09 Eylül 2013

ABDULLAH BİN REVÂHA (Radıyallahü Anh)

ABDULLAH BİN REVÂHA (Radıyallahü Anh)

Hz. Abdullah bin Revâhâ, ikinci büyük Akabe bîatında müslüman oldu. Peygamber efendimiz (s.a.v.) ikinci Akabe gecesinde, Evs ve Hazrec kabilelerinden gelenlere hitaben Kur’ân-ı kerîm okudu. Onları İslâm’a davet ve teşvik ettikten sonra buyurdu ki: “Yüce Rabbim için şartım: O’na hiç bir şeyi eş ortak koşmaksızın ibâdet etmeniz, namazı kılmanız, zekâtı vermenizdir. Kendim için isteğim de: Allahü teâlâ’nın Resûlü olduğuma şehâdet etmeniz, kendinizi, çocuklarınızı ve kadınlarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanızdır.” Abdullah bin Revâhâ (r.a.): “Böyle yaptığımız zaman bize ne var?” diye sordu. Peygamber efendimiz: “Cennet var” buyurdu. Orada bulunanlar bu daveti kabul edip, “Yâ Resûlallah! Sana nasıl bîat edelim, söz verelim” dediler. Peygamber efendimiz: “Allahü teâlâ’dan başka ilâh olmadığına ve benim Resûlullah olduğuma şehâdet getirerek, namazı kılacağınıza, mallarınızın zekâtını, sadakasını vereceğinize, neşeli ve neşesiz zamanlarınızda sözlerimi dinliyeceğinize, emirlerime tamamıyla boyun eğeceğinize, darlıkta da varlıkta da muhtaçlara yardımda bulunacağınıza, hiç bir kınayıcının kınamasından korkmaksızın, Allah yolunda Allah için hakkı söyliyeceğinize, iyiliği buyurup kötülüklerden sakındıracağınıza bîat etmeli, bana kesin söz vermelisiniz.”
Bunun üzerine, orada bulunanlar Peygamber efendimize bîat ettiler. Hz. Abdullah bin Revâhâ: “Biz, Allahü teâlâ’dan ve O’nun Resûlünden geleni kabul ettik...” dedi. Medineliler, tekrar, “Yâ Resûlallah (s.a.v.) Sana yaptığımız bu taahhüd karşısında bize ne var?” diye sordular. Peygamber efendimiz (s.a.v.): “Allahü teâlâ’nın rızası ve Cennet var” buyurunca. Onlar da: “Râzı olduk ve kabul ettik” dediler. Peygamberimiz (s.a.v.):“İçinizden 12 kişi seçiniz. Onlar her hususta kavimlerinin benim yanımda temsilcisi olsunlar. Hz. Musa da İsrailoğularından 12 temsilci almıştı.” buyurdu. Bunun üzerine, Hazrecliler 9, Evsliler de 3 temsilci çıkardılar. Hazreclilerin temsilcileri arasında Hz. Abdullah bin Revâhâ da vardı. Bu temsilciler, Medinelilerin ileri gelenlerinden, bilgili, akıllı ve okuryazar olanlardandı. Bu temsilciler, temsil ettikleri topluluklara İslâm’ı anlattılar, onları da bîat’a hazırladılar. Hz. Abdullah bin Revâhâ, Hârisoğullarına nakib tayin edildi. Hicretten sonra, Hz. Abdullah bin Revâhâ ve Hz. Mikdâd bin Esved arasında kardeşlik tesis edildi. Hz. Abdullah bin Revâhâ, Bedir muharebesinde ve diğer muharebelerde bulunmuş, Hendek gazvesi sırasında Medine tarafına hendek kazılırken, teşvik edici, şiirler söyliyerek, Eshâb-ı kirâmı coşturmuş, çalışmalarını hızlandırmıştır.




