Hazarlar ve Karaylar
Hazar devletinin yıkılmasından sonra Musevî Hazarların bir kısmı Kıpçaklar tarafından Rusların içine sürüldü. Ruslara karışan bu Musevî Hazarlar, misyoner propagandaları sonunda Hristiyanlığı kabul ettiler. Ancak, bunlandan bir kısmı Hristiyanlığı kabule yanaşmayınca Ruslar bunları baskı ve işkence yolu ile Hristiyanlaştırdılar. Bunlar dış görünüşleri itibarı ile Hristiyan gibi idilerse de uzun süre gizlice Musevîliklerini sürdürdüler. Yahudi kaynakları, ondokuzuncu yüzyılda Çarlık Rusyasında Pazar günleri kiliseye gittiği halde Cumartasi günü de Şabat'ı kutlayan bu gizli Yahudilerden bahsetmektedirler.
Sürgüne gönderilenlerin dışında kalan Hazar Yahudileri bir süre sonra kendileri için daha emin olarak gördükleri Kırım'a göçettiler. Kırım'a toplanan cemaate Kıpçaklardan, Kalizlerden Musevîlği kabul etmiş olanlar da katılarak toplumu büyüttüler. Kırım'da bu şekilde ortaya çıkan yeni cemaatin içinde Hazar asıllılar, Kıpçaklar, Kalizler vb. boylardan insanlar vardı. Ortaya çıkan bu yeni cemaat, karma bir cemaat olduğundan Hazar veya Kıpçak adı ile değil de bağlı bulundukları mezhep adı ile anılmaya başlandılar.
Bilindiği üzere Hazarların kabul etmiş olduğu Yahudi mezhebinin adı Karaim idi. Dolayısı ile yeni ortaya çıkan bu topluluk, Karaim cemaati olarak anılmaya başlandı. Karaim isminin yoğun olarak kullanılması XV. asırdan sonra olmuştur.
Bu topluluğun esası Hazarlara dayanmakta olup, çoğunluğu Hazar Musevîleri teşkil ediyordu. Ancak, Kıpçakların Hazar Devleti yıkıldıktan sonra bölgeye iki asır hakim olmalar sebebi ile topluluk, Hazar lehçesi yerine Kıpçak lehçesi ile konuşmaya başladı.Fakat konuşulan dil tam bir Kıpçakça değildi,Hazarca kelimelerin de içinde bulunduğu, ama Kıpçakçanın hakim olduğu farklı bir Kıpçak lehçesi ki, buna dilciler Karaim Türkçesi ismini vermektedirler. Karaim kelimesi aslında İbranice bir kelime olup, orta çağlardaki bir Yahudi mezhebinin ismidir.
Bu mezhepte başlangıçta sadece İsrail kavminden insanlar vardı, ancak kısa sürede başka ırklardan insanlar bu mezhebe girmeye başladılar ve bu başka ırklardan insanlar giderek çoğunluğu sağladılar. Bir süre sonra israil kökenliler tamamen yok oldukları gibi, Türklerin dışındakiler de zamanla azınlığa düştüler. XIX. yüzyılın sonlarına doğru mezhep mensuplarının nerede ise tamamını Türklerden oluşturmaya başladı. Dolayısıyla kelime artık bir dini veya mezhebi ifade etmekten çok, bir Türk kavmini temsil etmeye başladı.
Karaim kelimesi, İbranice çoğul bir kelimedir, tekili "Karai" şeklinde olup, sona takılan "im" eki çoğul ekidir. Bazen kelimenin yanlış bir şekilde iki çoğul eki ile "Karaimler" şeklinde de kullanıldığına rastlanıyor.
|
|
Arap alfabesi ile yayınlanan bazı eski Kırım Kaynaklarında kelimenin Karaim değil, Karayım şeklinde geçmesi neticesinde genel olarak Yahudi mezhebinden bahsedildiği zaman Karaim kelimesinin, Mezhep değil de belli Türk boyu kastedildiği zaman onların kullandıkları gibi çoğul olarak Karayım, tekil olarak Karay kelimelerinin kullanılmasının daha uygun olduğuna inanıyor ve bu yüzden biz Yahudiliğin Karaim mezhebine mensup olan Türk cemaatine Karay ismini veriyoruz.
