27 Mart 2012

İSLAM DİNİNDE BİLMEMİZ GEREKEN ZARURETLER

YARDIM DERNEKLERİ, KUMAR, SİGORTA
 
213 - Yeşilay, Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, İhlâs Vakfı gibi çeşidli ismler altında kurulmuş olan yardım teşkilâtı, dînin (Hibe) ahkâmına tâbidirler. Yâni bunlar, yardım yerleridir. Vakf değildirler. Vakf malı, vakf eden kimsenin koyduğu şartlara göre idare edilir. Yardım müesseseleri [dernekleri] ise, reîslerinin [başkanlarının] emrine, arzusuna göre iş görür. Dernekte toplanan hediyeler [mallar, paralar], başkanın mülküdür. Bunlar, başkanın emri ile, fakirlere, âfet, zarar görenlere, her nev' hayrât ve hasenâta ve din, fen, ahlâk kitapları bastırılıp, dağıtılmasına, mekteplere, hastahânelere sarf olunur. İdare heyeti üyeleri, başkanın müşâvirleridir. Müşterek alınan kararlar, dinde, başkanın emri demektir. Ücretli ve ücretsiz iş görenler, başkanın memurları, vekîlleridir. Başkası başkan seçilince, eskisinin, bütün malları buna temlîk ve teslim etmesi lâzımdır. Derneğe yapılan her bağış, başkanın şahsına hibe edilmiş olur.
(İhtiyâr) kitabı (Hibe)yi anlatırken diyor ki: Hibe, hediye vermek, karşılıksız temlîk, bağışlamak demektir. Bağış sahipleri verdim der, başkan [veya vekîlleri] de aldım der ve sözleşilen yerde veya sonra, hibeyi yapanın izni ile kabz eder. Yâni teslim alır. Kabzdan önce, Îcap veya kabûlden vazgeçebilirler. Bu Îcap ve kabûl ve kabz işlemleri yapılınca, bağış başkanın mülkü olur. Küçük çocuğa verilen hediyeyi, kendisi, anası veya velîsi kabz edebilir. Taksîmi mümkün olmıyan malı hibe etmek câizdir. Mal hibe olunur. Menfaat hibe olmaz. Bir malın yalnız menfaatini, yâni kullanılmasını hibe etmeye (Âriyet) denir. Bu mal, kullananın elinde emânet olur. Evi, oturmak için âriyet vermek câizdir. Taksîmi mümkün olan malın parçası taksîmden sonra hibe olunur. Binânın parçası, ağaçtaki meyve ve tarladaki ekin böyledir. İki kişinin ortaklaşa mâlik oldukları bir malı [meselâ bir evi], bir kişiye hibe etmeleri câizdir. Bir kişinin [bir malı] iki [veya daha fazla] kişiye hibe etmesi câiz olmaz. [Taksîmi mümkün ise, ayırıp, parçalarını herbirine ayrı ayrı vermelidir. Bunun için, bağışın yardım kurumuna değil, kurumun başkanına yapılması lâzımdır. Bağış, hükmî şahsa değil, hakîkî şahsa verilince, sahih olur.] [Bir malın] iki fakire sadaka verilmesi câizdir. Fakire hibe edince, sadaka olur. Zengine sadaka diyerek verilen, hibe olur. Mahrem akrabâsı veya nikâhlısı olmıyan kimseye hibe edilen malı geri almak câizdir. Fakat karşılığı verilmiş ve kabz edilmiş ise, verilen şey çoğalmış ise yâhut ikisinden biri ölmüş ise veya verilenin mülkünden çıkmış ise, geri alınamaz. Hayvanın yaşlanması, büyümesi, nebâtın büyümesi, kumaşın boyanması, kesilip biçilmesi, çoğalması sayılır. Verilen şeyin miktârının veya kıymetinin azalması, geri alınmasına mani olmaz. Karşılığı bir başkası da verebilir. Karşılık olduğu söylenmiyerek verilen şey karşılık olmaz. Karşılık az veya çok olabilir. [Hibeyi alanın verdiği makbûz karşılık olur.] Belli bir şeyi karşılık vermesi şartı ile hibe etmek câizdir. Karşılığı kabzdan önce herhangi biri vazgeçebilir. Kabz edildikten sonra, ancak ikisinin rızası ile vazgeçilebilir. Birisine, (Ölünciye kadar evimde otur!) demek câizdir. Ölünce ev, sahibine, ölmüş ise vârisine geri verilir. (Evimde otur. Birimiz ölünce, ev kalanın olsun!) demek bâtıldır. Biri birinin ölmesini bekleyeceği için, buna (Rukbî) denildi. Mülk sahibi olmayı ölüme ve başka tehlikelere bağlamak sahih değildir. [Yangın, ölüm, kaza gibi sigortalar, bu bakımdan câiz olmadıkları gibi, kumar oldukları için de haramdırlar.] Sadaka verilen şey, hiç geri alınamaz. Malından bir miktârını sadaka vermeyi adayan kimse, bu sadakayı zekât malından verir. [Ticâret malı yoksa, altın veya gümüşten geçerli olanı verir.] Başka mallardan veremez. Miktâr bildirmedi ise, her cins zekât malından mâlik olduklarının hepsini verir. [Kâğıd ve her metal para, zekât malı değildirler. Altın ve gümüşten para olarak geçerli olanın karşılığı olarak kullanılan senetlerdir. Bunların yerine, kıymetleri kadar, altın, gümüş verilir.] Evini [veya belli bir malını] sadaka etmeyi adayan kimse, bunu veya kıymeti kadar altın, gümüş sadaka verir. (İhtiyâr)dan tercüme tamam oldu.