Hz. Abdullah bin Revâhâ 6 (m. 627) yılında Hudeybiye Musâlahasına katılarak bîat-ı Rıdvan’da bulundu. Yahudilerin Reisi Ebû Rafî’nin katlinden sonra yahudilerin başına, Esir bin Zürâm geçmiş, müslümanların aleyhinde tahriklere başlamıştı. Esir bin Zürâm, Gatfan kabilesini, müslümanlar aleyhinde harekete geçirmek teşebbüslerinde bulunuyordu. Resûlullah (s.a.v.) bu hareketten haberdâr olarak, hicretin altıncı senesi Ramazanında, Hz. Abdullah bin Revâhâ’yı otuz kişinin başında Hayber tarafına göndermiş, Hz. Abdullah da Esir bin Zürâm’ın bütün ahvalini uzun uzadıya tetkik ederek vaziyeti Peygamber efendimize (s.a.v.) bildirmişti. Esir bin Zürâm’ın vücudunu kaldırmak lâzım geldiğini anlatmış, bunun üzerine Hz. Peygamber, onu bu işle vazifelendirmişti. Hz. Abdullah bin Revâhâ, maiyetindeki otuz kişi ile birlikte hareket ederek, Esir bin Zürâm’ın yurduna doğru yürüdü. Hz. Abdullah, Esîr bin Zürâm’ın makamına vardıktan sonra, onu Medine’ye davet etti. Esir bin Zürâm da daveti kabul ederek, her müslümana karşı bir kişi olmak üzere otuz kişi alarak yola çıktı. Esir, yolda bir müddet ilerledikten sonra aklına bir takım şüpheler gelip, Medine’ye gitmekten ise Hayber’e dönmenin daha iyi olduğunu zannederek gerilemeye başladı. Hz. Abdullah bin Revâhâ, onun bu halini gördükten sonra O’na; “Ey Allah’ın düşmanı! Ne diye geriliyorsun?” dedi. Esir, şüpheye düştüğünü söylediğinden iki taraf arasında şiddetli bir cenk başladı. Esir bin Zürâm ile maiyetindekilerin hepsi imha edildi.


Her hayır ve iyilik vardır O’nun dininde,

Gerçek Resûlullahdır, kabul ettim yürekten,

Ey kâfirler! Kur’ân’ın, Allahü teâlâ’dan,

Nasıl indirdik ise, darbeleri aniden

Onun mânâsına da, inanmazsanız eğer,









Asıl sebep şudur ki, Kur’ân-ı kerîminde,


İşittim bu âyeti, Resûlullah okurken,



Nâşıma uğrayanlar desinler (Ne se’âdet,

diyerek duâ etti.
Ordu gitmeğe hazırlandığı sırada, Hz. Abdullah bin Revâhâ Peygamber efendimizin yanına varıp vedalaştıktan sonra:”Yâ Resûlallah! Bana ezberliyeceğim ve aklımdan hiç çıkarmıyacağım bir şeyi emir ve tavsiye buyurur musunuz? dedi. Peygamber efendimiz O’na: “Sen, yarın Allah’a pek az secde edilen bir ülkeye varacaksın, orada secdeleri, namazları çoğalt!” buyurdu. Hz. Abdullah bin Revâhâ, “Yâ Resûlallah! Bana, nasihatini arttırır mısınız? dedi. Peygamberimiz (s.a.v.): “Allahü teâlâyı dâima zikr et. Çünkü, Allah’ı zikr, umduğuna ermende sana yardımcı olur” buyurdu. Peygamber efendimiz (s.a.v.), Seniyyet’ül Vedâ’da mücâhidlerle vedalaştı. Onlara; “Haydi Allah’ın ismi ile gazâ ediniz. Allah’ın ve sizin Şam’da bulunan düşmanlarınızla çarpısınız! Orada nasrânîlerin kiliselerinde, halktan ayrılmış kendilerini ibâdete vermiş, bir takım kimseler bulacaksınız, sakın onlara dokunmayınız! Onların dışında, başlarında şeytanların yuvalandıkları daha bir takım kimseler de bulacaksınız. Onların başlarını kılıçla koparınız! Siz, ne bir kadını, ne süt emen bir çocuğu, ne yaşlanmış bir pîr-i fâni’yi öldürecek, ne bir ağaç yakacak veya kesecek, ne de bir ev yıkacaksınız.” buyurdu.


Eyvah! Arkada kaldı, Allah’ın sevgilisi,



Çıkarmam artık seni, bundan başka sefere,


Son konakta mü’minler, geçti beni hız ile,

Kardeşlik bağlarını, kopararak geçtiler,

Artık düşünmüyorum, geride ne malım var?

