14 Eylül 2013

BOZKURT DESTANI


BOZKURT DESTANI 
Türkler'in ilk ataları Batı Denizi'nin batı kıyısında otururlardı. Türkler, Lin adlı bir ülkenin 
ordularınca yenilgiye uğratıldılar. Düşman çerileri bütün Türkleri erkek-kadın, küçük-büyük 
demeden öldürdüler. Bu büyük ve acımasız kıyımdan yalnızca 10 yaşlarında bulunan bir 
oğlan sağ kaldı geriye. Düşman askerleri bu çocuğu da buldular ama onu öldürmediler; bu 
yaşayan son Türk'ü acılar içinde can versin diye, kollarını ve bacaklarını keserek bir bataklığa 
attılar. Düşman hükümdarı, çeri (asker) lerinin son bir Türk'ü sağ olarak bıraktığını öğrendi; 
hemen buyruk verdi ki bu son Türk de öldürüle ve Türkler'in kökü tümüyle kazına... Düşman 
çerileri çocuğu bulmak için yola koyuldular. Fakat dişi bir Bozkurt çıktı ve çocuğu dişleriyle 
ensesinden kavrayarak kaçırdı; Altay dağlarında izi bulunmaz, ıssız ve her tarafı yüksek 
dağlarla çevrili bir mağaraya götürdü. Mağaranın içinde büyük bir ova vardı. Ova, baştan 
ayağa ot ve çayırlarla kaplıydı; dörtbir yanı sarp dağlarla çevrili idi. Bozkurt burada çocuğun 
yaralarını yalayıp tımar etti, iyileştirdi; onu sütüyle, avladığı hayvanların etiyle besledi, 
büyüttü. Sonunda çocuk büyüdü, ergenlik çağına girdi ve Bozkurt ile yaşayan son Türk eri 
evlendiler. Bu evlilikten 10 çocuk doğdu. Çocuklar büyüdüler; dışarıdan kızlarla evlenerek 
ürediler. Türkler çoğaldılar ve çevreye yayıldılar. Ordular kurup Lin ülkesine saldırdılar ve 
atalarının öcünü aldılar. Yeni bir devlet kurdular, dört bir yana yeniden egemen oldular. Ve 
Türk kaganları atalarının anısına hürmeten, otağlarının önünde hep kurt başlı bir sancak 
dalgalandırdılar... 
Bununla birlikte Destan ile ilgili üç farklı söyleyiş de bulunmaktadır. Bunlar; 
Birinci söyleyiş: 
Hun Ülkesinin kuzeyinde So adı verilen bir ülke vardı. Burada, Hunlarla aynı soydan olan 
Göktürkler otururdu. Bir gün Göktürkler So Ülkesinden ayrıldılar. Bu sırada başlarında Kağan 
Pu adlı bir yiğit vardı. Kağan Pu'nun on altı kardeşi bulunuyordu. On altı kardeşten birinin 
annesi bir kurttu. 
Annesi Göktürklerce en kutsal yaratıklardan biri olarak bilinen ve böyle kabul edilen bir kurt 
olduğu için delikanlı, rüzgârlara ve yağmura söz geçirir, bu iki kuvveti buyruğu altında 
tutardı. 
Bununla beraber, So Ülkesindeki yurtlarından ayrılan Göktürkler düşmanlarının baskınına 
uğradılar. Bu baskında düşmanlar bütün Göktürkler'i yok ettikleri gibi on altı kardeşten 
sadece birisi kurtulabildi. Kurtulan delikanlı annesi kurt olan idi.
Bu delikanlının da, birisi yaz diğeri de kış ilâhının kızı olan iki karısı vardı. Baskından sonra 
her ikisinden ikişer oğlu oldu. Zamanla kalabalıklaşıp çoğalan halk, çocuklardan en büyüğünü 
kendilerine Hakan seçtiler; o zamanki adı Göktürk dilinde değildi. Hakan seçilir seçilmez 
Göktürkçe olmayan bu adını bıraktı ve Türk adını aldı. 