214 - Aşağıdaki yazılar, (Mecelle) kitabından alınmıştır:
833) Bir malı, karşılıksız olarak başkasına vermeye (Hibe) denir. Malı teslim aldığı zaman, onun mülkü olur.
834) Hibe etmek için birisine getirilen veya gönderilen mala (Hediye) denir. [Birisine hediye göndermek, ona olan sevgiyi bildirmek olur. Hadis-i şerifte, (Bir din kardeşinizi seviyorsanız, sevdiğinizi kendisine bildiriniz!) buyuruldu. Bunun için, hediye vermek ve hediye kabûl etmek sünnettir.]
835) Sevap kazanmak için fakire hibe olunan mala (Sadaka) denir.
836) Birşeyi karşılıksız yimesi için birine izin vermeye (İbâha) etmek denir.
839) Birşey demeden karşılıklı vermek, hibe olur.
840) Birinin göndermesi, ötekinin kabzı hibe olur.
841) Bu malı sana hibe ettim dese, öteki de, orada kabz etse, yâni alsa hibe tamam olur.
845) Müşteri, malı teslim almadan başkasına hibe edebilir.
847) Alacağını borçluya hibe etse veya borçluyu (ibrâ) etse, yâni alacağım yoktur dese, borç kalmaz.
849) Kabz olunmadan önce, ikisinden birisi ölse, hibe bâtıl olur.
850) Âkıl, bâlig olan çocuğuna hibe edince, kabz etmesi lâzımdır.
853) Bâlig olmamış, âkıl çocuğun da kabzı lâzımdır.
854) Gelecek ay başında, şu malı sana hibe ettim demek sahih olmaz.
855) Bir kimse, kendi borcunu edâ etmek şartı ile birine birşey hibe ettikte, borç ödenince, hibe lâzım olur. Ödemezse, hibeden vazgeçebilir. Ölünciye kadar nafakasını vermek ve kendine hizmet etmek şartı ile evini birine hibe ve teslim ettikte, hizmete başlarsa, evi geri alamaz.
856) Hibe ederken malın mevcut olması şarttır. Hazır olması şart değildir.
857) Başkasının malı, ondan izinsiz hibe edilmez.
858) Mal mâlûm ve mu'ayyen olmalıdır.
859) Hibe edenin âkıl ve bâlig olması şarttır. [Bundan dolayı, meyyitin günahlarını, borçlarının iskâtı için devr yapılırken, fakirler arasına çocuk oturtulmaz.] Fakat, çocuğa hibe etmek sahihdir.
860) Cebr ve ikrâh ile hibe sahih değildir.
861) Hibe kabz edilince mülk olur. Satın alınan mal ise, söz kesilince, kabz edilmeden evvel mülk olur.
862) Kabz edilmemiş hibe geriye alınabilir.
873) Alacağını borçlusuna veya başkasına hibe eden, vazgeçemez.
876) Düğünlerde getirilen hediye, getirilen kimse belli değil ise, memleketin âdetine bakılır.
879) Ölüm hastası, vârislerinden bir kısmına hibe edemez. Malının üçte birini vârislerinden başkasına hibe ve vasıyet edebilir.
Bir kimse, birkaç kişi arasından dilediğine hibe yapabileceği gibi, bunlar arasında (Kur'a) çekerek isâbet edene de hibe yapabilir. Kur'a, başkası tarafından yapılan ikrâmiyyeye, yardıma kavuşmak istiyenler arasında çekilir. Kur'aya katılacaklardan hiçbir karşılık istememek şarttır. Birşey alırsa, aldıklarını dağıtmış olur. Aldıkları kendinde emânet olup, bunları sahiplerine vermesi lâzım idi. Kullanması haram idi. O ise kullandı ve çoğunun haklarını ödemeyip, diğerlerine verdi. Haram olarak verdiklerine kendi malından da ekledi.
