BOZKURT DESTANI
Türkler'in ilk ataları Batı Denizi'nin batı kıyısında otururlardı. Türkler, Lin adlı bir ülkenin
ordularınca yenilgiye uğratıldılar. Düşman çerileri bütün Türkleri erkek-kadın, küçük-büyük
demeden öldürdüler. Bu büyük ve acımasız kıyımdan yalnızca 10 yaşlarında bulunan bir
oğlan sağ kaldı geriye. Düşman askerleri bu çocuğu da buldular ama onu öldürmediler; bu
yaşayan son Türk'ü acılar içinde can versin diye, kollarını ve bacaklarını keserek bir bataklığa
attılar. Düşman hükümdarı, çeri (asker) lerinin son bir Türk'ü sağ olarak bıraktığını öğrendi;
hemen buyruk verdi ki bu son Türk de öldürüle ve Türkler'in kökü tümüyle kazına... Düşman
çerileri çocuğu bulmak için yola koyuldular. Fakat dişi bir Bozkurt çıktı ve çocuğu dişleriyle
ensesinden kavrayarak kaçırdı; Altay dağlarında izi bulunmaz, ıssız ve her tarafı yüksek
dağlarla çevrili bir mağaraya götürdü. Mağaranın içinde büyük bir ova vardı. Ova, baştan
ayağa ot ve çayırlarla kaplıydı; dörtbir yanı sarp dağlarla çevrili idi. Bozkurt burada çocuğun
yaralarını yalayıp tımar etti, iyileştirdi; onu sütüyle, avladığı hayvanların etiyle besledi,
büyüttü. Sonunda çocuk büyüdü, ergenlik çağına girdi ve Bozkurt ile yaşayan son Türk eri
evlendiler. Bu evlilikten 10 çocuk doğdu. Çocuklar büyüdüler; dışarıdan kızlarla evlenerek
ürediler. Türkler çoğaldılar ve çevreye yayıldılar. Ordular kurup Lin ülkesine saldırdılar ve
atalarının öcünü aldılar. Yeni bir devlet kurdular, dört bir yana yeniden egemen oldular. Ve
Türk kaganları atalarının anısına hürmeten, otağlarının önünde hep kurt başlı bir sancak
dalgalandırdılar...
Bununla birlikte Destan ile ilgili üç farklı söyleyiş de bulunmaktadır. Bunlar;
Birinci söyleyiş:
Hun Ülkesinin kuzeyinde So adı verilen bir ülke vardı. Burada, Hunlarla aynı soydan olan
Göktürkler otururdu. Bir gün Göktürkler So Ülkesinden ayrıldılar. Bu sırada başlarında Kağan
Pu adlı bir yiğit vardı. Kağan Pu'nun on altı kardeşi bulunuyordu. On altı kardeşten birinin
annesi bir kurttu.
Annesi Göktürklerce en kutsal yaratıklardan biri olarak bilinen ve böyle kabul edilen bir kurt
olduğu için delikanlı, rüzgârlara ve yağmura söz geçirir, bu iki kuvveti buyruğu altında
tutardı.
Bununla beraber, So Ülkesindeki yurtlarından ayrılan Göktürkler düşmanlarının baskınına
uğradılar. Bu baskında düşmanlar bütün Göktürkler'i yok ettikleri gibi on altı kardeşten
sadece birisi kurtulabildi. Kurtulan delikanlı annesi kurt olan idi.
Bu delikanlının da, birisi yaz diğeri de kış ilâhının kızı olan iki karısı vardı. Baskından sonra
her ikisinden ikişer oğlu oldu. Zamanla kalabalıklaşıp çoğalan halk, çocuklardan en büyüğünü
kendilerine Hakan seçtiler; o zamanki adı Göktürk dilinde değildi. Hakan seçilir seçilmez
Göktürkçe olmayan bu adını bıraktı ve Türk adını aldı.
Ondan sonra Türk on kadınla evlendi, bir çok çocukları oldu. içlerinden Asena adını taşıyan
biri hakanlık tahtına geçince boyun adı da Aşine oldu.
İkinci söyleyiş:
Hunların bir boyu olan ve adına Aşine denilen Türk boyu Hazar Denizinin batı taraflarında
yerleşmişti. Türklerin ilk atası olarak biliniyordu. Rahat ve huzur içinde otururlarken bir gün
ansızın düşmanların baskınına uğradılar. Baskının sonunda kimse sağ kalmadı.
Her nasılsa küçücük bir çocuk bu baskından sağ kalmış bir köşeye sığınmıştı. Düşmanlar onu
da gördüler. Fakat, cılız ve küçük bir çocuk olduğu için kimse ondan korkmadı ve ona
aldırmadı. Hattâ içlerinden acıyanlar bile çıktı. Ama düşman yine de her ihtimali düşünüp,
çocuğu öldürmektense kolunu bacağını kesip orada öylece bırakmayı uygun gördü;
düşündükleri gibi yaptılar.
Kolunu bacağını kesip, yan ölü hâle getirdikleri çocuğu alıp bataklıkta bir sazlığa attılar;
bırakıp gittiler.