Ondan sonra Türk on kadınla evlendi, bir çok çocukları oldu. içlerinden Asena adını taşıyan 
biri hakanlık tahtına geçince boyun adı da Aşine oldu. 
İkinci söyleyiş: 
Hunların bir boyu olan ve adına Aşine denilen Türk boyu Hazar Denizinin batı taraflarında 
yerleşmişti. Türklerin ilk atası olarak biliniyordu. Rahat ve huzur içinde otururlarken bir gün 
ansızın düşmanların baskınına uğradılar. Baskının sonunda kimse sağ kalmadı. 
Her nasılsa küçücük bir çocuk bu baskından sağ kalmış bir köşeye sığınmıştı. Düşmanlar onu 
da gördüler. Fakat, cılız ve küçük bir çocuk olduğu için kimse ondan korkmadı ve ona 
aldırmadı. Hattâ içlerinden acıyanlar bile çıktı. Ama düşman yine de her ihtimali düşünüp, 
çocuğu öldürmektense kolunu bacağını kesip orada öylece bırakmayı uygun gördü; 
düşündükleri gibi yaptılar. 
Kolunu bacağını kesip, yan ölü hâle getirdikleri çocuğu alıp bataklıkta bir sazlığa attılar; 
bırakıp gittiler. 
O sırada, nereden çıktığı bilinmeyen bir dişi Bozkurt göründü, geldi, çocuğu emzirdi. 
Yaralarını yalayıp iyi etti. O günden sonra da, avlanıp getirdiği yiyeceklerle çocuğu besleyip 
büyüttü, gücünü kuvvetini arttırdı. 
Zamanla Bozkurd'un beslediği çocuk gürbüzleşti. 
Günlerden sonra bir gün, baskın yapıp Asine soyunu yok eden düşman başbuğu, kolunu 
bacağını keserek sazlığa attıkları çocuğun yaşadığını öğrendi. Adamlar gönderip durumu 
öğrenmek, sağ kaldı ise öldürtmek istedi. 
Düşman başbuğunun gönderdiği asker geldiğinde, kolu bacağı kesik gencin yanında bir dişi 
Bozkurt gördü. Dişi Bozkurt tehlikeyi sezmişti, dişleriyle gerici yakaladığı gibi denizin öte 
yanına geçirdi; orada da durmayıp Altay Dağlarına doğru götürdü. Orada, her tarafı yüksek 
dağlarla çevrili bir yaylada bir mağaraya yerleştirdi, onunla evlendi; on oğlan doğurdu! 
Mağaranın bulunduğu yayla yeşillikti; serin gür suları, meyve ağaçlan, av hayvanları vardı. 
Oğlanlar orada büyüdüler, orada evlendiler. Her birinden bir boy türedi. Bunlardan birinin adı
da Asine boyu idi. 
Asine, kardeşlerinin içinde en akıllı, en gözü pek, en yiğit olanı idi. Bu yüzden Türk Hakanı o 
oldu.
Soyunu unutmadı. çadırının önüne her zaman, tepesinde bir kurt başı bulunan bir tuğ dikti. 
Aradan çok yıllar geçti. Aşine boyuna Asençe adlı bir başka yiğit hakan oldu. Bunun 
zamanında ise Aşine boyu, bulundukları yerden çıkıp daha güzel yurtlara yerleştiler. 
Üçüncü söyleyiş: (Usunlar ile ilgili destan) 
Bir not halindedir. Çin devlet adamlarından Cjan-Ken'in, Milattan önce 119 yılında, Çine göre 
batı ülkelerinde yaptığı gezi sonunda gördüklerini ve duydukların yazıp o zamanki Çin 
împaratoruna sunduğu notlan arasında kayıtlıdır. 
"Hun Ülkesinde bulunduğum zaman duydum ki Usun Hanı, Gunmo unvanını taşıyor. 