215 - Birşey satan kimsenin, akt yaparken, yâni söz kesilirken, müşterîye hediye vereceğini şart eylemesinin câiz olmadığı, fakat fâsid şartı aktten evvel söyleyip, akt yaparken söylemezlerse, câiz olacağı (Se'âdet-i Ebediyye) kitabının (Fâsid olan satışlar) maddesinde yazılıdır. Buna göre, bazı müşterîlerine ayrıca hediye vereceğini ve hediye vermenin kaç satış devam edeceğini ilk satıştan evvel haber verip, akt esnâsında şart etmez ise, aktten sonra bu vaadini söylemesi ve yerine getirmesi câiz olur. Çünkü hediyeyi böyle şart etmesi, aktten sonra, semenden bir miktârını tenzîl etmek olup câizdir. Semen kabz edilmiş ise, bu tenzîl, yeniden akt olur. Tenzîl edilen miktârı müşterîye geri verir. Semen kabz edilmemiş ise, birinci akt, tenzîlli semen ile yapılmış olur. Her iki hâlde de, hediye müşterinin malı, mülkü olmaktadır. Müşterîler arasında piyango çekerek, hediyeyi yalnız kazananlara vermesi haramdır. Çünkü, kazanmayanların malını gasb edip, bunları kazananlara vermiş olur.
İbnî Âbidîn (Redd-ül-muhtâr) dördüncü cildi, Mısr baskısının yüzyirmibirinci sayfasında diyor ki, (Bey'in îcâbı olmıyarak, satıcıya veya müşterîye faydası olan bir şart ile yapılan satış fâsid olur. Bâyı'den buğdayı un yaptıktan veya meyveyi topladıktan sonra teslim etmesini veya peşin olarak pazarlık edince, semeni [parasını] vermeden önce malı teslim etmesini yâhut semeni başka köyde vermeyi veya bâyı'in müşterîye birşey hediye etmesini, mebî'i belli bir zaman sonra teslim etmesini şart etmek, bey'i ifsâd eder. Fâsid satış yapmak haramdır. Feshetmeleri [vazgeçmeleri] vâcibdir. Başka yerdeki birine, falanca malımı sana şu kadara sattım veya seni nikâh ettim yazsa veya haberci gönderse, o da, teklîf olunanı anlayınca, kabûl etse, sahih olur.) Görülüyor ki, satıcının, alıcılara bir mal hediye edeceğini gazete ile önceden ilân etmesi, okuyanların da, bu malı bunun için satın almaları, fâsid satış olmaz. Meselâ, satın alınan mal arasından çıkan kâğıdda, (Size şu hediyemiz verilecektir. Gelip alınız!) yazılı ise, bunu alması câiz olur. Gazeteci önceden bildirip, gazete satın alınırken söylenmezse alması câiz olur. Tüccârın ve gazetecinin şart eylediği hediyeler, ilim kitabı ise, emr-i mâruf da olur.
(Hindiyye)de diyor ki, (Falandan alacağım para ile diyerek satın almak fâsiddir.) Borçlusundan almış olduğu (Bono) denilen senedi vererek birşey satın almanın câiz olmadığı, buradan da anlaşılmaktadır. Kendisi, yeniden yazıp vermelidir.
216 - Birkaç kimse, aralarında para, mal toplıyarak piyango çekip, isâbet etmiyenlerin, isâbet edenlere mal, para vermelerini sözleşmelerine (Kumar) denir. Oyun, yarış, torbadan ism, numara çekmek, içinde kendi ismi yazılı birşeye kavuşmak veya bir zarara, felakete yakalanmak, bir suâlin cevabını bulabilmek gibi şartların hâsıl olması şekllerinde piyangolar vardır. Satıcıların yaptıkları piyangolar ve ziyân ve felaket sigortaları, milletleri, fakirleri, işçileri sömürme vâsıtalarıdır. Çünkü, ziyân ve felaket sigortaları, kumarhâneler ve bankerler, birçok kimsenin malını elinden alarak, bunu kumar ve fâiz ile başkalarına vermekte, başkalarından aldıkları haram paranın arslan payı da piyangocunun, bankacının, ceblerine girmektedir. İşçi sigortaları yukarıdakiler gibi düşünülmemelidir. Bu sigortalarda ve emânetcide toplanan ve maaşlardan kesilen malların, paraların (Lukata) hükmünde olduklarını, büyük âlim Abdülhakîm efendi, vaazlarında bildirmiştir. Lukata, yerde bulunan mal demektir. Bunlar ve mâl-ı habîs, sahiplerine geri verilir. Sahipleri bulunamazsa, fakirlere verilir. Eline geçen fakirin mülkü olurlar.
İbni Âbidîn beşinci ciltte diyor ki, ok atmak ile, at koşusu ile yarışmak câizdir. Yarışan iki kimseden yalnız birinin, (Beni geçersen, sana şunu vereceğim. Ben geçersem, senden birşey istemem) demesi veya yarışmaya karışmıyan birinin, (İkinizden kazanana şunu vereceğim. Kazanmıyan birşey vermiyecek) demesi câizdir. (Kazanamıyan, kazanana şunu verecek) denirse, kumar olur. Haram olur. Kumar sözü, kamerden gelmektedir. Kumarcılardan herbirinin malının artmak ve azalmak ihtimali vardır. Birinin malının yalnız artması, ötekinin yalnız azalması ihtimali varsa, kumar olmaz. Eğer, üçüncü bir kimse, ikisinin atlarını geçmesi şüpheli olan bir at ile yarışa katılıp, (Sizi geçersem, ikinizden de alırım. Siz beni geçerseniz, size birşey vermem, hanginiz ötekini geçerse, ondan alır) demesi de câiz olur. İki ilim adamı, bir suâle farklı cevap verdiklerinde, mal üzerinde sözleşmeleri de böyledir. Evkaf idare meclisi reîsi Kemâl Âtıf bey, 1330 [m. 1912] tarihli (Mecelle şerhi), 1151. maddesinde diyor ki, (Kur'a üç nev'dir: Ortaklardan bazısının hakkını ibtâl etmek, bunu hakkından mahrum etmek için olur ki, bâtıldır. Haramdır. Aynı vasfları, şartları hâiz kimseler arasından birini seçerken, kalbleri kırılmasın diye aralarında kur'a çekmek câizdir. Bir mala müşterek mâlik olanlardan her birinin hissesini ayırmak için de, kur'a çekmek câizdir.)
