21 Ağustos 2013

KUR’AN VE SÜNNET IŞIĞINDA ESMA-İ HÜSNA ŞERHİ


 

 KUR’AN VE SÜNNET IŞIĞINDA ESMA-İ HÜSNA ŞERHİ

 

Önsöz


Esmâ, ism'in çoğuludur, Hüsnâ da "en güzel" anlamına gelir. Esmâ'ül Hüsnâ, "en güzel isimler" demektir. Allah'ın bu güzel isimleri Kur'ân-ı Kerim ve hadislerde geçer. Sayıları 99'dur. Bu güzel isimler, Cenâb-ı Hakk'ın kemal sıfatlarıdır. Sıfatlar, O'nun yücelik, üstünlük ve kemaline delalet ettiği gibi, ibadet ve dualarıyla yalvaran kimseyi Allah'a yaklaşmaya da sevk ederler. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"En güzel isimler Allah'a mahsustur. O'na bu güzel isimlerle dua edin. O'nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın." [1]
Allah Rasûlu şöyle buyuruyor:
"Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim onları sayarsa cennete girer." [2]
Kur'ân ve Hadiste geçen Esmâ'ül Hüsna 99'dur. Bunun dışında insanların, cinlerin, me­leklerin, peygamberlerin bilmediği sayısız isim­leri vardır Allah'ın. Nitekim Allah Rasûlu bir hadiste bunu şöyle açıklamıştır:
"Allah'ım! Sana senin bütün isimlerinle dua ediyorum. O isimler ki sen yüce zatını onlarla isimlendirdin. Yahut onları bir elçine öğretmişsindir. Yahut kitapların­da indirmişsindir. Yahut gayb ilminde zâtın için seçmişsindir."
Mü'min, Rabbine bu güzel isimlerin biriyle veya her hangi bir sıfatla yakarışta bulunabilir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Rasûlum! Onlara de ki: "İster Allah diye dua edin, ister Rahman diye. Hangisi ile dua ederseniz edin, en güzel isimler O'nundur."  [3]
Mümin, hem Esmâ'ül Hüsna ile dua eder, hem de bu isim ve sıfatların anlamlarını, eser­lerini, etkilerini düşünür. Bir insan olarak yapa­bileceğini yapmak için hem çalışır, hem de Al­lah'tan yardım ister. Gücünü aşan olaylar için direk Allah'a müracaat eder, güzel isimleriyle O'na dua eder.
Kâinatta bulunan bütün belgeler, eserler Al­lah'ın güzel isimlerine delalet etmektedir. İsim­leri, Allah'ın sıfatlarına, sıfatları da zatına delalet etmektedir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak!" [4]
Yüce Allah'ın güzel isimlerinin belli özellikleri ve esrarı vardır. Güzel isimleriyle O'na dua ede­lim.[5]

Giriş


Hamd Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ister ve O'ndan af dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden O'na sığınırız. Allah kimi doğru yola iletmişse onu saptıracak, kimi de saptırmışsa onu doğru yola iletecek yoktur. Bir olan, eşi ve ortağı bulunmayan Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in (s.a.v.) O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim.
Bir insanın en büyük gayesi sağlam ve doğru bir imana sahip olmaktır. Allah Teâlâ her şey için bir sebep yaratmış ve her gaye için de o gayeye götüren yolu göstermiştir. Kişiyi imana götüren ve onun imanını kuvvetlendiren en büyük sebeplerden ve en önemli yollardan birisi de Allah Teâlâ'yı lâyık olduğu şekilde tanımaktır. Allah'ı (c.c) zatıyla tanımak gücüne ve yeteneğine sahip olmadığımıza göre O'nu ancak isimleri ve sıfatlarıyla tanıyabiliriz.
Allah'ın salât ve selamı Hz. Muhammed'e, ashabına ve kıyamete kadar O'nun yolundan gidenlere olsun.