Gunmo'nun babası, Hunlann batısındaki bir ülkeye sahipti. Gunmo'nun babası bir savaşta 
Hunlar tarafından öldürüldü. Yeni doğmuş olan Gun-mo'yu kırlara attılar. Kuşlar çocuğu 
sineklerden koruyor; bir dişi kurt sütüyle besliyordu. Hun Hakanı buna şaştı. Bu çocuğu 
saydı. Onu kendi terbiyesine aldı, büyüttü. Babasının ülkesini ona geri verdi." 

ERGENEKON DESTAN 
Kaçınız bilirsiniz, biz nerelerden geldik 
Atamız Kayan gibi, dağlardan akan seldik 
Bugün anlatacağım, geldiğimiz yerleri 
O dağları, taşları, ovayı, nehirleri 
İyi dinleyin beni, ki yaşayın o anı
Öyle anlatayım ki, unutmayın o anı
İyi bilin, öğrenin, anlatın unutmadan 
Tek sözü eksiltmeden, bir kelime katmadan 
İl Han Kağan baştaydı, kuvvetliydi Gök Türkler 
Savaşa doymuyordu, heyecanlı yürekler 
Okunun ötmediği, kılıcın yetmediği 
Millet kalmış mıydı ki, tek mağlup etmediği 
Bir de Sevinç Han vardı, Moğolların başında 
Yaşını da bilirim, İl Han Kağan yaşında 
Diş geçirememişti, yiğit Türk çerisine 
İlerlemişti Türkler, Moğol içerisine 
Sevinç Han dayanamaz, mektup yollar dört yana 
Der ki: "Türkler düşmandır, hem bana hem de sana." 
Toplanıp çevre beyler, varırlar bir karara 
Birleşmeli hep birden, açmalı Türk`te yara 
Haber alır İl Han`ım, geldi savaşın çağı
Beş bin ordu birleşse, sönmez Türk`ün ocağı
Gök Türkler yener yine, şaşırır karşı beyler 
Hele bir görün bakın, Sevinç Han şimdi neyler 
Bırakıp hayvanları, kaçar Moğol ordusu 
Bu ne anlama gelir, sorulmamış sorgusu 
Türkler başlar şölene, hem yeyip hem içmeye 
Ama Moğol uyumaz, gelir kanım içmeye 
Ani bir baskın olur, bir bir düşer Türk eri 
Her yan cesetle dolar, ayrık gövdeyle seri 
İki alp er çarpışır, adları Kayan, Tukuz 
Unutma biz bir yaydan, atılan dokuz okuz 
Kayan, kağan oğluydu, dağdan akan sel gibi 
Tukuz, kağan yeğeni, gökten esen yel gibi 
Gözlerinin önünde, yok oldu budunları
Atlayıp da atlara, kaçtılar kadınları
Kaçtılar dediysem ben, sanmayın ki korkudan 5
Beyleri emretmişti, ar denilen duygudan 
Almıla idi biri, Bengül de ötekisi 
Gittiler Kutlu Dağ`a, at üstünde ikisi 
Kayan ve Tukuz, bitik; yığıldılar toprağa 
Türk`ün bu helal kanı, feda olsun bayrağa 
Sevinç Han geri döndü, Türkler öldü sanarak 
Bir kahkaha patlattı, manzaraya kanarak 
Derken bir kıpırdanma, Tukuz kalktı ayağa 
Taşıdı Kayan`ı da, kuytuda bir oyuğa 
Almıla ile Bengül, döndüler sonraki gün 
Ama kaçmalıydılar, öz vatanından sürgün 
Yiğitleri yaralı, halleri yok ölmeye 
Ne ölmeye hal kaldı, ne de bir tek gülmeye 
Kutlu Dağ`a vardılar, kaldılar bir kaç gece 
İyileşti yiğitler, gezdiler gündüz gece 
Aradılar o kadar, sonunda da buldular 
Bu korkulu yaşamdan, sonunda kurtuldular 
Lakin bu yerin yolu, geçit vermez pek kolay 
O anda oluverdi, o ne muhteşem olay 
Bir bozkurt peyda oldu, düştü dördün önüne 
Yol gösterdi onlara, bu cennetin içine 
Öyle bir yer ki ora, Kök Tanrı`dan hediye 
Kapattılar geçidi, yağı bulmasın diye 
Dediler buraya ad, koyalım "Ergenekon" 
"Ergene": "dağ kameri"; ve "diklik" demektir "kon"... 