217 - Büyük fıkh âlimi İbni Âbidîn (Ukûd-üd-dürriyye) fetvâ kitabında diyor ki:
Bir mescide vakf veya hediye edilen mumun yarıdan azı kalsa, imamın, müezzinin alıp evine götürmesi âdet olan yerlerde almaları câiz olur.
Tarladan alacağı mahsûlün belli kısmını Ömere vereceğini vaat edince, vermesi lâzım olmaz. Verirse, iyi olur.
Yabancı kadınla bir yerde yalnız kalmaya (Halvet) denir ki, haramdır. Fakat, borclusu kadın kaçarsa, arkasından evine girip, borcunu almak, ihtiyâr kadınla kalmak ve aralarında perde olunca kalmak câiz olur.
Erkeğin, nikâh ile alması ebedî haram olan kadınların, meselâ zevcesinin annesinin ve büyük annelerinin ve kendi halasının, teyzesinin ve anası, babası halalarının, teyzelerinin başlarına, kollarına ve bacaklarına şehvetsiz bakması câizdir. Süt ile akrabâ da, neseb ile akrabâ gibidir. [Âhıret kardeşi böyle, akrabâ değildir.]
Çalgı ve oyun âletlerini satmak, satın almak ve bunları ve çalgıcı, şarkıcı insanları ve zinâ eden kadını kira ile tutmak câiz değildir.
Evliyânın kabirlerine örtü, sarık koymak, üzerlerine türbe yapmak, câhilleri, gâfilleri edebli, terbiyeli yapacağı için câizdir. Onların mübârek ruhları, kabirlerinde hazır olurlar. Burada edebli, terbiyeli bulunanlar, ruhlarından feyz, bereket alırlar. [Sanduka, türbe yapmak, örtü, sarık koymak, ölüler için değildir. Dirilerin edebli olarak feyz almaları, faydalanmaları içindir. Görülüyor ki, bunlar, ölü için değil, diriler için yapılmaktadır.]
Dirilerin yaptığı duâların ölülere fayda vereceğini, âlimler sözbirliği ile bildirmişlerdir. Kur'an-ı kerim okuyup da sevabını ölülerin ruhlarına gönderince, onlara fayda vereceğini üç mezhep âlimleri bildirmiştir.
Kandil, bayram gecelerinde minârelerde ve başka yerlerde fazla ışık yakmak câiz değildir.
Kadının güzelliğini ve başka haram şeyleri bildiren şarkı, bunları tegannî haramdır.
Âlimin, delîllerini bilerek [dîne hizmet niyeti ile] mezhep değiştirmesi câizdir. Câhilin, dünyalığa, şehvetine kavuşmak için başka mezhebi taklîd etmesi câiz değildir, mekruhtur. Âlimin böyle yapması haramdır. Bulunduğu mezhebin fıkh bilgilerini öğrenmesi güç olan kimsenin, öğrenmesi kolay olan mezhebe geçmesi vâcib olur. Zîrâ, dört mezhepten birinin fıkh bilgilerini öğrenmek, câhil kalmaktan hayrlıdır.
Fena kokulu şey yiyenlerin ve üstü, başı, yarası fena kokanların câmilere ve toplantılara girmeleri câiz değildir.
Biti, akrebi ve her hayvanı diri iken yakmak câiz değildir. İçinde karınca bulunduğu zan olunan odunu [bir yere çarparak silkeledikten sonra] yakmak câizdir. Kuduz köpek gibi zararlı hayvanları eziyyet etmeden öldürmek câizdir. Başka çâre olmayınca yakmak câiz olur. Zarar vermiyen hayvanları öldürmek mekruhtur.
Kabûl edeceği zan olunan kimseye emr-i mâruf yapmak vâcibdir. Kul hakkıdır.
