MUSTAFA KEMAL'İN BAKANI MUSTAFA KEMAL'E VE
MİLLETE İHANET EDİYOR!
Elimizde, sahaflarda bulduğumuz çok önemli bir kitap var. Robert Olson'un yazdığı ve Bülent Peker ile Nevzat Kıraç 'ın tercüme ettikleri KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİNİN KAYNAKLARI VE ŞEYH SAİD İSYANI (Özge Yayınları, 1992, Ankara)
Tercümesini borçlu olduğumuz kişiler kitabı Kürt meselesi ve Şeyh Said açısından önemli görmüş olmalılar. Çünkü Amerikalı yazar R. Olson şöyle demektedir:
- "İzinli olarak İngiltere'de bulunduğum sırada (1979-80), Şeyh Said isyanı ile birlikte İngiltere'nin Kürtler'e karşı izlediği politika hakkında... Hava Bakanlığı arşivlerinde binlerce belge buldum. İngiltere Hava Bakanlığı'nın 23/236, 247, 238 ve 239 sayılı arşivlerinde 'Şeyh Said İsyanı' başlığı altında dört klâsör saklanmaktaydı. Bu 4 klâsörde 304 dosya bulunmaktaydı."
- "Sömürgeler Bakanlığı kayıtları da hayli zengindi. Dışişleri Bakanlığı'ndaki isyanla ilgili kayıtların çoğu da Hava Bakanlığı kaynaklarına dayanıyordu. Hava bakanlığı arşivlerinde saklanan çok sayıda Fransız istihbaratı raporları da vardır."
Bütün kaynaklardan, başka eserlerden yararlanan R. Olson hem Kürtler'in 1800'lerden itibaren Avrupalı devletler ile ilişkilerini, isyanlarını vermekte, hem de Şeyh Said isyanını bütün teferruatıyla, Devlet ve isyancıların kuvvetlerini vererek anlatmaktadır. Ama Burada bizi Şeyh Said isyanı ilgilendirmiyor. Olson'un dayandığı İngiliz belgelerinde yer alan bir casusluk ve istihbarat olayı ilgilendiriyor.
Olson kitabının 131. sayfasında enteresan bir cümle kullanmaktadır:
- "TÜRKİYE'nin Lozan'da kazandığı topraklar, Churchill'in Aralık 1920'de taviz vermeye hazır olduğu topraklardan ibarettir!"
Eğer bu cümle bir hakikatı ifade ediyorsa, Lozan'ın bir zafer olmadığı, hatta 1921-1922'deki mücadelenin, dökülen kanların boşuna olduğu sonucu ortaya çıkar!..
Madem "casusluk, ispiyonaj, entellijans" diyerek söze başladık, biraz daha gerilere gidelim. Herkes bizim Arabistan'ı kaybetmemizde, İngiliz casusu LAWRENCE'in casusluk faaliyetinin önemli payı olduğunu bilir. Ama iş o kadarla kalmıyor. 1922-1925 yılları arasındaki aleyhimize yürütülen casusluk ve ihanet, insanın dudaklarını uçuklatıyor!
Herkes artık kabul etmeli ki, Lozan'da çok büyük hatalar yapılmıştır. En büyüğü, Londra Konferansı'nda Anadolu ile birlikte hareket eden Tevfik Paşa hükûmetinin Lozan görüşmelerine dahil edilmemesidir. Bütün belgeler, bilgiler, arşivler ve bilgili, tecrübeli devlet adamları İstanbul'da idi. Ankara'da hiçbir şey yoktu. Sadece Yunan'la savaşı kazanmış askerler ve Anadolu'nun dört bir yanından gelmiş halk temsilcileri vardı. Hiç kimse daha önce yapılmış olan antlaşmaları bilmediği gibi, Osmanlı Devleti'nin dış borcunun hesabını bilen dahi yoktu!
İkinci aksaklık araştırmacı Sevtap Demirci'nin belirttiği gibi "Lozan Türk Murahhas Heyeti'nde bir İNGİLİZ AJANI bulunması, ve Türk heyeti'nin kendi aralarında yaptıkları görüşmeleri İngilizler'e iletmesi idi! Bu kişinin "Saffet" olduğundan şüpheleniliyor!
