29 Ağustos 2013

FİKİR AYRILIĞI İLE İHANET ARASINDAKİ ÇİZGİ





Fikir Ayrılığı ile İhanet Arasındaki Çizgi

 ”Lafı dolaştırmadan yerine getirelim. Burada, en yüksek değer olarak gördüğümüz bağımsız, onurlu ve özgür yaşama idealine ihanet edenlerden söz edeceğiz…”
Dünyadaki en büyük felaket bütün insanların aynı, ya da benzer şekilde düşünmesi olurdu. Birbirine benzeyen fikirlere sahip ve onay anlamında kafa sallayarak birbirleriyle konuşan üçlü, beşli, yedili, irili ufaklı milyonlarca insan grupçuğu hayal edin. Bu ya bir şaka, ya da bir kabustur. Başka bir şey olamaz.
Büyük işlerin başarılması insanların düşünce birliğine varmasıyla değil, belli konularda uzlaşma zemini yaratmalarıyla mümkün olur.
 Bu ikisi arasındaki fark çok önemlidir. Düşünce birliğinde ısrar etmek beyhude bir çabadır. Uzlaşma zemini ise toplumların politik kültürleriyle ilgilidir. Çok az toplum farklı kesimleri arasında uzlaşma gerçekleştirebilmiş ya da bunu sürekli kılabilmiştir. Uzlaşma kültürünün ön koşullarının neler olduğu, bizim ülkemizde bunun ne ölçüde mevcut bulunduğu üzerinde ayrıntılı olarak düşünmemiz gerekir. Coğrafi koşulların (ülke içerisindeki fiziki bağlantıların, ayrı havzaların), uluslaşma sürecinin tamamlanmasının, eğitim düzeyinin, inanç sistemlerinin ve geleneklerin hepsinin bunda payı vardır, tabii başka şeylerin de…
Fikir ayrılığını bu şekilde kısa bir övgüye tabi tuttuktan sonra, biraz da ihanet üzerinde duralım. Bu asla kolaylıkla söylenen bir şey olmamalıdır. İnsanların fikir ve inanç ayrılığını övdükten sonra, farklı düşünüyor diye insanları ihanetle suçlamak kadar yakışıksız bir şey olamaz.
Ne var ki, ihanet diye bir şey var. Pekala, aradaki çizgiyi nereye çekmeli ve bu çizginin kalınlığı (ya da inceliği) nedir? Kime hain diyeceğiz. Kimseye demeyeceksek bu sözcüğü lügatlerden silelim, olsun bitsin… Ama silemeyiz…
Ne kadar zor olursa olsun, ihaneti tanımlamalıyız. Bu her zaman kolay değildir. Zorluk aradaki çizginin bazen net, ama çoğu zaman kesikli veya ıslak kağıtta dağılmış mürekkep gibi belirsiz olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca ihanetin de çeşitleri var kuşkusuz. Çıkar için ihanet edenler olduğu gibi, gaflet veya cehalet nedeniyle, ya da kişisel nedenlerle ihanet tarafına düşenler oluyor. Tanımlamadan konuşmamak gerekir. Tabii şu uyarıyı da yapmak gerekir. Ne kadar tanımlarsanız tanımlayın gene de aradaki gri alanda kalanlar olacaktır. Hayatın karmaşıklığını binlerce yıllık hukuk dahi tanımlara sığdıramamış, tamamlamak bize mi kaldı? Kaldı ki toplumsal gerçeklik her zaman onunla ilgili analizlerden daha hızlı değişiyor. Gene de hukuk mantığından ve felsefesinden alacağımız iki şey var. Birincisi her şeye rağmen tanımlamaya çalışmak, ikincisi de her durumun özel bir yanı olabileceğini (olmayabilir de ama) kabul etmek. Bu tür konularda özenli olmak bizi toptancı ve ilkel düşünenlerden ayırmalıdır.
Sorunlar bitmiyor. Önce neye ihanet edildiğini, sonra da nasıl ihanet edildiğini ortaya koymak gerekir. İnanca, ideolojiye, vatana, tuttuğunuz futbol takımına, partinize, sevgilinize, ailenize, işinize ve daha birçok şeye ihanet edebilirsiniz, ya da ettiğiniz söylenebilir. Ama hiçbir durum için standart müeyyideler olamaz. Bunlar, tarih boyunca daima o toplumun o andaki koşullarına bağlı olmuştur.
Lafı dolaştırmadan yerine getirelim. Burada, en yüksek değer olarak gördüğümüz bağımsız, onurlu ve özgür yaşama idealine ihanet edenlerden söz edeceğiz. Çağımızın temel sorunu budur ve tüm diğer sorunlar buna bağlıdır.
