Bir kısım Çingeneler memleketlerinin küçük Mısır denilen yer olduğunu ve bu memleketin fazla kalabalık ve geçimi dar olması dolayısı ile hicrete mecbur kaldıklarını söylemişlerdir. Küçük Mısır, Strassburg kronikçisi (XVI.asır sonu) Specklin'e atfen Batailard'ın söylediğine göre, Epir'dir. Diğer taraftan Thököly İmre'nin katibi Komaromi Janos'e göre, XVII. asır sonlarında İzmit civarına küçük Mısır tesmiye edilmektedir ki, Çingeneler de, belki uzun bir müddet burada ikametten sonra, Avrupa'ya buradan geçip dağılmışlardı. Çingenelerin Mısır'dan çıktığı, daha İsviçre'de ilk defa görüldükten bir sırada (1419), Bern kronikçisi Justinger Konrad tarafından ileri sürülmüşse de, aradan iki asır geçtikten sonra bile, bu meseleyi ilmi bir şekilde ve dil mukayesesi suretiyle Almanya'da Bonaventura Vulkanis (ölm. 1614), isbata çalışıyordu ki, sonradan bir çokları bu tezi müdafaa etmişlerdir. Çingenelerin menşe'lerinden uzun uzadıya bahseden Evliya Çelebi "kavm-i kababete" dediği ve "kavm-i amalikanın" inkirazından sonra Mısır'da, Firavun'un bu kavimden olduğunu ve uzun müddet hakimiyet kurduklarını bildirdiği Çingene kavminin asıl vatanını Mısır'a bağlamakta ve bunların Firavunlar zamanından beri Rumeli'ye, bilhassa Gümülcine'ye geldiklerini ve "Mısır hakkı için ve Gümülcine'miz hakkı için" diye yemin etmek suretiyle, asıl vatanları ile o zamanki vatanlarını işaret ettiklerini kaydeder.
Bizans kroniklerine göre, 835'te Kilikya'da Anazarbas (Aynzarba, Anavarza) şehrinde bir Çingene grupunun mevcudiyeti anlaşılmaktadır. X.-XIV. asırlarda bir çok Çingene grupları İran tarafından gelerek, Suriye üzerinde veya bir müddet Bizans arazisi üzerinde kaldıktan sonra, Mısır ve şimali Afrika ya geçtiler ki daha sonra buradan İspanya ve Avrupa'ya da yayıldılar. Daha ehemmiyetli gruplar Frygia, Bithynia ve Hellespontus'tan geçerek, Balkanlara ve oradan Avrupa'ya dağılmışlardır. öyle görülüyor ki, balkan yarım adasının mühtelif yerlerinde ve bilhassa Peleponez'de, birkaç asır kalmışlardır. Bir çok yerde, bilhare Mora rumları arasındaki dahili harpler zamanında veya osmanlı fütuhatı esnasında yıkılan ve mısırlı diye zikredilenlerin Çingenelere ait olduğu muhakkak bulunan Giftocastron adındaki kale harabelerinin mevcudiyeti bunu gösterir. Korfu adasına ait vesikalarda XVI. asır içinde Çingeneler sık-sık bahis mevzuu idiler.
Yunanistan'dan buraya göçerek 1326'da frank baronlarının hizmetinde bulundukları kaydedildiği gibi, 1370'ta, yerli vassal olarak, adları geçer. Bu adada, 1396'da Anjou hanedanından venediklilere intikal ettiği vakit, bir foedum acingarum ("Çingene cemaati") bulunuyordu. Daha sonra XV. asırda bir bizans şairi. Mazaris, Peleponez'de yerleşen 7 milletten birinin de Kıptiler yani Çingeneler olduğunu kaydettiği gibi, yine bu asır içinde Mora'dan geçen seyyahlar Modon şehri yanında birçok Çingeneler yaşadığını söylerler. Sırp kralı Stephan Duşan 1348'de Çingenelere bir manastır vermişti. 1370'te Eflak'a geçen Çingenelerden 40 aileye 1387'de voyvoda Mırcea'nın yer verdiğini görüyoruz. Yine bu asrın sonlarında Erdel'e de göçmüşlerdi. Almanya'da ilk defa 1417'de görünen Çingenelerden, Alberto Krantius Saxonia adlı eserinde uzun-uzadıya bahseder ve bunlara da grande banda der. Çingeneler 1427'de Fransa'da 1433'te İtalya'da görünmüşler ve bundan sonra düğer Avrupa memleketlerine de yayılmışlardır. Bunlar İngiltere'ye XIV. asırda geçmişlerdir. Amerika'ya münferit surette muhaceretleri XIX. asırdadır.