Şüphesiz ki Allah (c.c), her istek ve arzunun gerçekleşmesini bir sebebe bağlamış ve her gayeye götüren bir yol yaratmıştır. İman, gaye ve arzuların en büyüğü ve en önemlisidir. Allah (c.c), imanın elde edilmesini ve onun güçlenmesini sağlayan sebepler var etmiştir. Nitekim onu zayıflatan ve ortadan kaldıran sebepler de vardır.
İmanın elde edilmesini ve onun kuvvetlenmesini sağlayan şeylerin en önemlilerinden birisi Allah Teâlâ'nın Kur'an ve Sünnette geçen güzel isimlerini bilmek, onların mânâlarını anlamaya çalışmak ve onlarla Allah'a kulluk etmektir. 
 Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin ve O'nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın; onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir." [6]
Buharî ve Müslim'de Ebû Hureyre'den (r.a) rivayet edilen bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demiştir:
"Allah Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır. Kim bu isimleri sayarsa cennete girer." [7]
Yani, kim onları ezberler, anlamlarını ve delalet ettiği mânâları iyice kavrar, onlarla Allah'ı över, onlarla Allah'a istekte bulunur ve onlara kesin bir şekilde inanırsa cennete girer. Mü'minlerden başkası cennete giremez. Artık anlaşılmıştır ki, Esmâ-i Hüsnâ'yı bilmek, imanın oluşması, güçlenmesi ve yerleşmesinin en büyük kaynağı ve temel unsurudur.
Esmâ-i Hüsnâ'nın bilinmesi üç merhalede gerçekleşir:
1. Onların lafızlarını tek tek sayabilmek,
2. Anlam ve delalet ettiği mânâları kavramak,
3. Onlarla Allah'a dua etmek.
Esmâ-i Hüsnâ ile dua da iki türlüdür:
1. Övgü ve ibadet için yapılan dua,
2. Bir şeyler istemek için yapılan dua.
Allah'ın güzel isimlerini bilmek imanın temelidir. Çünkü onları bilmek tevhidin şu üç çeşidini de bilmek demektir:
1. Rubûbiyet tevhidi: Rabblikte teklik.
2. Ulûhiyet tevhidi: İlahlıhkta teklik.
3. İsimler ve sıfatlar tevhidi: İsimler ve sıfatlarda teklik ve benzersizlik.
Tevhidin bu üç nev'i, imanın ruhu, esası ve gayesidir. Kulun, Allah Teâlâ'nın isim ve sıfatlarıyla ilgili bilgisi arttıkça imanı da artacak ve şüphelerden kurtulacaktır. O halde inanan bir kimsenin, Allah Teâlâ'nın isim, sıfat ve fiillerini öğrenmek için bütün gücünü sarf etmesi gerekir. Bunu yaparken de Allah Teâlâ'yı sıfatlarından soyutlamamalı, O'nu başka varlıklara benzetmemeli, O'nunla ilgili bilgileri tahrif etmemeli ve O'na nitelik izafe etmemelidir. Bilgiler, Kur'an'dan, sünnetten, sahabeyi kiramdan ve onların yolundan güzelce gidenlerden alınmalıdır. Bu tür öğrenme tarzı kişinin imanını artırır, onu şüphelerden uzak bir inanca ulaştırır, ona kişisel özgüven kazandırır ve Rabbine olan sevgisini kuvvetlendirir. Allah'ı (c.c), isimleri, sıfatları ve fıileri ile tanımak O'na karşı kaçınılmaz bir sevgi doğurur. Bu sebeple, Allah'ı sıfatlarından soyutlayanlar, firavunlaşanlar ve Cehmiye [8]  taifesine mensup olanlar, kalplerle Allah sevgisi arasındaki yolu kesen yol kesicilerdir. [9]
İmanı oluşturan ve güçlendiren en önemli faktörlerden birisi de Kur'an ayetleri üzerinde düşünmektir. Kur'an'ı düşünerek okuyan bir kimse Kur'an ilimlerinden ve marifetinden sürekli yararlanır. Bununla da onun imanı artar. Kur'an'ın intizamına, ayetlerin yerli yerince oluşuna ve birbirini tasdik edişine, aralarında çelişki ve ihtilaf olmaksızın tam bir uyum içinde bulunuşuna baktığı zaman gördüğü gerçekler onun imanını kuvvetlendirir. Kulun Kur'an-ı Kerim'i düşünerek okuması, mânâsını ve sahibinin vermek istediği mesajı anlamaya çalışması onun imanını güçlendiren en önemli şeylerdendir. Kulun, varlık âleminde gördüğü ve duyduğu âyetlerle okuduğu Kur'an ayetleri üzerinde güzelce düşünmesi, ondan bir kavrayış ve basiretin doğmasına sebep olur. Bütün bunların özü şu iki noktada toplanmaktadır:
1. Kulun kalbini dünya yurdundan ahiret yurduna taşıyıp oraya yerleştirmesidir.
2. Kur'an'ın  mânâları üzerinde düşünmesi, niçin ve hangi maksatla indiğini iyice anlaması ve her ayetten gerekli dersi alıp kalbindeki hastalığı onunla tedavi etmesidir. "Yüce Dost”a ulaştıracak en kestirme ve kolay yol budur. Kur'an'ı düşünerek okumanın en yakın yollarından biri de budur. [10]
İmanı oluşturan ve güçlendiren şeylerden birisi de Rasûlullah'ın (s.a.v.) hadislerini ve bu hadislerin çağırdığı iman ve amel bilgilerini öğrenmektir. Bunların hepsi imanın elde edilmesini ve kuvvetlenmesini temin eder. Bir kulun Allah'ın Kitabı ve Peygamberin sünnetiyle ilgili bilgisi arttıkça imanı ve yakînî de artar, ilminde ve imanında her türlü şüpheden kurtulacağı bir mertebeye erişir. Kişiyi imana götüren yollardan bir diğeri de Peygamber'i (s.a.v.), O'nun yüce ahlâkını ve güzel sıfatlarını tanımaktır. Çünkü O'nu tam mânâsıyla tanıyan bir kimse O'nun getirdiği şeylerin -yani Kur'an, Sünnet ve hak dinin- doğruluğunda şüpheye düşmez.
İmana sebep olan şeylerden bir diğeri de varlık âlemini, göklerin ve yerin yaratılışını, onlarda bulunan çeşit çeşit yaratıkları, insanı ve insanın sahip olduğu nitelikleri düşünmektir. Bunları düşünmek de iman için kuvvetli bir sebeptir. Çünkü bu varlık âleminde yaratıcısının kudret ve azametine, içindeki şeylerin güzelliğine, onlardaki akıllara durgunluk veren nizam ve intizama, Allah'ın ilminin ve hikmetinin genişliğine delâlet eden nice deliller vardır.
Bütün yaratılmışların her yönden Rabblerine muhtaç ve mecbur olduklarını ve onların bir an bile olsa Allah'tan uzak kalamayacaklarını bilmek ve anlamak dahi iman için yeterli bir sebeptir. Bunları düşünmek, kulu Rabbi karşısında son derece mütevazi hale getirir, onu daha fazla duaya yöneltir, dinî ve dünyevî menfaatleri elde etmede ve zararları defetmede Allah'a muhtaç olduğunu anlamasına sebep olur. Allah'a tevekkülünü kuvvetlendirir, iyilik yapma hırsını ve Allah'ın va'dine olan güvenini artırır. İman ve takva işte bununla gerçekleşir,
Allah'ın nimetlerinin çokluğunu düşünmek de böyledir. Hiçbir yaratık bir an bile olsun bu nimetlerden uzak kalamaz.