Üçüncü büyük aksaklığı, Rauf Orbay, "Lozan'daki baş murahhas İsmet Paşa'nın sorduğu sorulara, istediği talimata geç cevap verildiğinden şikâyet ettiğini" belirttikten sonra, şöyle anlatır:
-- "Ancak İsmet Paşa'nın bilmediği, ve benim çok sonra CHURCHILL'in hatıralarından öğrendiğim bir sır vardı."
- "Bizim yegâne haberleşme aracımız olan telgraf hattı, KÖSTENCE'den geçiyordu. Oraya da o tarihte İNGİLİZLER ve FRANSIZLAR hâkimdi. Dolayısiyle BİZİM ÇEKTİĞİMİZ TELGRAFLAR ÖNCE İNGİLİZ İSTİHBARATININ ELİNE GEÇİYOR, ŞİFRESİ ÇÖZÜLÜYOR, VE ARDINDAN SABAH İNGİLİZ DIŞİŞLERİ BAKANI CHURCHILL'İN KAHVALTI MASASINA GİDİYORDU!.. ANCAK ORADA OKUNUP BİR KARARA BAĞLANDIKTAN, VE LOZAN'DAKİ İNGİLİZ HEYETİNİN BAŞKANI LORD CURZON'A GEREKEN TALİMAT VERİLDİKTEN SONRA İSMET PAŞA'YA VEYA BİZE TESLİM EDİLİYORDU!.."
- "Bunu bilmeyen İsmet Paşa ise, işi bizim sürüncemede bıraktığımızı zannediyor, ve kabahati bende buluyordu!"
(Cehennem Değirmeni)
Demek ki İngilizler, Churchill, Lord Curzon bizimle Lozan'da kedinin fareyle oynadığı gibi oynamışlar!.. Bunu İngiliz Rambold şöyle ifade eder:
- "Lozan görüşmelerinde, karşıdakinin elini bilen briç oyuncusu gibiydik!"
İş Heyet'teki ajan, telgraf şifresinin çözülmesi, haberleşmenin gecikmesiyle de bitmiyor!.. SEVTAP DEMİRCİ "Strategies and Struggles British Rethoric and Turkish Response: The Lausanne Conference 1922-1923" adlı kitabında İngiliz arşivlerinde yaptığı araştırmaların korkunç sonuçlarını, "Lozan görüşmelerinin kesildiği, ve Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Lozan üzerine gizli görüşmeler yapıldığı günlerde, İngilizler'in her şeyden dakikası dakikasına haberdar olduğunu" diyerek açıklıyor!... Buna göre, meselâ Meclis'teki görüşme 12:15'de bitmiş ise, İngiliz Dışişleri'ne 12:30'da gizli görüşmelede neler konuşulduğuna dair bir rapor ulaşmaktadır!..
Bu raporlar ve kayıtların bulunduğu arşivler İngiltere'de yayınlanmıştır. Ancak, Meclis'teki İngiliz ajanı milletvekilinin ailesinden hâlâ hayatta olanlar bulunduğundan olacak, ajanın ismi karartılarak yayınlanmıştır.
Yani telgraf haberleşmesi yapılmış, yapılmamış farketmez!.. İngilizler Meclis'in gizli görüşmelerini dahi ânında öğrenmiş ve tedbirlerini almışlardır. O yüzdendir ki, - "TÜRKİYE'nin Lozan'da kazandığı topraklar, Churchill'in Aralık 1920'de taviz vermeye hazır olduğu topraklardan ibarettir!" O yüzdendir ki, LOZAN BİR ZAFER DEĞİLDİR, BİR HEZİMETTİR!.. Üzerinde durulması, ve her safhasının derinlemesine araştırılması gerekir.
Ama iş Churchill'le, Lozan'la bitmiyor... İhanet devam ediyor!.. Olson'un aynı sayfada yazdıkları dikkatimizi çekiyor:
- "Lozan'dan sonra İngilizler'in Kürtler'e yönelik politikaları, Türkiye-Irak hududu meselesine tâbi kılınmıştır."