Çingeneler, Avrupa'da ilk göründükleri vakit iyi karşılandılar. XV. asrın sonlarında Papanın himayesini temin ettikleri gibi, her memlekette hükümdarlar ve prensler trafından ihsanlar, imtiyazlar ve hediyeler aldılar. Fakat çok geçmeden bunun bir aksülameli oldu ve hemen her yerde, bilhassa Türklere, casusluk yaptıkları suçu yüklenerek, takiplere ve tazyiklere maruz kaldılar. XVI.-XVIII. asırlarda Çingeneler hakkında, çok defa ölüm cezasını da ihtiva eden, şiddetli karar ve hükümler verildi. En büyük itham mevzuu büyü yapmak, çocuk çalmak ve insan eti yemek suçları idi. Habis ırk olarak, her yerde tel'in ediliyorlardı. İngiltere, Fransa ve Lehistan'da XVI. asırda, Çingenelerin imhası hakkında, resmi makamlarca tedbirler alındı. Bunun neticesi olarak, Fransa'da, ancak küçük bir Çingene grupu, Basklar arasında kalabildi. Lehistan'da ve İngiltere'de, kıral dedikleri reislerinin idaresinde, pek güçlükle ve mütemadiyen azalmak suretiyle yaşayabildiler. Çingenelere karşı girişilen bu imha hareketlerine XVII. asırda İsveç'te, Danimarka'da, uzun müddet kilise ve hükümet makamları tarafından İtalya'da, XVIII. asırda Avusturya ve Rusya'da devam edildi. Nisbeten daha az tazyik gördükleri yer Eflak ile Macaristan'dı. Maamafih Eflak'da da esir sınıfına mensuptular. Hür vatandaşların haiz oldukları haklardan mahrum idiler. XVIII. asır nihayetinden itibaren, Çingenelerin iskanları hususunda bütün Avrupa'da alınan tedbir ve kararlar sayesinde, vaziyetleri iyileşmeğe başladı ve bazı şartlar altında serbestçe hareket edip, bir takım sanatlar ile de meşgul olabildiler.
Çingeneler her yerde voyvoda, çeribaşı, kıral v.s. namlarını taşıyan reislerin idaresi altında, Çingene çergesi denilen çadırlarda göçebe hayatı yaşarlar. Reisleri idare ettiği Çingene kabilesinin hakimidir. Çingeneler bulundukları memleketin kanunlarına ve içinde yaşadıkları milletin lisan, din ve adetlerine kolaylıkla alışırlar. Bununla beraber, kendilerine mahsus vasıfları her yerde muhafaza etmişlerdir. Bütün Çingeneler lisan, bedn yapısı, ahlak ve adet, yaşayış bakımından, birbirine benzerler. Göçebe Çingeneler bir nevi mader şahi aile şeklini muhafaza ederler. Evlenen Çingene erkeği, kız tarafının mensup bulunduğu kabileye girer. Doğan çocuk o kabilenin malı sayılır. Erkek kadından, çadır, çadır eşyası, araba, at v.s. gibi, "Drohoma" ister. kabilenin en ihtiyar kadını Çingene adetlerinin muhafazasına dikkat eder ve her kese nasihat verir. Bir Çingene için en büyük ceza, kabilesinden tard edilmektir. Çingenelerin kişlak ve yazlıkları vardır. Kışlaktan nisana doğru ayrılır ve yayladan da teşrin I. ortasında dönerler. Kışlakları hemen daima aynı yerdedir. Köylerin haricinde, ekseriya bir su başında çadırlarını kurarlar. Çingeneler bulundukları memleketin dinini kolaylıka fakat zahiren kabul ederler. İsmen islam veya hıristiyan olurlar. Avrupa'da kilise, Çingenelri hıristiyan