03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN...71 — CUM’A NEMÂZI

71 — CUM’A NEMÂZI
Cum’a nemâzı onaltı rek’atdir. Bunun iki rek’atini kılmak her erkege farz-ı ayndır.
Inanmayan, ehemmiyyet vermiyen kâfir olur. Ögle nemâzından dahâ kuvvetli
farzdır. Cum’a nemâzı farz olmak için, iki dürlü sartı vardır: Birincisi (Vücûb sartları),
ikincisi (Edâ sartları)dır. Edâ sartlarından biri noksân olursa, nemâz sahîh
olmaz. Vücûb sartları bulunmazsa, sahîh olur. Edâ sartları yedidir:
1. ci sart, nemâzı sehrde kılmakdır. (Sehr), cemâ’ati, en büyük câmi’e sıgmayan
yer demekdir. Hanefî mezhebi fıkh âlimlerinin çogu “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” böyle söylemisdir. Bu sözün sahîh oldugu (Velvâlciyye)de de yazılıdır.
Yâhud islâmiyyetin emrini yapabilecek gücde müslimân vâlî ve hâkimi bulunan yere
sehr denir. Islâmiyyetin emrlerinin hepsini yapmasa da, insanların haklarını, hürriyyetlerini
koruması, fitne, fesâdı önlemesi, mazlûmların haklarını zâlimlerden alması
yetisir. Hükûmetin baskısı ile, hâkim ba’zı farzları yapdıramazsa, özr sayılır.
[Bugün hükûmetin tasdîk ve kabûl etdigi muhtârı veyâ jandarma bulunan köyler
ve simdiki büyük sehrlerin içinde bulunan beldelerin herbiri yukarıdaki iki ta’rîfe
göre de, Cum’a nemâzı için ayrı birer sehr sayılmakdadır. Böyle köylerde ve beldelerde
Cum’a ve bayram nemâzları kılmak, câiz olur. Bundan baska, sâfi’îde, kırk
kisi Cum’ayı her yerde kılabilir. Baska mezhebde câiz olan birseye hükûmet izn
verince, diger mezhebde de câiz olur. Hükûmet bir mubâhı emr edince, yapılması
vâcib, men’ ederse, harâm olur. Sehr [il] deyince, yalnız zemânımızdaki büyük
sehrleri düsünenler, (Bütün bir sehr halkının bir tek câmi’e sıgmıyacagını açıklamaga
ihtiyâc yokdur. Cum’a ile ilgili görüslerin dîne uymadıgına, Cum’a nemâzının
sartları üzerinde ba’zı yanlıslıklara isâret ediyoruz) gibi yazılarla fıkh kitâblarını
lekelemege kalkısıyorlar. Kendi câhilliklerini anlamayıp da, islâm âlimlerine
dil uzatanlara yazıklar olsun! Böyle kimselerin yaldızlı ve heyecânlı yazılarına aldanarak,
onları din adamı sananlar, onlardan dahâ çok zevâllıdırlar].
Sehr halkının tarla, mezârlık, oyun için yayıldıkları yerler de, sehr sayılır.
2. ci sart, devlet ve hükûmet reîsinin veyâ vâlînin izni ile kılmakdır. Bunların
ta’yîn etdigi hatîb, kendi yerine baskasını vekîl edebilir. Zemânla birbirlerine
vekîl olanlardan baskası, Cum’a kıldıramaz. Bir kimse, izn almadan kıldırınca, kıldırmak
hakkı olan biri, bu kimseye uyarak kılarsa, nemâz kabûl olur. Sehr vâlîsi
ölse veyâ fitne, karısıklık sebebi ile câmi’e gelemezse, vekîli veyâ muâvini veyâ mahkeme
hâkimi kıldırsa, câiz olur. Çünki, vâlî ve bunlar, milletin din ve dünyâ islerini
görmege hükûmet tarafından iznlidir. Bunlar varken, cemâ’atin seçecegi bir
imâm Cum’a kıldıramaz. Fekat bunlar câmi’e gelmezse veyâ din islerini çevirmege
iznleri, hakları yoksa, cemâ’atin seçdigi imâm kıldırabilir. Bunun gibi, sultân sebebsiz,
zulm ederek cemâ’atin toplanmasına mâni’ olursa, bir yere toplanıp imâmları
bunlara kıldırır. Sultân sehri, sehr hâlinden çıkarmak isterse, kılamazlar. Kâfirlerin
eline geçen islâm sehrlerinde, vâlî ve hâkimler ahkâm-ı islâmiyyeye uygun
isliyorlarsa, bu sehrler (Dâr-ül-harb) olmaz. (Dâr-ül-islâm) sayılır. Böyle sehrlerde,
müslimânların seçdigi vâlî, hâkim veyâ bunların veyâ cemâ’atin seçecegi
imâm, Cum’a nemâzını kıldırır.
Ibni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, dördüncü cild, üçyüzsekizinci sahîfede,
kâdî, ya’nî hâkimleri anlatırken buyuruyor ki, (Kâfirlerin elinde bulunan islâm
memleketleri, dâr-ül-harb degildir, dâr-ül-islâmdır. Çünki, buralarda küfr ahkâmı
yayılmamısdır. Böyle yerlerdeki hâkimler müslimândır ve hükûmet baskanları
müslimândır. Bunlar kâfirlere istemiyerek itâ’at etmekdedir. Müslimân idâreciler,
kâfirlere istiyerek itâ’at ederlerse, fâsık olurlar. Kâfirlerin ta’yîn etdikleri müslimân
vâlîlerin, böyle memleketlerde Cum’a ve bayram nemâzı kıldırmaları, harâc
almaları, hâkim ta’yîn etmeleri ve yetimleri evlendirmeleri câizdir. Çünki,
millet müslimândır. Vâlînin kâfirlere itâ’ati mecbûrî ve hîle olarakdır. Böyle
– 257 – Se’âdet-i Ebediyye 1-F:17
memleketlerde, müslimânların basındaki vâlî de kâfir ise, müslimânların seçecegi
imâmın Cum’a ve bayram kıldırması ve seçdikleri hâkimin ser’î hükmleri makbûl
olur. Yâhud, müslimânlar, aralarında bir vâlî seçerler. Bu vâlî, hâkimi ve hatîbi
ta’yîn eder. Kâfir vâlînin ta’yîn etdigi müslimân hâkimi müslimânlar begenirse,
bunun ser’î hükmleri ve nemâz kıldırması da câiz olur. Sultâna ısyân edip, birkaç
memleketi eline alıp, hükûmet kuran bir müslimânın hâkim ve imâm ta’yîn etmesi
câiz olur).
Mekke-i mükerremenin Minâ köyünde, hac zemânı Cum’a kılınır. Çünki, o zemân,
sehr hâlini alır ve vâlî veyâ Mekke emîri de bulunur. Hâcılara kolaylık olmak
için Minâda, bayram nemâzı afv edilmisdir. Hac vazîfelerini idâre eden me’mûr,
ayrıca izni yoksa, Cum’a kıldıramaz. Arafâtda kılınamaz. Çünki, bos ovadır. Sehr
hâlini alamaz.
Her çesid sehrde, birkaç câmi’de Cum’a nemâzı kılınabilir. Fekat, Hanefî mezhebinin
ba’zı âlimleri ve üç mezhebin de çogunlugu, bir câmi’den fazla Cum’a kılınmaz
dedi. Sehr oldugu sübheli olan yerde de, Cum’anın kabûl olması sübheli olacagından,
Cum’a nemâzının son sünneti ile vaktin sünneti arasında (Âhır zuhur),
ya’nî (Son ögle) nemâzı kılmaga niyyet ederek, ayrıca dört rek’at kılmalıdır. Bu
dört rek’ati kılarken, niyyete (Üzerime farz olan) diye eklemelidir. Fekat, (Edâsı,
ya’nî kılması farz olan) dememelidir. Çünki, ögle nemâzı, ögle vakti farz olursa
da, hemen kılmak farz olmaz. Ikindiye, dört rek’at kılacak zemân kalınca edâsı
farz olur. Edâsı dahâ önce farz olmaz. Cum’a nemâzı kabûl olmadı ise, bu dört
rek’at, (Edâsı farz olan) deyince Cum’a günü ögle farzı olmaz. Bir gün önceki ögle
farzı olur. Onu da, persembe günü kılmıs oldugundan, nâfile olur. (Üzerime farz
olan âhır zuhur) deyince, Cum’a gününün ögle farzı yerine geçer. Fekat, Cum’a nemâzı
kabûl olmus ise, ögle farzı da kılınmıs olacagından, bu dört rek’at nâfile olur.
Çünki, farz niyyeti ile sünnet kılınır. Kazâ nemâzı var ise, bunu kılmıs olmaz. Cum’a
nemâzı kabûl olunca, ögle nemâzı sâkıt olur denirse, persembe günkü ögleye niyyet
edilmis olur ve yine nâfile nemâz olur. Evvelce kılamadıgı ögle nemâzı varsa,
bunu kazâ etmis olmaz. (Üzerime son farz olan kılmadıgım ögle nemâzını kılmaga)
niyyet edilirse, Cum’a kabûl olmus ise, bu nemâz, kazâ nemâzı yerine geçer ki,
böyle niyyet uygundur. Kazâsı olmıyan, âhır zuhurun dört rek’atinde de zamm-ı
sûre okumalıdır. Cum’a nemâzı kabûl olmayıp, öglenin farzı yerine geçerse, farzda
sûre okumak zarar vermez. Kazâya kalmıs ögle nemâzı olan kimse, sûre okumaz.
Çünki, Cum’a kabûl olmazsa, öglenin farzı yerine geçer. Kabûl olmus ise, kazâ
yerine geçer.
3. cü sart, ögle nemâzının vaktinde kılmakdır. Ögle ezânı okununca, hemen dört
rek’at (Cum’a nemâzının ilk sünneti) kılınır. Sonra, câmi’ içinde, ikinci ezân okunur.
Sonra hutbe okunur. Sonra, cemâ’at ile iki rek’at (Cum’a nemâzının farzı) kılınır.
Sonra, dört rek’at (son sünneti), bundan sonra, dört rek’at (üzerime farz olan,
kılmadıgım son ögle nemâzını kılmaga) diye niyyet ederek, âhır zuhur nemâzı kılınır.
