Faşist Vahşetin Ardındaki Üçlü:
Darwin, Haeckel ve Hitler
Evrim teorisinin en önemli iddialarından biri, canlıların gelişimini doğada var olan "yaşam mücadelesi"ne dayandırmasıydı. Darwin'e göre, doğada acımasız bir yaşam mücadelesi, daimi bir çatışma vardı. Güçlüler her zaman güçsüzleri alt ediyor ve gelişme de sözde bu sayede mümkün oluyordu. Bunun acı bir sonucu olarak, dünyanın birçok yerinde katliamlar, savaşlar, cinayetler, barbarlıklar sözde bilimsel bir kisveye büründü ve 20. yüzyıl acıların ve acımasızlıkların yüzyılı oldu. Özellikle Almanya’da Ernst Haeckel gibi Darwinistler ve ardından 20. yüzyılın kanlı diktatörü Adolf Hitler gibi faşist ırkçılar, sosyal Darwinizm’in acımasız ve merhametsiz kurallarının önde gelen savunucu ve uygulayıcıları oldular.
Güçlünün haklı sayılması, eşitsizlik, ırk veya etnik temelli ayrımcılık, zulüm, haksız rekabet ve çekişme, fakirlerin ezilmesi, güçlünün zayıf olanı sömürmesi, toplumların tarih boyunca yaşadığı kötülük ve zorluklardandır. Ancak, 19. yüzyılda tüm bu kötülükler çok daha farklı bir boyut kazandı. 19. yüzyıla kadar zalimlik, saldırganlık, acımasızlık olarak nitelendirilen bu tür uygulama ve politikaların, bir anda sözde “doğanın gerçeklerine dayanan bilimsel uygulamalar” olduğu yalanı savunulmaya başlandı.
Tüm bu acımasızlıklara birdenbire sözde bir meşruluk kazandıran ise Darwin, Haeckel ve Hitler’i de biraraya getiren sosyal Darwinizm oldu. Darwin-Haeckel-Hitler’in şer koalisyonu sonucunda öjeni, ötenazi, zorla kısırlaştırma, toplama kampları, ırk hijyeni, gaz odaları ortaya çıktı ve 20. yüzyılın ortalarında insanlık tarihinin en büyük ve acımasız zulümleri yaşandı. Darwin'in bu konudaki ilham kaynağı ise, İngiliz bir ekonomist olan Thomas Malthus'un An Essay on the Principle of Population (Nüfus Prensibi Üzerine Bir Deneme) adlı kitabıydı. Bu kitaba göre nüfusu kontrol altında tutan başlıca etkenler savaş, kıtlık ve hastalık gibi felaketlerdi. Kısacası bazı insanların yaşayabilmeleri için sözde diğerlerinin ölmesi gerekiyordu. Var olma, "sürekli savaş" anlamına geliyordu.
Geride bıraktığımız yüzyılda yaşanan acıların, 21. yüzyılda tekrarlanmaması ve bu yüzyılın barış ve huzur dolu olması için insanların Darwinizm'in aldatmacaları ve tehlikeleri konusunda bilinçlendirilmeleri şarttır.