yapmak için, çok çalışmışsa da, onlar kendi din ve hüviyetlerini muhafaza da sebat ve taasup göstermişler ve zahiren vaftizi kabul etmekle beraber, kalben kendi dini an'anelerine bağlı kalmışlardır. Müslüman olanlar camiye gittikleri ve hatta bazan imamları dahi bulunduğu halde, Evliya Çelebi'ye göre, "kafirler ile kızıl yumurta, müslümanlar ile kurban bayramı ve yahudiler ile kamış bayramları" yapmışlardır. Çingeneler hemen her yerde kalaycılık, bakırcılık, sepetçilik, at canbazlığı ve kerpiç dökücülüğü gibi işler yaparlar; Mmafig,h avrupa'da ilk göründükleri zaman bu işler ile uğraştıklarına dair bir kayıt yoktur. Kadınları falcılık yapar veya ilaçlık ot toplayıp, satarlar. Çingeneler yerleşmeğe başladıklarından beri bulundukları memleket halkları ile az çok karışmışlardır. Hatta bugünkü Çingenelerin büyük bir kısmının asıl Çingeneler ile yerli halkın karışmasından hsıl olduğu ileri sürülmektedir. Yerleşik hayata geçen Çingeneler köylerin kenarlarında ayrı bir mahalllede ikamet ederler. Bunlar arasında, bilhassa Macaristan ve Romanya'da, kuvvetli musikişinaslar yetişmişti. Çingenelerin kıyafetleri, hemen her yerde, mahalli adetlere uygundur. Ancak kadınları göz alıcı renklerden hoşlanırlar. Bütün dünyada 4.000.000 kadar Çingene olduğu tahmin edilmektedir ki, bunun 1.000.000'u Romanya'dadır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Çingeneler
Hukuki vaziyetleri. XVI. asrın başlarından itibaren, Rumeli'deki Çingeneleri, askeri maksatlar ile vücuda getirilen diğer bazı teşekküller gibi, bir teşkilata bağlı görüyoruz. Mekezi Kırkkilise olan ve Eski Hisar-ı Zağra, Hayrabolu, Malkara, Döğenci-Eli, İncügez, Gümülcüne, Yanbolu, Pınar-Hisar, Pravadi, Dimetoka, Ferecik, İpsala, Keşan ve Çorlu mıntıkalarını ihtiva eden bir Çingene livası ihdas eedilmiş ve Çingeneler vaktiyle anadolu'da vücuda getirilip, sonradan Rumeli'ye de naklonunan müsellem teşkilatına sokulmuştu. Yine Rumeli'de mevcut Çirmen, Kızılca ve Vize müsellemlerinden ayrı bir liva olan Çingene müsellemleri de 938 (1531)'de, diğerleri gibi, 3-4 müsellem ile 9-12 yamaktan mürekkep ocaklar halinde tahrir edilmişti ki, müsellemleri, seferlerde yamaklarından avarız-ı divaniye karşılığı olarak, 50'şer akçe harçlık alıp, nöbetle iştirak ederlerdi. Sefer olmadığı zaman, hiç bir şey almazlar ve hizmete alınan nöbetli müsellem de o senenin agnam vergisini (adet) vermezdi. Müsellemlere ayrıca birer çiftlik mikdarı yer tahsis edilmişti. Çiftliğin hasılatını sefere giden alır, nöbetli olmayanlar da, yamaklar gibi 50'şer akçe harçlığı ve öşürlerini "eşen müselleme" verirlerdi. Bazan zaruret halinde, üçü veya dördü de hizmete alındığı takdirde, çiftlik hasılatını ve yamakların 50'şer akçe harçlığını aralarında mütesaviyen taksim ederlerdi. Çingene müsellemlerinin de vazifesi seferde top çekip yol yapmak ve askere erzak taşımak gibi, geri hizmetleri idi. Müsellemlerin başında çeribaşıları (seraskeran) olan tımarlı sipahileri bulunuyordu ki, tahrir defterlerinde bunların statüleri (kanun-i seraskeran-ı liva-i çingane) ayrıca tesbit edilmişti. Buna göre, timarlarında olan göçebelerin resimleri "resm-i haymane" olarak, kendilerinindir. Buna mukabil sancak beyinin haslarında sakin olan göçebelerin vergileri çingane livasının sancak beyine aitti. Çeribaşı, timarındaki cürüm ve cinayet resmi ile 'arus (gerdek) resminin yarı hasılatını alır, yarısı ise, sancak beyine verilirdi. Fakat badihava resimleri tabir olunan vergiler (yuva, kaçkon v.s. resimleri) tamamen çeribaşınındı. Böyle bir timarda Böyle bir timarda bulunup da yürük, tatar, canbaz gibi askeri ve yağcı, küreci gibi mali ve iktisadi sınıflara mensup olanlardan ziraat ile meşgul ve çiftlik tutan kimseler, birinciler 12, ikinciler 20 akçe olmak üzere, resm-i çiftlerini çeribaşıya verirlerdi.
Bu livanın çeribaşıları Çingene olmayıp, bilakis öteden beri timarlu sipahileri sınıfına mensup beyzade ve sipahizadedir. Bunların timarları livanın muhtelıf mıntakalarında olup, kendileri de bir veya birkaç nahiyenin müsellemlerini sefere sevkederdi. Mesela 938'de çingane livasının bir timarlu sipahisi Yanbolu'da muhtelif köylerde 11.463 akçe varidatlı bir timara ve kızılağaç Yeniçe'sinde bir köyde 1555 akçe varidatlı ayrı bir timara sahiptir ve kendisi seferde bu iki yerden başka Keşan, Malkara, Gümülcüne v.s. gibi yerlerin müsellemlerini de idaresi altına almaktadır. Diger taraftan çingane livası timarlıları arasında dergah-ı ali çavuşlarından ve serkürekcilerinden bazılarının da bulunduğu görülmektedir. Hatta bu tarihte Rumeli kethüdası Hüsam Bey’in, 963/1555'te Rüstem paşa’nın ve serhazinedar Piri Ağa'nın bu sancak teşkilatı arasında hasları vardı.
Çingane livası sancak beyine gelince, bazen çingane müsellemleri zabiti, bazen Kırkkilise sancağı müsellemleri beyi denilen bu,, mirliva-i çingane", aynı zamanda, Vize yürükleri subaşı ve Vize müsellemleri zabitidir ve ekseriya, çingane sancağını yazan defter eminleri bunları Vize müsellemleri ve bazan da Vize yürükleri ile birlikte kaydetmişlerdir. Gerek sancak beyi, gerek çericibaşıları, has ve timarlarından, yukarıya bahsettiğimizden maada diğer bazı aynı ve nakdi vergilerde alırlardı. Mahallin hususiyetine göre, çeşit ve miktarları değişen bu vergiler arasında, mesela, buğday, arpa, yulaf, burçak, nohud, bakla gibileri bulunduğu gibi, öşr-i kovan (bal vergisi), öşr-i bağ, öşr-i bostan, öşr-i ketan, resm-i asiyabi (değirmen vergisi), resm-i ağıl v. b. nevinden olanları vardır.
Müsellenlere tahsis edilen çiftlikler veya bu çiftliklerin bir kısmını teşkil eden zeminler, mezraalar bazen, muhtelif tahrirlerde başka başka müsellemlere ocak yazıldıkları için, bir ihtilaf mevzuu olmakta ve meselenin halli ait olduğu mıntaka kadısına bırakıldığı gibi, çeribaşılara tımar olarak verilen köylerede müdahale yapıldığı vaki idi.