Bundan sonra, iki rek’at (vaktin sünneti) kılınır. Cum’a sahîh olmadı ise, bu
on rek’at, ögle nemâzı olur. Bundan sonra, Âyet-el-kürsî ve tesbîhler okunup, düâ
edilir. Peygamber efendimiz Cum’anın iki rek’at farzından sonra, altı rek’at sünnet
kılardı.
(Esi’at-ül-leme’ât)da, besyüzbesinci sahîfede diyor ki, (Emîr-ül-mü’minîn Alî
“radıyallahü anh”, Cum’a nemâzının farzından sonra altı rek’at dahâ kılınız derdi.
Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anhümâ” Cum’a farzından sonra altı rek’at
dahâ kılardı). Allâme-i Sâmî seyyid Muhammed Emîn ibni Âbidîn “rahmetullahi
aleyh”, ikinci cildde, I’tikâfı anlatırken buyuruyor ki, ((Bedâyı)da bildirildigi gibi,
Cum’a nemâzının farzından sonra, Imâm-ı a’zama göre dört rek’at, imâmeyne
göre altı rek’at sünnet kılınır. Cum’a yalnız bir mescidde kılınır diyenlere göre, dört
rek’at dahâ (Âhır zuhur) kılmak lâzımdır. Cum’a her mescidde câiz olur diyenle-
– 258 –
re göre, bu dört rek’at nâfile olur. Müstehâb olur. Kılmak lâzım olmaz ise de, kılmamalı
diyen olmamısdır. Kılmak iyi olur).
(Fetâvâ-i Hindiyye)de diyor ki, (Köle, kadın, müsâfir ve hastanın Cum’a nemâzı
kılmaları farz degildir. Hutbe dinliyenin en az bir erkek olması lâzımdır. Dinliyen
hiç yoksa yâhud yalnız kadınlar dinlerse, hutbe câiz olmaz. Cemâ’atin en az
üç erkek olması ve bunların imâm olabilecek kimseler olmaları sartdır. Kadın ve
çocuk olurlarsa, Cum’a nemâzı sahîh olmaz).
4. cü sart, vakt içinde hutbe okumakdır. Hutbeden sonra, nemâz kıldırmak
için, hutbeyi dinleyenlerden birini vekîl edebilir. Hutbeyi dinlemeyen kıldıramaz.
Âlimlerimiz, Cum’a hutbesini okumak, nemâza dururken, (Allahü ekber) demek
gibidir, dedi. Ya’nî, ikisini de, yalnız arabca okumak lâzımdır. Fârisî okumak
da olur veyâ her dil ile okumak câizdir diyenler de oldu ise de, bu âlimlere göre
tahrîmen mekrûh olur. Hatîbin, hutbede emr-i ma’rûfdan baska seyleri, arabca bile
söylemesi mekrûhdur. Hatîb efendi, içinden E’ûzü okuyup, sonra yüksek sesle,
hamd ve senâ ve kelime-i sehâdet, salât-ü selâm okur. Sonra va’z, ya’nî sevâba
ve azâba sebeb olan seyleri hâtırlatır ve âyet-i kerîme okur. Oturup kalkar. Ikinci
hutbede, va’z yerine, mü’minlere düâ eder. Dört halîfenin ismlerini söylemesi
lâzımdır, müstehabdır. Sultânın, hükûmet adamlarının adlarını söylemesi câiz
degildir. Bunları, kendilerinde olmıyan sıfatlarla medh etmesi harâmdır. Adâlet
ve ihsân etmeleri ve düsmanlara gâlib olmaları için, bunlara düâ câiz olur denildi
ise de, düâ ederken, küfre ve harâma sebeb olacak sey söylememelidir. Hutbeye
dünyâ sözü karısdırmak harâmdır. Hutbeyi, nutuk, konferans sekline sokmamalıdır.
Zâlim kimseleri, âdil diye medh eden, din düsmanlarının ölüsüne, dirisine
düâ eden, kâfir olur. Müslimânı da, yalan sözlerle medh etmek harâmdır. Hutbede
va’z söylemesi demek, emr-i bil-ma’rûf ve nehy-i anil-münker bildirmesi demekdir.
Hikâye, siyâset, ticâret ve baska dünyâ islerini anlatmak demek degildir.
[Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bir zemân gelecek
maymun sıfatlı, insan sûretli kimseler, minbere çıkıp, sizlere, din aleyhindeki sözleri,
dinsizligi, din diye söyliyeceklerdir).] Hatîb efendiler, vâ’ızler, bu hadîs-i serîfde
bildirilen kimselerden olmamaga, dinsizlige âlet olmamaga dikkat etmelidir.
Müslimânlar, böyle kimselerin hutbelerini, va’zlarını dinlememelidir. (Nûr-ülîzâh
Tahtâvî serhi) ikiyüzseksenbirinci sahîfede, (Hutbeyi kısa okumak sünnetdir,
uzun okumak mekrûhdur) buyurmakdadır.
Ibni Âbidîn hutbeyi ve iftitâh tekbîrini ve nemâzda düâyı anlatırken buyuruyor
ki, (Hutbeyi, arabîden baska lisân ile okumak, nemâza dururken, baska dil ile iftitâh
tekbîri almak gibidir. Bu ise, nemâzdaki diger zikrler gibidir. Nemâz içindeki
zikrleri ve düâyı arabîden gayrı söylemek ise, tahrîmen mekrûhdur. Hazret-i
Ömer yasak etmisdir). Nemâzın vâciblerini anlatırken diyor ki, (Tahrîmen mekrûh
islemek, küçük günâh olur. Buna devâm edenin adâleti gider). (Tahtâvî)de diyor
ki, (Küçük günâha devâm eden de fâsık olur. Fâsık olan veyâ bid’at isliyen
imâmların arkasında nemâz kılmamalı, baska câmi’de kılmalıdır). Eshâb-ı kirâm
ve Tâbi’în-i ızâm, Asyada ve Afrikada, hutbeleri hep arabî okudu. Çünki, baska
dil ile okumak, bid’at ve mekrûh olur. Hâlbuki, dinliyenler arabî bilmiyor, hutbeleri
anlamıyorlardı. Din bilgileri de yokdu. Onlara ögretmek lâzımdı. Fekat, yine
arabî okudular. Hindistân âlimlerinden Muhammed Viltorînin 1395 [m. 1975]
târîhli (El-edilletül-kavâti’) kitâbında, (Cum’a ve bayram hutbelerinin hepsini veyâ
bir kısmını arabîden baska dil ile okumak bid’atdir. Tahrîmen mekrûhdur.
Hep böyle okuyan imâmın arkasında nemâz kılınmaz) yazılıdır. Bu fetvâ, arabîdir.
1396 [m. 1976] da, Istanbulda basdırılmısdır. Bunun için, Türkiyedeki islâm
âlimleri, altıyüz seneden beri, hutbeleri türkçe okutup, milletin anlamasını çok istediler
ise de, hutbelerin kabûl olmıyacagını düsünerek, buna izn veremediler. Ay-
– 259 –
rıca, Cum’a vâ’ızları koydular. Bu vâ’ızlar, nemâzdan önce veyâ sonra, hutbenin
ma’nâsını anlatırdı. Cemâ’at, hutbeyi böylece ögrenirdi.
Seyyid Abdülhakîm Efendi “kuddise sirruh” buyurdu ki, (Ibâdet, emrleri yapmak
demekdir. Kur’ân-ı kerîmi, hutbeyi okumak ibâdetdir. Bunların ma’nâsını anlamak
emr olunmadı. Bunları anlamak, ibâdet degildir. Kur’ân-ı kerîmi anlamak
için, yetmisiki yardımcı ilmi ve sekiz temel ilmi ögrenmek lâzımdır. Ancak, bundan
sonra, Kur’ân-ı kerîmi anlamaga isti’dâd hâsıl olup, cenâb-ı Hak, ihsân ederse,
anlıyabilir. Herkes anlamalıdır demek, dîne müdâhene etmek olur. Kur’ân-ı kerîmi
anlamak için, isti’dâdı çok olan on sene, orta olan elli sene çalısmak lâzımdır.
Bizim gibi az olanlar ise, yüz sene de çalıssak anlıyamayız. Islâmiyyetde ilm diye,
fâideli bilgilere denir. Fâideli ilm, se’âdet-i ebediyyeyi elde etmege, ya’nî Allahü
teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle olan ilmdir ki, bunlara, (Islâm bilgileri) denir).
5. ci sart, hutbeyi nemâzdan önce okumakdır. Âkıl, bâlig olan erkeklerin yanında
okuması lâzımdır. Fekat, cemâ’atin isitmesi, anlaması sart degildir.
[(Hindiyye), (Dürr-ül-muhtâr) ve (Imdâd)da diyor ki, (Hutbe okurken, cemâ’at
olarak, bir erkek bulunması yetisir. Hepsi sagır olsalar veyâ uyusalar, hutbe
sahîh olur. Hiç erkek bulunmasa, kadınlar dinleseler, hutbe sahîh olmaz). Görülüyor
ki, cemâ’atin hutbeyi anlamaları zarûret degildir. Çünki, duymaları bile lâzım
degildir. (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Hutbeyi baska dil ile okumak, nemâza
dururken, (Allahü ekber) demek gibidir. Nemâz içindeki düâ ve tesbîhler de böyledir).
Ibni Âbidîn buyuruyor ki, (Imâm-ı a’zama göre, arabî okuyabilen imâmın
da bunları baska dil ile söylemesi câizdir. Fekat mekrûhdur. Iki imâma göre ise, arabî
okuyabilen imâmın, bunları baska dil ile okuması câiz degildir. [Imâm-ı a’zamın
da bu kavle rücû’ etdigi (Mecma’ûl-enhür)de yazılıdır.] (Velvâlciyye)de, nemâz tekbîrini
söylemek ibâdetdir. Allahü teâlâ, baska dil ile söylenmesini sevmez diyor.
Bunun için, hepsini veyâ bir kısmını baska dil ile okumak, câiz olunca da, ibâdet
içinde tahrîmen, ibâdet dısında tenzîhen mekrûh olur. Nemâzda ayakda, âyet-i kerîmeleri
baska dil ile okumanın câiz olmadıgı ise, sözbirligi ile bildirildi. Fetvâ da
böyledir). Diger üç mezheb imâmı da, iki imâmımız gibi ictihâd buyurarak, arabî
okuyabilenin, baska dil ile okudugu hutbe sahîh olmaz demislerdir. (Bedâyı’)da diyor
ki, (Hutbenin bir kısmını arabî, bir kısmını da baska dil ile okumak, arabî nazmı
bozar. Bu ise mekrûhdur). Baska dil ile okuyan, Selef-i sâlihînin yolundan ayrılmıs,
bid’at islemis olur. Yoldan sapanların Cehenneme gidecegi, Nisâ sûresinin
yüzondördüncü âyetinde bildirilmisdir. Ibâdet yaparken televizyon, ho-parlör
kullananların da, bu [114]. âyet-i kerîmeyi düsünmeleri lâzımdır].