Büyük çoğunluğu Hazar asıllı olan, Kıpçakçanın farklı bir şivesini konuşan ve bağlı bulunduğu mezhebin ismi ile anılan Karay Toplumu, asırlar boyu Kırım'da varlığını sürdürmeye muvaffak olmuştur. Bunlar büyük nisbette Hazar kanı taşıyan, Hazarların etnik ve kültür yönünden varisleri olan insanlardır. Bunların sayıları bilinen ilk tarihlerinden beri pek fazla değildir.
Karay toplumundan bazıları XIV ve XV. Yüzyıllarda Litvanya ve Polonya'ya göçettiler ve oraya yerleşerek bir cemaat oluşturdular. Ayrıca Hazar Devletinin yıkılmasından sonra hiçbir yere gitmeyip Kafkas dağlarında kalan ve varlığını orada sürdüren, anti Tamudist, Karaim Yahudilerinin var olduğunu ve bugün onların Dağlı Yahudiler olarak adlandırıldıklarını da biliyoruz.
Kırım'dan ayrılan Karayların bir kısmı direkt olarak İstanbul'a gelip yerleşirken, diğer bir kısmı Kırım'dan , önce Romanya'ya, oradan Edirne'ye ve oradan da İstanbul'a gelip yerleşmişlerdir. Dolayısı ile İstanbul'da da bir Karay cemaati oluşmuştur. 1917 Ekim ihtilaline kadar bütün Rusya'daki Karaylar çok rahat idiler, ancak ihtilalden sonra bunların rahatları kaçtı ihtilal sonrası bir kısım Karaylar Kırım ve Rusya'yı terkederek Avrupa ülkelerine, Amerika'ya ve Mısır'a göçettiler. Mısır'a göçedenlerin hemen hemen tamamı 1947 Kanal savaşından sonra İsrail'e giderek Ramle lydda bölgesine yerleştiler. Bugün İsrail kaynaklarının verdiği bilgiye göre İsrail'de 15 bin civarında Karay Türkü yaşamaktadır. Kendileri ile görüştüğümüz İsrailliler, Mısır'dan gelen göçmen Karayların Türk kökenli olmadığını söylediler.
Halbuki Mısır'dan gelen Karayların kahir ve ekseriyeti daha önce Kırım'dan Mısır'a göçetmiş Türk Karaylarıdır. 1917 yılında Ruslardan büyük bir darbe yiyen Kırım Karay Türkleri, İkinci Dünya Savaşında Ruslardan daha büyük bir darbe yemişler ve en az 30 bin Karay Türk'ü Sovyet coğrafyasının değişik yerlerine sürgüne gönderilmiştir.
Bugün, A.B.D. Avrupa'nın çeşitli ülkeleri, Türkiye, İsrail ve eski Sovyet coğrafyasında olmak üzere bütün dünyada 30.000'in üzerinde Karay yaşamaktadır. Ancak, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra daha önce tespit edilen rakamların eksik kaldığı da anlaşılmaktadır. Bugünkü Azerbaycan coğrafyasında yaşayan Dağlı Yahudiler Karay olmalıdırlar. Azerbaycan'ın Kusar, Bakü, Gence gibi şehirlerinde varlığı tespit edilen Dağlı Yahudilerin sayıları bu rakamı daha da yukarı çıkarmaktadır.
Halen İsrail'de yaşayan Karayların tamamı İbraniceyi öğrenmiş ve günlük konuşmalarında bu dili kullanmaktadırlar. İsrail'de Karayca gitgide çocuklar tarafından unutulmaya başlanmıştır. Karaim mezhebindeki evlilik kurallarının sıklığı ve bu mezhebin yakın akraba evliliklerini yasaklaması sebebi ile İsrail'deki Karay gençleri genellikle Talmudist Yahudilerle evlenmekte, bu durum da cemaatin küçülmesine sebep olmaktadır.
Türkiye'deki Karayların sayısı 1985 yılında 150 civarında iken bu sayı 1993 yılında 95'e düşmüştür. 1960'lı yıllarda sayılan 1000'den fazla olan Polonya Karaylarının sayıları da bugün hayli düşmüştür. Ayrıca, Avrupa ve Amerika'daki Karay nüfusunda da gözle görülen bir azalmaya şahit olmaktayız. Daha önceleri kendilerinin Hazarların devamı olduklarını iftiharla söyleyen Kafkasya ve Azerbaycan'lı Dağlı Yahudiler, Amerika, Avrupa ve İsrail'den gelen Talmudist din adamlarının telkinleri ile kendilerinin Hazar asıllı olmadıklarını, Karaim mezhebi ile de bir ilgilerinin bulunmadığını, dolayısıyla kendilerinin İsrail kökenli ve Talmudist olduklarnı söylemeye başlamışlardır.