Allah Teâlâ'yı çokça zikretmek ve dua etmek -ki dua bir ibadettir- de imanı kuvvetlendiren sebeplerdendir. Bu zikir, dil ile, kalp ile, amel ile, hal ile hulâsa her halükârda yapılabilir. Kulun imandan nasibi, zikirden nasibi kadardır. Bir başka sebep de İslamın güzelliklerini. tanımaktır. İslam dini tamamen güzelliklerden ibarettir. İnanç esasları en doğru, en sağlam ve en yararlı esaslardır. İslâm ahlâkı en güzel ahlâktır. Beşerî ilişkiler ve hukuka dair olan esaslar ise en güzel ve en adaletli hükümlerdir. Bu şekilde düşünen kulun kalbinde Allah imanı süsler ve ona imanı sevdirir.
İmanı takviye eden en önemli şeylerden birisi de Allah'a en güzel şekilde ibadet etmeye çalışmak ve Allah'ın yaratıklarına iyilik etmektir. Kul, Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmelidir. Bunu yapamıyorsa Allah'ın onu gördüğünü ve müşahede ettiğini daima hatırında tutmalıdır ve amellerini en güzel şekilde yapmaya çaba göstermelidir. Kul nefsiyle mücahedeye devam ettiği müddetçe imanı ve yakînî kuvvetlenir ve şüphelerden uzak bilgi mertebelerinin en yükseği olan Hakkal Yakîn/kesin bilgi mertebesine ulaşır, böylece ibadet ve itaatin lezzetini tadar.
Allah'a ve O'nun dinine davet etmek, hakkı ve sabrı tavsiye etmek de imanı takviye eden şeylerdendir. Kul, bunlarla hem kendisini, hem de başkalarını olgunlaştırır.
Küfrün, nifakın, fısk ve isyanın her çeşidinden uzak durmak da imanı takviye eden sebeplerin en önemlilerindendir.
İmanı kuvvetlendiren bir diğer sebep, farzları yerine getirdikten sonra nafile ibadetlerle Allah'a yaklaşmak, nefsânî arzular galip geldiğinde Allah'ın sevdiği şeyleri yapmayı başka şeylerden öne almaktır.
Bir başka sebep de, kendisine yalvarıp istekte bulunmaları ve kelâmını okumaları için Allah Teâlâ'nın rahmetiyle indiği vakitlerde O'nunla birlikte olmak kalbini O'na bağlamak, O'nun huzurunda iken kulluk edebini takınmak ve sonra bu birlikteliği tevbe ve istiğfar ile bitirmektir.
İmanı kuvvetlendiren bir başka sebep, güvenilir ve ihlaslı âlimlerle bir arada bulunmak, meyvelerin güzellerini seçer gibi onların da güzel sözlerini öğrenip biriktirmektir.
Kulun Allah ile kalbi arasına giren bütün sebeplerden uzak durması da imanı kuvvetlendiren bir diğer sebeptir. [11]
Allah'ın güzel isimlerini her üç mertebesiyle bilmek imanı oluşturan ve güçlendiren en önemli sebeplerden biridir. Hatta  Allah'ı isim ve sıfatlarıyla tanımak imanın temelidir. İman bu büyük temelin üzerine bina edilir.
Kitaptaki doğru olan şeyler Allah'tan, yanlışlıklar ise benden ve şeytandandır. Allah ve Rasûlü her türlü yanlışlıktan uzaktır.
Kerem sahibi Allah Teâlâ'dan bu küçük ameli rızasına muvafık kılmasını, yazarını, okuyucusunu ve neşredenini cennetine dahil etmesini ve bu eseri aleyhimize değil lehimize şahit kılmasını ve müellifi ve okuyucusunu bu kitaptan faydalandırmasını dilerim. O, istenilenlerin en hayırlısı, ümit beslenenlerin en cömertidir. O bize kâfidir ve ne güzel vekildir!.. Yüce Allah'tan başka güç ve kuvvet yoktur. Salât selâm ve bereket, O'nun kulu ve elçisi, yaratıklarının seçilmişi, vahyinin emini Peygamberimiz ve önderimiz Muhammed'e (s.a.v.); onun âl ve ashabına ve kıyamet gününe kadar güzelce onun yolundan gidenlere olsun.