Imâm-ı a’zama göre, yalnız (Elhamdülillah) veyâ (Sübhânallah) yâhud (Lâilâhe
illallah) demekle hutbe okunmus olur. Fekat tenzîhen mekrûh olur. Iki imâma
göre, en az, Ettehıyyâtü okuyacak kadar uzatmak lâzımdır. Iki kısa hutbe yapmak
sünnetdir. Iki hutbe arasında oturmamak günâhdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi
ve sellem” Cum’a hutbesinde bir âyet veyâ sûre okurdu. Hutbede ve her yerde,
sûre okurken, E’ûzü ve Besmele okunur. Âyet-i kerîme okurken, âlimlerin çoguna
göre, yalnız E’ûzü okunur. Besmele okunmaz. Hatîbin siyâh cübbe giymesi ve
hutbeden önce, minberin sag yanında sünnet kılması sünnetdir. Hutbeyi ayakda
okumak sünnetdir.
6. cı sart, Cum’a nemâzını cemâ’at ile kılmakdır. Imâmdan baska, hanefîde üç,
sâfi’îde kırk, mâlikîde oniki erkek yetisir. Hutbeyi dinleyen cemâ’atin hepsi gidip,
baskalarının kılmaları câizdir. Hanefîde, müsâfir ve hasta ile de cemâ’at hâsıl
olur.
7. ci sart, Câmi’in herkese açık olmasıdır. Kapıyı kilitleyip içerde kılınırsa, câiz
olmaz. Fekat fitneye sebeb olmamak için, kadınları Cum’a nemâzına câmi’e sokmamak,
nemâza zarar vermez.
Cum’a nemâzının (Vücûb sartları) dokuzdur. Ya’nî, bir kimseye farz olması için
– 260 –
dokuz sart lâzımdır ki, sunlardır: 1- Sehrde, kasabada oturmakdır. Müsâfirlere ve
köylülere farz degildir. Sehrde bulunup ezânı isiten köylüye farz olur. Evi, sehrin
kenârından bir fersah, ya’nî bir sâat [altı kilometre] uzakda olanlara farz olur. 2-
Saglam olmakdır. Hastaya ve hastayı bırakamıyan hastabakıcıya ve çok ihtiyâra
farz degildir. 3- Hür olmakdır. Isçilere, me’mûrlara, askerlere Cum’a nemâzı
farzdır. Patronlar, müdîrler bunları nemâzdan men’ edemez. Yol uzak olup, birkaç
sâat isden kalırsa, ücretlerinden kesebilirler. 4- Erkek olmakdır. Cum’a nemâzı
kadınlara farz degildir. 5- Âkıl ve bâlig olmakdır. 6- Kör olmamakdır. Yolda götüren
olsa bile, a’mâ olana farz degildir. Yardımcısız câmi’e gidebilen a’mâya, hastaya
ve sasıya farzdır. 7- Yürüyebilmekdir. Nakl vâsıtası olsa bile felcliye, ayaksıza
farz degildir. 8- Mahbûs olmamak ve düsman korkusu, hükûmetden, zâlimden
korkusu olmamakdır. 9- Çok yagmur, kar, fırtına, çamur olmamakdır. Çok soguk
olmamakdır.
Bu özrlerden biri bulunan erkek, isterse Cum’a nemâzı kılabilir. Cum’a nemâzının
kadınlara farz olmadıgını bildiren hadîs-i serîfler, (Tefsîr-i Mazherî)de ve (Miskât-
ül-mesâbîh)de yazılıdır.
Müsâfir ve hasta Cum’a nemâzı kıldırabilir. Özrsüz Cum’a kılmıyanın, Cum’a
kılınmadan önce, sehrde ögle kılması harâmdır. Sonra ise, kılması farzdır. Özr ile
Cum’a kılmıyanların, ögle nemâzını sehrde cemâ’at ile kılmaları mekrûhdur.
Imâm otururken veyâ secde-i sehv yaparken yetisen, imâma uyar. Imâm selâm
verince, kalkarak iki rek’at Cum’a nemâzını temâmlar. Bayram nemâzına geç
yetisen de böyle yapar.
Imâm minbere çıkınca, cemâ’atin nemâz kılması ve konusması harâm olur.
Hatîb efendi düâ ederken, cemâ’at sesle âmîn demez. Içinden sessiz denir. Salevâti
de ses ile degil, kalb ile söylerler. Kısacası, nemâz kılarken yapması harâm olan
her sey, hutbe dinlerken de harâmdır. Uzakda olup, hutbeyi isitmiyenlere de harâmdır.
Akreb, hırsız, kuyu gibi zararlı seyleri, zararları dokunacak olana, bunu
söyleyip kurtarmak câizdir. El ile, bas ile isâret ederek bildirmek iyi olur. Müezzinlerin
hutbe arasında bagırarak, birsey okuması mekrûhdur.
Cum’a nemâzı için, birinci ezânı isiten her müslimânın isini, alıs verisini bırakıp
nemâza gitmesi farzdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında
birinci ezân yokdu. Yalnız minberin önünde okunurdu. Osmân “radıyallahü
anh” halîfe iken, birinci ezânı da emr etdi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”
minberi, mihrâbın sol tarafında idi ve üç basamak idi. [Mihrâb önünde kıbleye
karsı duran kimsenin sag tarafında minber ve sol tarafında (Hucre-i se’âdet)
bulunur.] Hutbenin ikinci kısmını, asagı basamaga inip okuyup, sonra tekrâr yukarı
basamaga çıkmak, çirkin bir bid’atdir.
Hutbe ile nemâz arasında hatîb efendinin dünyâ islerinden söylemesi tahrîmen
mekrûhdur. Farzları yapmagı, harâmlardan kaçınmagı söyliyebilir. Hutbeden olmıyan
seyleri söyleyerek, nemâzı gecikdirirse, hutbesi kabûl olmaz. Hutbeyi tekrâr
okuması lâzım olur. Çocugun hutbe okuması câiz olup, nemâzı imâm kıldırır.
Cum’a günü, ögleden evvel sefere çıkmak câizdir. Ögleden sonra Cum’a kılmadan
çıkmak mekrûhdur.
Mekke-i mükerreme ve Bursa gibi, harb ile alınan sehrlerde, minbere çıkarken
sol eline kılınc alır. Kılınca dayanarak okur.
Yemek yirken, ezân okunursa, nemâz vakti kaçacaksa, yemegi bırakır. Cemâ’ati
kaçıracaksa, yemegi bırakmaz. Yalnız kılar. Cum’a nemâzı cemâ’atini kaçırmaz.
Köylü Cum’a nemâzı için ve alıs veris için sehre gelirse, nemâz niyyeti fazla ise,
Cum’a nemâzına gitmek sevâbına kavusur. Nemâz sevâbı baskadır. Bu sevâba herhâlde
kavusur. Dünyâ isi de düsünerek yapılan her ibâdet böyledir. [Hac bahsi basına
bakınız!]
– 261 –
Hutbe baslamadan önce, omuza, elbiseye basmamak üzere, minbere veyâ
mihrâba yakın olmak için saflar arasından geçmek câizdir. Hutbe okunurken yer
degisdirmek, yanındakine sıkıntı vermek harâmdır. Cemâ’at arasında dolasarak
dilenmek ve buna sadaka vermek harâmdır. Böyle dileneni câmi’den çıkarmalıdır.
Cum’a günleri düânın kabûl olacagı bir ân vardır. Bu ân, hutbe ile Cum’a nemâzı
içindedir diyenler çokdur. Hutbe dinlerken, düâ kalbden olur. Ses çıkarmak
câiz degildir. Bu ân her sehr için baskadır. Cum’a günü, gecesinden dahâ kıymetlidir.
Gecesinde veyâ gündüzünde (Sûre-i Kehf) okumak çok sevâbdır. (Tefsîr-i
Mazherî.)
Cum’a nemâzı için gusl abdesti almak, güzel koku sürünmek, yeni, temiz giyinmek,
saç, tırnak kesmek, câmi’de buhor [koku] yakmak, (Tebkîr) [câmi’e erken
gelmek] sünnetdir. (Dürr-ül-muhtâr)da, besinci cildde buyuruyor ki, (Her müslimânın
Cum’a günleri, Cum’a nemâzından önce veyâ sonra basını tras etmesi ve tırnaklarını
kesmesi sünnetdir. Nemâzdan sonra kesilmesi efdaldir. Nitekim bunlar,
hacdan sonra yapılır. Cum’a günü kesemiyen, baska günlerde kesmelidir. Sonraki
Cum’a günü kesmegi beklememelidir. Harbde tırnakları ve bıyıkları uzatmak
müstehabdır. Her Cum’a günü yıkanarak ve koltuk ve kasık kıllarını tras ederek
temizlemek müstehabdır. Kılları ilâc ile [Rosma pudrası ile, jilet ile] veyâ yolarak
almak câizdir. Onbes günde bir tras etmek de câizdir. Kırk günden fazla, tras etmemek
tahrîmen mekrûhdur). Dübür kıllarını izâle etmenin de müstehab oldugu
Tahtâvînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” Imdâd hâsiyesinde yazılıdır.
Tırnagı uzun olanın rızkı mesakkat ile, sıkıntı ile hâsıl olur. Hadîs-i serîfde buyuruldu
ki, (Cum’a günü tırnagını kesen kimse, bir hafta, belâlardan emîn olur).
Bıyık kazımak bid’atdir. Bıyıkları kırkarak, kaslar kadar kısaltmak sünnetdir.
Sakalı [çenedeki ile birlikde] bir tutam uzatmak ve bundan fazlasını kesmek sünnetdir.
Sakalın ve bıyıgın arasında bulunan beyâz kılı yolmak câizdir. Sakalın bir
tutamdan fazla uzun olması, aklın az olmasına alâmet olur, denildi.