Karaylar, Türk tarihinde önemli bir yeri bulunan Hazarların, torunları ve onların devamıdırlar. Karay kültürü Türk kültürünün bir parçasıdır. Öyle ise Türk dünyası Karaylara gereken ilgiyi göstermelidir. Ayrıca, Türkiye Cumhuruyeti Devleti de kendi milletinin ve kültürünün bir parçası olan Karayları ve onların kültürlerini korumaya almalıdır.
İstanbul’da sayıları her geçen gün azalan bir cemaat Karaimler. Bu Türk Musevi cemaati, bugün 100 kişi bile değil. Museviliğin bir mezhebi olarak kabul edilen Karaizm’e inanan bu küçük topluluğun Hasköy’de Kenesa ismi verilen bir de mabed var. Diğer Museviler gibi Sinegog’da değil, Kenesa’da ibadet eden Türk Museviler’in aynı zamanda Okmeydanı’nda kendilerine padişah fermanıyla verilen mezarlıkları da mevcut.
Evlenmek büyük sorunTarih olup kaybolmaktan korkan Türk Museviler, Hasköy’deki ibadethanelerini koruyamamaktan dertli. Sayılarının azalmasında en büyük etken evlenme sorunu. Şişli Diabet Hastanesi’nde çalışan Dr. Senya Yaf Karaim, evlenmek için Kırım’a gitti. Akraba evliliği yapmak istemeyen Dr. Senya Yaf evlilik hikayesini şöyle anlattı: ”Türkiye Musevi Hahambaşısı Musevi bir kızla dini nikâhımızı kıymıyor. İsrail’de reformist hahambaşıları ancak bir Karaim ile bir Musevi’nin nikâhını kıyıyor. Bizi azınlık olarak görüyorlar. Dinim ve ırkımdan biriyle evlenmek için Kırım’a gittim."
İstanbul’da Karaimler, bayramlarını Hasköy’deki Kenesa’da ayin yaparak geçiriyor. Ayini Hazan ismi verilen din adamı yönetiyor. İstanbul’da Hazan olarak Yusuf Sadık var. Kendisini din adamı olarak görmediğini belirten Yusuf Sadık, ”Medrese okumadan kendimi bu olayın içinde buldum" dedi.
ABD’den gelenler varAilesi Kırım’dan gelen Michael Örme, ”200 yıllık tarihi olan Kenesa’yı görmeye ABD’den gelenler oluyor. Çünkü dünyada sadece iki yerde Kenesa var. Biri İstanbul’da, diğeri Kırım’da." Fatih Sultan Mehmet döneminde İstanbul’a Kırım’dan getirilen Karaimler önce Karaköy’e yerleştirilmiş. Hatta Karaköy isminin buradan geldiği, Karaim köyü olarak adlandırılan yerin zamanla Karaköy olarak değiştiği söylenenler arasında.
Büyükelçi de KaraimEşi Litvanya Karaimleri’nin başındaki Hazan olan Litvanya’nın Ankara Büyükelçisi Dr. Halina Kobeckaite, dünyadaki Karaim Türkleri’yle ilgili olarak şunları söyledi: ”Litvanya’da 260 kişi, Polonya’da 100 kişi, Kırım’da 800 kişi, İstanbul’da 100 kişi, Rusya’nın çeşitli kentlerinde dağılmış Karay Türkleri ile birlikte toplam bin 500 kişi bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler çok sayıda Karaim Türkü’nü katletti. Bana göre bunları Yahudi olarak gördüğünden değil, Türk olduklarından öldürdüler. Atatürk 1934 yılındaki İkinci Dil Kurultayı’na Karaim Türkleri’ni de çağırıyor. Biz kendi aramızda Karaim Türkçesi’ni konuşuyoruz."
Benzer adetlerKenesa’ya ayakkabı ile girilmez. Evlilik öncesinde nişanlılık süresi var. Düğün öncesinde gelin hamamı yapılır. Kız tarafı hamama götürülür. Düğün yemeklerinde dolma, etli yemekler, börek, pirinç pilavı ve komposto yaygındır. Ölülerin arkasından helva yenir. Yine ölümden yedi gün sonra mevlit yapılır.