Sosyal Darwinizm'in Almanya’daki Öncüsü Haeckel
Charles Darwin’in ve sosyal Darwinizm’in Almanya’daki bir numaralı temsilcisi olarak bilinen Ernst Haeckel, Darwin’in “Türlerin Kökeni” adlı kitabını okuduktan sonra şu yorumu yapmıştı:
“Darwin’in mükemmel bir şekilde birleştirilmiş doğa kavramında ve evrim doktrininin güçlü temelinde, biyolojik çalışmalarımın başlangıcından beri beni rahatsız eden tüm şüphelerimin çözümünü buldum.”(Daniel Gasman, Scientific Origins, s. 6; Benjamin Wiker, Moral Darwinism: How We Became Hedonists, Intervarsity Press, 2002, s. 257)
Darwin’in kitabı ile çarpık düşüncelerine dayanak bulduğunu sanan Haeckel, elbette yanılıyordu. Dönemin ilkel bilim koşulları içinde şekillenen evrim teorisi, hayatın başlangıcı başta olmak üzere tarih boyunca hiçbir konu hakkında geçerli, tutarlı ve daha da önemlisi bilimsel bir bilgi ortaya koyamadı. Haeckel, The Wonders of Life (Hayatın Mucizeleri) adlı kitabında, Darwinizm’e dayalı olarak geliştirdiği insan ırkları hakkındaki batıl görüşlerini de şöyle özetlemişti:
“Her ne kadar, üstün ve aşağı ırklardaki insanların zihinsel yaşamları ve medeniyetleri arasında büyük farklılıklar biliniyorsa da, bunlar genelde, bir kural olarak, önemsenmezler ve bu yüzden de farklı seviyelerdeki yaşam değeri yanlış olarak hesaplanır. Aşağı ırklar, (Veddahlar veya Avustralya zencileri) psikolojik bakımdan, Avrupalılardan ziyade memelilere (maymun ve köpekler) daha yakındırlar. Bu yüzden, onların yaşamları için tamamen farklı bir değer saptamamız gerekir... Medeni adamın derin düşünen zihni ile vahşinin düşüncesiz hayvan ruhu arasındaki uçurum çok büyüktür, vahşiyi köpeğin ruhundan ayıran uçurumdan da büyüktür”.( Ernst Haeckel, The Wonders of Life: Popular Study of Biological Philosophy, Çeviri: Joseph McCab (New York: Harper & Brothers, 1905), s.390-91; Daniel Gasman, The Scientific Origins of National Socialism: Social Darwinism in Ernst Haeckel and the German Monist League, (London: MacDonald, 1971), s.39-40)
İnsanı bir hayvan olarak gören, canlıların gelişimini doğadaki yaşam mücadelesine bağlayan, bu mücadeleyi güçlü olanların kazanacağını ve zayıfların ezilerek yok olacaklarını savunan Darwinist düşünceyi benimseyen Haeckel’in bu iddiaları hiçbir bilimsel delile dayanmıyordu. Buna rağmen çarpık ve sapkın inanışları olan ve bunlara bir kılıf uydurmaya çalışan pek çok insan tarafından adeta bilimsel bir gerçekmiş gibi sahiplenildi.
Geride bıraktığımız yüzyılda yaşanan acıların, 21. yüzyılda tekrarlanmaması ve bu yüzyılın barış ve huzur dolu olması için insanların Darwinizm'in aldatmacaları ve tehlikeleri konusunda bilinçlendirilmeleri şarttır.
Darwinizm İnsanların Hayvanlar Gibi Yaşadığı Bir Dünya Kurma Özlemidir
İnsanları bir tür hayvan gibi görme yanılgısına kapılmış olan Darwinizm'in ortaya koyduğu yaşam modeli acımasızlık, sevgisizlik, bencillik, çıkarcılık üzerine kuruludur. Darwinizm, insanların hayvanlar gibi yaşadığı ve davrandığı bir dünya kurma özlemindedir. Sosyal Darwinizm'in öğretileri ve uygulamaları da bu gerçeği gözler önüne sere. Sosyal Darwinizm'in sapkın görüşlerine göre;
- Yaşlı ve yardıma muhtaç konumdaki bir insanın bir akşam evinde otururken hiçbir gerekçe olmadan sürüklenerek evinden çıkarılıp katledilmeye götürülmesi olağandır.
- Özürlü insanların, toplama kamplarında biraraya getirilip ölüme terk edilmeleri normal karşılanır.
- İnsanların kafataslarının ölçülüp, bu ölçümlere göre sınıflandırılmaları gerektiği düşünülür.