(Tebyîn)de ve bunun Selbî “rahmetullahi teâlâ aleyh” hâsiyesinde, guslün
farzlarını anlatırken diyor ki, (Müslimdeki hadîs-i serîfde on sey sünnetdir: Bıyıgı
kısaltmak, sakalı uzatmak, misvâk kullanmak, mazmaza, istinsak, tırnak kesmek,
ayak parmaklarını yıkamak, koltuk altını temizlemek, kasıkları temizlemek, su ile
istincâ buyuruldu). Sakal uzatmanın sünnet oldugunu bu hadîs-i serîf açıkca bildirmekdedir.
Sakalı bir tutam uzatmak ve bir tutamdan fazlasını kesmek sünnetdir.
Ba’zılarının yapdıgı gibi yanakları kazıyıp, yalnız çenede sakal bırakmak, bu
sünneti, degisdirmek olur. Sakalı bir tutamdan kısa bırakmak da, sünnete uygun
degildir. Sünnete uymak niyyeti ile kısa sakal bırakmak bid’at olur. Harâm olur.
Böyle kısa sakalı bir tutama kadar uzatmak vâcib olur. Âdet oldugu için, herkese
uymus olmak için sakal kazımak mekrûh olur. Zâlimler arasında kalıp, alay edilmemek,
eziyyet görmemek için veyâ harâm ve küfr islememek, yâhud farzları yapabilmek
için, nafaka kazanmak, gençlere emr-i ma’rûf ve nehy-i anilmünker yapabilmek
için, dîn-i islâma hizmet edebilmek, mazlûmlara yardım edebilmek,
fitne çıkmasını önlemek için, sakalı büsbütün tras etmek câiz ve lâzım olur. Bu sayılan
seyler, sünneti terk etmek için özr olur, fekat, bid’at islemek için özr olmazlar.
(El-halâl vel-harâm) kitâbında diyor ki, (Hadîs-i serîfde, Müsriklere muhâlefet
ediniz. Sakalınızı uzatınız! buyuruldu. [Bu kitâbın yazarı olan Yûsüf Kardâvî,
önsözünde mezhebsiz oldugunu i’lân etdiginden, yazıları sened olamaz ise de, bu
hadîs-i serîfi Ehl-i sünnete uygun açıklamısdır.] Ibni Teymiyye, bu hadîs sakal kazımanın
harâm oldugunu gösteriyor, dedi. (Feth)de, Iyâddan alarak, mekrûhdur,
denildi. Mubâh diyenler de oldu. Dogrusu, hadîs-i serîf, sakal uzatmanın vâcib oldugunu
göstermiyor. Yehûdî ve Nasârâ, sakal boyamaz. Siz onlara muhâlefet
– 262 –
edip boyayınız! hadîs-i serîfine bakarak, sakal boyamanın vâcib oldugunu söyliyen
âlim olmamısdır. Bu hadîs-i serîfler, müstehab oldugunu göstermekdedir.
Selef-i sâlihîn sakal kazımazdı. Çünki, o zemân, sakal uzatmak âdet idi). Sakala kıymet
vermiyen kâfir olur. Yüzünü, kadın gibi parlak yapmak, kadınlara benzemek
için sakal kazıtmak, çeneyi kazıyıp, yanaklar üzerinde uzatmak harâmdır. Çünki,
erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere benzemeleri harâmdır. Kadınlara benzemegi
düsünmeyip, genç ve güzel görünmek için sakal kazımanın mekrûh oldugu,
(Kimyâ-i se’âdet)de, abdestin sonunda yazılıdır. Kadının saçını özrsüz kazıması
mekrûhdur. Erkeklere benzeterek kazıması, tras etmesi harâm olur. Kadınların
saçlarını biraraya toplıyarak, basda, ensede, deve hörgücü gibi, topuz yapmaları,
hadîs-i serîf ile yasak edilmisdir. Bu hadîs-i serîf, (Berîka) ve (Hadîka)da ve Yûsüf
Kardâvînin (El-halâl vel-harâm fil-islâm) kitâbında, yazılıdır. Kadının uzun saçını
örtmesi güç veyâ fitneye sebeb oldugu zemân, kulak yumusagına kadar kesip
kısaltması câiz olur.
(Hadîkat-ün-nediyye)de yüzkırkbirinci sahîfede diyor ki, (Sünnet iki dürlüdür:
Sünnet-i hüdâ ve sünnet-i zevâid. Sünnet-i hüdâ, câmi’de i’tikâf etmek, ezân, ikâmet
okumak, cemâ’at ile nemâz kılmak gibidir. Bunlar, islâm dîninin si’ârıdır. Bu
ümmete mahsûsdurlar. [Çocukların sünnet edilmelerinin de böyle oldugu, Ibni Âbidînin
son cildinin sonunda yazılıdır.] Bir sehr halkı, bu sünnetlerden birini terk ederse,
bunlarla harb edilir. Bes vakt nemâzdan üçünün revâtib, ya’nî müekked sünnetleri
de böyledir. Sünnet-i zevâid, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” giyim,
yimek, içmek, oturmak, barınmak, yatmak ve yürümekdeki âdetleri ve iyi islere
sagdan baslamak, sag el ile yiyip içmek gibidir). Ikinci cildin besyüzseksenikinci
sahîfesinde diyor ki, (Ba’zı hadîs-i serîflerde sakal boyamak emr olundu. Ba’zılarında
da yasak edildi. (Hıristiyanlar boyar, Siz boyamayınız. Onlara benzemeyiniz!)
buyuruldu. Bunun için, selef-i sâlihînden bir kısmı boyadı. Bir kısmı boyamadı.
Çünki, buradaki emre ve yasaga uymak vâcib degildir. Bunun için, bu isde,
bulunulan sehrin âdetine tâbi’ olunur. Âdete uymamak söhret olur. Mekrûh
olur). Hindistân âlimlerinden Sâh Veliyyullah-ı Dehlevînin “rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Et-tefhîmât) kitâbının ikinci cildi, üçyüzyirmidördüncü sahîfesinde, büyük
âlim Muhammed Senâüllah Pâni-pütî buyuruyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi
ve sellem”, bas örtüsü ile basını örter, antâri, tasmalı ayakkabı ve benzerlerini
giyerdi. Halîfe Ömer “radıyallahü anh” da, Azerbaycândaki askerlerine mektûb
yazarak, böyle giyinmelerini emr eyledi. Fekat simdi, böyle giyinmek âdet degildir.
Memleketde âdet olan seyler giyilmezse, söhret olur. Parmakla gösterilmege,
fitneye sebeb olur. Hadîs-i serîfde, (Insanın parmakla gösterilmesi, kendisine kötülük
olarak yetisir) buyuruldu. Bunun için, giyinmekde, müslimânların âdetlerine
uymak lâzımdır. Hazret-i Ömer zemânında, antâri, bas örtüsü ve tasmalı ayakkabı
giymek mü’minlerin âdeti idi. Böyle giyinmek, imtiyâza, söhrete ve parmakla
gösterilmege sebeb olmazdı.) Simdi ise olur. Imâm-ı Rabbânî, üçyüzonüçüncü
mektûbda buyuruyor ki, (Kıymetli hanefî kitâblarından anlasılıyor ki, islâm kadınları,
önü açık antâri ile örtünürlerdi. Kadınların, önü açık antâri giydikleri yerde,
erkeklerin önü kapalı giymeleri, önü kapalı giydikleri yerde ise, önü açık antârî giymeleri
lâzımdır. Söhret âfetdir. Felâkete sebeb olur). Ikiyüzseksensekizinci mektûbda
buyuruyor ki, (Fitneyi uyandırana, Allah la’net etsin!) hadîs-i serîfdir.
(Esi’at-ül-leme’ât)in birinci cild, ikiyüzonikinci sahîfesinde, (On güzel sey,
Peygamberlerin sünnetidir) hadîs-i serîfini açıklarken, sakal uzatmanın bu on
seyden biri oldugunda sözbirligi bulunmadıgını bildiriyor. (Tergîb-üs-salât) kırkikinci
faslında, bu on seyi ve bunların (sünnet-i hüdâ) olduklarını yazıyor. Bunların
arasında, sakal uzatmak yokdur. (Esi’a)da sakalı bir tutam uzatmak, vâcibdir
denilmisdir. Hadîs-i serîfde bu on seye açıkca sünnet denildigi hâlde, sakal uzatmagı
bunlardan ayırarak vâcib demesi, sakalı sünnete uygun olarak uzatmak âdet
– 263 –
olan yerlerde, sakal kazımanın ve bir tutamdan kısa yapmanın fitneye sebeb olacagı
içindir. Çünki, söhrete, fitneye sebeb olan bir isi yapana hadîs-i serîfde la’net
edilmisdir. Sakal bırakmanın âdet oldugu yerlerde, sakal kazımak fitneye sebeb olacagı
gibi, sakal trasının âdet hâline getirildigi yerlerde sakal bırakmak da, fitneye
sebeb olabilir. Bir tutamdan kısa bırakmak ise, bid’at olur. Bu fitneye düsmemek
ve bid’at islememek için, bulundugu memleketin âdetine uyarak sakalını tras etmesi
vâcib olur. (Hadîka)nın yüzkırksekizinci sahîfesinde, (Bid’at islemek, sünneti
terk etmekden dahâ zararlıdır. Bid’ati terk etmek lâzımdır. Sünneti yapmak lâzım
degildir) demekdedir. Çünki, mubâh ve câiz olan seylerde ve sünnet-i zevâidde,
memleketin âdetine uymak, fitne çıkarmamak lâzımdır. Fekat farz, vâcib, sünnet-
i hüdâ olan seyleri yapmakda ve harâmdan, mekrûhdan ve bid’atden sakınmakda
âdete uyulmaz. Bunlar, ancak fıkh kitâblarında bildirilmis olan özrlerle ve ancak
izn verildigi kadar degisdirilebilirler. Sakal bırakmanın islâmın siârı olmadıgını,
islâm dînine mahsûs olmadıgını, bunun için sünnet-i hüdâ olmadıgını yukarıdaki
hadîs-i serîf açıkca göstermekdedir. Görülüyor ki, sakal bırakmak sünnet-i zevâiddir.
Din görevlilerinin hiçbir zemân, ya’nî âdete uyarak da, sünnet-i zevâidi ve
müstehabları da terk etmeleri câiz degildir. Bunlar, her zemân bir tutam sakal bırakmalıdır.