Asena`nın kurtları, girdiler güzel yurda 
Hepsi duacıydılar, o yol gösteren kurda 
Kağan soyunda gelen, Kayan önderleriydi 
O demirden kurt başlı bayrak gönderleriydi 
Ergenekon onlara, yurt oldu tam dört yüz yıl 
Hatırla o günleri, sarhoşluğundan ayıl 
Dört yüz yıl çoğaldılar, yaşlıları ölürken 
Boy boy oldu Tukuzlar, Kayat ve de Türülken 
Tukuzlar ve Türülken, atalarıdır Tukuz 
Sonra da bu iki kol, oldular Dokuz Oğuz 
Kayat; soyu Kayan`ın, kağanlar hep bu boydan 
Çıkmadılar töreden, hepsi de aynı soydan 
Şölen yaptılar her yıl, anarak kutlu günü 
Unutmadılar bir an, ne yağıyı ne dünü 
Dört yüzüncü şölende, kağandı Börte Çine 
Türk`ün öç duyguları, bir başka coştu yine 
O savaşta olanlar, Gök Türk`üme ar gelir 
Sığmaz oldu tümenler, Ergenekon dar gelir 
Ama burdan çıkmanın, bir çaresi yok muydu 
Demirden dağı gören, o tarihte yok muydu 
Bütün halk arar oldu, kurtuluşun yolunu 6
Gözler hep tarar oldu, hem sağını solunu 
Bir çocuk çoban vardı, yiğit Tirek adında 
O ne kaval çalardı, bu on yedi yaşında 
Bu Tirek çalmaz sanki, kavalıyla inlerdi 
Çalmaya başlayınca, bütün oba dinlerdi 
Kavalıyla dosttu o, üflerdi sevdasını
Kattı Ergenekon`dan, bir çıkış arzusunu 
Gök gözlü bir kök böri, varıp geldi önüne 
Sonra yavaaaş yürüdü, bir çıplak dağ yönüne 
Tirek eve dönünce, anlattı demirciye 
Dedi: "Ey bilge kişi, bu kurt gelir de niye?" 
Demirci hazırlandı, sabah Tirek`le gitti 
Düştü kurdun peşine, dağ önünde yol bitti 
Anladı ki demirci, bu dağ saf demirdendir 
Ve bu gök tüylü böri, ulu Kök Tengri`dendir 
Dönüp anlattı Han`a, bütün bu olanları
Demir dağı eritip, yol açmak planları
Yığdılar odun, kömür ve devasa körükler 
Bu son umutlarıydı, çıkmalıydı Gök Türkler 
Dualar eşliğinde, yakıldı koca ateş
Sonunda eridi dağ, sevindi bacıkardeş
Bir öncü yolladılar dışarıya bakmaya 
Sabırsızdı Gök Türkler, öz yurduna akmaya 
Öncü giden dönünce, mutlu haber verince 
Tuğlar kalktı havaya, bu ereğe erince 
Çıkıp Ergenekon`dan, dost ile dost oldular 
Varıp atayurduna, yiğitçe öç aldılar 
Yüzlerce yıl solmadan, hep tomurcuk verdiler 
Dirlik düzen içinde, yaşayıp yeşerdiler 
Ateşte demir dövüp, her yıl hiç unutmadan 
Yaşattılar o günü, hem de hiç aksatmadan... 
Ozan Çu-çu anlattı, size kutlu destanı
Siz de anlatasınız, gence dostu düşmanı
Sözümüz uzun oldu, lakin gönülden oldu 
Giden bir kaç dakika, yine ömürden oldu... 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...