İnsanların ve toplumların ancak bu vahşeti uyguladıkları takdirde ilerleyeceğine inanan bu kişiler için, bu yolda yapılan katliamlar, soykırımlar, zulümler, acımasızlıklar bir tür başarı olarak kabul edilir. Bu başarıyı elde edemeyen insanlar, toplumlar, kültürler ve milletler ise yok olmalıdırlar.
Suni Seleksiyon Adı Altında Katliam
Koyu bir materyalist olan Ernst Haeckel, sahip olduğu sapkın düşünce yapısı nedeniyle, İlahi dinleri ve din ahlakının gereği olan insancıllığı, merhameti ve şefkati reddediyor aksine acımasızlığı ve vahşeti benimsiyordu. Öjeni vahşetini savunarak, M.Ö. 9. yüzyılda kurulmuş, sanatı, felsefeyi ve edebiyatı reddeden, sadece askeri güce dayanan ve faşizm sistemini uygulayan bir Yunan şehir devleti olan Sparta’da benimsenmiş olan “insanın suni seleksiyonu”nu kendince övüyordu. Spartalılar döneminde, özel bir kanun uyarınca tüm yeni doğan çocuklar dikkatli bir incelemeye ve seçilime tabi tutuluyorlardı. Zayıf, hasta veya fiziksel olarak kusurları olanlar acımasızca katlediliyorlardı. Sadece sağlıkları mükemmel olan ve güçlü çocukların yaşamalarına izin veriliyordu. Haeckel da Spartalıların masum bebekleri katletmeyi öngören bu vahşi uygulamalarını destekliyordu.( Ernst Haeckel, The History of Creation, s. 1.75-76)
Haeckel bu sapkın fikirleri hakkında kendisini eleştirenlere şöyle karşılık veriyordu:
“Her yıl, tedavi edilemez hastalıkların kalıtsal yüküyle doğan binlerce sakat, sağır-dilsiz ve geri zekalı çocuğa, suni olarak bakmanın ve yetiştirmenin insanlığa ne gibi bir faydası var?” (Benjamin Wiker, Moral Darwinism, s. 260)
Haeckel’in bu son derece acımasız düşüncelerinin yanı sıra diğer sapkınlıklarından biri de, intihar ve ötenaziyi savunuyor olmasıydı. İnsanı değersiz bir varlık olarak gören Haeckel’in hezeyanlarına göre insan, sadece anne ve babasının arasındaki cinsel bağlılığın bir sonucu olarak var olmuştu ve bu yüzden de yaşam çok külfetli bir hal aldığında bu kişi yaşamdan ayrılabilirdi. Haeckel bu çarpık düşüncelerini kitabında şöyle ifade etmekteydi:
“Eğer bu durumda yaşam koşulları, kendi hatası olmaksızın doğmuş ve gelişmiş zavallı varlığın üzerine çok fazla baskı yaparsa, eğer iyi olarak ümit edilen yerine sadece bakım ve ihtiyaç, hastalık ve her türlü sefalet gelirse, bu kişinin tartışmasız olarak ölüm yoluyla ızdıraplarına son verme hakkı vardır... Bir kişinin dayanılmaz acılarına gönüllü bir ölümle son vermesi gerçek bir kurtuluş eylemidir.” (Ernst Haeckel, Wonders of Life, s.112-14)
Bu sapkın düşünceleriyle insanları vicdansızca intihara, ölüme, cinayete sürükleyen Haeckel, Wonders of Life (Yaşam Mucizeleri) adlı kitabında ise, yeni doğan bebeklerin sağır ve bilinçsiz doğduklarını (ki bu doğru değildir) ve bu yüzden insan ruhu taşımadıklarını iddia etmişti. Bu bilim dışı iddiasına dayanarak da “anormal olarak doğan bebeklerin öldürülmelerini” savunmuş ve sözde bunun “mantıksal olarak bir cinayet gibi kabul edilemeyeceğini” öne sürmüştü. Görüldüğü gibi Haeckel açıkça cinayeti savunuyor, çevresindeki insanları da katil olmaya teşvik ediyordu.
