09 Eylül 2013

ABDULLAH BİN REVÂHA (Radıyallahü Anh)


ABDULLAH BİN REVÂHA (Radıyallahü Anh)

Son Peygamber Kusva adlı devesinin üzerinde. Devenin yularını bir şair çekiyor yürüyerek. Yüksek sesle şiirler okuyan bu şair Abdullah bin Revâha'dan başkası değil. Şiirleri işiten Hz. Ömer, bunun Resûlullah'a saygısızlık olduğunu düşünerek susturmak istiyor Abdullah bin Revâha'yı. Fakat Hz. Peygamber(sav) susturmuyor şairini. "Ömer bırak onu!"diyor. "Düşmana karşı oklardan daha tesirlidir Abdullah'ın sözleri!"
Şairleri konuştuğunda huşuyla susanlar, Son Peygamber'e inen âyetler karşısında şiirden daha güçlü bir sözle karşılaştılar ilk kez ve ne yapacaklarını bilemediler. Hakikate kalbini açabilenler İlâhî bir kelamla karşı karşıya olduklarını fark edip teslim olurken, hakikate direnenler daha önce övgü sıfatı olarak kullandıkları bir kelimeyi bu defa Hz. Peygamberi yermek için kullandılar: ŞAİR. Yüce Allah, "Biz O'na şiiri öğretmedik. O'na gerekmezdi zaten" âyetiyle bu iftirayı reddetmekle kalmamış, bir de "Şairler sûresi" indirerek şairleri tanımlamıştı: " Şairler ise, onlara sapık kimseler uyarlar. Görmez misin o şairler, her yöne meyleder ve boş şeylere dalarlar. Gerçekten onlar şiirlerinde yapmayacakları şeyleri söylerler."(Şuara,224-226) Şairler için genel ve kesin hüküm taşıyan bu âyetler indiğinde gözlerinden yaşlar boşanan bir şair vardı orada: Abdullah bin Revâha. "Allah benim de şair olduğumu biliyor. Demek ben de onlardanım!" diyerek ürperen bu Müslüman şair, "Ancak îman edip sâlih amel işleyenler, Allah'ı çok ananlar, kendilerine zulmedildikten sonra öçlerini alanlar müstesnadır..." âyetini okumasaydı Hz. Peygamber belki de ölecekti üzüntüsünden.
Abdullah bin Revâha hayatı boyunca o "müstesna" şairlerden olmaya çalıştı. Kelimelerini hakikatin emrine verdi. Sadece sözlerle yetinmedi, o sözleri hayata taşıdı. Elçi'nin hem sözcülerinden, hem vahiy kâtiplerinden oldu. Bedir savaşında hem muharipti hem müjdeci. Zafer kazanıldığına Zeyd bin Hârise'yle beraber nefes nefese Medine'ye koşarak Hakk'ın galibiyetini müjdelemiş, ikinci Bedir seferinde ise Hz. Peygamber'in vekili olmuştu o mübarek şehirde. Uhud ve Hendek sınavlarında da ön saflarda oldu hep. O ne müthiş bir gündü. Hz. Peygamber(sav) kazılan hendeğin topraklarını taşıyan ashabına yardım ediyor, toz toprak içinde çalışırlarken bir ağızdan Abdullah bin Revâha'nın şiirini okuyorlardı. "Allah bize hidayet etmeseydi eremezdik hidayete/ Ne zekat verir, ne namaz kılardık/Kafirler saldırdı bize/ Geri durduk fitne çıkarmak istediklerinde.http://sonpeygamber.info/ Can feda sana ya resulallah, bağışla bizi/ Düşmanla karşılaşma anında, ayaklarımızı sâbit eyle ya Rabbi!"
Yüce Allah, Abdullah bin Revâha'nın hem ayaklarına hem diline güç verdi. Henüz Mekke fethedilmeden hicretin yedinci yılında, bir umresi vardı ki Müslümanların görülmeye değerdi. Bir önceki sene Mekke'ye girmeleri engellenen Müslümanlar, müşriklerle yaptıkları anlaşmayla umre yapmaya gidiyorlardı sevinçle. İşte Mekke'ye giriyorlar. Son Peygamber Kusva adlı devesinin üzerinde. Devenin yularını bir şair çekiyor yürüyerek. Yüksek sesle şiirler okuyan bu şair Abdullah bin Revâha'dan başkası değil. Şiirleri işiten Hz. Ömer, bunun Resûlullah'a saygısızlık olduğunu düşünerek susturmak istiyor Abdullah bin Revâha'yı. Fakat Hz. Peygamber(sav) susturmuyor şairini. "Ömer bırak onu!"diyor. "Düşmana karşı oklardan daha tesirlidir Abdullah'ın sözleri!"
