04 Aralık 2012

FELSEFEYE GİRİŞ BİLİM VE SANAT


FELSEFEYE GİRİŞ BİLİM VE SANAT
Bugün anladıgımız anlamda sanat, insan kültürünün en eski ifadelerinden biriyse de bu terim bugünkü kesin anlamını ancak zamanla ve yavaş yavaş kazanmıştır (Tarih öncesi insanların büyülü resimleri bugün bile güzellikleriyle bizi heyecanlandırmaktadır ve sanat eserleri, belki Malraux’nun gördügü gibi, hayret verici çeşitlilikleri altında tüm insan uygarlıklarının derin birligini gösteren en önemli tanıktır). Uzun bir süre sanat kelimesi aralarında bir ayrım yapmaksızın teknisyenin (zanaatçının), bilim adamının ve sanatçının etkinliklerine işaret etmek için kullanılmıştır. Colbert, Marly’deki zarif çaglayanlara bir şekil vermek üzere bir "pompa düzenegi" yapmasını istemek için Huygens’i Fransa’ya çagırdıgında, teknigin, bilimin ve sanatsal yaratımın üç işlevi biraraya gelmiş bulunmaktadır. Ortaçag’da sanatçı ve zanaatçı birbirine karışmıştır (ressamlar, hırdavatçılar ve ecza satan baharatçılarla aynı loncada yer almaktaydılar). Güzelsanatlar ancak XVII. yüzyıldan itibaren sıradan tekniklerden ayrılmışlardır. Sanatçı, kralın ve sarayın zanaatçısıdır. Kısa bir süre sonra kralın ressamları ve heykeltraşları artık mekanik bir topluluk içinde "boyacılar, mermerciler ve mermer cilacıları ile karıştırılmak" istemedikleri için sanatlar arasında ayrımlar ortaya çıkmıştır. Bu tarihten sonra güzelsanatlarla faydalı teknikler artık birbirinin zıddıdırlar. Böylece bilim ve sanat birbirine yaklaşmıştır. Buna göre her türlü faydacı kaygının dışında olarak bilim dogrunun, sanat ise güzelin peşinde koşar.

1. Bilim ve sanat arasında mümkün yakınlıklar

Bilim ve sanatta, ortak olan fayda peşinde koşmama özelligine haklı olarak işaret edilmiştir. Bu iki etkinlik, bu özellikleriyle tipik olarak insanidirler. Hayvan, ancak engelleri bilir. Onun güzellik degil, faydalılık kaygısı vardır. Anatole France bize "Bay Bergeret’nin küçük köpegi yenilebilir olmayan gögün mavisine hiç bakmamaktaydı," demektedir.

Maurice Pradines’nin haklı olarak altını çizdigi gibi sadece insanlar nesneleri faydacı özelliklerinden soyabilirler. "Optigin konusu şüphesiz aydınlatma özelliginden bagımsız olarak ışık, akustigin konusu bildirdigi şeyden bagımsız olarak sestir." Aynı şekilde sanatçı için duyusal nitelikler, eylem için herhangi faydalı veya zararlı bir nesneyi temsil etmekten uzaklaşırlar. Onlar basit olarak "kendilerini sunarlar". Van Gogh’un ünlü tablosu Saint Remy’nin Zeytin Agaçları’nı seyrettigimde davranışım, önümde gerçek bir zeytin agaçları tarlasını gördügümde gösterdigim davranıştan farklıdır. Gerçek zeytin agaçları beni zeytinlerini toplamaya veya belki altlarında bir ögleden sonra uykusuna davet eder.Gerçek zeytin agaçları tarlası, arzularım için basit bir araç olarak benim önümde bulunur. Oysa Van Gogh’un Zeytin Agaçları tablosunun önünde bulunan, benim.