- "Hava Bakanlığı arşivleri, Hava Bakanlığı istihbarat raporları ve Sömürgeler Bakanlığı arşivleri, İngilizler'in 'Lozan'dan sonra Türkiye'nin Musul vilayetini ele geçirmek için askerî kuvvete başvuracağını' asla düşünmemiş olduklarına işaret etmektedir."
- İçlerinde 1921-1924 DEVRESİNDE MUSTAFA KEMÂL'İN HÜKÛMETİNDE BAKANLIK YAPMIŞ BİR ŞAHSİYET'in de bulunduğu İngiliz istihbarat ajanları da 'Ankara'nın Musul'u elde etmek için büyük askerî kuvvetler kullanmayı hiç düşünmemiş olduklarını' bildirmişlerdi."
Çok açık ama bir de biz söyleyelim: İngilizler'in ajanları, casusları var. Bunlar Ankara Hükûmeti'nin sadece ne yaptığını değil, neler düşündüğünü bile İngiltere'ye iletiyor... bunların arasında da MUSTAFA KEMÂL'in güvenip yakın çevresine aldığı, BAKAN yaptığı biri!..
Devam edelim:
- "Değerlendirmenin kaynağı, raporda adı belirtilmemekle birlikte, 1925 öncesinde bakanlık yapmış olan bir Türk'tür."
TÜRK olup olmadığını ilerde göreceğiz.
- "Eski bakana göre, Ankara Hükûmeti 1920 senesinde bir sahte 'DOĞUCU' siyasette karar kılmış, ve bu, 10 Ekim 1922'ye kadar takip edilmişti. Bu siyasetin ana amacı antlaşmalarla tesis edilmiş olan Türk-Sovyet iyi ilişkilerinden yararlanmaktı."
- "10 Ekim 1922 tarihinden itibaren Ankara 'BATICI' bir politika gütmeye, Japonya ile daha iyi ilişkiler kurmaya, ve TURANCI gayeleri dahaçok vurgulamaya karar verdi. Bu politikayı tatbik etmek için İsmet (İnönü) se çildi ve Lozan Antlaşması'ndan 22 Kasım 1924 tarihinde istifasına kadar bu politikayı sürdürdü. İsmet istifa etti, çünkü Musul ve Suriye sınırları çözüm bekliyordu. Dolayısiyle o noktaya kadar Rusya ile iyi geçinebilirdi."
- "İsmet Bey'in istifasının ardından DOĞU politikasına dönme yönünde bir girişim oldu. Muhbire (yani hain bakana) göre bu, Fethi (Okyar) Bey ve arkadaşlarının amacı idi. Muhbir, Fethi Bey ile İmaret Vekili Feyzi Bey ve Adalet Vekili Esat Bey'in 'iflâh olmaz Rusofiller' olduğunu bildiriyordu!"
Yazar burada bir cümle eklemiş: "Muhbirin de bir siyasî hizip mensubu olarak konuştuğu akılda tutulmalı!"Sonra şöyle devam etmiş:
- "(Muhbir)Halk Fırkası içinde DOĞU politikasını destekleyen ve aralarında Yunus Nadi, Ahmet Agayef (Ağaoğlu), Yusuf Akçora, Sami Bey ve Mahmut Bey'in de bulunduğu otuz kişilik bir grubun olduğunu ifade etmekteydi. Fethi Bey Baş vekâlet'e atandığında bütün 'hakiki milliyetçiler' bundan rahatsız olmuşlardı!"
Bu "hakiki milliyetçiler"in neden rahatsız olduklarını yazar bir sonraki bölümde dile getiriyor:
- "Bu rahatsızlığın temel sebeplerinden biri Panislâmî unsurların Büyük Britanya'ya karşı harekete geçirilmesi ihtimali idi!"