O Abdullah ki ne zaman "Söyle!" dense yakalıyor dizginleri. Yakalıyor ve neşeyle koşturuyor kelimelerini. Bazen Allah'ın elçisi, "Hadi şu âna uygun bir şiir söyle bize!" diyor da bakın hangi mısraları art arda getiriyor: " Sezinlediğim hayrı O'ndan beklerim/ Allah biliyor gözüm aldatmaz beni/ Sen Peygambersin, kim şefaatinden mahrum kalırsa/ Hesap günü kader onu önemsemiyor/Gönderilen diğer elçiler gibi/ Hayırda sabit kılsın Allah seni/ Ve zaferini daim etsin, yardım ettikleri gibi."Şiiri dinleyen Nebî dua ediyor şairine: " Seni de Allah Sâbit kılsın!"
Her merhalede "sebat" ihsan ediliyor Revâha'ya. Hayber'de sebat, Hudeybiye'de sebat...Fakat bir de Mûte var, güçlerin arasında uçurum olan o büyük savaş. Hz. Peygamber(sav)'in Bizans İmparatoruna bağlı olan Busrâ emîrine gönderdiği elçi şehid edilip İslâm'a davet mektubu yırtıldığında savaşmanın hak olduğu. Son Peygamber 3000 kişilik gönüllü İslam ordusunu öğle namazının akabinde bizzat kendisi uğurluyor sefere. Zeyd bin Harise'ye teslim ederken sancağı savaşın sırrını da ima ediyor ashabına: " Zeyd şehid olursa sancağı Cafer alsın. O da şehid olursa sancak Abdullah bin Revaha'nındır. Şayet Abdullah da şehid olursa sizler içinizden birini komutan seçersiniz!"
Ordu yola çıktığında Abdullah bin Revâha'nın ağladığı görülüyor. "Niçin ağlıyorsun!"diye soruyorlar ona. " Yemin ederim, dünyaya karşı bir damla sevgim yok. Sizin de yok biliyorum. Fakat Resûlullah'tan şu âyeti dinlemiştim: ‘Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu Rabbinin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür.(Meryem 71) İşte bu yüzden mutlaka cehenneme gireceğimi düşündüm. Doğrusu girdikten sonra çıkıp çıkamayacağım da belli değil." Bu sözleri söyledikten sonra şiir okumaya başlıyor Revâha: " Oysa ben Rahman'dan mağfiret istiyorum/ Bir de ta yüreğe işleyen dehşetli bir yara..."
Bizans ordusunun 100.000 askerle yola çıktığını duyan bazı Müslümanlar tedirgin olup duruma göre yeni bir karar alınmasını istediğinde muharip kimliğiyle hatip kimliğini birleştiriyor Abdullah bin Revaha ve "Hoşnut olmadığınız bu haber, tam da şehadet özlemiyle buralara gelme nedeninizdir. Biz düşmana karşı sayıyla değil, ancak Allah'ın ihsan ettiği imanla savaşabiliriz. Önünüzde iki güzelden biri var: Şehadet ve zafer!"diyerek savaş azmini perçinliyor.
Her şey Son Peygamber'in söylediği gibi oluyor. Önce Zeyd peşinden Cafer şehid oluyor. Sırasının geldiğini gören Abdullah atını   sürerken şiir okuyor yine: "Ey nefis! Bakıyorum cenneti hiç istemiyorsun/ Boş bunlar/Kalbim mutmaindir ki sen/Su kırbasındaki bir damla susun/ Ey nefis çarpışmasan da bir gün öleceksin/İşte ölüm güvercini yaklaşıverdi/Ne arzularsan o verilir sana ey benliğim!"
Arzuladığı veriliyor Abdullah bin Revâha'ya. Çünkü o Peygamberi neyi işaret ederse onu yapıyor. Hani bir gün yetişmeye çalışırken Cuma namazına, daha camiye varmadan Hz. Peygamber'in "Oturun" buyruğunu duyup oturuvermişti yolda. Ah nasıl da tebessüm etmişti son Peygamber duyduğunda bu masum hali. Hoşnut olup dua etmişti ona "Allah itaatini artırsın!"diyerek. Allah itaatini artırdı şairin ve aldı yanına. Sancak Halid bin Velid'e geçti.Haber ulaştığında gözleri yaşardı Nebî'nin. Kesik kesik, Meleklerin onu görmekten sevinç duyduğunu söyledi.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...