Bilinçli propagandaDr. Arif Hacaloğlu Bilgi Üniv. Öğretim Üyesi: Karaim Türkleri’nin dünyadaki sayısı bin 500 civarında. Sayılarının azalmasında en büyük etken eski Sovyet rejimi dönemindeki baskılar. Ben kayıp 13. kabile olarak Karaimler’in gösterilmesini kabul etmiyorum. Çünkü Karaimler’in soyu Hazarlar’a dayanıyor. Burada bilinçli bir propaganda ile Yahudiler’in Hazar devletine sahip çıkmaları var.
‘Hitler katletti’Arthur Koestler’in ”Onüçüncü Kabile" kitabında ortaya attığı Doğu Avrupa Yahudileri Türktür iddiasının temelini oluşturan Karaim’ler Museviliği kabul eden Hazar Devleti döneminde Karaizmi benimsedi. Kitabında, ”Doğu Avrupa Yahudileri Türktür" iddiasını daha da ileriye götüren Koestler, Hitler’in Yahudi katliamı yerine Kafkasya’dan gelen bir ırkı yok ettiğini ileri sürüyor.
ÖMER ERBİL
Bir Karaim Duası
Atamyz, ki kiokli ardia, machtavlu bolhej birligi adyjnyn da kip bolhei bijligij da kliagij kiokliardia johartynda jer ustiunia ashahartyn.Kiundiagi otmiagimizni biergin bizgia da boshatchyn bar jazychlarymyzny.Tiuz jollaryjdan azashtyrmahyn bizni, ancach kutcharhyn bizni azhyrtuvcudan,
Amien.
Yukarıdaki fotoğrafta Karayları gösteren bir gravür, aşağıda Karayca bir metin
XX. YÜZYIL BAŞLARINDA KIRIM KARAìMLERìNìN TÜRKìYE ìLE MÜNASEBETLERì
Yazan: N. A. ZìNÇENKO-KEFELì Türk. Çev.: Doç. Dr. Hakan KIRIMLI
Uzun dönemler boyunca Kirim ile Türkiye arasinda siki diplomatik, ticarî- ekonomik ve dinî münasebetler mevcut olagelmistir. Bu münasebetlerin mahiyeti, Kirim'daki etnik gruplarin ve dinî cemaatlerin aralarindaki ortama ve Kirim'in Rusya'ya ilhakindan sonra da Türkiye ve Rusya arasindaki devlet seviyesindeki iliskilere siki bir sekilde bagli olmustur.
XX. yüzyilda Rusya diplomasisi Türkiye ile olan iliskilerinde, mümkün mertebe önceki tarihî dönemin tecrübe ve yanilmalarini nazari dikkate alarak, yalnizca ticarî-ekonomik menfaatler esasinda kurulmus baglantilara degil, etno-dinî mensubiyetler temelindeki muhtelif aktif temaslara da pek mani olmamaktaydi. Bu sekilde, Kirim'in sözü geçen millî cemaat sahsiyetlerini âzamî ölçüde Rusya'ya "baglamak" amaçlanmaktaydi.
Kirim'da inkilâp öncesi dönemde az olmayan sayida Türkiyeli Türk ve bu meyanda Türkiye tebalari da yasamaktaydi. Bunlarin sayilari ilkbahar ve güzde balik avi mevsimlerinde, yazin da ticaret döneminde kayda deger sekilde artardi.
Kirim'in baslica sehirlerinde bulunan Türkiye konsolosluklari, diger fonksiyonlarinin yanisira Türkiye uyruklularin isleriyle mesgul olurlardi. Bu konsolosluklar iki devlet arasindaki iliskilerin güçlenmesinde büyük rol oynamistir. Kaide olarak, konsolosluk görevlileri Kirim'in ve Türkiye'nin özelliklerini gayet iyi bilirlerdi. Bu faaliyetlere daima Kirim Karaim Türkleri (Karaylar) de katilirlardi. Su cümleden olarak, bu yüzyilin baslarinda Akmescit, Gözleve ve Kefe'deki Türk konsolosluklarinda Karaimler de görev almislardi. Karaimlerin bu tür görevlere istirakleri, kökü Kirim Hanligi'na kadar giden eski bir gelenege dayanmaktaydi.