- "Muhbir (yani hain bakan) memnuniyetsiz bir şekilde Fethi Bey'in kendinden sonra tayin edilmesini isteyenin İsmet Bey'in kendisi olduğunu yazmaktaydı. Bunun sebebi ise, İsmet'in, Musul meselesini Türkiye için pek parlak bir şekilde halledemeyeceğini bilmesi, ve mes'uliyeti Fethi'nin sırtına yüklemek istemesi idi." (sf. 133)
Görüyor musunuz olanları?.. Dönen dümenleri?... Lozan'dan sonra İsmet başbakan oluyor, TÜRKİYE 3 yıldır sürdürdüğü DOĞUCU politikadan BATICI politikaya geçiyor... Ama iş Lozan'da halledilmeyip ileriye bırakılan Musul meselesine gelince, İsmet bu düğümü çözemeyeceğini anlayıp görevden kaçıyor, bir de sıkıntıya düşsün diye rakibi Fethi Bey'in başbakan olmasını teklif ediyor!.. Fethi Bey'le birlikte tekrar DOĞUCU bir politikaya dönüleceği anlaşılınca; sahte milliyetçi, aslında İngiliz muhibbi olan ekip hem TÜRKÇÜ, hem İSLAMCI bu akımdan çok rahatsız oluyor!.. Muhbir bakanımız bütün bu gelişmeleri yazılı-sözlü İngilizler'e nakletmesi bir yana, İsmet'e olan kızgınlığını da anlatmaktan geri kalmıyor!..
O dönemde, İsmet'in istifasından hemen önceki bir gelişme de, İsmet'in MUSTAFA KEMÂL'e de aşıladığı BATICI politikadan rahatsız olanların Terakkiperver Fırka'yı kurması idi. Kurucular arasında Kâzım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele) ve Rauf (Orbay) da vardı.
Devam edelim:
- "Muhbire (yani hain bakana) göre, şayet Fethi Bey Halk Fırkası'nı dağılmaktan kurtarırsa, Mustafa Kemal Dahiliye Vekili Recep'e (Peker) dönecekti. Fethi Bey, Sovyetler Birliği ile uzlaşmaya istekliydi. Ancak Mustafa Kemal ve 'milliyetçiler'den korkuyordu! Muhbir bakana göre, Fethi Bey'in istediği yarı DOĞUCU, yarı BATICI bir politik çizgiydi."
- "Tam Fethi Bey bu siyasî formülü bulduğunu düşünürken, Dahiliye Vekili Recep Bey istifa etti!.. Bu istifa daha önce Recep Bey, İsmet Bey ve 'milliyetçiler' arasında ayarlanmıştı!"
- "Muhbire göre, Fethi Bey'in politikasının dayanağı, Sovyetler Birliği tarafından Türkiye'ye verilen bir teklifti. Her iki ülkenin eşit şartlarda temsil edildiği bir Karadeniz Havzası Müşterek Deniz ve Hava Filosu kurulması teklif edilmekteydi. Şayet teklif kabul edilirse, Sovyetler Birliği Türkiye'ye (10.000.000 altın ruble) kredi açacaktı."
- "Eğer Türkiye teklifi kabul edecek olursa, Sovyetler Birliği, Türkiye'ye TRANSKAFKASYA'nın idaresine yönelik bir RUS-TÜRK programı hazırlamak üzere iki ülkenin birlikte çalışmasını da teklif edecekti. İki ülke bu bölgede müşterek manda kuvvetleri statüsü elde edecekti. Gelir ve gider iki ülke tarafından paylaşılacaktı!"(sf.134)
Görüyor musunuz?.. MUSTAFA KEMÂL'in gerçek milliyetçi siyaseti sonucunda TÜRKİYE, "İngiliz mandası mı, Amerikan mandası mı?" tartışmalarından kendisi KARADENİZ ve TRANSKAFKASYA'da TÜRK MANDASI kuracak, bölgede hakimiyeti Ruslar'la paylaşacak noktaya gelmiş!..