 Burada fikir ayrılıkları ya da ihanet çok farklı tonlarda ortaya çıkmaktadır. Açıkça veya gizli olarak emperyalizmin hizmetine girenler, emperyalizmin çağımızın politik olarak reddedilmesi ve mücadele edilmesi olanaksız gerçeği olduğunu ileri sürenler, artık uluslararası ilişkilerin geliştiği düzeyde emperyalizmden söz edilemeyeceğini söyleyenler, emperyalizmin olduğunu ama artık ilerici demokratlaştırıcı bir işlevi bulunduğunu ileri sürenler ve daha bir çok benzer-benzemez fikre sahip kişiler etrafta dolaşmaktadır. Kimisi de emperyalizme karşı çıkmanın artık çok zorlaştığını, bu sıkıntıya girmektense boyun eğmenin daha kolay ve elverişli bir yol olduğunu söylüyor. Bir başka kesim de, madem emperyalizm var ve bu kadar güçlü, o halde çatışmak yerine işbirliğine girip onların has adamı olursak daha karlı çıkarız diyor. Örneğin Dışişleri mensupları arasında böyle düşünen bir grup var. Şimdi, böyle düşünen, yani diğer ülkeler yerine ABD ve yakın müttefikleriyle iyi geçinerek Türkiye’ye en çok faydayı sağlamayı düşünen bir dışişleri mensubu ile aynı fikirde değilsek, buna fikir ayrılığı mı diyeceğiz yoksa başka bir şey mi? Pekala, dünyanın dört köşesinden militanları toplayıp, ya da yabancıların toplayıp Suriye’deki faaliyetleri için gönderdikleri militanlara sahip çıkarak onları Hatay ve 
Osmaniye’den Suriye’ye sokmak gibi bir politika ihanet midir? Bu militanların Türkiye’de haydutluğa varan davranışlarına göz yumulması için ne diyeceğiz, siyasetin cilveleri, olur böyle şeyler diye mırıldanıp geçiştirecek miyiz? Yarın öbür gün bunların Türkiye’de belli siyasi amaçlar için kullanılmaya başlanması halinde ne yapacağız? Ya da uluslar arası hukuka aykırı durum için “kim takar uluslar arası hukuku” mu diyoruz, ülke olarak yani.
Sorular bitmiyor. Türkiye’nin siyasi otoritesi bu politikayı tek yanlı bir baskıya boyun eğerek mi yapıyor, yoksa emperyalist-yayılmacı güçlerle pazarlık içerisinde mi yürütüyor. Bu pazarlık yapılmışsa (ki muhtemeldir) bunun kapalı kapılar ardında yapılması ihanet sayılabilir mi? Buradan yüz yıl geriye gidelim. Enver ve birkaç arkadaşının Almanlarla gizli antlaşma yapıp ülkeyi felakete sürüklemesi, bunun sonunda milyonlarca nüfus ve milyonlarca kilometrekare toprak yitirmemiz (bunun uzun vadede belli ölçülerde kaçınılmaz olması durumu değiştirmez) , özellikle de salt Alman çıkarları için Sarıkamış faciasına sürüklenmemiz su götürmez bir ihanet ise, şimdi veya herhangi bir zamanda gizli antlaşma yapanlar, Türkiye’yi savaşa sokmak için komplo hazırlayanlar da hain sayılabilir mi? Kaldı ki, bunlar arasında gerçekten (satılmış anlamında) hain olanlar ile bu politikayı Türkiye’nin yararına yürüttüğünü sananlar arasına nasıl bir fark koyacağız ama, bundan da önce, bu iki grubu nasıl ayırt edeceğiz, hatta kolaylıkla edebilecek miyiz? Pekala diğer İttihatçılar da hain miydi? Çoğu kesinlikle değildi ama tek tek bakmak gerekir. Öte yandan Hürriyet ve İtilafçıların çoğu ihanet çemberinin içerisinde debeleniyordu. Bir itilafçı için herhangi bir yabancı güce teslimiyeti savunmamak hainlikti. Bunların uzantıları bugün de azgın bir şekilde kendi ülkelerine saldırıyor.
