşmanının, ‘Allah’ın rızası ve cennet için gel’
diyerek cihad yoluna güller ve reyhanlar sereceklerini zannetmesin. Düşmanı hakkında böyle bir zan besleyen kimse gaflettedir ve ne düşmanının yapısını nede düşmanının hakikatini anlamamıştır. Bununla ilgili olarak Allah subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor: “Eğer güç yetirseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri kalmazlar.”2 Onlar gece gündüz iman edenleri dinlerinden ve cihaddan geri döndürmek için çalışmaktadırlar. Bunlar, asla cihada şevki olan kimselerin himmetlerini ağırlaştırmak için değildir. Fakat müslümanın cihad yoluna çıkmadan evvel zihnine koyması gereken şeklin yakınlaştırılmasıdır. Kendi kendisine cihada gitmekten söz eden herkes bilmelidir ki, yalnızca kendi nefsinle konuşman, Allah
katında senin için bir özür olabilmeye yeterli değildir. Evet, kendi kendine konuşman senden nifakı kaldırır. Fakat cihadın terki için mazeret, kendi kendine konuşmanın ötesine de ihtiyaç duymaktadır. Yine ümmetin gençleri bilmelidirler ki, onlardan önceki samimi kimseler, çalışıp tüm enerjilerini ortaya koyarak cihad sahasına girmişlerdir. Ama neyden sonra? Yorulduktan, korktuktan, kovulduktan sonra… Allah’a sadakat gösterdiler ve ulaştılar. Bu nedenle Allah subhanehu ve Teâlâ cihad yolunu, başlı başına bir cihad olarak saymıştır. Ve bunun içinde buna en büyük ecri ve sevabı vererek; cihada çıkanı mücahid, eğer ölürse şehid 1 Ankebut: 69 2 Bakara: 217 İLİM VE CİHAD 3 saymıştır. Tüm bu fazilet ve sevaplar, ümmetin erkeklerini cihada yönlendirmek için gelmiştir. Mücahid cihadından neyi ister? Kuşkusuz cihadından iki güzellikten birisini ister; ya zafer yada
şehadet. Bunlardan birisine nail olduğunda galip gelmiştir. Bu nedenle Allah subhahenhu ve Teâlâ ve resulü, cihada çıkan kimsenin iki güzellikten birisine nail olacağını beyan etmişlerdir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah'a ve Resulü'ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.”3 Allahu Teâlâ bu ayette, cihada çıkan kimsenin sığınabileceği birçok yerler ve rızkında bolluk
bulacağını, eğer ölüm gelirse de ecrinin -ebedi cennetin aşağısı olmayan bir mükâfat ile mükâfatlandıracak- el-Kerim olana ait olduğunu beyan etmektedir. Yine Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda hicret edip öldürülen veya ölenlere gelince muhakkak Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”4
Allahu Teala bu ayette, cihada çıkanın ya öleceğini yada öldürüleceğini ve her iki durumda da Allah’ın ona güzel bir rızık vaat ettiğini beyan etmektedir.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri dünyada şüphesiz güzel bir biçimde barındıracağız; ahiret karşılığı ise daha büyüktür. Bilmiş olsalardı.”5 Yine Allahu Teâlâ, mücahidi rızıklandıracağını ve yalnızca ecir olmayan güzel bir rızık ile
rızıklandıracağını açıklamaktadır. Çünkü büyük olan, ahiret ecridir. Hatta Allahu teala’nın bildiği bir hikmetten ötürü dünya hayatındaki güzel rızık gitse bile… Sünnette ise, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu durumu en açık ibare ve en güzel beyan ile
sunarak, nefisleri cihada çıkmaya şevklendirmek için kula, karşılaşacağı sıkıntı ihtimallerinin şekillerini yakınlaştırmaktadır. Ebu Davud ve diğerlerinin Ebu Malik el-Eşr’ari’den (radiyallahu anh) rivayet ettikleri
bir hadiste şöyle demektedir: “Resulullah’ın şöyle dediğini işittim: “Kim Allah yolunda (yurdundan)
ayrılır ve ölür veya öldürülürse şehiddir. Atı veya devesi onu düşürürse, bir hayvan sokarsa veya
yatağında ölürse yada Allah’ın dilediği herhangi bir ölüm şekli ile eceli gelirse şehiddir ve ona cennet
vardır.” İbn Muflih el-Furu adlı kitabında şöyle der: “Bu hadisin senedinde, hakkında ihtilaf olunan
Bakiyye vardır. Ancak bu hadis inşaalah hasen hadistir.” İbn Ebi Asım şöyle der: “İsnadı hasen li
ğayrihidir.” Hâkim ise Müslim’in şartı üzere olduğunu söyler. İsnatta Bakiyye ve Abdurrahman b.