R. Olson Mustafa Kemâl'i de dahil etmiş ve " 'Milliyetçiler' bu teklifleri duyunca telâşa kapıldılar,"
diye yazmış. Mustafa Kemâl bundan niye tedirgin olsun ki? Bir Bahriye Vekâleti kurmuş ve bu görevi İhsan Bey'e vermişti. R. Olson'a dönelim:
- "Muhbir şöyle devam ediyordu: 'Recep'in istifası üzerine, görevi bizim arkadaşlarımızdan biri olan Cemil Bey'e vermesi için Fethi Bey'e baskı yaptık.' "
- "Dahası, Fethi Bey teklifleri konusunda amansız bir milliyetçi olan Hamdullah Suphi'nin başkanlığındaki Büyük Millet Meclisi önünde ve Halk Fırkası Merkez Heyeti önünde bir konuşma yapmaya mecbur edildi. Merkez Heyeti Rus tekliflerini kabul etmedi."
- "Hadiselerin içeriden nasıl göründüğünü yansıtan muhbir, (yani hain bakan), Mustafa Kemâl'in bu arada Heybeliada'da kızağa çekilmiş olan İsmet'in dönüşüne kadar bu krizi atlatmaya çalıştığını belirtmektedir. Mesele şuydu: İsmet Bey, Musul meselesi halledilmeden görevi kabul edecek miydi?.."
- "Muhbire göre, eğer İsmet istirahata devam etmek isteyecek olursa, vaziyet daha kötüye gidecekti. Mustafa Kemâl İsmet'e bir telgraf gönderdi. İsmet'in eline 13 Ocak 1925'te ulaşan telgrafta özetle, 'Tedirgini olmayınız. Kara proje anlaşıldı ve tehir edildi. Tehlike dağıldı. Şimdi sadece daha iyi olduğunuzu bildiren müjdeyi bekliyoruz.' "
- "28 Ocak 1925'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Kurucu Heyet başkanı ve Meclis muhalefet lideri Kara Vasıf'ın, partinin İsmet Bey ile ilişkilerinin dış politika konusunda iyi olduğunu söylediği (istihbarî) raporlarda yer aldı. Terakkiperverler ile 'Kemalistler'in güç birliğinin temel sebeplerinden biri, Fethi'nin 'Rusçu politikası' idi!" (sf.135)
R. Olson'un "Kemalistler" dediği İsmet Paşa ve ekibi, "Rusçu" dediği de Fethi Bey ve herhalde onu göreve getiren Mustafa Kemal!.. BATI'ya dönük olanlar, Büyük Britanya'ya sempati duyanlar "Kemalist" ve "milliyetçi"; DOĞU'ya yönelik siyaset takip edenler "gayrımilliyetçi" !..
Devam edelim:
- "Mustafa Kemâl, 19 Şubat 1925'te İsmet Bey'e tekrar telgraf çekti ve Ankara'ya çağırdı. İngiliz istihbaratına göre İsmet Bey böyle bir davet beklemiyordu. 21 Şubat'ta İngiliz istihbaratı İsmet'in Ankara'ya dönüşüne dair hâlâ resmî bir sebep olmadığını, ancak üç sebep düşünülebileceğini bildirmekteydi: Türkiye'nin Sovyetler Birliği ve Fransa ile münasebetleri; Halk Fırkası'ndaki huzursuzluk; Kürdistan'daki (yazarın ifadesi) Şeyh Said İsyanı... Mustafa Kemâl bu kaygılarla İsmet Bey'i başvekâlet görevine davet etmiş olmalıydı. İngiliz istihbaratına göre, Şeyh Said isyanı, Türk hükûmetinin 1924 Ağustos'unda gerçekleşmiş olan Türk-Kürt Kongresi'nin kararlarının dikkate almamış olması nedeniyle meydana çıkmıştı."
- "İngiltere'ye) verilen raporlara göre, İsmet Bey, bu konudaki taleplere rağmen, Musul meselesi halledilmedikçe Başvekili olarak Fethi Bey'in yerine gelmeyi reddetmekteydi. Fakat bu arada, Fethi Bey'in kendi tavsiyelerine göre davranmasını istiyordu!" (sf.136)
Gördünüz mü çakal İsmet'i?.. Davul Fethi Bey'in boynunda, tokmak İsmet'in elinde olacak!.. İşler işi giderse, "Benim dediğimi yaptı, ondan bu sonucu aldık" diye kendine pâye çıkaracak, kötü giderse, günahı vebâli Fethi Bey'in olacak!.. İsmet, Mustafa Kemal'le beraberliğinde ve daha sonraki siyasî hayatında daima böyle davranmıştır.