Hadis-i şerifte, (Sakalınızı uzatarak ve bıyığınızı kırkarak müşriklere muhâlefet ediniz!) buyuruldu. Üstü, başı, elbisesi temiz, güzel olanın sözü, nasihatı, te'sîrli, kıymetli olur. Böyle olmak sünnettir. Bunun için, bıyığın kısa olması sünnettir. [İbni Âbidîn (Redd-ül-muhtâr)da, orucun mekruhlarında diyor ki, (Hadis-i şerifte (Sakalı uzatın!) buyuruldu. Bu emr, sakalı bir tutamdan kısa yapmayın ve kazımayın demektir. Sakalı bir tutam, yâni dört parmak eninde uzatmak sünnettir. Fazlasını kesmek de sünnettir. Bir tutamdan kısa olmasına hiçbir âlim izin vermemiştir. Bir tutam, çeneyi alt dudak kenârından avuçlıyarak ölçülür. Kazımak da, yahudilere ve mecûsîlere benzemek olur.) Kâfirlerin kötü işlerini taklîd etmenin mekruh olduğu, namazın mekruhlarında yazılıdır. Zamana uymak için kazımak mekruhtur. Sakalı, kadınlara benzemek için kazımak haramdır. Özr ile kazımak câizdir. Bâzan da lâzım olur. Sakalı bir tutamdan kısa yaparak, sünnet olan sakalı uzattığını zannetmek bid'attir. Bid'at işlemek haramdır. Büyük günahtır. Böyle kısa sakalı bir tutama kadar uzatmak vâcib olur.]
Peygamberimizin dedeleri, nineleri, Âdem aleyhisselâma kadar, hep mümin idi. Mâlikî âlimlerinden Ebû Bekr Arabî, (Resûlullahın mübârek babası Cehennemdedir diyen mel'ûndur) buyurdu. Bu, îtikat mes'elesi değildir. Kalb ile bir ilgisi yoktur. Resûlullahı incitecek şey söylemek câiz değildir.
Müctehid bulunmadığı zamanda, evvelce vefât etmiş olan müctehidin fetvâsı ile amel etmek câizdir. Menfaati olan bir şeyin haram olduğu bildirilmemiş ise, o şey mubâh olur. Zararlı olan şeyi yimek, içmek haramdır. Menfaati ve zararı bilinmiyen şeye helâl denir. Bunun için, tütün içmeye haram dememelidir. Hem de, dinde bid'at değildir. Âdette bid'attir. Bazı kimselere zarar verirse, yalnız bunlara zarar verecek miktârda içmek haram olur.
Bir şeyin, zamanın, yerin uğursuz olması, yahudilikte vardır. İslâmiyette uğursuzluk yoktur. Câhillerin sünnet veya vâcib sanacakları şeyi yapmak mekruh olur.
Avâmın, yâni câhillerin fıkh kitaplarına göre amel etmeleri lâzımdır. Âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden hükm çıkarmaları câiz değildir. Yüzsekizinci sayfaya bakınız! Fıkh kitaplarına uymıyan bir âyet-i kerime veya bir hadis-i şerif görülürse, bunun mensûh veya tevilli, yâhut mercûh olduğu anlaşılmalıdır. Bunun için, imam-ı a'zam Ebû Hanîfenin bir sözü, bir hadis-i şerife uygun olmazsa, bu hadis-i şerifi bilmiyormuş demek câiz değildir. Çünkü, bu hadisi işitmiş, fakat sahih olduğuna inanmamış veya tevil edilmesi lâzım olduğunu anlamıştır demelidir. [Bu satırlar, (Berîka)nın doksandördüncü sayfasında de yazılıdır. Vehhâbîlerin, Seyyid Kutubcuların ve Teblîg-ı cemaatcı denilen mezhepsizlerin yanlış yolda ve haksız olduklarını göstermektedir.]
Câizdir demek, sahih olur, helâl olur demektir.
Bağlı olduğu mezhebe sâdık olmak, her işini mezhebine uygun yapmak vâcibdir. Fakat, teassub câiz değildir. Teassub, diğer üç mezhebi haksız bilmek, onları incitmektir. Çünkü, dört mezhebin herbiri haktır, doğrudur.
[Bir mezhepte bulunan, diğer üç mezhepteki müslümanları kardeş bilir. Onları incitmez. Birbirlerini severler, yardım ederler. Allahü teâlâ, müslümanların îmanda birleşmelerini, Eshâb-ı kirâm gibi inanmalarını emrediyor. Eshâb-ı kirâmın îmanlarını öğrenip, kitaplarına yazanlara, (Ehl-i sünnet) denir. Bütün müslümanların, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îman etmeleri lâzımdır. Sonradan çıkan selefiyye ve mezhepsizlik inanışlarının bozuk olduğunu bilmemiz lâzımdır.
İnanışları birbirine uymayan ve Eshâb-ı kirâmın inanışlarına hiç benzemeyen kimselerin birleşmeleri, kardeş olmaları düşünülemez. Müslümanları aldatmak için, kendi felaket yollarına sürüklemek için, kardeşlik maskesi altında bölücülük yapıyorlar.
Bütün müslümanların tek ve doğru olan Ehl-i sünnet inanışında birleşerek Allahü teâlânın emrine uymaları, bu ortak inanışın hâsıl edeceği rahmet-i ilâhiyyeye, kardeşliğe, sevişmeye kavuşmaları lâzımdır. Ehl-i sünnetin amelde dört mezhebe ayrılmalarını dînimiz emretmekte, bu ayrılığın rahmet ve merhamet netîcesi olduğunu bildirmektedir.