Sevban bulunmaktadır, bu ikisi ise zayıftırlar. Ancak Beyhaki’nin Sünen’inde getirmiş olduğu hadisle
desteklenmektedir.
Ebi Malik el-Eşari’den (radiyallahu anh) gelen bir hadiste şöyle demektedir: “Resulullah’ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: “Allah azze ve celle, Onun rızasını umarak, vadini tasdik ederek ve
gönderdiklerine iman ile Allah yolunda çıkan kimseye kefil olmuştur; ya Allah onu dilediği bir ölüm
şekli ile öldürecek ve cennetine koyacaktır yada -gözden kaybolması uzun sürse bile- Allah’ın
güvencesi altında seyahat edecektir. Sonra elde ettiği ecir ve ganimet ile birlikte salim bir şekilde
ailesine geri döndürecektir. Kim Allah yolunda (yurdundan) ayrılır ve ölür veya öldürülürse şehiddir.
Atı veya devesi onu düşürürse, bir hayvan sokarsa veya yatağında ölürse yada Allah’ın dilediği
herhangi bir ölüm şekli ile eceli gelirse şehiddir ve ona cennet vardır.”
3
Nisa: 100
4
Hac: 58
5
Nahl: 41 İLİM VE CİHAD
4
Yine imam Ahmed’in rivayet ettiği hadiste bunu destekler. Abdullah b. Atik’ten rivayet
olunduğuna göre şöyle der: “Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: “Kim Allah azze
ve celle yolunda mücahid olarak evinden çıkarsa’ sonra başparmağını, işaret parmağını ve orta
parmağını birleştirerek sözüne şöyle devam etti: ‘Mücahidler nerede? Bundan sonra ölürse onun ecri
Allahu teala’ya aittir. Veya bir hayvan sokar ve ölürse ecri Allahu teala’ya aittir. Veya kendi eceli ile
ölürse ecri Allah azze ve celle’ye aittir.’ Bu hadiste de Muhammed b. İshak bulunmaktadır. Ancak
geçen ayetler hadisleri desteklemekte ve herhangi bir zıtlık teşkil etmemektedir. Buhari’de (rahimehullah)
bunu böyle anlamış ve Sahihinde bunun için bir bab açmıştır. Şöyle der: “Allah yolunda iken düşüp
ölen kimsenin onlardan olacağına ve Allahu teala’nın “Allah'a ve Resulü'ne hicret etmek üzere
evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür.” buyruğu ile
ilgili bab.” “Düşmüştür” yani gerekli olmuştur.
İbn Hacer şöyle der: (Onlardan olacağı) yani mücahidlerden olacağıdır. (Sonra kendisine ölüm
gelen) öldürülme veya hayvanından düşme ve diğerlerinden daha geneldir. Böylece ayet yorum ile
uyum içerisindedir. Taberi’nin, Said b. Cübeyr, Suddi ve diğerleri yoluyla rivayet ettiğine göre ayet,
Mekke’de ikamet eden Müslüman bir adam hakkında nazil olmuştur. Allahu teala’nın “Allah’ın arzı
geniş değimliydi, oralara hicret etselerdi?” ayetini duyunca, hasta olduğu halde ailesine: ‘Beni
Medine tarafına çıkartın’ der. Onu dediği yere çıkarırlar ve yolda ölür. Bunun üzerine bu ayet nazil
olur. Sahih olan görüşe göre bu kişinin adı Damre’dir. Bunu Sahabe kitabında açıklamıştım.
(Düşmüştür yani gerekli olmuştur) yani sevabı Allah üzerine gerekli olmuştur.” İbn Hacer’in sözleri
burada son bulur.
Cihada giden yolun sevabı budur. Öyleyse cihadın kendisinin sevabı nasıl olur! Allahu teala’nın,
cihada giden yolun sevabını bu derece güvende kılmasının nedeni, cihada giden yolun iki nedenden
ötürü meşakkatli olduğunu bilmesindendir. Birincisi: Ailesinden ve mallarından ayrılmasından sonra
ve kendisini meşakkatlere alıştırmadan önce mücahidin karşılaşacağı ilk zorluktur. İkincisi ise:
Düşmanın Müslümanların cihad yolunu kesmesi, tedbirlerini ve silahlarını almalarından sonra
mücahidleri öldürmesinden daha kolay olmasıdır.