O sırada, nereden çıktığı bilinmeyen bir dişi Bozkurt göründü, geldi, çocuğu emzirdi.
Yaralarını yalayıp iyi etti. O günden sonra da, avlanıp getirdiği yiyeceklerle çocuğu besleyip
büyüttü, gücünü kuvvetini arttırdı.
Zamanla Bozkurd'un beslediği çocuk gürbüzleşti.
Günlerden sonra bir gün, baskın yapıp Asine soyunu yok eden düşman başbuğu, kolunu
bacağını keserek sazlığa attıkları çocuğun yaşadığını öğrendi. Adamlar gönderip durumu
öğrenmek, sağ kaldı ise öldürtmek istedi.
Düşman başbuğunun gönderdiği asker geldiğinde, kolu bacağı kesik gencin yanında bir dişi
Bozkurt gördü. Dişi Bozkurt tehlikeyi sezmişti, dişleriyle gerici yakaladığı gibi denizin öte
yanına geçirdi; orada da durmayıp Altay Dağlarına doğru götürdü. Orada, her tarafı yüksek
dağlarla çevrili bir yaylada bir mağaraya yerleştirdi, onunla evlendi; on oğlan doğurdu!
Mağaranın bulunduğu yayla yeşillikti; serin gür suları, meyve ağaçlan, av hayvanları vardı.
Oğlanlar orada büyüdüler, orada evlendiler. Her birinden bir boy türedi. Bunlardan birinin adı
da Asine boyu idi.
Asine, kardeşlerinin içinde en akıllı, en gözü pek, en yiğit olanı idi. Bu yüzden Türk Hakanı o
oldu.
Soyunu unutmadı. çadırının önüne her zaman, tepesinde bir kurt başı bulunan bir tuğ dikti.
Aradan çok yıllar geçti. Aşine boyuna Asençe adlı bir başka yiğit hakan oldu. Bunun
zamanında ise Aşine boyu, bulundukları yerden çıkıp daha güzel yurtlara yerleştiler.
Üçüncü söyleyiş: (Usunlar ile ilgili destan)
Bir not halindedir. Çin devlet adamlarından Cjan-Ken'in, Milattan önce 119 yılında, Çine göre
batı ülkelerinde yaptığı gezi sonunda gördüklerini ve duydukların yazıp o zamanki Çin
împaratoruna sunduğu notlan arasında kayıtlıdır.
"Hun Ülkesinde bulunduğum zaman duydum ki Usun Hanı, Gunmo unvanını taşıyor.
Gunmo'nun babası, Hunlann batısındaki bir ülkeye sahipti. Gunmo'nun babası bir savaşta
Hunlar tarafından öldürüldü. Yeni doğmuş olan Gun-mo'yu kırlara attılar. Kuşlar çocuğu
sineklerden koruyor; bir dişi kurt sütüyle besliyordu. Hun Hakanı buna şaştı. Bu çocuğu
saydı. Onu kendi terbiyesine aldı, büyüttü. Babasının ülkesini ona geri verdi."
ERGENEKON DESTAN
Kaçınız bilirsiniz, biz nerelerden geldik
Atamız Kayan gibi, dağlardan akan seldik
Bugün anlatacağım, geldiğimiz yerleri
O dağları, taşları, ovayı, nehirleri
İyi dinleyin beni, ki yaşayın o anı
Öyle anlatayım ki, unutmayın o anı
İyi bilin, öğrenin, anlatın unutmadan
Tek sözü eksiltmeden, bir kelime katmadan
İl Han Kağan baştaydı, kuvvetliydi Gök Türkler
Savaşa doymuyordu, heyecanlı yürekler
Okunun ötmediği, kılıcın yetmediği
Millet kalmış mıydı ki, tek mağlup etmediği
Bir de Sevinç Han vardı, Moğolların başında
Yaşını da bilirim, İl Han Kağan yaşında
Diş geçirememişti, yiğit Türk çerisine
İlerlemişti Türkler, Moğol içerisine
Sevinç Han dayanamaz, mektup yollar dört yana
Der ki: "Türkler düşmandır, hem bana hem de sana."