Her ikisi de faydacı kaygılardan uzak olan sanat ve bilim, öte yandan, bize görünüşler altında gizlenen bir dünyayı açıga vurmaya çalışmazlar mı? Bilim duyusal görüntünün ötesinde, arkasında akılsal yapıyı arar. Sanat gelip geçici görüntülerle ilgilenmez görünür, ama bunun nedeni onun bu görüntülerde ebedileştirilmeye layık olanı yakalama, onun sıradan bir bakış tarafından fark edilmeyen gizli uyumlarını açıga çıkarma arzusudur. Görünüş bakımından çok çeşitli olan olayları birkaç denklemde yogunlaştıran, "karmaşık görüneni, basit olan görünmeyene" indirgeyen bir bilimsel kuram, bu özelligiyle bir sanat eseridir. Bilimsel etkinlikten her türlü faydacı kaygıyı dışarı atan Poincaré "bilim adamı" adına layık olan herkesin "estetik bir heyecan duymak ve bu duyguyu onu duyma kabiliyetine sahip olan kişilere geçirmek için" çalıştıgını söylemektedir. Buna karşılık müzik ve mimari de bir matematiktir.

Kendisi olmaksızın ne sanat ne bilimin olabilecegi yaratıcı hayal gücüne işaret edebiliriz. Sanatçı gibi bilim adamı da yaratıcı sezgiye sahiptir. Degeri olan bir sanat eserinin yaratımı, bir takım reçetelerin uygulanmasından başka bir şeyi gerektirir. Aynı şekilde bilimsel bir keşif de dedüktif bir mekanigin otomatik ürünü degildir. Kanıtlamanın reçeteleri vardır, ama bulmanın, keşfetmenin yoktur. Verimli bir varsayımı bulan, teklif eden bilim adamı, bir şekilde bir sanat eseri ortaya koymakta degil midir? Sanatçı ve bilim adamı dünyayı kopya etmezler, onu yeniden yaratırlar. Balzac gibi Einstein da bir evren yaratır. "Bilimsel deha, dünyayı oldugu gibi yaratma kabiliyetidir," denmiştir. Ancak bu tür benzerlikler şüphesiz sanatla bilim arasında amaçları bakımından var olan temel farklılıkları görmezden gelmeye götürmemelidir.

2. Sanatla bilim arasındaki karşıtlık

Estetik degerler, duyusal niteliklerin içinde bulunur. Buna karşılık bilim, duyusalı reddeder ve ancak niceligi tanır. Brunschvicg, "Bilmek, ölçmektir," der. Sanat somuttur, bilim soyut. Böylece bilimin nesnelligi elde etmesine karşılık sanatçının görüşü öznel olarak kalır. Bu, hayalin hakikate zıtlıgıdır, ama aynı zamanda öznel zenginliklerin, soguk kişisel-dışılıkla zıtlıgıdır. Verlaine "Çocuklar, sanat insanın mutlak olarak kendisi olmasıdır," diyecektir. Claude Bernard da daha önce aynı şeyi söylemiştir: "Sanat benim, bilimse biz".

Bilim adamının yalnızca nesnelerin kendi aralarındaki ilişkilerle meşgul olmak üzere bilgisini her türlü öznellikten ayıklama çabasında olmasına karşılık, sanatçı dogayı "doganın kendisi gibi degil, kendisi, yani sanatçının kendisi gibi" görür. Sanatçı, bilim adamının talep ettigi bu algının "psikanalizi"ni reddeder. O, bilimsel çilecinin dışarı attıgını iddia ettigi rüyalarla, arzularla, tutkularla yaşayan biri degil midir?

Bir taşra manzarasının özelliklerini inceleyen cografyacı, yeri ve yer altını araştıran jeolog, bilimsel bir iş yapmaktadırlar. iki jeologun görüşleri arasında uyuşmazlık olabilir. Ama bilimsel etkinligin amacı, bu çelişkileri çözmek, nesnel bir dogru üzerinde uzmanların görüş birligini saglayabilecek kanıtlar getirmektir.