İslâm Mücâhidleri, yollarına devam ederek, Şam topraklarından Maan’a varınca, orada konakladılar. Orada, Kayser Heraklius’un, Rumlar’dan yüzbin askerle Belkâ topraklarından Maan’a gelip konduğunu ve Beliy kabilesinden Mâlik bin Zafile adında birinin kumandası altındâ Lahm, Cüzam, Kayn, Behrâ, Vâil, Bekr ve Beliy Hıristiyan Araplarından yüzbin kişilik bir kuvvetin de gelip onlara katıldığını haber aldılar. İslâm mücâhidleri, durumu görüşmek üzere, Maan’da iki gece kaldılar. Zeyd bin Hârise (r.a.), Rumlar’ın kendileri için pek çok asker toplamış olduklarını haber verip, mücâhidlerin bu yoldaki görüşlerini sordu. Bazıları: “Rumlarla karşılaşmaktan vazgeçip memleketlere akın yap. Halklarını esir al, Medine’ye geri dön.” dediler. Hz. Abdullah bin Revâhâ, susuyor, konuşmuyordu. Hz. Zeyd bin Hârise, O’na, bu hususta ne düşündüğünü sordu. Hz. Abdullah bin Revâhâ: “Biz, ganimetler elde etmek için yola çıkmadık. Fakat, Rumlarla karşılaşmak için yola çıktık!” dedi. Diğer mücâhidler ise; “Resûlullah aleyhisselâma yazı yazıp düşmanımızın sayısını bildirelim. Bize, acele asker göndermesini veya bu yolda yapmak istediği şeyi bize emretmesini istiyelim.” dediler. Bu hususta söz ve görüş birliğine vardılar. Hz. Abdullah bin Revâhâ:


Silâhça, süvarice, çokluk olduğumuzdan,


Gidiniz, çarpışınız, muhakkak iyilik var,

Bedir günü vallahi, vardı iki atımız,

Bu cenkte galip gelmek, varsa eğer kaderde,

Hak teâlâ vadinden, dönmez asla geriye,

Şehidlik varsa eğer, bizim kaderimizde,

Meşârif köyünde rastladıkları düşman askerleri yaklaşmaya başlayınca, İslâm mücâhidleri, Mûte diye anılan köyün önüne çekildiler ve hemen savaş düzenine girdiler. Düşman askerlerinin üzerine yürüdüler. İki taraf, yeşil ekinler üzerinde, birbirleriyle amansızca çarpışmaya başladılar. İslâm Ordusunun Başkumandanı Zeyd bin Hârise (r.a.) Peygamber efendimizin sancağını eline aldı. Vücudu, Rumların mızrakları ile delik deşik edilip, kanları saçıbncaya kadar çarpışmaktan geri durmadı ve en sonunda şehîd oldu. Sancağı Hz. Cafer bin Ebî Talib aldı. Zırh gömleğini giydi, atına bindi. Sancağı elinde olduğu halde ilerledi. Hz. Cafer, düşmanların ortalarına kadar dalmış bulunuyordu. Çarpışırken, düşmanlar tarafından vurulup bir eli kesildi. Sancağı, diğer eline aldı. O eli de kesilince, sancağı koltuğunun altına kıstırdı. O sırada bir adam, ona mızrağını sapladı ve Hz. Cafer şehîd oldu. Hz. Cafer şehîd olunca, Ebül-Yüsr Ka’b bin Umeyr sancağı alıp, Hz. Abdullah bin Revâhâ’ya verdi. Hz. Abdullah bin Revâhâ sancağı alınca, atının Üzerinde düşmanlara doğru ilerledi ve kendi kendine:


Yâ sen kendiliğinden, râzı olursun buna,

Eğer öldürülmezsen, şayet sen bu savaşta,

Cafer bin Ebî Talib ve Zeyd bin Hârise’nin,

Onlar şehîd oldular, ey nefsim durma geri,

Hz. Abdullah bin Revâhâ çarpıştıktan sonra dönüp atından indiği sırada, amcasının oğlu kendisine pişirilmiş et getirdi ve: “Al, bunu ve de biraz güçlen” dedi. Hz. Abdullah bin Revâhâ (r.a.) üç günden beri bir şey yememişti. Etten bir defa ısırmıştı ki, o sırada, müslümanların bulundukları köşede bir kargaşalık oldu. Bu durumu görünce: “Sen hâlâ bu dünyâdasın. Dünyada yiyip-içmekle uğraşıyorsun” diyerek nefsini kınadı ve hemen elindeki eti bıraktı. Kılıcını sıyırıp tekrar savaşa girdi. Kahramanca çarpıştı. Bir ara düşman askerlerinden biri mızrağını Hz. Abdullah bin Revâhâ’ya (r.a.) nişan alarak fırlattı. Hz. Abdullah bin Revâhâ müslümanlarla düşman safları arasında yere düştü. Çok arzu ettiği şehâdete kavuştu. Eshâb-ı kirâm (r.anhüm), hemen istişare ederek aralarında Hz. Hâlid bin Velid’i kumandan seçtiler.
Peygamber efendimiz, kumandanların şehîd edildiklerini, kendileri hakkındaki haber Medine’ye gelmeden önce aynı günde müslümanlara haber verdi. Onların şehîd oldukları saatte, Peygamber efendimiz Eshâbını mescidte topladı. Peygamberimiz çok üzgündü. Eshâbı (r.a.) “Yâ Resûlallah (s.a.v.) sizde olan üzüntüyü gördüğümüzden beri duyduğumuz üzüntünün derecesini ancak Allahü teâlâ bilir” dediler. Peygamber efendimizin mübârek gözlerinden yaşlar akarak; “Bende gördüğünüz üzüntü, beni hüzün içinde bırakan şey, Eshâbımın şehîd olmaları idi. Bu hal, onları, Cennette karşılıklı tahtlar üzerinde oturmuş kardeşler olarak görünceye kadar devam etti. Zeyd bin Hârise sancağı eline aldı. Nihayet şehîd edildi. O şimdi Cennete girdi. Orada koşup duruyor. Sonra sancağı Cafer bin Ebî Talib aldı. Düşman ordularına saldırdı. Çarpıştı ve nihayet o da şehîd oldu. O, şehîd olarak Cennete girdi ve yakuttan iki kanat ile dilediği gibi uçup duruyor. Cafer’den sonra sancağı Abdullah bin Revâhâ aldı. Elinde sancak olduğu halde düşmanlarla çarpıştı ve şehîd oldu ve Cennete girdi. Onlar, Cennette altından tahtlar üzerinde bana gösterildi.”buyurdu,
Hz. Abdullah bin Revâhâ, dinine son derece bağlı, dünyâ malına ve rütbesine kıymet vermezdi. Allahü teâlâya ibâdet etmekte ve Peygamber efendimizin (s.a.v.) emirlerini ölüm pahasına da olsa yerine getirmekte eşine az rastlanırdı. Bir defasında, Peygamber efendimiz (s.a.v.), hutbe okurken cemaate “oturunuz” buyurduğunda, Hz. Abdullah bin Revâhâ, mescidin dışında bir yerde bulunuyordu ve hemen olduğu yerde oturdu, hutbe bitinceye kadar, hiç kımıldamadan orada bekledi. Onun bu hareketi, Peygamberimize ulaştırılınca, Peygamber efendimiz, “Allahü teâlâya ve Resûlüne gösterdiğin itaatde Allahü teâlâ. hırsını arttırsın”buyurdu. Peygamberimiz, Hz. Abdullah bin Revâhâ’yı çok sever, hastalandığı zaman hemen ziyâretine gider, hâl ve hatırını sorardı. Bedir’den başlıyarak, şehîd olduğu Mûte Savaşına kadar Peygamberimizin iştirak etmiş olduğu bütün savaşlarda bulunan Hz. Abdullah bin Revâhâ, Peygamber efendimizin şâir ve hatîblerindendi. Kendisi “Vahiy kâtibiydi.” Şairlikteki kudreti herkes tarafından bilinir ve takdir edilirdi. Şiirleri, Eshâb-ı kirâm tarafından hemen ezberlenerek ağızdan ağıza yayılırdı. Peygamber efendimiz de, onun şiirlerini beğenirdi ve bu şiirlerin düşmana ok atmadan daha tesirli olduğunu beyan ederdi. Peygamber efendimiz (s.a.v.) onun hakkında,“Cenâb-ı Hak, Hz. Abdullah bin Revûha’ya rahmet eylesin, Melâike onun meclisi ile iftihar ederlerdi”buyurdu.
KAYNAKLAR

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...