Murad III. devrinden itibaren, diğer askeri teşkilat gibi, Çingene teşkilatı da bozulmağa başladı. 987/1579’de, İran harbi sırasında, Bender tarafına hizmete memur edilen Çingane müsellemleri, defterin teslim edilmediğini bahane eden yamakların harçlık vermemeleri yüzünden, vazifelerine gidememiş ve Çingeneleri yola getirmek hususunda Kırkkilise, Hayrabolu ve Babaeski kadılarına emir ve hükümler gönderilmesine mecburiyet hasıl olmuştu. Diğer taraftan devlet ve saray ricalinin yolsuzlukları cümlesinden olarak, sipahi tımarları ve hatta zeametler Çingenelere tevcih edilmeğe başlandı. Nihayet, XVII. asır başında, umumiyetle yayalar ve müsellemler gibi, çingane müsellemleri de kaldırılmış ve mukataaya bağlanmıştır. 1032 (1622)'de Rumeli Çingenelerinin cizye ve ispençlerinin (bir nevi şahsi vergi) kıptiyan nezareti muhasebesi kaleminden iltizam suretiyle ve mukataa şeklinde Sipahi-zadelerden İbrahim Bey'e tevcih edildiğini görüyoruz ki, 1555'teki çingane livası hasları, timarları ve ocakları hasılatı yekunu (6.244.462 akçe) bu tarihteki mukataa icmalidir. Bu mikdardan ne kadarının hangi vazife sahiplerine saliyane, mevacip veya ocaklık olarak verildiğini bildiğimiz gibi ne kadarının Sultan Ahmed camiine, Edirne'deki Sultan Beyazıd evkafına veya Edirne'deki hassa cerrahları ile Hassa suyolcularına v.s.ye tahsis olunduğunu tesbit edebilmekteyiz.
Rumeli çinganeleri, mukataaya bağlandıktan sonra da, hususi durumlarını muhafaza etmişlerdi. Diğer reayanın ödediği avarız-ı divaniye ve diğer resimlerden muaf (taife-i kıptiyan kadimden mafruz al- kalem ve maktu al-kıdem serbest) tutuluyor, buna karşılık maktu olarak senede müsellem olanlarından 655'er akçe alınıyor, fakat cizye talep olunmuyordu. Hıristiyan olanlardan ise 730 akçe alınıyordu. XVII. asrın sonlarına doğru kıptiyan mukataasına serhad Çingenelerinin de (kıptiyan-ı serhadluyan) 830.000 akçe maktu'a ve cizye ile dahil oldukları görülmekte ve Serez, Ohri, Filibe, Niğbolu, Silistre ve Prezerin gibi yerlerdekilere de teşmil olunmaktadır. Bu sırada cizye veren Çingenelere, Balkan yarım adasının her tarafında, bilhassa, Elbasan ve Avlonya gibi Arnavutluk taraflarında ve Üsküp, Vulçetrin, Preştine havalisinde, Mora, İnebahtı ve Karlıeli'nde, Ege adalarından bir çoğunda rastlanmakta idi. Çingane mukataasına, bu sırada, Anadolu'da İzmit ve Bursa'nın da dahil olduğunu görüyoruz. D'Ohsson'un, Anadolu'daki kıptiler hakkında sarih olmayan kaydı buna telmih olsa gerektir.