Amelde mezheplerin bir aded olmayıp, dört olmasının, lüzûmlu, faydalı olduğu, akıl ile de kolay anlaşılmaktadır. İnsanların yaratılışları birbirlerine benzemediği gibi, sıcak çölde yaşıyanlara, bir mezhebe uymak kolay olurken, kutublara yakın yerlerde yaşıyanlara, başka mezhebe uymak kolay geliyor. Dağda yaşıyanlara, bir mezhep kolay iken, denizcilere, bu mezhep güç oluyor. Bir hastaya bir mezhep kolay iken, başka hastalık için, başka mezhep kolay oluyor. Tarlada çalışanlarla, fabrikada, askerlikte çalışanlar için de, bu ayrılış görülmektedir. Herkes, kendine daha kolay gelen mezhebi seçip, taklîd ediyor veya bu mezhebe tamamen intikal ediyor. (Cemaat-i teblîgıyye) denilen mezhepsizlerin, Mevdûdîcilerin, Abdühün ve Seyyid Kutb gibilerin istedikleri gibi, tek bir mezhep olsaydı ve herkes tek bir mezhebe uymaya zorlansaydı, bu hâl çok güç, hattâ imkânsız olurdu.]
Hakkını kurtarmak için ve zâlimden kurtulmak için, yalan söylemek [ve rüşvet vermek] câiz olur.
Arabîden başka dillerdeki fıkh kitapları delîl, senet olamaz. İçlerinde tercüme hatâsı bulunabilir.
Namazdan sonraki tesbîhleri okurken otuzüç adedine dikkat etmek lâzımdır. İslâmiyetin emirlerinde, hikmetler, faydalar vardır. Bu adedler, ilâcın miktârı gibidir. Ziyâde veya noksan olursa, istenilen fayda hâsıl olmaz.
Ekmeği öpmek, âdette bid'attir. Niyete göre müstehab veya mekruh olur.
İmâm-ı Muhammed Gazâlî, kendi zamanındaki fıkh âlimlerinin en üstünü idi. Şâfi'î fıkh kitapları, hep onun kitaplarından vesikalar vermektedir.
[Kâfirler, mezhepsizler, vehhâbîler, bu büyük islâm âlimine ve benzerlerine, (İslâm filozofu), yazılarına ve bütün (İlm-i kelâm), yâni (Akâid) kitaplarına da, (İslâm felsefesi) diyorlar. Hâlbuki, islâmiyette felsefe yoktur. İslâm âlimleri, filozof değildir. Felsefe, din, ruh ve ictimâî bilgi câhillerinin, bu bilgilerden, kendi kısa akılları ile ve zamanlarındaki fennî keşflere göre, anladıklarına, yâni bozuk düşüncelerine denir. İslâm âlimlerinin kitapları ise, ilim sahiplerinin, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları bilgilerdir. İslâm bilgilerine felsefe demek, pırlantayı cam parçalarına benzetmek gibidir. İslâm âlimlerine felsefeci demek de, aslana kedi demek gibi olup, bu yüksek âlimlere hakâret etmek olur.]
Hadis-i şerifler, Kur'an-ı kerimin örtülü mânalarını açıklamaktadır. Müctehidlerin ictihâdları bu ikisini açıklamaktadır. Hanefî mezhebindeki müctehidler, İmâm-ı a'zamın sözlerini açıklamaktadır. Fıkh ve fetvâ kitapları da, bu imamların sözlerini açıklamaktadır.
Diğer üç mezhep de böyledir.
Fetvâ vermek ve ilim öğretmek farz-ı kifâyedir.
Müslümanlar arasında sene tarihleri, Hz. Ömerin emri ile başladı. Tarih başlangıcının, hicret senesi Muharrem ayının birinci günü olması, Eshâb-ı kirâmın sözbirliği ile kabûl edildi.
Tarladaki meyve ağaçları kesilip satılınca uşru verilmez. Meyvelerinin uşru verilir. Meyvesi olmayıp bey' için yetiştirilen ağaçların ve istifâde edilen dut yapraklarının uşru verilir. Bahçedeki meyvelerin uşru verilmez.
Namaz borçlarının iskâtı için vasıyet etmek ve iskâtı defnden sonra da yapmak sahihdir. [Mezhepsizlerin, vehhâbîlerin, dînimizde, iskât diye birşey yoktur. İskâtı, devri hocalar uydurmuştur, gibi sözlerine inanmamalıdır.]
Hac etmemiş fakirin başkası yerine hacca gitmesi câiz ise de, Kâbeyi görünce kendisine de hac etmek farz olur. Bunun için Mekkede kalıp, sonraki sene de kendi haccını yapması lâzım olur. Evvelki haccında, memleketine dönmediği için, meyyitin haccı noksan kalmış olur. Hac için vekîl yapılan kimseye para verilirken, istediğini yap dense, bunun meyyit için bir başkasını vekîl etmesi câiz olur.
