18 Ekim 2013

ALLAH'A GÜVENMEK

6 - Allah'a Güvenmek
Allah'a tevekkül (güven); peygamberlerin (a.s.) sürekli olarak anlattıkları bir hakikattir:
"Mü'minler, sadece Allah'a tevekkül etsinler." (Ali İmran: 122)
- Demek ki mü'min sadece Allah'a güvenir.
- Onun kalbi Allah'tan başkasına iltifat etmez.
- Allah'tan başkasından yardım beklemez.
- Allah'ın himayesinden başkasına sığınmaz.
Gene mü'minler, tağuti güçlere imanlarıyla başkaldırır ve her tür eziyeti de metanetle karşılarlar:
"Bize (mutluluğa götürecek) yolumuzu göstermişken Allah'a niçin güvenmeyelim." (İbrahim: 12)
Bu söz, yol ve tavrından emin, veli ve yardımcısının sonsuz lütfuna erişen inanmış kişinin sözüdür. Yolunu gösteren Allah'ın kendisine mutlaka yardım da edeceğine İnanan mü'minin..
Adımlarının Yüce Allah tarafından yönlendirildiğini ve yolunun da Yüce Allah tarafından kendisine gösterildiğini anlayan bir yürek, hiç kuşkusuz Yüce Allah'a bağlanmıştır. O, artık şaşırmaz. Yüce Allah'ın varlığından ve her şeye egemen, her şeyi kahhar sıfatıyla kuşatan İlahlığından hiç bir zaman gafil kalmaz.
Azimle ve yılmadan yola devam etmeyi sağlayan bir şuurdur bu. Yani tereddüt ve bocalama geçirmeden..
Yoldaki tağutî güç ve engellerden çekinmeden..
Bu hakikati, yani Allah'ın yol göstericiliği ve Allah'a güvenme olayının mü'min yürekteki kopmaz bağlantısı, ancak fiilen hareket içinde bulunanların anlayabileceği bir hakikattır. Cahiliyye tağutuyla fiilen savaşanın anlayabileceği bir hakikat...
Kalbindeki tüm noktaların İlahî nurla aydınlandığını hisseden kimsenin anlayabileceği..
Bu nurla aydınlık ufukları gören, huzur dolu bilgi ve ilim ortamında yaşayan, İlahî ünsiyet ve yakınlığı hisseden kimsenin..
İşte bir mü'min eğer bu hakikati anlamışsa yeryüzü tağutlarının tehditlerine hiç bir önem vermez. Aldatmaca ve tehditlere boyun eğmez. Çünkü bu mü'min, yeryüzünün tüm tağutlarıyla beraber onların elindeki her tür kapma ve sindirme yöntemlerini de hor görür. Sonra Allah'a bağlanmış bir kalb, böyle şeylerden nasıl korksun ki?
Şu aciz kullar mı onu korkutacak?
Öyleyse sarsılmadan sabredelim, zayıflayıp geri dönmeyelim, gevşeyip titremeyelim, kuşkuya kapılmayalım, aşırılık göstermeydim ve yoldan ayrılmayalım...
"Ve biz, tüm eziyetlerinize de kesinlikle sabredeceğiz." (İbrahim: 12)
Sıhatlı iman anlayışını, olanca sadelik ve gücüyle Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yüreğinde görüyoruz. Onun risaletine inanıp onun davasını yayan her mü'min yüreğin de bu imanla süslenmesi gerekir. İşte açıklama:
"Allah, kuluna (yardım etmeye) yetmiyor mu? (Ey Muhammed!) onlar, seni Allah'tan başkasıyla korkutuyorlar." (ez-Zümer: 36)
Yetip artan bir direktiftir bu açıklama. Allah'a ulaşan şaşmaz ve dosdoğru yolu göstermektedir bu açıklama. Eğer Allah davetçinin yanındaysa, eğer davetçi bulunduğu ubudiyyet makamının hakkını veriyorsa acaba onu kim ve ne korkutabilir?
Güçlü ve her şeyi kudret kabzasında tutan Yüce Allah'ın yeterli oluşundan (kifayetinden) hiç kimse kuşku duyabilir mi?
Gerçek korku kimdendir?
Konu budur. Apaçık ve kesin...
Tartışma ve zihinsel yorgunluğa yer vermeyecek kadar net...