Sakalı bir tutamdan kısa yapmak sünneti degisdirmek olur. Kısa sakala
sünnet demek, bid’at olup, büyük günâhdır. Sakalın [Çenedeki ile birlikde] bir
tutamdan kısa olmasına hiçbir âlimin mubâh demedigi fıkh kitâblarında yazılıdır.
Bir tutam, dört parmak genisligidir. Çeneyi alt dudak kenârından avuclıyarak ölçülür.
Sakalı olanın, guslde sakal diplerindeki deriyi ıslatması farzdır. Islatmazsa,
guslü ve abdesti ve dolayısı ile nemâzı sahîh olmaz.
Erkeklerin saçını sakalını siyâhdan baska renge boyaması câizdir. Siyâha boyamaga
da câiz diyen oldu. Elini ayagını, tırnagını boyaması câiz degildir. Çünki kadınlara
benzemek olur. Kadınların, yabancı erkeklere göstermemek sartı ile ve abdestde,
guslde yıkamaga mâni’ olmıyan boya ile boyamaları câizdir.
Muhammed Hâdimî “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin (Berîka) kitâbının
[1284] Istanbul baskısında, ikinci cildi, 1229. cu sahîfesinde buyuruyor ki, (Kadınların
saçlarını ve erkeklerin sakallarını kazımaları câiz degildir. Kadının sakalı
olursa, kazıması câizdir. Hadîs-i serîfde, (Bıyıklarınızı kısaltınız! Sakalınızı
uzatınız!) buyuruldu. Bu emre göre, sakal kazımak sünnete muhâlif olur. Bu hadîs-
i serîf, vücûbu gösterseydi, sakal kazımak harâm olurdu. (Tâtârhâniyye) kitâbında,
(Tecnis)den alarak diyor ki, bu hadîs-i serîf, sakalı kazımayınız ve bir tutamdan
kısa yapmayınız demekdir. Tahâvîden alındıgı bildirilerek söylenen, (Sakalını
kazıyan veyâ bir tutamdan kısa kesen kimsenin imâm olması câiz olmaz. Yalnız
kıldıgı nemâzı da mekrûh olur. Dünyâda ve âhıretde mel’ûn ve merdûddur)
gibi sözlerin ve (Tefsîr-i Kurtubî)den alındıgı bildirilen bunlara benzer sözlerin
aslı yokdur, sâbit olmamıslardır). 1336. cı sahîfesinde buyuruyor ki, (Kadınların
da kaslarını yolarak inceltmeleri harâmdır. Alın, yanak, çene üzerinde çıkan kıllarını
yolmaları, kazımaları câizdir). Kesilen saçı, sakalı ve diger kılları ve tırnakları
gömmeli veyâ kabr üzerine, basılmıyan yere koymalı veyâ denize bırakmalıdır.
Halâya, bulasık çukuruna atmak mekrûhdur. Tırnagı dis ile koparmak mekrûhdur.
Baras hastalıgı yapar. Kadınların kesilen parçaları, erkeklere göstermesi
harâmdır.
Erkeklerin bası kazımaları veyâ saçları uzatıp, tarayıp ikiye ayırmaları sünnetdir.
Saç bükmeleri, örmeleri mekrûhdur. (Bahr-ür-râık)da, (El-kerâhiyye) kısmında
diyor ki, (Erkegin basının ortasını kazıyıp, etrâfındaki saçlarını uzatması câizdir.
Fekat, sarkan saçlarını büküp fitil yapması mekrûh olur. Çünki, fitil yapması,
ba’zı kâfirlere tesebbüh [benzemek] olur). Buradan da anlasılıyor ki, kâfirlerin
âdetlerine benzedigi için men’ olunan seyi yapmak, harâm olmuyor, mekrûh
oluyor. Bunun için, (Müsriklere benzemeyiniz. Sakal uzatınız!) ve (Nemâzınızı
– 264 –
na’lın ile kılın. Yehûdîlere benzemeyin!) hadîs-i serîfleri, sakal kazımanın ve çıplak
ayak ile nemâz kılmanın, mekrûh oldugunu göstermekdedir. 239.cu sahîfede
nemâzın mekrûhlarının 25. cisine bakınız!
Yalnız Cum’a günleri oruc tutmak ve yalnız Cum’a geceleri teheccüd kılmak
mekrûhdur. Günes tepede iken, [ya’nî ögle nemâzının vaktinden temkin zemânı
kadar evvel olan zemân içinde], her nemâzı kılmak harâmdır. Bu zemânda, her nemâzı
kılmanın, Cum’a günleri de harâm oldugu sözü dahâ kuvvetlidir.
Cum’a günü, rûhlar toplanır ve birbirleri ile tanısırlar. Kabrler ziyâret edilir. Bugün
kabr azâbları durdurulur. Ba’zı âlimlere göre, mü’minin azâbı artık baslamaz.
Kâfirin Cum’a ve Ramezânda yapılmamak üzere, kıyâmete kadar sürer. Bugün ve
gecesinde ölen mü’minler kabr azâbı hiç görmez. Cehennem, Cum’a günü çok sıcak
olmaz. Âdem “aleyhisselâm” Cum’a günü yaratıldı. Cum’a günü, Cennetden
çıkarıldı. Cennetdekiler, Allahü teâlâyı Cum’a günleri göreceklerdir.
Asagıdaki yazı (Riyâd-un-nâsıhîn)den terceme edildi:
Allahü teâlâ, Cum’a gününü müslimânlara mahsûs kılmısdır. Cum’a sûresi sonundaki
âyet-i kerîmede meâlen; (Ey îmân etmekle sereflenen kullarım! Cum’a
günü, ögle ezânı okundugu zemân, hutbe dinlemek ve Cum’a nemâzı kılmak için
câmi’e kosunuz. Alıs verisi bırakınız! Cum’a nemâzı ve hutbe, size, baska islerinizden
dahâ fâidelidir. Cum’a nemâzını kıldıkdan sonra, câmi’den çıkar, dünyâ islerinizi
yapmak için dagılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızk bekliyerek çalısırsınız.
Allahü teâlâyı çok hâtırlayınız ki, kurtulabilesiniz!) buyuruldu. Nemâzdan sonra,
istiyen isine gider çalısır. Istiyen câmi’de kalıp, nemâz, Kur’ân-ı kerîm, düâ ile mesgûl
olur. Nemâz vakti alıs veris sahîhdir. Fekat, günâhdır. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir müslimân, Cum’a günü gusl abdesti alıp,
Cum’a nemâzına giderse, bir haftalık günâhları afv olur ve her adımı için sevâb verilir).
Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Günlerin en kıymetlisi Cum’adır. Cum’a
günü, bayram günlerinden ve asûre gününden dahâ kıymetlidir. Cum’a, dünyâda
ve Cennetde mü’minlerin bayramıdır). Bir hadîs-i serîfde, (Cum’a nemâzı kılmıyanların
kalblerini, Allahü teâlâ mühürler. Gâfil olurlar) buyurdu. Bir hadîs-i serîfde,
(Bir kimse, mâni’ yok iken, üç Cum’a nemâzı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini
mühürler. Ya’nî, iyilik yapmaz olur) buyurdu. Özrü yok iken, birbiri arkasında
üç Cum’a nemâzına gitmiyen kimse münâfık olur. Ebû Alî Dekkak ölürken üç
sey nasîhat eyledi: (Cum’a günü gusl abdesti alınız! Her aksam abdestli olarak yatınız!
Her hâlinizde, Allahü teâlâyı hâtırlayınız!) Bir hadîs-i serîfde, (Cum’a günlerinde
bir ân vardır ki, mü’minin o ânda etdigi düâ red olmaz) buyurdu. Ba’zıları,
bu ân, ikindi ile aksam ezânları arasındadır, dedi. Fârisî (Tergîb-üs-salât) kitâbındaki
hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Cum’a günü sabâh nemâzından önce, üç
kerre Estagfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyelkayyûme ve etûbü ileyh
okuyanın, kendinin ve anasının ve babasının bütün günâhları afv olur). [Kul haklarını
ve kazâya kalan farzları ödemek ve harâmlardan vaz geçmek sartdır.] Bir
hadîs-i serîfde, (Cum’a nemâzından sonra, yedi def’a Ihlâs ve Mu’avvizeteyn
okuyanı, Allahü teâlâ, bir hafta, kazâdan, belâdan ve kötü islerden korur) buyurdu.
Cum’a günü yapılan ibâdetlere en az, iki kat sevâb verilir. Cum’a günü islenen
günâhlar da, iki kat yazılır. Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Cumartesi günleri
yehûdîlere, pazar günleri nasârâya verildigi gibi, Cum’a günü, müslimânlara
verildi. Bugün, müslimânlara hayr, bereket, iyilik vardır).
Cum’a günleri ve hergün su (istigfâr düâsı)nı çok okumalıdır: Allahümmagfir
lî ve li âbâî ve ümmehâtî ve li ebnâî ve benâtî ve li ihvetî ve ehavâtî ve li-a’mâmî
ve ammâtî ve li-ahvâlî ve hâlâtî ve li-zevcetî ve ebeveyhâ ve li-esâtizetî ve lil-mü’minîne
vel-mü’minât vel hamdü-lillâhi Rabbil’âlemîn!
– 265 –
72 — BAYRAM NEMÂZLARI
Sevvâl ayının birinci günü fıtr bayramının, Zilhiccenin onuncu günü de, kurban
bayramının birinci günleridir. Bu iki günde, günes dogdukdan ve kerâhet vakti çıkdıkdan
sonra, ya’nî Israk vaktinde, iki rek’at bayram nemâzı kılmak, erkeklere vâcibdir.
Bayram nemâzlarının sartları, Cum’a nemâzının sartları gibidir. Fekat,
burada hutbe sünnetdir ve nemâzdan sonra okunur. Fıtr bayramında nemâzdan önce
tatlı [hurma veyâ seker] yimek, gusl etmek, misvâk kullanmak, en yeni elbise
giymek, fıtrayı nemâzdan önce vermek, yolda yavasca tekbîr okumak müstehabdır.