Çesitli dönemlerde Rusya-Türkiye münasebetlerinin güçlenmesinde Karaim cemaatinin ruhanî ve dünyevî liderlerinden olan Baboviç ve Pampulov önemli roller oynamislardir. Muhtelif göç dalgalariyla Kirim'dan ayrilmis olan ve Kirim'da kalanlarin kendileriyle aktif iktisadî baglarini muhafaza ettikleri muhacirler arasinda Kirim Karaimleri de vardi ki, bu gibi ekonomik iliskiler meyaninda, meselâ, tütüncülük gibi (hammadde ile nihaî ürün arasinda daimî mübadele yapilan) önemli bir kol da bulunmaktaydi. Stambolidi ve Hasköylü gibi Türkiye'den gelen bazi Karaim ailelerin kökeni de bu ise dayanmaktadir.
ìki ülke arasindaki iliskilerin gelismesinde Rusya'nin güneyinden çikarak Türkiye üzerinden mukaddes mahallere giden hacilarin seyahatleri de önemli role sahipti. Kirim'dan ayrilmak mecburiyetinde kalisini müteakip, Karaim Hahambasi Haci Seraya Sapsal Türkiye'ye sigindi (Sapsal, Kemal Atatürk ile görüstü, ìstanbul Üniversitesi'nde ders verdi ve orada Kirim Karaim Türkleri hakkinda kitap yazdi.*).
XX. yüzyil baslarinda Kirim Karaimleri tarafindan devlet ve sahis seviyelerinde yürütülen Kirim ve Türkiye arasindaki aktif temaslar, bu bölgelerde yasayan etnik gruplar ve dinî cemaatler arasindaki münasebetlerin güçlenmesine ve devletler arasindaki iliskilerinde düzelmesine vesile olmustur. Bu hususta bir çok somut örnekler vardir.
Ne yazik ki, Sovyet hakimiyetinin baslangiç dönemini müteakip bu iliskilere Sovyetler Birligi'ndeki "yeniden insa" (perestroyka) devrine kadar sürecek olan uzun bir ara verilmistir. Halen kesilmis olan bu iliskilerin tedricen de olsa her iki tarafin da menfaatine olacak sekilde yeniden kurulmaktadir. Bu tebligin yazarinin yayinlari ve sahsî intibalari bunu göstermektedir.
* Rusça aslindan Türkçeye çevirdigimiz bu metnin asli 26 Mayis 1995'de Akmescit'de düzenlenen "XX. Yüzyilda Kirim'da Milliyetlerarasi ìliskilerin Meseleleri" konulu ilmî konferansa teblig olarak sunulmus ve söz konusu konferans tebliglerinin toplu olarak yayinlandigi Problemi politiçeskoy istorii Krima, Bölüm: I (Akmescit, 1996) adli kitabin 6.-8. sayfalari arasinda derc olunmustur (Çevirenin notu).
* Haci Seraya [Süreyya] Sapsal Türkiye'de bulundugu yillar içinde Karaimler (Karaylar) hakkinda müstakil kitap yazmamis, ancak 1928'de ìstanbul'da yayinlanan Türk Yili. 1928 adli derleme kitapta onun tarafindan kaleme alinan "Kirim Karay Türkleri" baslikli uzun bir makale yer almistir (Hakan Kırımlı).
Son Osmanlı Sultanı kim?
Yıllardır bildiğimiz gibi Sultan Vahdettin mi, yoksa Kanuni Sultan Süleyman mı? Türk asıllı Hazarya Yahudilerinin Osmanlı Sarayı üzerindeki planları, tarihi yeniden sorgulamamıza yol açacak cinsten girişimler . En çarpıcı olanı ise Ülkü'nün Hürrem Sultan ve oğlu II. Selim'le ilgili iddiaları
|
Cahit Ülkü'nün yeni çıkan romanı 'Son Hazaryalı' çok konuşulacak ve tartışılacak. "Bu bir tez roman" diyen Cahit Ülkü, Arthur Koestler'in Orta Avrupa Yahudilerinin 8. yüzyılda bu dine geçen Hazaryalılar olduğu teorisinden yola çıkıyor. Ardından da Hazarya Yahudilerinin, devlet kurmak için Osmanlı Sarayı'nı da içine alan planlarından söz ediyor. Bu planlar içinde, aslında bir Hazarya Yahudisi olan Hürrem Sultan'ın Saray'a satılmasından, II. Selim'in tahta geçirilmesine kadar bir dizi olay var. Soluk soluğa okunan romanda, Osmanlı tarihçilerinin II. Selim'in babasına hiç benzemediğini neden sık sık vurguladıklarını, Hürrem'in Kanuni üzerindeki etkilerinin gerçek nedenini bulacaksınız. Cahit Ülkü, kafalarda çok ciddi soru işaretleri bırakıyor. Çünkü onun teorisine göre, Osmanlı Hanedanı, Kanuni Sultan Süleyman'la birlikte sona erdi. Ülkü'yle 'Son Hazaryalı'yı konuştuk.