Çünkü söz konusu olan; Allah korkusuyla başkasının korkusudur. Eğer mesele böylece anlaşılmışsa şüphe ve karmaşaya hiç bir yer kalmamıştır. Evet, eğer bu anlaşılmışsa Allah'ın dinine davet eden kimseyi ne korkutabilir ki?
Neden huzursuz olabilir, neden çekinebilir ki?
Onu kim yolundan engelleyebilir ki?
Eğer bu hakikat mü'minin kalbine yerleşmişse, kendi açısından mesele bitmiş ve tartışma kesilmiş demektir. Allah'tan başkasından umudunu kesmiş demektir. Çünkü Allah, kuluna yelerdir. Sadece O'na güvenilir:
"De ki: Allah bana yeterdir. Mütevekkil kimseler, sadece Ona güvenirler." (ez Zümer: 38)
Kalblerinde Allah'tan başka birine veya bir sebebe güven duygusunu bulan kimseler, en başta Allah'a gerçekten İnanıp inanmadıklarını düşünmek zorundadırlar.
"Mü'minler ancak o kimselerdir ki Allah'ın (azabı) anılınca kalbleri korkar. Allah'ın ayetleri okununca imanlar artar ve sadece Rablerine güvenirler." (el-Enfâl:2)
Sadece Rablerine güvenirler. Ayetin (gramer yönünden) ifade ettiği anlam budur. Yani yardım ve güven konusunda Allah'a hiç bir şekilde ortak koşmazlar.
Yahut İbn-i Kesir'in tefsirinde anlattığı gibi:
Allah'tan başkasına umut bağlamazlar, O'ndan başkasını kastetmezler, O'ndan başkasına sığınmazlar, O'ndan başkasından ihtiyaç talep etmezler ve O'ndan başkasına rağbet etmezler. Dilediği her şeyin olacağını, dilemediğinin ise asla olamayacağını bilirler.
Mülkünde tasarrufta bulunan O'dur. Ortağı yoktur. Hükmünü değiştirecek yoktur. Süratle hesap alan O'dur.
Bundan dolayı Said b.Cübeyr demiş ki:
"İmanın merkezi (temeli), Allah'a tevekküldür."
Allah'ın vahdaniyetine ihlasla İnanmak budur. Başkasına değil, sadece Ona ihlasla ubudiyet etmek budur. Hem Allah'ın vahdaniyyetine inanmak, hem de onunla beraber başkasına güvenmek, mümkün değil bir arada bulunamaz.
Ama bir tek Allah'a güvenmek, dünyevî sebeplere başvurmaya mani değildir. Çünkü bir mü'min, sebeblere sarılmayı imanından bir parça ve sebebe sarılmayı emreden Rabbine itaat olarak kabul eder. Fakat sebeplere sonuçları doğuran şey gözüyle bakmaz. Bundan dolayı da sebeblere tevekkül etmez.
Mü'minin anlayışına göre sebep - netice arasında bir ilişki yoktur. Ne var ki sebeblere başvurmak ibadedettir. Emre itaat yönünden ibadettir. Neticenin gerçekleşmesi ise sebebin kendisinden ayrı İlahi bir kaderdir. Allah'tan başkasının takdir edemeyeceği bir kader. Bu özelliğiyle mü'min, sebeblere tapınmak ve bağlanmaktan kurtulup şuur özgürlüğüne kavuşmaktadır. Ama aynı zamanda bu sebeblere gücü nisbetinde başvurmak zorundadır. Allah'a itaatin mükafatına kavuşmak İçin başvurmak zorundadır.
Davetçiye düşen, bir tek Allah'a bağlılığını ifade eden arı-duru akidesini ilan etmektir:
"De ki: (Beni ortadan kaldırmak için) çağırın ortaklarınızı ve sonra bana hiç bir mühlet vermeden kurun tuzaklarınızı. Benim velim (işlerimi yöneten), hiç şüphesiz Kitab'ı indiren Allah'tır. Salihlere velayet eden de O'dur. O'nu bırakıp tapındıklarınız ise size yardım edemeyecekleri gibi kendi kendilerine de yardım edemezler. Onları hidayete (doğruya) çağırsanız bile duyamazlar. Onları sana bakarken görürsün, oysa ki kendileri görmez." (el-A'raf: 195-198)
Bu, dava sahibinin buyruğudur. Cahiliyyeye karşı söylenmesini emrettiği kelimelerdir. Rabbinin emrine uyan Hz. Peygamber (s.a.v.) kendi zamanındaki müşriklere ve sahte ilahlarına meydan okuyarak bu kelimeleri aynen söylemiştir.