Çingenelerin vergisi, Avusturya harpleri yüzünden devletin fazlaca para sıkıntısı çektiği bir sırada, Mustafa II.'nın ilk saltanat senesinde (1106=1695) hayli arttırıldı. O zamana kadar 45.000 kuruşa toptan verilen bu mukataanın, bundan sonra, hıristiyanlara tatbik edildiği şekilde, evrak ile cibayet olunmasında miriye çok fayda te'mini düşünülerek, Rumeli ve Anadolu'daki Çingenelerin yekunu 45.000 kişi (erkek ve büyük) ve bunlardan 10.000'i islam ve 35.000'i hıristiyan olduğu tahmin edilmiş, müslümanlarına 5, hıristiyanlarına 6 kuruş tayin olunarak, hasıl olan 260.000 kuruşun parça parça, diğer havass-ı humayun mukataaları gibi, talibine satılması ferman olunmuştu (krş. Raşid, Tarih, II, 328 v.d.). Buna göre XVIII. asrın birinci yarısında, cizye ve maktuaların cibayeti yer yer muhtelif şahıslara havale edilmekte olduğu için bundan sonra Çingenelerin mali mükellefiyetleri, bazan da suistimaller ile, artmış, bunun neticesi olarak, Çingenelerin birer suretle cizye ve maktua resmi ödemekten kaçındıkları ve bazı kimselerin de bunları himaye ettikleri görülmüştür (krş. Başvekalet arşivi, İbnülemin, dahiliye, tarih 1116, 1136, nr. 2516, 2622). Muhtelif yer ve zamanlarda devam eden bu gibi hallerin önüne geçmek maksadı ile, 1155 (1742)'te, padişahın yıllık masrafına tahsisen hassa bazirgan başısına ocaklık tayin edilen İstanbul, Edirne, Çirmen ve Kocaeli sancakları dahilindeki Çingenelerin cizye ve maktuaları ile miri mallarının tahsiline kadı, mütesellim, voyvoda, selatin evkafı zabitleri v.s. taraflarından mümaneat gösterilmemesi hakkında alakadarlara divan tarafından emir ve hükümler gönderilmesine mecburiyet görülmüştü. Bazı yerlerdeki çingane cizye ve maktualarının saray mensuplarına ocaklık suretiyle verilmesi keyfiyeti XIX. asır başlarında da henüz cari bir usuldü. Halbuki, vukua gelen harpler dolayısiyle, Çingeneler, yaşayışları itibariyle de kolaylık görerek, sık sık yer değiştiriyor ve mukataa mültezimleri ile ocaklık sahiplerini müşkül mevkie ve ehemmiyetli zarara sokuyorlardı. Böyle bir zaruretin de sevki iledir ki, tanzimattan sonra bir taraftan Çingenelerin tahrirleri ile iskanları cihetine gidilmiş, diğer taraftan da vergilerinin cibayetinde daha başka esaslar aranmıştır. Öyle görünüyor ki, Çingenelerin tesbit ve ve tahrirleri yolunda yapılan teşebbüsler, imparatorluğun en uzak mıntıkalarında bile başarı ile neticelenmiş, mesela doğu Anadolu'da, Diyarbekir, Beşiri, Çapakçur, Midyat, Mardin havalisindeki müslüman Çingeneler ayrı ayrı tesbit edildiği gibi, Bosna'da da iskan şekilleri ile kimseye zarar ve ziyanları olmamak üzere, mürur nizamına tevfikan vakit ve mevsiminde göçüp gitmeleri te'min olunmuştur.