Devam edelim:
- "İngiliz istihbaratı 2 Mart 1925 tarihinde Şeyh Said isyanı konulu diğer bir rapor daha hazırladı. BU RAPOR DA ESKİ BAKAN MUHBİR TARAFINDAN VERİLEN BİLGİYE DAYANILARAK HAZIRLANMIŞ OLMALI!.. İstihbarat kaynağı, 'Ankara, Diyarbakır Kongresi zamanında Kürt reislerine verdiği sözü tutmalı,' diyordu. Mevcut hükûmetin onlara aldırış etmemesinden yakınıyordu. Muhbire göre, Kürtler'in böylesine kritik bir dönemde -Musul meselesi çözüm safhasına gelmişken- isyana kalkmış olmalarının sebebi buydu. Yabancı tesiri ve yeni rejime karşı artan tepki, 'ancak ikinci derecede âmiller arasında' sayılabilirdi." (sf.137)
Demek ki, Şeyh Said isyanında "yabancı âmiller" varmış!.. Ve bu "yabancı âmiller" Kürtler'i "tesâdüfen" tam Musul meselesinin halledilmek üzere olduğu dönemde kışkırtmış!.. Ama muhbir hain bakan bu "yabancı âmiller"i küçümsüyor ve bakın durumu İngilizler'e nasıl anlatıyor:
- "Muhbire göre, Ankara'nın Diyarbakır Misâkı'nın şartlarını yerine getireceğini ilân etmesi, Kürtler'i teskin etmeye yetecekti. (Muhbir) şöyle devam ediyordu:
- Hükûmet kendi ihmalini kabul etmeyeceğine göre, Avrupa efkâr-ı umumiyesini tatmin iç in, isyanın ecnebi entrikaları ve irtica kuvvetleri tarafından düzenlendiği gibi açıklamalar yapacaktır... ki, bunlar, basın, demeçler, vs. ile kolaylıkla yayılmaya müsaittirler. Bu vasıtalarla, tüm irtica mihraklarını susturabilir veya tehdit edebilir. Hem muhalefeti, hem de ecnebileri felç edebilir.
- Biz (yani hainler ekibi), Hükûmetimiz tüm dikkatini ve kuvvetini Kürt tehlikesine ayırmak mecburiyetinde kalmışken, Türk hükûmetinin bu zeminde bu tür kararlar alamayacak bir vaziyette olmasını bahane edip zaman kazanmalıyız!
- Fakat bu meselenin hallinden sonra -ki, Musul meselesiyle yakından bağlıdır- sözünü ettiğimiz konularda da dostça bir hal tarzına gitmek hayli kolay olacaktır."
Hain bakanın âdeta bir İngiliz memuru gibi yaptığı bu tahlili ve haince planı, bakın Olson nasıl değerlendiriyor:
- "Ankara hükûmetinde hayli yüksek bir mevkide bulunmuş eski bir memur olan muhbirin sağladığı malûmat öylesine doğru çıkmıştır ki, bu bilgilerin genelde Türkiye siyasetine ve özelde Kürtler'e yönelik İngiliz politikasını etkilediği bile söylenebilir!"
- "Muhbir bakanın muhakemesinde ve teşhislerinde görülen bir kaç hatadan birisi, Şeyh Said isyanının başladığı zeminde, Ankara hükûmetinin Kürtler'e vermiş olduğu vaatleri yerine getireceğine dair bir açıklama yapabileceğine inanmasıydı. Türkiye böyle bir açıklama yapmadı."