Haeckel sadece kişinin isteğine bağlı ötenazinin değil, rıza dışındaki ötenazinin de yapılabileceğini savunuyordu. Bu konudaki gaddarca tutumunu Haeckel şu sözlerle ifade ediyordu:
“Yüzlerce, binlerce tedavi edilemez insan –deliler, cüzzamlılar, kanserliler vs.– kendilerine ve genel olarak topluma en küçük bir fayda sağlamaksızın suni olarak hayatta tutuluyorlar.”(Benjamin Wiker, Moral Darwinism, s. 262; Ian T. Taylor, In The Minds of Men: Darwin and the New World Order, 3. baskı, TFE Publishing, 1991, s.409)
Haeckel’in bu duruma getirdiği acımasız “çözüm” ise şöyleydi:
“Bu kötülükten kurtulmanın yolu, tek dozluk acısız ve hızlı etki eden zehirin... yetkili bir kurulun gözetimi altında kullanılmasıdır.”( Ernst Haeckel, The Wonders of Life, New York: Harper, 1904, s. 119)
Haeckel’in En Büyük Hayranı:
Adolf Hitler
Haeckel’in kitapları, Nazi öjeni programının kabul edilmesinde önemli rol oynadı. Özellikle, Haeckel’in öğrencisi olan ve hayat hikayesini yazan Wilhelm Bölsche, Hitler’e Haeckel’in sosyal Darwinist fikirlerini doğrudan aktardı. Ayrıca, 1904’ten 1944’e kadar yayınlanan ve öjeni aldatmacaları ile sahte Nazi bilimini yaymak için kullanılan en temel organ haline gelen Archiv für Rassen und Gesellschaftsbiologie (Irksal ve Sosyal Biyoloji Arşivi), düzenli olarak Haeckel’in, eserlerindeki tehlikelifikirlerinden alıntılar yaptı.( Robert Jay Lifton, The Nazi Doctors, New York: Basic Books, 1986, s.441, 161)
Tarihçi Daniel Gasman’ın ifadesiyle, “Hitler’in tarih, politika, din, Hıristiyanlık, doğa, öjeni, bilim, sanat ve evrim hakkındaki görüşlerinin büyük bölümü, eklektik (seçmeci) ve farklı birçok kaynaktan olmalarına karşın, Haeckelinkiler ile uyuşuyordu ve sıkça aynı dilde ifade ediliyorlardı.”(Daniel Gasman, Scientific Origin, s. 161)
Nazi ideolojisine göre ırklar üç temel kategoriye ayrılıyordu: Birinci kategori olan "medeniyet üreten ırklar", Almanlar ve diğer Kuzeyli kavimlerdi. "Medeniyeti izleyen ırklar" ise, medeniyeti ilerletme yetenekleri olmayan, fakat taklit edebilen "sıradan" ırklardı. Hitler, Çinliler, Japonlar gibi milletleri bu ikinci kategoride sayıyordu. Üçüncü kategori ise "medeniyeti tahrip eden ırklar"dı ki, bunlar Yahudiler, Slavlar, zenciler gibi ırklardı. Nazi ideolojisi, Alman ırkının diğer sözde "aşağı" ırklarla karışmasını evrime aykırı bir "biyolojik hata" olarak görüyordu. Bu amaçla Hitler tarafından 1933 yılında bir seri yasa çıkartılarak, ırklar arasında temizlik işlemine girişildi. Farklı ırklardan gelen masum bebekler, kadınlar, yaşlılar gaz odalarında soykırıma tabi tutulurken, diğer yandan da kendi ırklarına mensup kişileri sadece zayıf ve güçsüz gördükleri için acımasızca katlettiler.
Bu vahşeti savunan fikirleri ve çalışmalarıyla Haeckel, Almanya’da yaklaşık 300 bin ruh hastasının, fiziksel sakatlığı olan insanların, tedavisi mümkün olmayan hastaların ve kendilerince diğer “istenmeyen” insanların acımasızca katledildiği T4 adlı ötenazi programının öncülüğünü yaptı.