İşleri, yaşayış ve adetleri. Çingenelerin XV. asırda Anadolu'da ve Rumeli'de nerelerde ve nasıl bulunduğunu tayine yarayacak elimizde, şimdilik, tarihi kayıtlar yoktur. Ancak Selim I.'in Çaldıran seferi esnasında Erzurum'dan sonra konakladığı yer, Kara-Çingene adlı bir köy olduğuna göre Çingenelerin, her halde XV. asır nihayetlerinden itibaren Anadolu'da yerleşmiş bir halde de bulundukları anlaşılmaktadır. Anadolu'nun bir çok yerlerinde Abdal adını taşıyan fakat halk arasında -kendileri bu isnadı asla kabul etmemekle beraber- Çingene addolunan zümreler vardı ki, bunlar da hemen umumiyetle Çingenelerin görünüşünde idiler ve meşguliyetleri aynı idi. Ahmed Vefik Paşa'ya göre, Hasan Abdallu taifesi de Ankara civarında ve Kızanlık'da yaşayan bir Çingene taifesi idi. XVI. asrın ikinci yarısına ait diğer kayıtlardan hususiyle garbi Anadolu'da Çingene taifesinin kalabalık bir halde bulunduğunu görmekteyiz. 975/1567'te Beyşehir beyine, 977/1569'de Antalya, Aydın ve Saruhan kadılarına verilen emirlerden öğreniyoruz ki, Çingeneler, gurbet adı verilen yine göçebe bir taife ile birlikte, o mıntıkalarda huzursuzluk amili olmakta, yolları keserek adam soymak, tarla ve harmanlardaki mahsulu yağma etmek, hatta mescidlerin kilim v.b. eşyasını kaldırarak "şer'e dahi itaat" göstermemek suretiyle ahaliyi ve devlet otoritelerini kendilerine karşı mücadeleye mecbur etmektedirler. Çingenelerin Rumeli'de de daima at besleyerek bu gibi yolsuzluklara teşebbüs ettiği görüldüğü içindir ki, gurbeet ve Çingene taifesinin ata binmemesi, zaruret halinde, eşeğe ve arabaya binmesi, at ve kısrak beslememesi, hatta İstanbul'da at canbazlığı yapmaması müteaddit emirlerde ve Rumeli'deki sancak beylerine, Kırkkilise ve İstanbul kadılarına bildirilmiştir.
Kendilerine İstanbul'da Edirnekapısı dahilinde, öteden beri, bir yer gösterilmişken sonra bir yolunu bularak, XVIII. asrın ortalarında, şehrin iç mahallelerine kadar sokulmuş, Fatih camii civarında büyük Karaman ve Dülger-zade mahallelerindeki odalara yerleşmiş ve mürtekib-i nevahi ("suç işler") olarak tanındıkları için, vuku bulan şikayetler üzerine eski yerlerine, şehrin kenarlarına çıkarılmalarına mecburiyet görülmüştü. Zaten daha evvel de, Çingenelerin daha başka türlü yolsuz hareketlerinin önüne geçmek üzere zaman zaman şiddetli hükümler çıkarılmıştı. Çingenelerin İstanbul'a Gümülcene'den ve Menteşe sancağından Fatih tarafından getirilip yerleştirildiklerini Evliya Çelebi kaydeder. Mamafih Yenibahçe, Sulukule, Ayvansaray, Üsküdar, Kasımpaşa semtlerine de bilahare yerleşmişlerdi. XIX. asrın ikinci yarısında, Paspati'ye göre, İstanbul'da 140 Çingene ailesi vardı. Silivri, Çorlu, Çatalca, Büyükçekmece ve Tekirdağ kasaba ve şehirlerinde yerleşmiş Çingeneleri de tesbit eden (123 aile) ve bilhassa Osmanlı imparatorluğundaki Çingenelerin dillerini inceleyen bu müellif Rumeli'nin diğer yerlerinde de yerleşenlerin göçebelere nazaran çok az olduğunu tasrih ve bu hususta yanlış rakam ve malumat veren Ami Boué'yi tenkit etmektedir.
Göçebe ve yerleşmiş Çingeneler arasında gerek dil, gerek yaşayış ve adet bakımından ehemmiyetli farklar meydana gelmiştir. Göçebeler, kendilerine mahsus vasıfları ve dillerinin hususiyetlerini muhafaza ettikleri halde, yerleşenler yerli halk ile karışmalarından dolayı, hem dillerine Türkçe ve rumca kelimeler girmiş, hem de göçebe Çingene adet ve yaşayışını terk etmişlerdi. Yerleşmiş Çingeneler göçebeler ile temastan çekinir ve onları cail ve kaba bulurlar. Buna mukabil göçebeler de onları hakir görür ve "kalp Çingene, kalpazan Çingene, reaya Çingenesi ve Lakhos" adları ile tesmiye ederdi. Göçebeler dillerine Çingenece romanes demektedirler. Paspati'ye göre, Rumeli Çingenelerinin dili Avrupa ve Amerika'da dağılmış bütün Çingene dilinin anasıdır. Çingeneler Türklere ve umumiyetle müslümanlara khorakhai adını verirler. Rumlara verdikleri umumi isim Balamo'dur. Hıristiyan Çingenenin adı da balamorom'dur. Bulgarlara das, arnavudlara da çibano adını vermişlerdir.
