Yüce Allah bir kimseye Peygamberlik, ilim ve servet gibi nimetler verirse
haset etmemek gerektir. Nitekim Şuayb Aleyhis-Selam, bir gün ümmetine Allah'ın sayısız
nimetlerini anlatmaya çalışırken: "Birisi size ayakkabı hediye etse onu
seversiniz, Peki size ayak verene niçin yabancı kesilirsiniz? Birisi size külah
hediye etse ona dost olursunuz, Peki size baş ve akıl verenden niçin yüz
çevirirsiniz? Birisi size bir yüzük hediye etse, ona âşık olur, önünde el pençe
divan durursunuz, Peki size el ve ayak vereni, parmaklar bağışlayanı niçin
tanımazsınız?" diyerek Allah'ın nimetlerini sayıp döktü de,
dinleyenler:
"Biz Allah'ı seviyorduk verdiği nimetlere de şükrediyorduk,
fakat değilmi ki seni Peygamber olarak gönderdi, bu mucizelerle ve bu kudretle
seni bizden üstün kıldı, bu sebeple ona (Allah'a) düşman olduk" dediler. Bunun
üzerine Şuayb Aleyhisselam: "Ben sizden ayrı değilim ki; beni peygamber olarak
seçip gönderdi ama beni seçmekle hepinizi de seçmiş oldu, yalnız beni seçmiş
değildir, bunu canınıza minnet olarak bilmeniz gerektir" dedi.
Meselâ:
Tehlikeli bir yol üstünde yatıp uyursun, birisi eliyle bir tarafına dürterek :
"Kalk! Burada uyumak tehlikelidir!" der. O kimsenin dürtmesini önce gönül duyar,
sonra da gözün, diğer organların henüz haberi bile yoktur. Biraz sonra bütün
organların harekete geçer ve o tehlikeli yerden kurtulur. Öbür organlar hiç bir
zaman: "Ey gönül, biz gitmeyiz sen git! Ey göz, biz gitmeyiz sen git! Çünkü önce
sizi uyandırdı" demezler.
Yahut ta öldürücü bir zindanda bulunan kimse,
önce elini sağa-sola atar, bulduğu deliği genişletmeye başlar, diğer organlar :
"Ey el, deliği genişletme! Önce sen çıktın, biz çıkmak istemiyoruz" demezler.
Ancak hareket etmek kabiliyeti kalmamış, ölmüş bir organ olursa, o başka, aksi
halde bütün canlı organlar sevinirler ve: "Önce bir el ile dışarı çıkmaya yol
buldun, sonra bizi de kurtardın" diye teşekkür ederler. Başarıya ulaştıran ise
Allah'tır.
Bütün kâfirler şu sözü söylerlerdi: "Bizim malımız, mülkümüz,
soyumuz-sopumuz, güzelliğimiz, aslımız, boyumuz, posumuz, Muhammed'den daha
üstündür. Nasıl olurda Peygamberlik ona gelir?" Onlarda nur olmadığından içteki
nurdan haberleri bile yoktu. Şimdi sen dış görünüşü süsleyip, içini (içyüzünü)
bırakıyorsun. Nitekim bir şâir:
Can içte yoksul, görünüş ise dışta
düzgün,
Nefis fazla yemekten, sindirim bozukluğuna uğramış,
Cemşid ise
kahvaltı etmemiş, geceden aç!
Şimdi hemen derdine derman bulmaya çalış ki,
Mesih'in yeryüzünde.
Mesîh göğe çıktı mı, derman da
gitti-gider.
Görünüş, tabiat, heva ve heves faresi, gönlünün kuyusuna
düşmüş, bu pisliği temizlemek için tertemiz olan Âb-ı Hayata elin ulaşabilir mi?
Nitekim yüce Allah: "Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necisdlr" (Tevbe 28)
"Ona (Kur'an'a) ancak temiz olanlar dokunabilirler" buyurmaktadır. (Vakıa 79)
Yani temiz söze, temiz can gerek.
Kur'an yayını çekmek için Zaloğlu
Rüstem gibi pehlüvan olmak gerek. Zülfikar kılıcını sallayıp, kâfirlerin
boyunlarını vurmak için Hz.Ali'nin pazusu gerek. Anadan doğma kızların bikrini
izâle etmek için ise, hakîkî erkek olmak gerek, çünkü bu işler kadınların,
kadınlığa özenenlerin, iktidarsızların işi değildir. Senin canın olmazsa nasıl
olupta sözünde can olacaktır?
Maarif Adlı Eserden (Hz. Seyyid
Burhaneddin Tırmizi)