"De ki: Çağırın ortaklarınızı ve sonra bana hiç bir mühlet vermeden kurun tuzaklarınızı!"
Bu kelimeleri böylesine bir meydan okuyuşla müşriklerin ve sahte ilahlarının yüzüne vuruyordu. -Bana karşı kullanacağınız - ilahlarınızınki de dahil olmak üzere tüm tuzaklarınızı hiç bir süre ve mühlet tanımadan kurun diyordu. En büyük güce güvenip dayanmış ve tüm tuzaklara karşı onun himayesine sığınmış birinin edasıyla haykırıyordu yüzlerine:
"Benim velim, hiç şüphesiz kitabı indiren Allah'tır. Salihlere velayet eden de O'dur."
Kime dayandığını böylece ilan ediyordu. Kitabı indiren Allah'a dayanıyordu. Zaten kitabı indirmekle Peygamberini elindeki bu Hak'la insanların karşısına çıkarmayı murad ettiğini gösteriyordu. Bu hakkın, batılperestlerin batılına egemen olmasını takdir eden de O'ydu. Davasını kendisine güvenerek tebliğ edip yüklenen salih kullarını koruyan da O'ydu. Bu, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonra gelecek her zaman ve her yerdeki Allah dini davetçilerinin vazgeçilmez sözüydü:
"De ki: Çağırın ortaklarınızı ve sonra bana hiç bir mühlet vermeden kurun tuzaklarınızı"
Görülüyor ki dava adamı, dünyevi her tür dayanağı bırakıp hiçe saymak zorundadır. Gerçekte tüm dünyevi dayanaklar hiçtir ve önemsizdir. Dışarıdan güçlü ve kudretli görünseler bile..
"Ey insanlar! Size verilen şu örneği dinleyiniz: Allah'ı bırakıp tapındıklarınızın tümü bir araya gelse bir sinek bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa onu bile kurtaramazlar. İsleyen(tapan) aciz, istenen (tapman) da aciz!" (el-Hacc: 73)
"Allah'tan başkasını veli edinenlerin durumu, kendi kendisine bir ev yapan örümceğin durumu gibidir. Halbuki evlerin en dayanıksızı da örümceğin evidir. Bunu bilselerdi (başkasını veli edinmezlerdi.)" (el-Ankebût: 41)
İslam davetçisi, Allah'a dayanmaktadır, öyleyse şu diğer veli ve dayanakların önemi var mı?
Mü'mine göre bunlar ne ki?!
Eziyet edebilseler bile ne ki bunlar?!
Çünkü yapabildikleri eziyet de Allah'ın izniyledir. Kendisine velayet eden Rabbinin izniyle..
Bu, Rabbinin kendisini korumaktan acizliği değildir. Dostlarına yardım etmeyi bırakmış demek de değildir. O, münezzehtir tüm noksanlıklardan. Çünkü O, salih kullarını bu eziyetlerle imtihan etmektedir. Eğitmek, arıtmak ve alıştırmak için imtihan etmektedir. Ve O, zalim kullarını da mazeretsiz bırakmak, zaman tanımak ve nihayet-sarsılmaz tuzaklar hazırlamak İçin derece derece yaklaştırmaktadır helâka..
Hz.Ebu Bekr (r.a.).. Müşrikler, yamalı ayakkabılarıyla mübarek yüzüne vurup gözü ve çehresini ağzı gözünden tanınmayacak şekilde kana bularken, yani Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonra dünyanın bu en büyük insanına böylesine çirkin ve alçakça saldırırlarken o, bu İşkence boyunca:
"Ya Rabbi! Sen ne kadar halimsin. Ya Rabbi! Sen ne kadar halimsin" diyordu.
Çünkü o, bu eziyetlerin ötesinde Rabbinin halimliğinin bulunduğuna yürekten inanıyordu. Rabbinin, tüm düşmanlarını bir anda çökertip helak edebileceğini kesinlikle biliyordu. Rabbinin, dostlarını terketmediğinden kesinlikle emindi.