(sf. 138)
Peki, MUSTAFA KEMÂL'in yakın çevresinde yer alabilmiş, TÜRK hükûmetinde BAKAN olacak kadar yükselmiş bu HAİN kim? İngiltere'nin TÜRKİYE politikasını, Kürtler'le ilişkisini etkileyecek kadar doğru, devamlı ve teferruatlı bilgi aktaran, kendi devleti, vatanı ve milleti aleyhine casusluk yapan, Türkler'den çok İngilizler'den medet uman kim??? 1980 yılında bile adı arşivlerde saklı tutulan bu önemli İngiliz ajanı Türk hükûmeti bakanı kim???
Hain bakanı araştırmayı bir sonraki sayfaya bırakıp, MUSUL meselesi üzerinde biraz durmak istiyoruz.
Bilindiği gibi, Lozan 1. dönem müzakereleri üzerinde Meclis'te büyük tartışmalar olmuş, MUSTAFA KEMÂL bu MİLLÎ MÜCADELE Meclisi'ne az-biraz kazanılmışları, hatta Churchill'in daha 1920'de razı olduğu toprak miktarını kabul ettiremeyeceğini anlayınca seçime gitmiş, Meclis'i yenilemişti.
MUSTAFA KEMÂL, aslında MUSUL'u MİLLÎ MİSÂK hudutları dahilinde görüyordu. Bunu da 30.1.1923 tarihinde "MUSUL vilâyeti TÜRKİYE Devleti hukuk-u millîsi dahilindedir. Buralarını ANAVATAN'ından koparıp şuna buna hediye etmek hakkı kimseye ait olamaz," diyerek belirtmişti. Ancak daha sonra, ne olduysa, "Harita da yok" diye bir bahane ile İngiliz elinde kalmasına ses çıkarmadan razı olmuştu.
Acaba bu tavır değişikliğinde İsmet'in ve casus bakanın rolü neydi?
MUSUL'un MİSÂK-I MİLLÎ'ye dahil olduğunda hiç şüphe yok. Lozan müzakereleri sırasında Başvekil Rauf Orbay Meclis görüşmelerinde sık sık dile getiriyordu. Meclis'teki Kürt kökenli aşiret reisleri MUSUL'un mukadderatının ileriye bırakılamayacağını söylüyorlardı. Erzurum mebusu Hüseyin Avni şöyle diyordu:
- "Kendi kendimizi aldatamayız, efendiler! Musul bir sene intizarda (beklemede) bulunacak... Bu ne demektir efendiler?.. Bu milletle istihzadır (alay etmedir). İngilizler'den Mısır'ı geri aldınız mı?.. Kıbrıs'ı aldınız mı efendiler?..Musul'u bugün sana vermeyen, yarın niye versin?
Başkumandan Paşa'ya söylüyorum ki: Paşa!.. Ordunun başına otur! Başka işin yoktur! Hudutlara bayrağını rekzet, süngünü (düşmanın) gırtlağına daya!" (Yalçın Küçük, Gizli Tarih 1)
Operatör Emin Bey:
- "Efendiler! Yalnız MUSUL ile kalmaz! MUSUL'u verdiğimiz gün, hudut ERZURUM olur!"
Mustafa Durak Bey:
- "MUSUL'u bir sene sonraya tâliki demek... MUSUL'u kaybetmek demektir! MUSUL'u kaybettikten sonra, senin ŞARK'ta bir yerin kalmamıştır!"
Sırrı Bey:
- "MUSUL'u Cemiyet-i Akvam'a vermek, İNGİLİZLER'e vermek demektir!"
İşte Meclis'teki hava buydu. MUSTAFA kEMÂL neden pasif davranmıştı? Şeyh Said İsyanı, hükûmet değişikliği ve Takrir-i Sükûn kanunu... Bunların üçü bir arada geldi, ve MUSUL ile KERKÜK bu dönemde elden gitti.