Toplanıp çevre beyler, varırlar bir karara
Birleşmeli hep birden, açmalı Türk`te yara
Haber alır İl Han`ım, geldi savaşın çağı
Beş bin ordu birleşse, sönmez Türk`ün ocağı
Gök Türkler yener yine, şaşırır karşı beyler
Hele bir görün bakın, Sevinç Han şimdi neyler
Bırakıp hayvanları, kaçar Moğol ordusu
Bu ne anlama gelir, sorulmamış sorgusu
Türkler başlar şölene, hem yeyip hem içmeye
Ama Moğol uyumaz, gelir kanım içmeye
Ani bir baskın olur, bir bir düşer Türk eri
Her yan cesetle dolar, ayrık gövdeyle seri
İki alp er çarpışır, adları Kayan, Tukuz
Unutma biz bir yaydan, atılan dokuz okuz
Kayan, kağan oğluydu, dağdan akan sel gibi
Tukuz, kağan yeğeni, gökten esen yel gibi
Gözlerinin önünde, yok oldu budunları
Atlayıp da atlara, kaçtılar kadınları
Kaçtılar dediysem ben, sanmayın ki korkudan 5
Beyleri emretmişti, ar denilen duygudan
Almıla idi biri, Bengül de ötekisi
Gittiler Kutlu Dağ`a, at üstünde ikisi
Kayan ve Tukuz, bitik; yığıldılar toprağa
Türk`ün bu helal kanı, feda olsun bayrağa
Sevinç Han geri döndü, Türkler öldü sanarak
Bir kahkaha patlattı, manzaraya kanarak
Derken bir kıpırdanma, Tukuz kalktı ayağa
Taşıdı Kayan`ı da, kuytuda bir oyuğa
Almıla ile Bengül, döndüler sonraki gün
Ama kaçmalıydılar, öz vatanından sürgün
Yiğitleri yaralı, halleri yok ölmeye
Ne ölmeye hal kaldı, ne de bir tek gülmeye
Kutlu Dağ`a vardılar, kaldılar bir kaç gece
İyileşti yiğitler, gezdiler gündüz gece
Aradılar o kadar, sonunda da buldular
Bu korkulu yaşamdan, sonunda kurtuldular
Lakin bu yerin yolu, geçit vermez pek kolay
O anda oluverdi, o ne muhteşem olay
Bir bozkurt peyda oldu, düştü dördün önüne
Yol gösterdi onlara, bu cennetin içine
Öyle bir yer ki ora, Kök Tanrı`dan hediye
Kapattılar geçidi, yağı bulmasın diye
Dediler buraya ad, koyalım "Ergenekon"
"Ergene": "dağ kameri"; ve "diklik" demektir "kon"...
Asena`nın kurtları, girdiler güzel yurda
Hepsi duacıydılar, o yol gösteren kurda
Kağan soyunda gelen, Kayan önderleriydi
O demirden kurt başlı bayrak gönderleriydi
Ergenekon onlara, yurt oldu tam dört yüz yıl
Hatırla o günleri, sarhoşluğundan ayıl
Dört yüz yıl çoğaldılar, yaşlıları ölürken
Boy boy oldu Tukuzlar, Kayat ve de Türülken
Tukuzlar ve Türülken, atalarıdır Tukuz
Sonra da bu iki kol, oldular Dokuz Oğuz
Kayat; soyu Kayan`ın, kağanlar hep bu boydan
Çıkmadılar töreden, hepsi de aynı soydan
Şölen yaptılar her yıl, anarak kutlu günü
Unutmadılar bir an, ne yağıyı ne dünü
Dört yüzüncü şölende, kağandı Börte Çine
Türk`ün öç duyguları, bir başka coştu yine
O savaşta olanlar, Gök Türk`üme ar gelir
Sığmaz oldu tümenler, Ergenekon dar gelir
Ama burdan çıkmanın, bir çaresi yok muydu
Demirden dağı gören, o tarihte yok muydu
Bütün halk arar oldu, kurtuluşun yolunu 6
Gözler hep tarar oldu, hem sağını solunu
Bir çocuk çoban vardı, yiğit Tirek adında
O ne kaval çalardı, bu on yedi yaşında
Bu Tirek çalmaz sanki, kavalıyla inlerdi
Çalmaya başlayınca, bütün oba dinlerdi
Kavalıyla dosttu o, üflerdi sevdasını
Kattı Ergenekon`dan, bir çıkış arzusunu
Gök gözlü bir kök böri, varıp geldi önüne
Sonra yavaaaş yürüdü, bir çıplak dağ yönüne
Tirek eve dönünce, anlattı demirciye
Dedi: "Ey bilge kişi, bu kurt gelir de niye?"
Demirci hazırlandı, sabah Tirek`le gitti
Düştü kurdun peşine, dağ önünde yol bitti
Anladı ki demirci, bu dağ saf demirdendir
Ve bu gök tüylü böri, ulu Kök Tengri`dendir
Dönüp anlattı Han`a, bütün bu olanları
Demir dağı eritip, yol açmak planları
Yığdılar odun, kömür ve devasa körükler
Bu son umutlarıydı, çıkmalıydı Gök Türkler
Dualar eşliğinde, yakıldı koca ateş
Sonunda eridi dağ, sevindi bacıkardeş
Bir öncü yolladılar dışarıya bakmaya
Sabırsızdı Gök Türkler, öz yurduna akmaya
Öncü giden dönünce, mutlu haber verince
Tuğlar kalktı havaya, bu ereğe erince
Çıkıp Ergenekon`dan, dost ile dost oldular
Varıp atayurduna, yiğitçe öç aldılar
Yüzlerce yıl solmadan, hep tomurcuk verdiler
Dirlik düzen içinde, yaşayıp yeşerdiler
Ateşte demir dövüp, her yıl hiç unutmadan
Yaşattılar o günü, hem de hiç aksatmadan...
Ozan Çu-çu anlattı, size kutlu destanı
Siz de anlatasınız, gence dostu düşmanı
Sözümüz uzun oldu, lakin gönülden oldu
Giden bir kaç dakika, yine ömürden oldu...