İstanbul'da yerleşenler, ekseriyetle Macaristan ve Romanya'daki çigan orkestraları derecesinde olmamakla beraber, musikişinas olurlar. Fakat Çingenelerin asıl görülecek hayatı harman yerlerinde, çergilerde, sepetler, maşalar, saçayaklar, ayılar, fal çıkınları arasındadır. İlk baharda kışlaktan çıktıkları zaman İstanbul civarındakiler ya Büyükdere'de veya Çırpıcı ile Çörekçi arasında, dere kenarında çadır kurar, kakkava tesmiye ettikleri ve tencere bayramı demek olan 3 günlük hususi bayramlarını kutlar, bu müddet zarfında mütemadiyen şarkı söyler, oynar, birbirlerine ziyafet vererek eğlenirlerdi. Bayram sonunda çeribaşı senelik vergisini toplar, sonra dağılırlardı; rumi 23 nisana (6 mayıs) tesadüf eden ve Paspati'nin devrinde Rumeli'nin bir çok yerlerinde tatbik edilen bu bayram, bazılarına göre, aidatını kolaylıkla toplayabilmesi için çeribaşılar tarafından adet olarak konmuş ve Çingeneler vergilerini başka usuller ile vermeğe başladıktan sonra artık bundan vazgeçmişlerdir.
İstanbul'da ayı oynatanlar bu Çingenelerdendi. Bunların hususi adları Orsar'dır. Evliya Çelebi, esnaf-i ayıciyandan bahsederken, Balat'ta sakin "pirsiz kıptiler" olduklarını, avcı başılara mensup bulunup, alaylarda 70 kadarının resm-i geçide iştirak ile Alay köşkü önünden geçtiklerini, o devirdeki meşhur ayıcı Çingenelerden Kar-yağdı, Bin-bereket, Bazu-oğlu v.s. gibi kimseler bulunduğunu kaydetmektedir.
Çingenelere ait dilimizde "Çingene düğünü, Çingene kavgası, Çingene borcu, Çingene çergesi gibi oradan oraya sürer, Çingene çalar Kürt oynar, Çingene evinde musandıra" gibi tabir ve darb-ı meseller kalmıştır. Diğer taraftan Ahmed Mithat Efendi'nin Kağıthane'deki bir Çingene kızının kendisine karşı alaka gösteren bir İstanbul'lu tarafından tebiye ve tahsil ettirilerek olgunlaştığını gösteren bir romanı ile Osman Cemal Kaygılı'nın, Topçular'da ve Erenköyü ile Çamlıca'da Çingeneler arasında hayatı tasvir eden, aynı zamanda İstanbul'un muhtelif yerlerinde yerleşmiş meşhur çalgıcı Çingeneleri anlatan orijinal romanını, çinganalarin romancılığımıza da mevzu teşkil eden birer misali olarak zikretmek lazımdır.
Bibliyografya:
H. M. G. Grelmann, Die Zigeuner (Leipzig, 1783);
F. Predari, Origine e vicende degli Zingari (Milan, 1841);
C. Hopf, Die Einwanderung der Zigeuner in Europa (Gotha, 1870);
P. Bataillard, Sur les Origines des Bohémiens ou Tsiganes (Paris, 1876);
Wlislocki, Aus dem İnneren Leben der Zigeuner (Berlin, 1892);
Miklosich, Über die Mandarien der Zigeuner Europas (Wien, 1872-1880).
Bu husustaki diğer eserler için bk. Enciclopedia italiana, ZİNGAR
Pallas Nagy, Lexicona; LULY, ZOTT.