Müşriklerin, Ka'be etrafında toplandığı bir sırada sesini yükselte yükselte Kur'an okumaya başlayanAbdullah b.Mesud'a yaptığı eziyetler.. Dayaktan bitkinleşip belini doğrultamaz hale gelen Abdullah, tüm bu alçakça eziyetlerden sonra diyordu ki:
"Allah'a yemin ederim ki, o anda kendilerinden daha önemsiz kimse bilmiyordum."
Çünkü bu kimselerin Yüce Allah'a düşmanlık yaptığını biliyordu. Allah'a düşmanlık yapanın ise eninde sonunda yenileceğine ve Allah katında zaten mağlup olduğuna kesinlikle inanıyordu, öyleyse bu kimseler, Allah'ın dostları nazarında da önemsiz olmalıydılar.
Bir de Abdullah b.Maz'ûn (r.a.)..
Müşrik Utbe b.Rebia'nın himayesinden çıkmıştı. Çünkü din kardeşleri Allah yolunda eziyetler çekip dururken bir müşrikin himayesinde eziyetten kurtulmuş olmaya tahammül edemezdi. Utbe'nin himayesinden çıkar çıkımaz müşrikler başında toplanmışlardı. Bir gözünü köreltinceye kadar vurdular onu. O sırada Utbe onu tekrar himayesine davet ediyordu. Ama Abdullah bu haline bakmadan:
"Hayır; çünkü ben senden daha üstün olanın himayesindeyim" diyordu. Utbe bu defa kendisine:
"Yeğenim, eğer himayemde olsaydın gözün bu halde olmazdı" deyince Abdullah:
"Hayır (girmem), vallahi) Allah yolunda diğer gözüme de aynı şey yakışırdı," diye cevap veriyordu. Çünkü Abdullah, Rabbinin himayesinin, kulların himayesinden daha onurluca olduğunu biliyordu. Rabbinin kendisini bırakmadığına da kesinlikle inanıyordu. Rabbi, kendi yolunda böylesine bir eziyete girmesini takdir etmişti yal öyleyse o da bu harika cevabı verecekti. Bununla tırmanacaktı aydınlık ufuklara..
"Hayır, vallahi! Allah yolunda diğer gözüme de aynı şey yakışırdı."
İşte Hz. Muhammed (s.a.v.)'in gözetiminde Kur'an-ı Kerim'le eğitilen bu parlak nesilden böyle örnekler çıkıyordu. Çünkü onlar Yüce Allah'ın:
"De ki: Çağırın ortaklarınızı ve sonra bana hiç bir mühlet vermeden kurun tuzaklarınızı!. Benim velim, hiç şüphesiz kitabı indiren Allah'tır ve salihlere velayet eden de O'dur," buyruğunun gölgesinde yetişiyorlardı.
Peki bundan sonra ne oldu?
Yani müşriklerin bu çeşitli eziyetlerine dayanmaktan ve kitabı indirip salihlere velayet eden yüce Allah'a bağlanmaktan sonra ne oldu?
Hiç kuşkusuz tarihin bildiği..
Allah'ın velileri galibiyete, üstünlük ve hükümranlığa kavuştu. Salihlerin öldürdüğü tağutlara da alçalmak, yenilmek ve mahvolmak düştü. Allah'ın gönüllerini İslâm'a açtığı diğer adamlara gelince; onlar da bu salih öncülere tabi oldular. Allah'a sonsuz güven duyup İşkenceleri metanetle ve sarsıntı geçirmeden göğüsleyen salihlere.. Allah yolunda sarsılmaz bir azimle direnenlere..
Nerede ve ne zaman olursa olsun dava adamı, ancak böyle bir azim, böyle bir güven ve böyle bir inançla bir yere varabilir:
"Benim velim, hiç şüphesiz kitabı indiren Allah'tır ve salihlere velayet eden de Odur."
Batıl, ne kadar gaddarlaşırsa gaddarlaşsın, davetçileri nasil tehdit ederse etsin, huzur veren hak kelimeye nasıl saldırırsa saldırsın, oluşturduğu düşünce ve ifade korkusu ne olursa olsun dava adamlarına düşen, sadece yollarına devam etmek ve boyunlarındaki görevi yılmadan taşımaktır.


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...