La havle velâ kuvvete illâ billahi'1-aliyyi'l-azîm...[12]
Allah adiyle andığımız büyük zât, bu muazzam varlığı ya­ratan, tutan, her lâhza görüp gözeten zâttır. Hudutsuz kudret sahibidir, isterse yaratılmışların daha nice benzerlerini de vücûda getirir, yine de kudretinden bir zerre eksilmez. O, Rabbü'l-Âlemin olmakla beraber kendisiyle aşinalığı olan kulla­rına bilhassa öyle lûtufları, öyle ikramları vardır ki, bunları söylemeğe ve saymağa kimsenin gücü yetişmez. Bu sebepten bir insan için mümkün olabilen en büyük kazanç, O'nu tanı­mak ve en büyük kayıp da, O'ndan gaflet hâlinde bulunmak­tır.
Farzedelim: Görgüsü, bilgisi geniş, servet ve sâmânı bol, hatır ve nüfuzu geçerli, aynı zamanda cömert, kibar, zarif, merhametli bir zât vardır ki, herkes, onun değil öyle dâire-i sohbetine girmek, yolda, belde şöyle bir iltifatına nail olmayı bile bir şeref biliyor; bundan dolayı bir zevk ve iftihar duyu­yor, O'nun dostluğunu kazanmak için büyük fedakârlıklara katlanmayı göze kestiriyor... Bu dostluğu kazandığımızı ka­bul edelim. Acaba bununla, isteklerimiz için başka dost ara­mak ihtiyacından kurtulabilecek miyiz? insanın bedenine, kalbine, ruhuna âit o kadar çeşitli hacetleri vardır ki, bunlar zaman ile beraber mütemadiyen değişiyor ve ardı arası kesilmeden teselsül edip gidiyor.
Pek açık bir hakikattir ki, böyle her an yenilenip duran bu sayısız hacetleri bitirmeğe Allâhu Zü'l-Celâl teâlâ ve tekaddes Hazretlerinden başka kimse muktedir değildir. O Allah ki, doğrulup gelenlere rahmet kapısı açıktır. Kapısında perdecisi, yanına varmak için mabeyincisi yoktur. Dilekler çoğaldık­ça, ihsanı, keremi çoğalan; hacetler arttıkça in'âmı, fazlı ar­tan; maddî, mânevi her çeşit ni'metin büyüğünü, küçüğünü mahlûkâtına ulaştıran ve onları her türlü zarar ve ziyandan ko­ruyan ancak O'dur. O halde asıl öğrenilecek ve dostluğu kaza­nılacak olan zât ancak Allâhu teâlâ'dır. O'nun dostluğunu ka­zanmak, her şeyi kazanmak demektir. Fakat, Allah'tan başka her şeyi kazanmak aslında hiçbir şey kazanmamaktır. Allah'ın rızâsına ermek, kendisini tanımak ve irâdelerine itaat etmekle elde edilir. Allah'ı tanımak, bir insan için mümkün olabilen en yüksek bir şeref, irâdelerine itaat etmek en yüksek bir ka­zançtır. Dürüst bir Allah bilgisi, insanı kendi zihin âleminde bütün evham ve hayâlâttan, her çeşit hurafelerden, bâtıl fara­ziyelerden kurtarır. Allah'ın buyruklarına itaat etmek de, in­sanın hakîki saadet ve bahtiyarlığını vücuda getirir, onu rûhan, cismen temizler ve yükseltir, Allah'ın muhabbetine lâyık bir hale getirir. Hakikaten Allah, insanı mükellef tut­makla ona ne kadar parlak bir şeref vermiş ve onu ne kadar yük­seltmiştir. Bu sayededir ki, insan mâsivâya tapmaktan, canlı cansız her hangi bir kuvvet karşısında korkup titremekten, göz yaşları dökerek onlardan beyhude merhamet dilenmekten kurtulmuş ve bir hamlede bütün kâinatı geçerek, yalnız Al­lah'tan korkmak, yalnız Allah'ı sevmek ve yalnız Allah'a kul olmak gibi tam ve hakîki bir hürriyete ulaşmıştır.