Bilim Adı Altında İşlenen Cinayetler:
T4 Ötenazi Programı
Darwin’in iddialarını benimseyen ve kendilerini “üstün ırk” ilan eden Nazilerin insanlık dışı ve utanç verici olan uygulamalarından biri de “zihinsel hastaların toplu katliamı” olarak açıklanabilecek olan
“T4 Ötenazi Programı”ydı.
Program adını, uygulamanın yürütüldüğü merkezin Berlin’deki adresinin baş harflerinden alıyordu: Tiergartenstrasse 4.
Nazi Almanyası’nda ötenazi, sözde ırk temizliğini sağlamak için kısırlaştırmadan sonra başvurulan ikinci yöntem haline gelmişti. T4 ötenazi programı dahilinde, tedavisi mümkün olmayan, fiziksel veya zihinsel özürlü, ruhsal sorunları olan insanlar ve yaşlılar öldürüldüler.
Hitler bu acımasız programı 1939 yılında başlattı ve 1941 yılına kadar resmi olarak bu uygulama devam etti. Ancak cinayetler 1945 yılında Nazilerin yenilgisine kadar gayri resmi olarak sürdürüldü.
Hitler öjeni ve ırkın saflaştırılması uygulamalarını şöyle savunuyordu:
"Faşist devlet en yüce politik ve sosyal değerdir; onun güçlenmesine yardım eden herşey ahlaka uygundur; engel olan ise ahlaka aykırıdır ve yok edilmelidir. İnsan yaşamının, faşist toplumuna yararlı olduğu nispette anlamı vardır."(Murat Çulcu, Neonazizm'in Suçüstü Tutanakları, Kastaş Yayınları, Eylül 2000, s. 33)
T4, “Geheime Reichssache” (Gizli Alman Hükümeti Meseleleri) olarak bilinen emir ve önlemleri de içeriyordu ve bunların yerine getirilmesinde görevli olan kişiler sessiz kalmaya mecburdular. Nazi dönemindeki ötenazi uygulamaları konusunda fazla bilgi edinilememesinin en önemli nedenlerinden biri, bu program dahilinde eğitilen ve kullanılan personelin daha sonra savaşın en tehlikeli cephelerine asker olarak gönderilmeleriydi. Bunlardan biri Yugoslavya cephesiydi. Bu ülkedeki direnişi yürüten Partizanlar, esir almak yerine tüm düşman askerlerini öldürmeleriyle tanınıyorlardı. Böylece ötenazi tanıklarının büyük çoğunluğu bu cepheye gönderilerek ortadan kaldırılıyordu.
Sevgi Ve Merhametin Gerçek Kaynağı Kuran Ahlakıdır
19. yüzyılda Darwin’in öncülüğünde ortaya çıkan Sosyal Darwinizm, toplumlara her zaman acı, zulüm, vahşet ve ayrımcılık getirmiştir. Kuşkusuz Darwin, Haeckel ve Hitler’in öne sürdükleri ve kararlılıkla uyguladıkları “yalnızca kendierine fayda getirecek olan kişilere sevgi, merhamet ve şefkat yöneltmek” iddiası insanlık dışı bir yaklaşımdır. Bu, materyalizmin ve Darwinizm’in insanlara verdiği telkinlerin neticesinde oluşan çok bencilce bir tutumdur.
Din ahlakı yaşandığında ise insanlar, hiçbir menfaatleri olmasa dahi ihtiyaç içinde olana şefkat duyar, onu sevgi ve merhamet hisleri ile koruyup kollarlar. Gerçek insaniyet de budur.
Kuran’da müminlerin kendilerinden önce yoksulları, esirleri, ihtiyaç içinde olanları düşünüp yemeklerini onlara verdikleri ve bunu yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için yaptıkları bildirilerek müminlerin merhametine şöyle dikkat çekilmiştir:
“Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. “Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür.”” (İnsan Suresi, 8-9)