Bâliga, âkile ve reşîde olan kızı, babası bundan izinsiz ve vekâletini almadan tezvic etse, kız haber alınca red edebilir. Bâliga, âkıle, reşîde kız, babasından, amcasından izin almadan kendini küfvüne nikâh edebilir.
İlm, din ve salâh sahibinin kızını, vekîli olan kimse, bir câhile, fâsıka nikâh etse câiz olmaz. Çünkü, zevc ile zevcenin küfv [denk] olmaları lâzımdır.
Vefât eden adamın zevcesine, iddeti zamanında, adamın bıraktığı maldan nafaka vermek lâzım olmaz. İddet zamanı dört ay on gündür. Bu zaman tamam olmıyan kadın evlenemez.
Zevcesini bırakıp kaçan kimsenin babasının, gelinine nafaka vermesi vâcib olmaz. Zevcenin birisinden ödünç istemesi, zevci gelince ödemesi lâzım olur.
Hasta kadının zevci zengin ise, zevcesinin ve hizmet eden kadının nafakasını vermesi lâzım olur.
Fakir olan yetîmlere, amcalarının oğlunun nafaka vermesi lâzım olmaz. Çünkü, bunların vârisi ise de, mahremleri değildir. Çalışamaz hâlde fakir adamın kızının oğulları, fıtra verecek kadar zengin iseler, bunun ve zevcesinin nafakalarını verirler. Fakir ve âciz kadının, erkek kardeşinin yetîm oğlu zengin ise, bunun malından kadına nafaka vermesi için, vasîsine emrolunur. Vasî, vasıyeti kabûl eden kimsedir.
Buğday öğütemiyen ve ekmek pişiremiyen kadına zevcinin hazır ekmek ve taâm getirmesi lâzımdır.
Ana çocuğunu emzirmek istemezse, babanın süt anne tutması lâzım olur. Kızının çocuklarını besliyen, masrafını babalarından istiyebilir.
Fakir ve âciz kadının nafakasını, zengin olan erkek ve kız çocukları müsâvî olarak verirler.
Fakir, hasta adamın nafakasını zengin kardeşi verir. Zengin akrabâsı yoksa, Beytül-mâl verir.
[Hasta veya ihtiyâr olduğu için çalışamayan adam ve her kadın fakir iseler, zengin olan yedi mahrem akrabâsının bunlara bakmaları vâcibdir. Bakmazlarsa, mahkemenin tâyîn ettiği maaş bunlardan alınır. Zengin akrabâları yoksa, devlet, beytülmâlın uşr ve hayvan zekâtları bedellerinin toplandığı kısmından bol maaş verir. Dâr-ül-islâmda bulunan her müslüman fakire böyle yardım edilmesini islâm dîni emretmektedir. Bunun için, dâr-ül-islâmda muhtaç kimse yoktur. İslâm dîninin bu nîmetinden faydalanmak için, dâr-ül-harbdeki müslümanların dâr-ül-islâma hicret etmeleri vâcibdir. Dâr-ül-islâmdaki ve dâr-ül-harbdeki müslümanların zekâtlarını kolay verebilmeleri için, (Zekât toplama merkezleri) kurmaları iyi olur.]
Mürted olanın nikâhı hemen fesholur. Talâk adedi azalmaz. Tecdîd-i nikâh etmeden evvel olan çocuğu veled-i zinâ olur. [Bir kadını nikâh etmeden evvel, bununla cimâ' yapmak, zinâ olur. Zinâdan hâsıl olan çocuk (veled-i zinâ) olur. Bunun babası olmaz (Feyziyye). Bu kadını sonra nikâh ederse, bu çocuk bu erkeğin meşru çocuğu olur.] Mürted, âdet üzere kelime-i şehâdet söylemekle müslüman olmaz. Küfrüne sebep olan sözünden tevbe etmesi lâzımdır. Sözünün küfre sebep olacağını bilmemesi özr olmaz.
Veresiye satışta, paranın kıymeti değişse, sözleşilen miktârda ödenmesi lâzım olur. Ödünç almak da böyledir. (Ukûd-üd-dürriyye)den tercüme tamam oldu. İşbu tercümenin arabî aslı, Hakîkat Kitabevinin bastırdığı (Habl-ül-metin) kitabının sonuna ilâve olarak bastırılmıştır.
İbni Âbidîn, hazar bahsinin sonunda diyor ki, (Bazı yerleri altın ve gümüş ile kaplı eşyayı, kaplı yerlerine temâs etmeden kullanmak câizdir. Üzerlerine temvîh, tılâ yapılmış, yâni yaldıza temâs ederek de kullanmak câizdir.