Kurban bayramı nemâzından önce birsey yimemek, nemâzdan sonra, önce
kurban eti yimek, nemâza giderken, yüksek sesle, özrü olan yavasça (Tekbîr-i tesrîk)
getirmek müstehabdır. (Halebî-yi kebîr)de diyor ki:
(Bayram nemâzları iki rek’atdir. Cemâ’at ile kılınır. Yalnız kılınmaz. Birinci
rek’atde, Sübhânekeden sonra, üç kerre (Tekbîr-i zevâid) söylenir. Ya’nî, eller üç
def’a kulaklara kaldırılıp, birinci ve ikincisinde, iki yana uzatılır. Üçüncüsünde, göbek
altına baglanır. Imâm efendi yüksek sesle, Fâtiha ve zamm-ı sûre okudukdan
sonra, dogru rükü’a egilinir. Ikinci rek’atde, önce Fâtiha ve zamm-ı sûre okunup,
sonra, iki el, yine üç kerre kulaklara kaldırılır. Üçünde de yanlara sallandırılır. Dördüncü
tekbîrde, kulaklara kaldırılmayıp, rükü’a egilinir. Birinci rek’atde bes,
ikinci rek’atde dört tekbîr getirilmekdedir). Bu dokuz tekbîrde ellerin nereye
götürülecegini unutmamak için, kısaca (Iki salla, bir bagla. Üç salla, bir egil) diye
ezberlenir. (Mâ-lâ-büdde)de diyor ki, (Cemâ’ate yetisemiyen, bayram nemâzını
kazâ etmez. Özr ile kılamazlarsa, îyd-i fıtrda bayramın ikinci günü, îyd-i edhâda
üçüncü günü de kılarlar).
(Îyd), bayram demekdir. Her yıl, Ramezân ayında ve Arefe gününde günâhları
afv edildigi için müslimânların sevindikleri, sürûrlarının avdet etdigi, tekrâr geldigi
için (Îyd) denildi. Bayramın birinci günü, Cum’a gününe rastlarsa, Hanefî mezhebinde,
hem bayram, hem de, Cum’a nemâzını kılmak lâzımdır. Kendi vaktlerinde
kılınırlar. Bayram sabâhı, cenâze olursa, önce bayram nemâzı kılınır. Sonra cenâze
nemâzı kılınır. Çünki, bayram nemâzı, herkese vâcibdir. Cenâze nemâzı, bayram
hutbesinden önce kılınır.
Arafâtda bulunmıyan insanların, Arefe günü bir yerde toplanarak, hâcılar gibi
yapmaları mekrûhdur. Fekat, va’z dinlemek için veyâ baska ibâdet için toplanmak
câizdir. [Seksendördüncü maddeye bakınız!].
Imâmeyne göre, Arefe günü, ya’nî Kurban bayramından önceki gün sabâh nemâzından,
dördüncü günü ikindi nemâzına kadar, yirmiüç vaktde hâcıların ve
hacca gitmiyenlerin, erkek kadın herkesin, cemâ’at ile kılsın, yalnız kılsın, farz nemâzda
veyâ bu bayramdaki farzlardan birini, yine bu bayram günlerinden birinde
kazâ edince, selâm verir vermez, (Allahümme entesselâm ......) demeden evvel,
bir kerre (Tekbîr-i tesrîk) okuması vâcibdir. (Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ
ilâhe illallah. Vallahü ekber, Allahü ekber ve lillahil-hamd) denir. Cum’a nemâzlarından
sonra da okunur. Bayram nemâzından sonra okumak müstehabdır.
Cenâze nemâzından sonra okunmaz. Câmi’den çıkdıkdan veyâ konusdukdan sonra
okumak lâzım degildir. Imâm, tekbîri unutursa, cemâ’at terk etmez. Erkekler yüksek
sesle okuyabilir. Kurban bayramının 2, 3 ve dördüncü üç gününe (Eyyâm-ı tesrîk)
denir.
(Ni’met-i islâm) kitâbında diyor ki, (Bayram günleri sunları yapmak sünnetdir:
Erken kalkmak, gusl abdesti almak, misvâk ile disleri temizlemek, güzel koku sürünmek,
yeni ve temiz elbise giymek, sevindigini belli etmek, Fıtra bayramı nemâzından
önce tatlı yimek, hurma yimek. Tek adedde yimek. Kurban kesen, o gün ilk
olarak kurban eti yimek. Sabâh nemâzını mahalle mescidinde kılıp, bayram nemâ-
– 266 –
zı için, büyük câmi’e gitmek. O gün yüzük takmak, câmi’e erken ve yürüyerek gitmek.
Bayram tekbîrlerini, Fıtr bayramında sessiz, Kurban bayramında cehren
söylemek. Dönüsde, baska yoldan gelmek. Çünki, ibâdet yapılan yerler ve ibâdet
için gidip gelinen yollar, kıyâmet günü sehâdet edeceklerdir. Mü’minleri güler yüzle
ve (Selâmün aleyküm) diyerek karsılamak. Fakîrlere çok sadaka, [Islâmiyyeti
dogru olarak yaymak için çalısanlara yardım] yapmak. Sadaka-i fıtrı, bayram nemâzından
önce vermek). Dargın olanları barısdırmak, akrabâyı ve din kardeslerini
ziyâret etmek, onlara hediyye götürmek de sünnetdir. Erkeklerin kabrleri ziyâret
etmeleri de sünnetdir.
[Hadîs-i serîfde (Insânlar, kendilerine iyilik edenleri sever) ve (Hediyyelesiniz,
sevisirsiniz) buyuruldu. Hediyyenin en kıymetlisi, en fâidelisi, güler yüz, tatlı dildir.
Bid’at sâhiblerinden baska herkese, dosta ve düsmana, müslimâna ve kâfire,
dâimâ güler yüz, tatlı dil göstermelidir. Kimse ile münâkasa etmemelidir. Münâkasa,
dostlugu giderir. Düsmanlıgı artdırır. Kimseye kızmamalıdır. Hadîs-i serîfde
(Gadab etme!), kızma buyuruldu. Fitne, fesâd zemânında, inege tapanları görünce,
inegin agzına saman vermeli, onları kızdırmamalıdır.]
73 — BIRINCI CILD, 312. ci MEKTÛB
Bu mektûb, mîr Muhammed Nu’mânın “kuddise sirruh” süâllerine cevâb olarak
yazılmıs olup, nemâzda otururken parmak kaldırmak dogru olmadıgını da bildirmekdedir:
Âlemlerin, bütün mahlûkların rabbi, yaratıcısı ve varlıkda durdurucusu ve ihtiyâclarını
gönderen Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstünü olan
Muhammed Mustafâya “aleyhissalâtü vesselâm” ve Onun Peygamber kardeslerine
“salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve meleklere ve Onun yolunda gitmekle
sereflenenlere salât, selâm ve iyi düâlar olsun! Molla Mahmûd ile gönderdiginiz
kıymetli mektûb gelerek bizleri sevindirdi. Soruyorsunuz ki:
Süâl 1 — Âlimler, Medînedeki (Ravda-i mubâreke) denilen yer, Mekke sehrinden
dahâ kıymetlidir, diyor. Hâlbuki, Muhammed aleyhisselâmın sûreti ve hakîkati,
Kâ’be-i mu’azzamanın sûretine ve hakîkatine secde etmekdedir. Ravda-i mubâreke
nasıl olur da, dahâ üstün olur?
[Medîne câmi’i içinde, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kabr-i serîfi
ile câmi’in o zemânki minberi arasındaki, yirmialtı metre uzunlugundaki yere
(Ravda-i mutahhara) denir. Ravda, bagçe demekdir. O zemânki minber-i serîf, üç
basamak ve bir metre yüksek idi. [654] yangınında temâmen yandı. Çesidli yıllarda,
çesidli minberler yapılmıs, bugünki, oniki basamaklı mermer minberi, sultân
üçüncü Murâd hân [998] de Istanbuldan göndermisdir].
Cevâb 1 — Efendim! Bu fakîre göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, yer yüzünün
en kıymetli yeri [Kabr-i se’âdetdir. Bundan sonra] Kâ’be-i mu’azzama [ve bunun
etrâfındaki (Mescid-i harâm) denilen câmi’]dir. Bundan sonra, Medînede [Mescid-
i nebevî içindeki] (Ravda-i mukaddese) denilen meydândır. Dahâ sonra Mekke-
i mükerreme sehridir. Görülüyor ki, Ravda-i mutahhara, Mekkeden dahâ üstündür
demek dogrudur.
Süâl 2 — Hanefî mezhebinde olan bir müslimân, nemâzda otururken parmagı
ile isâret eder mi? Bu konuda Mevlâna Alîmullah bir risâle yazmısdır. Gönderiyorum.
Bu mes’elede siz ne buyurursunuz?
Cevâb 2 — Efendim! Sehâdet parmagı ile isâret etmenin câiz oldugunu bildiren
hadîs-i serîfler çokdur. Hanefî mezhebindeki âlimlerin bir kısmı da, böyle söylemisdir.
Gönderdiginiz risâlede Mevlânâ Alîmullah da bunları bildiriyor. Hanefî
mezhebindeki kitâblar, çok dikkatle okunursa, parmak kaldırmanın câiz oldu-
– 267 –
gunu bildiren haberler, (Üsûl bilgileri) degildir. Mezhebin (Zâhir haberleri) degildir.
Imâm-ı Muhammed Seybânî, (Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”
mubârek parmagı ile, isâret ederdi. Biz de, Onun gibi, parmagımızı kaldırır ve indiririz.
Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe de böyle söyledi) diyor ise de, imâm-ı Muhammedin
böyle dedigi, (Nevâdir) haberlerindendir. (Üsûl) haberlerinden degildir.
[Ibni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, birinci cildin kırkyedinci sahîfesinde
buyuruyor ki, (Hanefî mezhebinin bilgileri, sonraki âlimlere üç yoldan gelmisdir:
1 — (Üsûl) haberleri olup, bunlara zâhir haberler de denir. Bunlar, Hanefî mezhebinin
sâhibi olan imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden ve talebesinden “rahmetullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” gelen haberlerdir. Bu haberler, imâm-ı Muhammedin altı
kitâbı ile bildirilmekdedir. Bu altı kitâb, (El-mebsût), (Ez-ziyâdât), (El-câmi’ussagîr),
(Es-siyerüssagîr), (El-câmi’ulkebîr), (Es-siyerülkebîr) kitâblarıdır. Bu
kitâbları imâm-ı Muhammedden, güvenilir kimseler getirdigi için (Zâhir haberler)
denilmisdir. Üsûl haberlerini ilk toplıyan Hâkim sehîd [Muhammed]dir. Bunun
(Kâfî) kitâbı meshûrdur. Kâfînin serhleri çokdur.