Tarihte kimisinin ihanet, kimisinin de zorunluluk olarak gördüğü sayısız olay vardır. Stalin’in 1939 Ribbentrop-Molotov Paktı’nı büyük bir istekle kabul etmesi Hitler’e savaş olanağı verdiği için dünya halklarına ve sosyalizme karşı büyük bir ihanet değil midir? Yoksa reel politikanın bir gereği mi sayılmalıdır. Almanlar 1919 Paris Barış Antlaşması’nı imzalayan yöneticilerini ihanetle suçlayıp bazılarını suikast ile katletmemişler miydi? Ama imzalamama şansları var mıydı? Sevr Antlaşmasını imzalayanlar hain idiyse onları cezalandırmamız gerekmiyor muydu? Kurtuluş Savaşı hainlerini cezalandırmamanın acısını sonradan yaşadığımız söylenebilir mi? 150’likler listesi yediğimiz büyük bir kazık değil miydi? Kabul etmek zorunda mıydık? Ya Amerikalıların 1945’den sonra Nazi’leri yeniden örgütleyip Soğuk Savaş’ta kullanmalarına ne demeli? Bunlar arasında Türkiye’ye gelenler de vardı. Her ülkenin hainleri vardır. Bunlar bilindiği halde bütün basın niçin bunları görmezden geldi? Onlar olmadan emperyalizm politikalarını yürütemez. Burada esas olan ihanetin özü müdür, derecesi midir, niyet midir, sonuç mudur, nedir, nedir? Çıkar için yapılan en kolay mahkum edilendir. Yabancılardan para alarak siyaset yapmak her zaman nefretle karşılanır. Ya, yabancılardan para alarak yazı yazmak, ya da burs alarak araştırma yapmak, ya da ödül kazandırılmak? Buradan koskoca bir ihanet literatürü çıkar. Şu anda Türkiye’de yabancı vakıflardan maaşa bağlanmış kaç tane gazeteci ve akademisyen var biliyor musunuz?
Bu konular yerinde duradursun, biraz da partilerimize bakalım. Siyasi partiler içerisindeki fikir farklılıkları (şayet gerçekten varsa) sağlıklı siyasetin temelidir. İktidara gelen partilerin uzun vadeli devlet politikaları çerçevesinde değişik yönelimlere girmeleri, hatta partilerin üzerinde olduğu varsayılan devlet politikalarını da değiştirmeleri normaldir. Ne var ki, ya partiler yabancı denetim altına girerse, ve görünüşte ayrı ama özde aynı teslimiyeti savunurlarsa ne olacak. Türkiye’de bazı partilerin yabancılarla ilişkileri çok açık. İhanetleri üzerinde tartışmak bile gereksiz. Öyle ki, yabancılar tarafından silahlandırılıp eğitilmişler,  bağımsızlığı savunan insanları üzerine ateş etmişler, bomba patlatmışlar, kaçırıp işkenceyle öldürmüşlerdir. Ama daha ince bir ihanet çizgisi de ülkemizde dolaşıp durmaktadır. 
Örneğin CHP içerisinde işbirliği politikalarını sonuna kadar destekleyen, emperyalizme “sözünüzden dışarı çıkmayız, bir de bize fırsat yaratın” diye adeta bağıran bir kesim giderek beslenmiş ve nihayet etkili kılınmıştır. CHP’lilerin bir kısmı bu ihanet çizgisinin çok iyi farkındadır ama ellerinden bir şey gelmemektedir. Batı emperyalizmine boyun eğmiş kişilerin çoğunlukta olduğu parti meclisi esas sorun değildir. Esas sorun bu anlayıştaki kişilerin bu parti içerisinde belirleyici konuma getirilebilmiş, bu tezgahın rahatlıkla kurulabilmiş ve yürütülebilmiş olmasıdır. Bu ihanet çizgisinin etkisizleştirilmesi bu partinin ve ülkenin kaderi üzerinde önemli bir rol oynayacaktır ama bunun mümkün olmaması da büyük olasılıktır. O halde büyük partilerin blok olarak emperyalizmin denetiminde olduğu bir ülkede muhalefet geliştirilmeye çalışılacaktır. Bunun yolu nasıl bulunacaktır?
İhanetin yaygınlaşması bazı insanların satın alınmasıyla değil, satın alınanlardan çok daha fazlasının düşüncelerinin yönlendirilmesi, zihinlerinin etkilenmesi, onların çaresizlik psikozuna sürüklenmesiyle mümkün olabilir. Ama ikisi de vardır. Mütareke İstanbul’unda hem ruhunu satanları, hem de teslimiyet ve çaresizlik psikolojisini görmek mümkündü.
Günümüzde ihanet çizgisi her yerdedir. Okullarda, sendikalarda, partilerde, devlet kurumlarında ve özellikle de basındadır. Burada temel mesele emperyalizme boyun eğmenin hayatın normal akışı olduğu fikrinin yayılmasına karşı mücadelenin beklenenden zayıf olmasıdır. Bu zafiyet yabancı güdümündeki basının marifetidir. Onlara hain mi diyeceğiz, farklı fikir erbabı mı?
M.Tanju AKAD

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...