Oysa bunun tam tersine, aynı taşra manzarası birçok sanatçı tarafından çok farklı yorumlanacaktır. Örnegin Van Gogh ile Cezanne, Provence’in resmini yapmışlardır. Ama her biri onu kendi iç dünyalarından görmüşlerdir. Van Gogh’ta bu, acı çeken, trajik bir Provence’tır. Onun resimlerinde yanan meşaleler gibi yerden fışkıran selvi agaçlarına, dalgalı doga içinde kasılmış kollar gibi egri bügrü dallara sahip zeytin agaçlarına bakınız.

Van Gogh’un manzara resimleri, kendisinin parçalarıdır, fırtınalı iç dünyasının dışarıya yansımalarıdır. Cezanne ise bunun tersine Provence’ı yorumunda denge, düzen ve aydınlık peşinde koşan bir ruhu yansıtır. Onda manzara açık, mantıklı bir dogayı ortaya koyar. Evler, agaçlar tutarlı bir bütün içinde düzenlenir.

O halde bir bilimin, buna karşılık ise sanatçıların varlıgından sözedebiliriz. Bilim, sonuçları biriken kolektif bir eserdir. Onda daha önceki çalışmalar daha sonraki buluşların aracıdırlar. Einstein, Newton’un fiziginden hareket eder ve onu aşar. Buna karşılık Racine’den daha iyi yazmak için Racine’den sonra yazmak, Vermeer’den daha iyi resim yapmak için Vermeer’den sonra resim yapmak yeterli degildir. Bilim bir oluştur, sanat ise sürekli bir yeniden başlangıç. Her deha eseri tektir, kişiseldir ve ilerlemenin bir anı olarak ortaya çıkmaz. Vivaldi olmamış olsaydı belki Bach’ın bazı konçertoları var olmayacaktı.

Ama Bach ve Cezanne dünyaya gelmeselerdi hiç kimse onların yerine eserlerini meydana getiremezdi. Buna karşılık Newton olmasaydı evrensel çekim yasasının er veya geç keşfedilecegini düşünmemizde bir sakınca yoktur. Jean Rostand şöyle yazmıştır: "Eger filanca bilgin şu buluşu yapmasaydı biraz daha sonra bir başkası onu yapardı. Mendel kalıtım yasalarını buldugu bilinmeksizin ölmüştür. Kırk yıl sonra üç kişi onu yeniden bulmuştur. Ama yazılmamış olan bir şiir başyapıtı hiçbir zaman yazılmayacaktır".

Öte yandan bilim adamının dünyaya karşı tutumu kesinlikle sanatçının tutumuyla aynı degildir. Bilim adamının tavrı, analitiktir. O, karmaşıgı basitle, daha çogu daha azla açıklar. Louis Hourticq şöyle demekteydi: "Bilim adamı olayların akışını yukardan aşagıya dogru izler. Bilinçten hayata, hayattan mekanige iner". Bilim bir anlamda sadece ayrıştırmayı bilir. Bundan dolayı onun "yok etme konusundaki etkiligi yaratma konusundaki etkiliginden daha büyüktür". Bilim şu ana kadar atomu parçalamayı bilmiştir, yakında bütün gezegeni havaya uçurma gücüne sahip olacaktır. Ama o henüz bir hücreye hayat vermeyi başaramamıştır. Buna karşılık sanat, sevincimiz için bir dünyayı yeniden yaratması ile belki evrenin gizli atılımına, onun canlı birligine daha sadıktır. Þüphesiz o duyusal nitelikler, öznel veriler düzeyini aşmamaktadır, ama "görüntülerin karmaşasını düzenleyen erekselligi tam olarak ortaya koymakta, şeylere bir anlam vererek ruhsal maddeyi yaratmaktadır". O halde sanatçının amacı, sentetiktir. Onun için artık görünüşteki bir birligi soyut ögelerine ayrıştırmak söz konusu degildir. Tersine ona uygun düşen, duyusal niteliklerin, çeşitliliklerini kaybetmeksizin içinde uyumlarını buldukları, görünüşteki birlige saygı göstermektir.