|
Bunun kurgu değil, bir tez roman olduğunu söylüyorsunuz. Ancak yine de bazı konular bana komplo teorisiymiş gibi geldi (örneğin Rosa'nın -Hürrem- belirli bir ideal için İvan tarafından planlı olarak kaçırttırılması). Bunları neye dayandırıyorsunuz?
|
Öncelikle şunu belirtmeliyim: Bu roman, Arthur Koestler'in tezine dayanmamaktadır; ancak bu tezle ortaya konan tarihsel gerçeği de malzeme olarak kullanmaktadır. Koestler, kendisinden önce de zaman zaman öne sürülen tarihsel bir gerçeği, bütünlük içinde tespit etmiştir. Benim yakınmam, Hitler'in aslında Yahudi değil, Türk soykırımı yaptığına ilişkin çok önemli bir iddianın Türk edebiyatına yansımayışıdır. 'Son Hazaryalı' ile ortaya konan temel tez ise, On Birinci Osmanlı Padişahı II. Selim ile ilgilidir. Pek çok söylencede, makalelerde, tarih kitaplarında değinilip geçilen ve ilk bakışta insana garip gelen bazı noktalardan hareketle, bu garipliklere açıklık getiren roman, işte bu özelliğiyle bence bir tezin romanıdır. Öte yandan 'Son Hazaryalı', ileri sürdüğü temel ve ikincil tezlerin yanı sıra bir romandır. Burada yaptığım, bazı tespit ve bulgularımla ilgili, ana teze destek veren hipotezler üretmektir. Romanın dokusu içinde, tarihsel kanıtları olmayan olası çözümlemeler tarihsel kanıtlarla taban tabana zıt değilse, hipotez üretmekte başarılı, aksi takdirde başarısız olmuşum demektir. Bu nedenle, Roza'nın İvan tarafından kaçırılması tez değil, yazarın hayal gücünü de kullanarak bilinenleri açıklama, ilişkilendirme çabasını yansıtan ve bence tezle çelişmeyen bir hipotezdir.
|
- Yahudilerin, Osmanlı Sarayı'ndaki etkileri nelerdi? Hazar Yahudilerinin devlet kurma hayallerinin başarısız olmasını neye bağlıyorsunuz?
|
Yahudiler yalnızca Osmanlı Sarayı'nda değil, tarih boyunca pek çok sarayda az ya da çok etkin olmuşlardır. Toprak edinemedikleri için çiftçilikle uğraşamayan bu kesim, ticarette, kuyumculukta, tıpta ilerleyen mensuplarının gayretleriyle bu etkilerini geniş bir alanda sürdürmüşlerdir. Ne var ki, dinsel baskılarla Batı'da küçümsenen konumları, dinsel ayrımcılık yapmayan Osmanlı Sarayı'nda önemsenmiştir. Osmanlı tarihi incelendiğinde Kanuni ve II. Selim dönemlerinde bu etkilerinin kuvvetlendiği ve yaygınlaştığı görülecektir. Gelecek romanda bu sorularınızın yanıtları ayrıntılarıyla verilecektir. Orada II. Selim'le ilgili yeni ve başka sarsıcı iddialar da yer alacağı gibi Hazar Musevilerinin devlet kurma hayallerinin neden başarısız olduğu da açılığa kavuşacak.
|
- Avrupa Yahudileri (Askenazlar), Türk asıllılık, dolayısıyla Koestler'in tezi konusunda ne düşünüyorlar?