2 — (Nevâdir) haberleri olup, yine bu imâmlardan gelen haberlerdir. Fekat, bu
haberler, o altı kitâbda bulunmayıp, yâ imâm-ı Muhammedin (El-kîsâniyyât),
(El-hârûniyyât), (El-cürcâniyyât), (Er-rukıyyât) adındaki baska kitâbları ile bildirilmisdir.
Bu dört kitâb, yukarıdaki altı kitâb gibi, açıkca ve saglam gelmis olmadıgından,
bu haberlere (Zâhir olmıyan haberler) de denir. Yâhud, baskalarının kitâbları
ile bildirilmislerdir. Meselâ, Imâm-ı a’zamın talebesinden Hasen bin Ziyâdın
(Muharrer) adındaki kitâbı ve imâm-ı Ebû Yûsüfün (Emâlî) adındaki kitâbı
ile bildirilmislerdir.
3 — (Vâkı’ât) haberleri, üç imâmdan bildirilmis olmayıp, bunların talebelerinin
ve talebesi talebelerinin ictihâd etdikleri mes’elelerdir. Böyle haberleri, ilk toplıyan
Ebülleys-i Semerkandî olup, (Nevâzil) kitâbını yazmısdır).
Ibni Âbidîn yine birinci cildin otuzbesinci sahîfesinde buyuruyor ki, (Fıkh bilgisi,
ekmek gibi, herkese lâzımdır. Bu bilginin tohumunu eken, Abdüllah ibni
Mes’ûd “radıyallahü anh” olup, Eshâb-ı kirâmın yükseklerinden ve en âlimlerinden
idi. Bunun talebesi Alkama bu tohumu sulayarak, ekin hâline getirmis ve bunun
talebesinden olan Ibrâhîm Nehaî, bu ekini biçmis, ya’nî bu bilgileri bir araya
toplamısdır. Hammâd-ı Kûfî, bunu harman yapmıs ve bunun talebesi olan
imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe ögütmüs, ya’nî bu bilgileri kısmlara ayırmısdır. Ebû Yûsüf,
hamur yapmıs ve imâm-ı Muhammed pisirmisdir. Böylece hâzırlanan lokmaları,
insanlar yimekdedir. Ya’nî, bu bilgileri ögrenip dünyâ ve âhıret se’âdetine kavusmakdadırlar.
Imâm-ı Muhammed, pisirdigi bu lokmaları dokuzyüzdoksandokuz
kısm bilgi grubu hâlinde talebesine bildirmisdir. Altı kitâbından, sagîr [ya’nî
küçük] dediginde, imâm-ı Ebû Yûsüf vâsıtası ile ögrendiklerini bildirmis, kebîr dedigi
kitâblarda, yalnız Imâm-ı a’zamdan isitdiklerini bildirmisdir). Imâm-ı Muhammedin
eseri olan (Siyer-i kebîr) kitâbında bunun için, imâm-ı Ebû Yûsüfün ismi
yokdur. Simdi, ba’zı câhiller, bu inceligi bilmedikleri için, bunu, imâm-ı Ebû Yûsüfe
karsı igbirârına haml etmekdedir. Hâlbuki, bu iki imâm, hubb-i fillâhın son
derecesinde yüksek idi. Bunların izinde gidenler bile, bunların sâyesinde, nefsin
arzûlarından kurtulmakdadır].
(Fetâvâ-i garâib)de diyor ki, (Muhît) kitâbında (Sag elin sehâdet parmagı ile isâret
edilecegini imâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Üsûl) kitâblarında
bildirmedi. Sonra gelen âlimler de, baska baska söyledi. Isâret edilmez diyenler,
isâret edilir diyenler oldu. Imâm-ı Muhammed, Üsûl kitâblarından baska kitâblarında,
Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” isâret ederdi diyor ve bu benim
sözümdür, Imâm-ı a’zam da bunu haber verdi, buyuruyor. Isâret etmek sünnetdir
denildigi gibi, müstehabdır diyenler de vardır) diyor. (Fetâvâ-i garâib)de bundan
sonra diyor ki, dogrusu, isâret etmek harâmdır.
– 268 –
(Fetâvâ-i Sirâciyye)de diyor ki, (Nemâzda eshedü en lâ... derken, sehâdet parmagı
ile isâret mekrûhdur. (Kübrâ) kitâbı da böyle diyor. Âlimler bunu begeniyor.
Fetvâ da böyle verilmisdir. Çünki, nemâzda sâkin, hareketsiz olmak lâzımdır).
(Gıyâsiyye) ve [(Bezzâziyye)] fetvâ kitâbında diyor ki, (Otururken sehâdet
parmagı ile isâret edilmez. Fetvâ böyledir. Muhtâr olan, begenilen de budur).
(Câmi’ur-rumûz) kitâbında diyor ki, (Isâret edilmez ve parmak bükülmez.
Mezhebin üsûl bilgilerine göre böyledir. Zâhidînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” kitâbında
da böyledir. Fetvâ da böyle verilmisdir. (Mudmerât), (Velvâlciyye), (Hulâsa)
ve dahâ baska kitâblarda da böyle yazılıdır. Büyüklerimiz, parmak ile isâret
etmenin sünnet oldugunu da bildirmekdedir).
[(Câmi’ur-rumûz) kitâbı, (Nikâye) kitâbının serhidir. (Nikâye) de, (Vikâye) kitâbının
muhtasarıdır. (Mudmerât) kitâbı, Kudûrî kitâbının serhidir.]
(Hazânet-ür-rivâyât) kitâbında, (Tâtârhâniyye) kitâbından alarak diyor ki, (Tesehhüdde
otururken, lâ ilâhe illallah derken, sag el sehâdet parmagı ile isâret eder
mi? Imâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh”, bunu, üsûl haberlerinde bildirmedi.
Sonra gelenler, baska baska söyledi. Bir kısm âlimler, isâret edilmez, dedi.
(Kübrâ) da böyle yazıyor. Fetvâ da böyledir. Bir kısmı ise, isâret edilir, dedi).
(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Nemâzda sehâdet kelimesini okurken, sehâdet
parmagı ile isâret edilmez. Fetvâ böyledir. (Velvâlciyye), (Tecnîs), (Umdetülmüftî)
ve bütün fetvâ kitâblarında böyle yazılıdır. Fekat, bu kitâbları serh edenler, meselâ
Kemâl, Halebî, Bâkânî isâret edilir. Nitekim imâm-ı Muhammed, Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” isâret ederdi diye haber verdi. (Muhît) kitâbında da, isâret etmenin
sünnet oldugu yazılıdır, diyorlar. Ibni Âbidîn (Muhît)den sünnet-i gayr-i
müekkede oldugu anlasılmakdadır. Nitekim (Aynî) ve (Tuhfe), müstehab oldugunu
bildiriyor, diyor. Sernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Nûr-ül-îzâh) kitâbında, (Sahîh
olan, sehâdet parmagı ile isâret etmekdir) diyor ve buna Tahtâvî, i’tirâz ediyor.
Görülüyor ki, isâret etmenin harâm oldugunu söyliyen âlimler vardır. Mekrûh oldugunu
bildiren fetvâlar mevcûddur. Isâret edilmez, parmak bükülmez, üsûl haberleri
böyledir, diyenler çokdur. O hâlde, bizim gibi mukallidlerin, hadîs-i serîf vardır
diyerek, isâret etmege kalkısmamız ve böylece, birçok müctehidlerin fetvâları
ile harâm veyâ mekrûh ve yasak oldugu bildirilen bir isi yapmamız dogru olmaz. Yasak
oldugunu bildiren fetvâlar karsısında, Hanefî mezhebindeki bir kimsenin, parmakla
isâret etmesi, iki fikri gösterir: 1- Ictihâd derecesinde yüksek olan bu din âlimlerinin,
isâret edilecegini bildiren meshûr hadîslerden haberleri yok imis, demek olur.
2- Yâhud, hadîs-i serîfleri isitmisler, fekat, bu hadîslere uymamıslar. Kendi kafaları,
düsünceleri ile hareket etmisler demek olur. Bu fikrlerin ikisi de, çok bozukdur.
Böyle sanmak için, pek bayagı veyâ çok inâdcı olmak gerekir. (Tergîb-üs-salât) kitâbındaki
(Eski âlimler, nemâzda sehâdet parmagı ile isâret ederdi. Sonraları,
sî’îler bu isde taskınlık yapdıgından, sonra gelen Hanefî âlimleri, isâret etmegi,
Ehl-i sünnete yasak etdi. Böylece, sünnîler, sî’îlerden ayırd edilmis oldu) sözü de kıymetli
kitâblardaki haberlere uygun degildir. Çünki, âlimlerimizin (Zâhir üsûlü), isâret
etmemegi ve parmagı bükmemegi bildiriyor, ya’nî, eski âlimler isâret edilmez,
buyurmusdur. O hâlde, bu isin, sî’îlik ile bir ilgisi yokdur. Isâret edilmiyecegini bildiren
din büyüklerine karsı, edeb ve saygımızı takınarak, bize düsen söz söyle olmalıdır:
(Bu büyükler, isâret etmenin harâm veyâ mekrûh olacagına bir delîl, vesîka elde
etmeselerdi, harâm veyâ mekrûh demezlerdi. Isâret etmenin sünnet ve müstehab
oldugunu bildiren haberleri söyledikden sonra, (Böyle demisler ise de, dogrusu isâretin
harâm oldugudur) buyurmazlardı. Demek ki, bu din büyükleri, isâretin sünnet
ve müstehab oldugunu gösteren haberlerin degil, belki yasak oldugunu gösteren
vesîkaların dogru oldugunu anlamıslardır). Sözün kısası, bizim gibi câhillerin,
birkaç hadîs-i serîf isitmemiz, delîl ve sened olamaz. Din büyüklerinin sözlerini red
etmemize sebeb olamaz. Eger, (Biz simdi, onların anladıklarının yanlıs oldugunu gös-
– 269 –
teren bilgileri ele geçirmis bulunuyoruz) denirse, bizim gibi mukallidlerin bilgisi, bir
seyin halâl veyâ harâm olmasına vesîka olamaz. Birseyin halâl veyâ harâm olması için,
müctehidin zan etmesi lâzımdır. Müctehidlerin sözlerini, senedlerini örümcek yuvasından
dahâ çürük sanmak, büyük atılganlık olur. Kendi bilgisini, din büyüklerinin
bilgilerinden üstün tutmak ve Hanefî mezhebinin (Üsûl haberlerine) bozuk, çürük
demek de âlimlerin, fetvâ vermek için dayandıkları kıymetli haberleri hiçe saymak
ve bu haberlere yanlıs demek, dîn-i islâmda büyük bir yara, gedik açmak olur. Islâmın
büyük âlimleri, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” parlak zemânına yakın
oldukları için ve ilmleri, sonra gelenlerin bilgilerinden katkat çok oldugu ve harâmdan,
günâhlardan sakınmaları, Allahü teâlâdan korkmaları, son derece fazla oldugu
için, hadîs-i serîfleri, bizim gibi, din bilgilerinden haberi olmıyan, isitdigi bir kaç
sözü ilm sanan bos câhillerden, elbette dahâ iyi tanır ve anlarlardı. Dogrusunu, igrisini,
degismis olanını, degisdirilmemis olanlarını, bizden dahâ iyi ayırd ederlerdi.