Hiç şüphesiz bilimden çıkan teknik de bir sentezdir, çünkü o keşfedilen yasalardan hareketle nesneleri yeniden inşa eder. Ama belki teknik sentez, sanatçının senteziyle aynı ontolojik kapsama sahip degildir. Teknik, "varlıklar"ı geliştirmek istemez, onun amacı faydalı olaylar, faydalı hareketleri mümkün kılmaktır. Teknik, ancak araçlar yaratır, sanat ise bir çeşit kendinde erekler olan varlıkları "gerçekleştirir". Etienne Souriau’nun dedigi gibi bir mühendis sadece nehrin bir yakasından digerine geçişi mümkün kılmak amacıyla bir köprü inşa ederse, bu köprü yalnızca bir araçtır ve mühendis de sadece bir teknisyendir. Ama eger mühendisin amacı sadece nehirden geçiş degil, “köprünün kendisi, yani o andan itibaren kenarlarıyla, hareketi veya yükselişiyle, ışık ve gölgeler arasında suyun yansıttıgı kemerleriyle, mevcudiyeti ve ömrüyle varlıgını sürdüren o gerçeklikse, o zaman onu inşa eden bir sanatçıdır, bir mimardır."
ANA FiKiRLER
insan kültürünün bütün biçimleri (büyü, din, teknik, bilim, sanat) sembolik düşüncenin ortaya çıkışıyla ilişkilidir. insan sadece bu dünyada var degildir, aynı zamanda bu dünyayı tasarımlar, onu sorgulamak, yorumlamak, yüceltmek ve degiştirmek yetenegine sahip oldugunu göstermek için bu dünyayla arasına belli bir mesafe koyar.
ilkel büyücü (tarlalara birkaç damla okunmuş su dökerek yagmur yagdırmak, kendisini temsil eden bir bebege igne batırarak uzakta bulunan bir düşmanı öldürmek gibi) sembolik yöntemlerle şeylerin gidişini degiştirme iddiasındadır. Bu, nesnel olanla öznel olanı, şeyle sembolü birbirine karıştırmak demektir. Ancak öte yandan o, böylece dünyayı soruşturma konusu yapar.
Din, dünyaya hakim olma degil, ona tapınma iddiasıyla büyünün tersidir. Ancak o da tanrıların dünyaya, kutsalın dünyevi olana aşkınlıgını ortaya atarak dünyayı soruşturma konusu yapar (Rahip, ayinleri düzenleyen, müminler için kutsalla dünyevi olan arasında köprü kuran din adamıdır). Hasımları, dinlerin cevaplarını efsanevi şeyler olarak görseler de hiç olmazsa insanın durumunun trajikligi(ölüm), insanın kaderinin sırrı (Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz?), sonsuzun ve aşkınlıgın esrarına ilişkin problemler, karşı konulmaz bir biçimde kendilerini göstermektedir.
Teknik, ilkin içgüdüsel bir jesttir (Degnek kolun, olta bükülmüş parmagın devamıdır), ancak o, bilim -matematiksel yapısının keşfedilmesi yoluyla evrenin akılsal tasarımı- kendisine yepyeni ve sürekli artan bir etkililik sagladıgında tam gelişmesini bulur. Tarih öncesi dönemde büyüyle ilişkisi olan sanat (paleolitik magaraların duvarlarında resmedilen verimli av sahneleri), modern çaglarda çıkar gütmeyen bir temsil olarak ortaya çıkmaktadır. Her türlü bilimin, karmaşıgı basit olanla açıklayan, her zaman ayrıştırma egilimi taşıyan -Bu özelligi sonucu bilim, nükleer çagda gezegenimizi havaya uçurma gücüne sahip olmasına karşılık henüz bir hücreye hayat verememektedir-, analitik bir etkinlik olmasına karşılık, sanat sentetiktir. O, mutlulugumuz için bir dünyayı yeniden yaratırken duyusalın alanını terk etmez, ancak görünüşlerin karmaşası içinde uyumlu sentezler inşa eder

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...