|
Kitabımın yazılma aşamasında Musevi asıllı bir basın mensubuna "Aşkenaz kime derler?" diye sorduğumda, ondan "Almanyalı Yahudilere denir" yanıtını almıştım. Oysa Aşkenaz ismi Eski Ahit'te geçer ve bu kişi, Türklerin de atası olan Yasef soyundan gelir. Aslında bu kadarı bile, Avrupa Musevileri'nin bu teze bakışını yeterince sergiliyor. Özellikle Amerikalı Yahudiler, Arthur Koestler'in incelemesini kitapçı vitrinlerinden ve kütüphanelerden toplamışlardır. Yahudiler, Musevi-Yahudi ayrımına da tepkiyle yaklaşmaktadırlar. Sanırım bu tepkilerinin nedeni şudur: Hitler'in Yahudi soykırımı yaptığı ve 'Vaat Edilmiş Topraklar' inancı, İsrail devletinin temel varoluş nedenidir.
|
- Bundan sonraki romanınız, devam niteliğinde mi olacak?
|
Gelecek romanımın adı, belki 'Sarı Selim', belki de 'Son Osmanlı' olacak; adı için şu anda kesinleşmiş bir kararım yok. Daha önce açıkladığım gibi, gelecek romanda, Selim'in yaşamı izlenecek. Tabii bu yaşam öyküsünde bir yandan trajik kardeş kavgaları işlenirken, öte yandan bazı tarihsel olaylara, çok kimseye çarpıcı gelebilecek yorumlar da getirilecek. Kıbrıs'ta Yahudi Devleti kurma girişimlerinden Hazarya Başkenti İtil'e yapılmış tuhaf sefere dek nice ilginç olaylar... Bu roman, hem 'Rüstem Paşa' hem 'Son Hazaryalı'nın bilinçli olarak bırakılmış boşluklarını da sanırım dolduracak. Kendisi de aslen Yahudi olan Nurbanu ile Selim arasındaki aşk, Selim'le Yasef Nassi'nin tarihçilerce pek açıklanamayan derin ilişkileri, bu romanın yan, ama önemli öğeleri.
|
Cahit Ülkü'nün yeni çıkan romanı 'Son Hazaryalı' çok konuşulacak ve tartışılacak. "Bu bir tez roman" diyen Cahit Ülkü, Arthur Koestler'in Orta Avrupa Yahudilerinin 8. yüzyılda bu dine geçen Hazaryalılar olduğu teorisinden yola çıkıyor. Ardından da Hazarya Yahudilerinin, devlet kurmak için Osmanlı Sarayı'nı da içine alan planlarından söz ediyor. Bu planlar içinde, aslında bir Hazarya Yahudisi olan Hürrem Sultan'ın Saray'a satılmasından, II. Selim'in tahta geçirilmesine kadar bir dizi olay var. Soluk soluğa okunan romanda, Osmanlı tarihçilerinin II. Selim'in babasına hiç benzemediğini neden sık sık vurguladıklarını, Hürrem'in Kanuni üzerindeki etkilerinin gerçek nedenini bulacaksınız. Cahit Ülkü, kafalarda çok ciddi soru işaretleri bırakıyor. Çünkü onun teorisine göre, Osmanlı Hanedanı, Kanuni Sultan Süleyman'la birlikte sona erdi. Ülkü'yle 'Son Hazaryalı'yı konuştuk.
|
Bunun kurgu değil, bir tez roman olduğunu söylüyorsunuz. Ancak yine de bazı konular bana komplo teorisiymiş gibi geldi (örneğin Rosa'nın -Hürrem- belirli bir ideal için İvan tarafından planlı olarak kaçırttırılması). Bunları neye dayandırıyorsunuz?
|
Öncelikle şunu belirtmeliyim: Bu roman, Arthur Koestler'in tezine dayanmamaktadır; ancak bu tezle ortaya konan tarihsel gerçeği de malzeme olarak kullanmaktadır. Koestler, kendisinden önce de zaman zaman öne sürülen tarihsel bir gerçeği, bütünlük içinde tespit etmiştir. Benim yakınmam, Hitler'in aslında Yahudi değil, Türk soykırımı yaptığına ilişkin çok önemli bir iddianın Türk edebiyatına yansımayışıdır. 'Son Hazaryalı' ile ortaya konan temel tez ise, On Birinci Osmanlı Padişahı II. Selim ile ilgilidir. Pek çok söylencede, makalelerde, tarih kitaplarında değinilip geçilen ve ilk bakışta insana garip gelen bazı noktalardan hareketle, bu garipliklere açıklık getiren roman, işte bu özelliğiyle bence bir tezin romanıdır. Öte yandan 'Son Hazaryalı', ileri sürdüğü temel ve ikincil tezlerin yanı sıra bir romandır. Burada yaptığım, bazı tespit ve bulgularımla ilgili, ana teze destek veren hipotezler üretmektir. Romanın dokusu içinde, tarihsel kanıtları olmayan olası çözümlemeler tarihsel kanıtlarla taban tabana zıt değilse, hipotez üretmekte başarılı, aksi takdirde başarısız olmuşum demektir. Bu nedenle, Roza'nın İvan tarafından kaçırılması tez değil, yazarın hayal gücünü de kullanarak bilinenleri açıklama, ilişkilendirme çabasını yansıtan ve bence tezle çelişmeyen bir hipotezdir.