Bu hadîs-i serîflere uymamak lâzım oldugunu bildirmelerinin, elbette bir sebebi, dayandıkları
kuvvetli vesîkaları mevcûddur. Bilgisi ve görüsü onlardan az olan bizler,
su kadar anlıyoruz ki, isâretin ve parmagı bükmenin nasıl olacagını bildiren çesidli
hadîs-i serîfler vardır ve birbirlerine uymamakdadırlar. Bu çesidli haberlerin birbirlerine
uymaması, isâretin yapılması için, kesin birsey söylemegi güçlesdirmisdir.
Ba’zı haberler, parmakları yumruk hâlinde bükmeden isâret edilecegini, ba’zıları bükerek
edilecegini bildirmekdedir. Parmakların bükülecegini söyliyenlerden bir kısmı,
elliüç sayısını gösterir gibi yapılacagını bildirmisdir. Baska bir kısmı, yirmiüç sayısını
gösterir gibi büküleceklerini haber veriyor. [(Halebî), bunları anlatırken, sayıların
parmaklarla gösterilmesini uzun anlatmakdadır.] Ba’zı haberler, sag iki küçük
parmagı kapayıp ve bas parmagı orta parmakla halka yapıp sehâdet parmagı ile
isâret edilir, diyor. Bir habere göre, yalnız bas parmak, orta parmagın üzerine konarak
isâret olunur. Bir haberde ise, sag eli, sol uyluk üzerine ve sol eli, sag ayak üzerine
koyup isâret edilir. Baska bir haberde, sag eli ile sol el üstüne ve bilegi, bilek üzerine
ve kolu, kol üzerine koyup, isâret edilecegi bildiriliyor. Ba’zı haberlerde, bütün
parmakları kapatarak isâret olunması, ba’zılarında ise, sehâdet parmagı kımıldatılmadan
isâret edilmesi buyurulmakdadır. Bunlardan baska, tehıyyâtda isâret olur deyip,
yeri kesin bildirilmemekde, ba’zı haberlerde, sehâdet kelimesi okunurken isâret
olunur, denilmekdedir. Ba’zı rivâyetlerde ise, otururken düâ zemânında, (Ey kalbleri
istedigi gibi çeviren Allahım, benim kalbimi kendi dînin üzerinde bulundur!) denir
ve bunu söylerken, parmakla isâret olunur, buyurulmusdur.
Hanefî mezhebinin âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, isâret için bildirilen
hadîs-i serîflerin çok ve baska baska oldugunu görünce, nemâz hakkındaki
kesin ve açık emrlere uygun olmıyan fazla bir hareketin yapılmamasını söylediler.
Çünki, nemâzda esâs, fazla hareketden sakınmak ve olgun bir seklde bulunmakdır.
Bundan baska, bütün âlimler, sözbirligi ile haber vermisdir ki parmakları,
gücü yetdigi kadar kıbleye karsı bulundurmak sünnetdir. (Nemâzda, her uzvunu,
gücün yetdigi kadar, kıbleye karsı bulundur!) hadîs-i serîfi, bunu açıkça emr
etmekdedir.
Eger sorulursa: (Hadîs-i serîflerin, baska baska bildirilmesi, ancak araları birlesdirilemedigi
zemân, isi güçlesdirir. Hâlbuki, isâreti bildiren hadîs-i serîflerden
müsterek bir emr çıkarılabilir. Çünki çesidli hadîs-i serîfler, baska baska zemânlarda
duyulup, haber verilmis olabilir). Cevâb olarak deriz ki, haberlerin çogunda
(Kâne=idi) kelimesi vardır ki, bu kelime mantıkdan baska ilmlerde
(Kül=hep) ma’nâsındadır. Bunun için, bu çesidli haberler birlesdirilemez.
Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Sözüme uymıyan hadîs-
i serîf ögrenirseniz, benim sözümü bırakıp, hadîs-i serîfe uyunuz) buyurdu
ise de, bu sözü, isitmemis oldugu hadîs-i serîfler içindir. Isitmemis oldugum bir
hadîs-i serîfe uymıyan sözümü bırakın, demisdir. Hâlbuki, isâret hakkındaki ha-
– 270 –
dîs-i serîfler böyle olmayıp, meshûr olmus, yayılmısdır. Imâm-ı a’zam bunları belki
duymamısdır, denilemez. [Imâm-ı a’zam, bu sözü, kendi talebesine, ya’nî müctehidlere
söyledi. Bizim gibi câhillere söylemedi.]
(Hanefî âlimleri arasında, isâret edilir diyenler, böyle fetvâ verenler de vardır.
Birbirine uymıyan fetvâlardan, herhangi birine uyulursa, câiz olmaz mı?) denirse:
Cevâb olarak deriz ki, fetvâların uymaması (Câizdir, câiz degildir veyâ halâldir,
harâmdır) seklinde oldugu zemân, câiz degildir veyâ harâmdır diyen fetvâlara uymak
esâsdır.
Ibni Hümâm diyor ki, (Parmagı kaldırmak ve kaldırmamakda, birbirine uymıyan
hadîs-i serîflerin çoklugu karsısında, nemâzda hareketsiz olmak lâzım geldigi için,
biz, parmak oynatmamagı bildiren hadîs-i serîflere uymalıyız!). Ibni Hümâma ne kadar
sasılsa azdır. Kitâbında, (Âlimlerden bir çogu, isâret edilmez, dedi ki, bu sözleri,
hadîs-i serîflere ve akla uygun degildir!) diyerek, ictihâd derecesindeki kıyâs ehli
büyük islâm âlimlerini câhil yapmakdadır. Hâlbuki kıyâs, Hanefî mezhebinin
zâhir ve üsûl haberleridir ve edille-i ser’ıyyenin dördüncüsüdür. Ictihâda nasıl dil uzatılabilir.
Bu zât, birbirine uymıyan rivâyetlerin çoklugu karsısında, temiz sular kısmındaki,
(Kulleteyn) hadîs-i serîfinin de, za’îf oldugunu söylemekdedir.
Oglum Muhammed Sa’îd “rahmetullahi teâlâ aleyh”, parmakla isâret üzerine
bir risâle yazmakdadır. Temâm olunca, bir sûretini insâallah gönderirim.
[(Sir’at-ül-islâm) serhi, yüzyirmialtıncı sahîfe basında diyor ki, (Hidâye) kitâbında,
bas parmakla isâret edilir, diyor. Imâm-ı Hulvânî “rahimehullah” da böyle
buyuruyor. Parmakla isâret edilmez de denildi. Fetvâ da böyledir. Çünki, nemâzda
hareketsiz olmak lâzımdır. Vâkı’ât haberlerinde de böyle bildirilmekdedir. Murâd
Molla kütübhânesindeki, Ebüssü’ûd efendi fetvâsında:
Süâl — Nemâzda otururken, sehâdet parmagını kaldırmak mı, kaldırmamak mı
dahâ iyidir?
Cevâb — Her ikisi de iyi, demislerdir. Fekat, parmagı kaldırmamak dahâ iyi oldugu
meydândadır.
(El-fıkhu alel-mezâhib-il-erbe’a)da diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, seferde, siddetli
yagmurda, karanlıkda, çamurlu gecelerde ve Arafât ve Müzdelifede, ögle ile
ikindi ve aksam ile yatsı nemâzları cem’ edilir. Seferin üç günden [80 kilometreden]
az olması da câizdir. Deniz yolculugunda cem’ câiz degildir. Yagmurda ve çamurda,
yatsıyı câmi’de aksam ile birlikde cemâ’at ile kılmak câiz olur. Vitri vaktinde
kılar. Sâfi’îde, cem’ için, seferin 80 kilometre olması lâzımdır.
Hanbelîde cem’, 80 kilometre seferde ve 203. cü sahîfede bildirdigimiz hâllerde
câiz oldugu gibi, soguk, kıs, yagmur, çamur, fırtınada, yatsıyı aksam ile, evinde de
cem’ câizdir. Cem’ ederken, sünnetler kılınmaz. Birinci nemâza baslarken, cem’ için
niyyet edilir. Vazîfe ve is zemânında, ögleyi, ikindiyi, aksamı vaktinde kılması
mümkin olmıyanlar, Hanbelî mezhebini taklîd ederek, ikindiyi ögle ile, aksamı yatsı
ile cem’ etmeli, vazîfeyi terk etmemelidir. Vazîfeden ayrılırsa, yerine gelenin yapacagı
zulmlere, küfrlere sebeb olur. Hanbelîde abdestin farzı altıdır: Agzın ve burnun
içleri ile birlikde yüzü yıkamak, niyyet, kolları yıkamak, basın her tarafını, kulakları
ve üstündeki deriyi mesh etmek, [Sarkan saç mesh edilmez. Mâlikîde sarkanlar
da mesh edilir]. Ayakları, yanlarındaki kemiklerle yıkamak, tertîb [sıra], muvâlât
[acele] farzdır. Herhangi bir kadının derisine sehvet ile ve kendi zekerine temâs
edince, abdest bozulur. Kendine kadın dokununca, lezzet duysa da bozulmaz.
Deriden çıkan her sey, çok ise bozar. Deve eti yimek bozar. Özr sâhibi olmak, hanefî
gibidir. Guslde, agzı, burnu ve saçları yıkamak ve erkeklerin örgülü saçı açmaları
farzdır. Kadınların saç örgülerini çözmeleri, cenâbet için sünnet, hayz için
farzdır. Nemâzda tesehhüd mikdârı oturmak ve iki tarafa selâm vermek de farzdır.)]
– 271 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...