Himmetleri bilemek ve nefisleri doldurmak için Allahu Teâlâ cihad yoluna bu büyük ecri vermiş
ve yine şüphe sızmayacak bir şekilde mücahidin ecrini garanti altına almıştır. Buhari ve Müslim’de Ebu
Hureyre’den rivayet olunan bir hadiste Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Allah,
kendi yolunda çıkan kimseye kefil olmuştur; “Onu ancak benim yolumda cihad, bana imanı ve
resullerimi tasdiki çıkarmıştır. Onu cennete sokacağıma yada çıkmış olduğu meskenine, elde etmiş
olduğu ecir veya ganimetle geri döndüreceğime ben kefilim…” Allah subhanehu ve Teâlâ tarafından,
kendi yolunda çıkan kimseye bu şekilde tekitli bir ifade ile kefil olunması, açık bir şekilde cihada
çıkmanın nefislere meşakkatli olduğuna ve tehlikelerle kuşatıldığına delalet etmektedir. Bu nedenle
Allahu teala, bu büyük ecir ile bu zorlukları kolaylaştırmış ve hafifletmiştir.
Bunun üzerine ey Allah’ın kulu, eğer gerçekten kendi nefsine cihaddan bahsedenlerden isen,
bundan yalnızca bahsetmekle kalmamalısın. Bu, çıkmaya veya başarı ihtimali olan bir yeltenişe gücün
yettiği sürece cihada çıkmanı terk etmende Allah katında bir özür olmayacaktır. Yol ara ve cihad
yolunda yürü. Cihada ulaşanlar harikulade kimseler değillerdi. Yalnızca yol aradılar ve Allah’ta onlara
kolaylaştırdı. Gözleri ve kulakları onlardan alıkoyup cihad sahalarına geçmelerine vesileler oluşturdu.
Cihada giden yollar ne kadarda çoktur. İşte Afganistan, etrafındaki ülkeler, Pakistan, İran,
Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Çin’dir. Yine Çeçenistan’ın etrafındaki sınırları, Gürcistan, İLİM VE CİHAD
5
Dağıstan, İnguşya ve Rusya oluşturmaktadır. Filistin’in etrafında Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye
bulunmaktadır. Keşmir’in etrafında Pakistan ve Hindistan bulunmaktadır. Endonozya’nın dört bir
tarafını denizler kuşatmaktadır. Eritre’nin etrafında Sudan, Etiyopya ve kızıl deniz bulunmaktadır.
Filipinlere ve diğer cihad sahalarına bak. Her birine birçok yollar bulunmaktadır ve cihada istekli bir
kişinin tüm bu yollar arasında hiçbir yol bulamaması imkânsızdır. Düşünceni zorla, Allahu teala’nın izni
ile ulaşacaksın.
Ayrıca bizim ümmetimiz, sayısı milyara varan bir ümmettir. Eğer Müslümanların bir milyonu
cihad sahasına geçmeye yeltense, bunlar arasında en az yüz bin mücahid ulaşacaktır. Bunlarla da
Allahu teala’nın izniyle cihad sahalarındaki ihtiyaç karşılanır.
Fakat ümmetin tümü cihaddan yüz çevirip yolun kapalı olmasını bahane etmiştir. Allah
subhanehu ve Teâlâ özürlerimizi kesmiş ve yolda iken ölenin veya öldürülenin ecrini şehitlik olarak
belirlemiştir. Ancak bizler, bunu ertelemek ve geride kalmak için başka özürler aramaya devam
etmekteyiz. Allah’tan bizleri hakkında şöyle buyurduğu kimselerden kılmamasını diliyoruz: “Eğer
onlar çıkmak isteselerdi elbet bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların (mücahidlerle
birlikte savaşa) çıkmalarını çirkin gördü de kendilerini alıkoydu ve (onlara) ‘Oturanlarla beraber
oturun’ denildi.”6
Yine Ondan, bizleri haklarında şöyle buyurduğu kimselerden kılmamasını diliyoruz:
“Eğer yakın bir menfaat, orta yollu bir yolculuk olsaydı, elbette arkandan gelirlerdi. Fakat bu kadar
uzun bir mesafeyi kat etmek onlara ağır geldi. “Gücümüz yetseydi her halde bizde sizinle beraber
cihada çıkardık” diye Allah’a yemin edeceklerdir. Kendilerini helake sürüklüyorlar. Onların
muhakkak yalancı olduklarını Allah biliyor.”7
Fakat ey Allah yolundaki kardeşim, Allah’a güven. Eğer cihada giden yolda Allah’a karşı sadık
olursan kuşkusuz Allah’ta seni tasdik edecektir. Ayrıca seni ulaştıracağına da kefil olmuştur. O şöyle
buyuruyor: “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz”
Salât ve selam, Allah’ın resulüne, ailesine ve tüm ashabı üzerine olsun.