|
- Yahudilerin, Osmanlı Sarayı'ndaki etkileri nelerdi? Hazar Yahudilerinin devlet kurma hayallerinin başarısız olmasını neye bağlıyorsunuz?
|
Yahudiler yalnızca Osmanlı Sarayı'nda değil, tarih boyunca pek çok sarayda az ya da çok etkin olmuşlardır. Toprak edinemedikleri için çiftçilikle uğraşamayan bu kesim, ticarette, kuyumculukta, tıpta ilerleyen mensuplarının gayretleriyle bu etkilerini geniş bir alanda sürdürmüşlerdir. Ne var ki, dinsel baskılarla Batı'da küçümsenen konumları, dinsel ayrımcılık yapmayan Osmanlı Sarayı'nda önemsenmiştir. Osmanlı tarihi incelendiğinde Kanuni ve II. Selim dönemlerinde bu etkilerinin kuvvetlendiği ve yaygınlaştığı görülecektir. Gelecek romanda bu sorularınızın yanıtları ayrıntılarıyla verilecektir. Orada II. Selim'le ilgili yeni ve başka sarsıcı iddialar da yer alacağı gibi Hazar Musevilerinin devlet kurma hayallerinin neden başarısız olduğu da açılığa kavuşacak.
|
- Avrupa Yahudileri (Askenazlar), Türk asıllılık, dolayısıyla Koestler'in tezi konusunda ne düşünüyorlar?
|
Kitabımın yazılma aşamasında Musevi asıllı bir basın mensubuna "Aşkenaz kime derler?" diye sorduğumda, ondan "Almanyalı Yahudilere denir" yanıtını almıştım. Oysa Aşkenaz ismi Eski Ahit'te geçer ve bu kişi, Türklerin de atası olan Yasef soyundan gelir. Aslında bu kadarı bile, Avrupa Musevileri'nin bu teze bakışını yeterince sergiliyor. Özellikle Amerikalı Yahudiler, Arthur Koestler'in incelemesini kitapçı vitrinlerinden ve kütüphanelerden toplamışlardır. Yahudiler, Musevi-Yahudi ayrımına da tepkiyle yaklaşmaktadırlar. Sanırım bu tepkilerinin nedeni şudur: Hitler'in Yahudi soykırımı yaptığı ve 'Vaat Edilmiş Topraklar' inancı, İsrail devletinin temel varoluş nedenidir.
|
- Bundan sonraki romanınız, devam niteliğinde mi olacak?
|
Gelecek romanımın adı, belki 'Sarı Selim', belki de 'Son Osmanlı' olacak; adı için şu anda kesinleşmiş bir kararım yok. Daha önce açıkladığım gibi, gelecek romanda, Selim'in yaşamı izlenecek. Tabii bu yaşam öyküsünde bir yandan trajik kardeş kavgaları işlenirken, öte yandan bazı tarihsel olaylara, çok kimseye çarpıcı gelebilecek yorumlar da getirilecek. Kıbrıs'ta Yahudi Devleti kurma girişimlerinden Hazarya Başkenti İtil'e yapılmış tuhaf sefere dek nice ilginç olaylar... Bu roman, hem 'Rüstem Paşa' hem 'Son Hazaryalı'nın bilinçli olarak bırakılmış boşluklarını da sanırım dolduracak. Kendisi de aslen Yahudi olan Nurbanu ile Selim arasındaki aşk, Selim'le Yasef Nassi'nin tarihçilerce pek açıklanamayan derin ilişkileri, bu romanın yan, ama önemli öğeleri
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|