Bir de bir anekdot var. Kâzım Karabekir İsmet Paşa'yı istirahate çekildiği dönemde ziyarete gider. Tarih 30 Nisan 1924... Ve olanları şöyle anlatır:
- "İsmet Paşa biraz sükûttan sonra bambaşka bir zemine geçti. 'Kâzım, Musul boş! Şunu işgâl ediversene,' deyiverdi. Ben, 'Bu hareket İngilizler'e ilansız harp olur. Mustafa Kemal Paşa'ya da söyledim: Siz Hilâfet'i lağv etmede acele etmeyerek herhangibir şekilde almaya muvaffak olurdunuz, dedim' diye cevap verdim. "
Ama 1926 yılında İngiltere'nin başı savaş düşünemeyecek kadar dertte idi. 1925-26 yıllarında Büyük Britanya'da önce genel grev, sonra madenciler grevi çıkmış ve ülkeyi sarsmıştı. Sanırız, "Vâdim O Kadar Yeşildi ki!" filmi bu dönemi anlatmak iin yapılmıştı. İngiltere zor durumda idi. Musul için bastırabilirdik, bastırmadık.
Miustafa Armağan, MUSUL'u baştan kaybedişimizin sebebini üçkâğıtçı bir Alman teyyareciye bağlayarak şöyle yazar :
- "28 Ekim 1918.. (Mondros Mütarekesi'nden iki gün öncesi) İngiliz orduları doğu sınırlarımıza doğru ilerlemektedir. Ordu merkezinden uzakta bulunan ALİ İHSAN (SABİS) PAŞA haberleşme hatları kesik olduğu için, bulduğu bir Alman teyyarecisini külliyetli miktarda altın karşılığında hayatî bir görev için kiralar. Alman'ın görevi, uçağı ile havalanıp yazılı bir talimatı Merkez Grup Kumandanlığı'na atmaktan ibarettir."
- "Ama havacı 'attım,' deyip altınları cebe indirse de, atmadığı sonradan anlaşılacak, iş işten geçmiş olacaktır!..Emir yerine ulaşsaydı, ALİ İHSAN PAŞA'nın başında bulunduğu DİCLE GRUBU, zayiat vermeden MUSUL'daki ordu merkezine çekilecek, belki de hiç çıkmayacaktı!"
- "Böylece bu değerli kolordu ve silahları İngilizler'e teslim edilmeden, ileride Anadolu savunmasında, tıpkı Kâzım Karabekir'in Kafkas ordusu gibi kullanılabilecekti."
(Yakın Tarihin Kara Delikleri, sf.166-167)
Sonunda Cemiyet-i Akvam 16 Aralık 1925 günü MUSUL meselesini Büyük Britanya lehine karara bağladı. Türkiye hiç değilse, bütün diğer terketmek durumunda kaldığımız topraklarımız gibi "İşgâlci ve hâlihazırdaki hükümran devletler o topraklardan ayrılma durumunda kaldıklarında asıl sahibi TÜRKİYE'ye iade edilir," şeklinde bir talepte bulunabilirdi. Yapmamıştır. Bunun yerine 17 Aralık'ta Sovyetler Birliği ile bir dostluk antlaşması imzalamıştır.
MİSÂK-I MİLLÎ hudutları aslında 1919 yılı Haziran ayında, Damat Ferid Paşa'nın sadâreti sırasında İstanbul'daki MECLİS-İ MEB'USÂN tarafından kabul edilip resmiyet kazandı. Paris'te dile getirildi ve İstanbul hükûmetleri tarafından da savunuldu. MUSUL-KERKÜK, HALEP vilâyeti MİSÂK-I MİLLÎ'ye dahildi. Sonradan ortaya çıkan ve ATATÜRK'ÜN VASİYETİ olarak İsmet Paşa'ya, ondan da Bülent Ecevit'e intikal eden husustur. Öyle gizli-kapalı da değildir. General Mc Arthur ile yaptığı görüşmede dile gelmiştir ve aslı şudur:
- "ALLAH nasip eder, ömrüm vefa ederse, MUSUL, KERKÜK ve ADALAR'ı geri alacağım! Selânik dahil BATI TRAKYA'yı TÜRKİYE hudutları içine katacağım!"
Bu aslında her TÜRK HÜKÛMETİ'nin başbakanına hitap eden bir vasiyettir. MUSUL, KERKÜK, HALEP, 12 ADA ve bunlar aralarındaki küçük adalar, KIBRIS, BATI TRAKYA!.. Bunlar bizimdir, er-geç alınacaktır.