Allâhu teâlâ Hazretlerini insan takatinin erişebileceği en ileri bir mertebede öğreten ve O'nun hakkında en gerçek duy­guları veren ve irâdelerini bildiren biricik din, İslâm dinidir. İslâm güneşi, bulutsuz semâlarda bol ziyâsiyle hiç batmadan parlayıp dururken, beşeriyyetin bedbaht olmasına hiç bir se­bep yoktur. Yalnız o nura karşı gözlerini ve gönüllerini sım­sıkı tıkamasalar! İslâm Dini, Allâhu teâlâ'nın Kur'ân'da ve hadîste gelmiş isimlerini, sıfatlarını öğreterek O'nu tanıtı­yor, hadsiz hesapsız nimetlerini, lûtuflarını sayarak sevdiri­yor, bu nîmetleri iyi kullanarak arttırma ve ebedîleştirme yol­larını gösteriyor, kötü kullanarak mahrumiyete uğramaktan korkutuyor.
Bugün dünya yüzündeki insanları, (Allah bilgisi) husu­sunda üç sınıfa ayırmak mümkündür:
1- Tam ve gerçek bir bilgi edinenler: Gerçek bir duygu ile Allah'a inanan en kıymetli insanlardır. Çünkü her şeyde hakkaniyyetten ayrılmaz, kimseye kötülük etmez, bilâkis herke­se iyilik etmeye çalışır, ne kadar büyük olursa olsun insana tapmaz, herkesi kardeş bilir, kimseye boyun eğmez, yalan söylemez, gönlü ferahtır, dünya hırsı ile gözleri kararmaz, doğru yoldan aynlmazlar...
Ah!.. Bütün insanlar, o hakîkatlar hakikati yüce varlığı böylece öğrenebilselerdi. O zaman birbirlerini ne kadar seve­cekler, birbirleriyle boğuşmaktan ne kadar nefret edecekler­di!...
2- Bütün bütün varlığını inkâr edenler: Allah'ın varlığını inkâr etmek, riyâzî bir düsturu inkâr etmek kadar saçma ve he­zeyanken, (bilgi devri) diye öğünüp durduğumuz bu zamanda bile şirk ile inkâr, beşeriyyetin ötedenberi kanayan bir yarası olmakta devam etmektedir. Ne gariptir ki, bu münkirlerin ço­ğu, güzel eserlerin hayranı ve meselâ mâhirâne çizilmiş bir tabloyu görünce:
"Efendim hârika, hârika!... diye ressamını alkışladıkları halde, bu küçücük dünyâda milyarlarca tablo gösteren o büyük kudret sahibine karşı gaflet içinde bulunuyorlar. Bu hâle in­sanlık nâmına derin bir acı duymamak kabil değildir.
3- Varlığına înandıkları halde, bilerek veya bilmeyerek O'nu şânına yaraşmayacak surette vasıflayanlar: Nice insanlar da vardır ki, Allah'ın varlığına inandıkları halde O'na şirk koş­maktan, yâni her hangi bir mahlûka ulûhiyyet payesi vermek­ten, veya ulûhiyyete mahsus sıfatlardan her hangi birinde Al­lah'a bir denk veya bir ortak olabileceğini düşünmekten veya mahlûka ait herhangi bir sıfatı Hâlık'a isnad etmekten kurtu­lamamışlardır. Bu sınıftan insanlar daha çok görülmektedir. Bir taraftan da dünyânın herhangi bir noktasında beliren ve korkunç bir fikir hastalığı demek olan (münkirlik), bir kolera salgını gibi insanlar arasında yayılmaktadır.
Esasen insanın, kendini yaratan zât hakkında dürüst bir bilgi edinememesi çok hazin bir boşluktur. Bu bilgisizliği gidermek için Allahu teâlâ'nın isimlerini ve sıfatlarını öğren­mek îcâbeder. [13]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...