Her kâfirin, müslümandan satın aldığını söyliyerek verdiği eti yimek câizdir. Mecûsîden, mürtedden satın aldığını söylerse, yinilmez. Zîrâ, bu sözleri dünyalık işleri haber vermektedir. [Çünkü, eskiden kasablar kendileri kesip satarlardı.] Bu eti satın almış ise, bey' bâtıl olmaz. Semenini kâfire öder. Bu eti müslüman veya mürted kesti derse, inanılmaz. Zîrâ, bu söz din işini haber vermektedir. Kâfirin, fâsıkın, muamelattaki sözü kabûl edilir. Diyânâttaki sözü kabûl edilmez. Diyânâtta âdil bir müslümanın sözü kabûl edilir. Mülk zâil olması için haber verenin iki kişi olması lâzımdır. Fâsıkın ve hâli bilinmiyenin muamelattaki haberinin doğru olup olmadığı (Teharrî) edilir, araştırılıp, kendi zann-ı gâlibine göre hareket eder. Bir âdil bir suya temiz dese, diğer âdil necis dese, tâhir kabûl edilir. Biri ete tâhir dese, diğeri necis dese, necis kabûl edilir. İki âdilin sözü bir âdile tercîh edilir. Tahtâvî, (Merâk-ıl-felâh) hâşiyesi başında, (Teharrî) faslında diyor ki, [Dâr-ül-harbdeki veya ıssız bir yerdeki] bir ete, bir âdil müslüman, bunu mürted kesti dese, diğer bir âdil müslüman ise, bunu müslüman kesti dese, yimesi helâl olmaz. Çünkü, bu hayvanın kendiliğinden ölerek veya dinsiz keserek, vurarak leş olması asldır, esastır. Müslümanın şeriate uygun kestiği anlaşılınca helâl olur. Bu misâlde, müslümanın kestiği anlaşılmamış, esas olan haramlık devam etmiştir. Müslümanların ve dinsizlerin karışık olduğu bir yerde, ele geçen eti, müslümanın kestiği anlaşılmadıkca, yimesi helâl olmaz. Çünkü, haram olması asldır, esastır. Haramlığın gitmiş olduğu ise, şüphelidir. Müslümanlar çok ise, yimesi helâl olur. Bir suyun necis olması şüpheli ise, temiz kabûl edilir. Çünkü, suyun aslı temizdir. Malı haram ile karışık olanın bu malını satın almak, alınan haram malın kendisi olduğu bilinmedikce, câiz olur. Çünkü, malının aslının nasıl olduğu bilinmemektedir. Bunun için, bundan satın almak mekruh olur.)
Düğün yemeğine dâvet olunanın gitmesi sünnettir. Başka ziyâfetlere gitmek müstehabdır. Haram şarkı, [çalgı, kumar, içki, kadın], oyun, bid'at, gıybet bulunan dâvetlere gidilmez. Düğün, bayram gibi günlerde yerlere ipek örtüler sermek ve altın, gümüş zînet eşyasını raflara koymak, sultânın emrine uymak için olup, kibrlenmek, öğünmek için olmazsa câizdir. Fakat, bunlara temâs etmemek, kullanmamak lâzımdır. Meş'ale, kandil, mumlar, elektrik lambaları yakmak isrâf oldukları için câiz değildir. Böyle şeyleri yapmak, ancak hükûmetin cezâ, ikâb yapmasından korkulunca câiz olur. Haram şeyler bulunan, kadın erkek karışık olan yere (Fısk Meclisi) denir. Bunlara gitmek de böyledir. Tegannî, düzgün sözü düzgün ses ile okumaktır. Kadın, içki, çalgı, gıybet bulunan sözü veya bunların bulunduğu yerde okumak haram olur. Düğünlerde davul, zilsiz def ve sahur davulu, hamam borusu ve harbde, resmî yerlerde, belli zamanlarda [müzika, mehter ile millî ve askerî] şarkılar çalmak câizdir. Tekkelerde, ibâdethânelerde her nev' çalgı haramdır.)
218 - İşbu (Ey Oğul) kitabında yazılı olan hadis-i şerifler ve kelâmlar sahihdir. [Lâtin harfleri ile basılırken ilâve edilen tenbîhler de, (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitaplarından alınmıştır. Bu kitabı kalbine yerleştir! Müslümanlığı, mezhepsizlerin kitaplarından öğrenmiş kimselerin sözlerine ve yazılarına ve yurd dışındaki vehhâbî kitaplarından yapılan tercümelere aldanıp da, îmanını ve amelini zâyi' eyleme!]
Bu eseri tasnîf ederken, müellif fakir Süleymân ibni Cezâ'ın istifâde eylediği kitaplar şunlardır:
İhyâ-i Ulûm, Câmi-ül-Usûl, Resûl-i Enver, Bostânül ârifîn, Mesâbih, Meşârık, İrşâdüssâbirîn, Kûtül kulûb, Câmi-i Tirmüzî, Câmi-ül-Cinân, Behcet-ül Envâr, Mev'izâ-i Mûsâ, Vasıyet-i Ebû Hüreyre. Bu onüç kitaptan ihtisâr edip çıkardığım şu eseri, müslümanların çocukları için, hazırladım.
 
      Son baskısı                     Birinci tab' tarihi            Kitabın te'lîf tarihi
      1416 [m. 1996]                 1302 [m. 1895]              960 [m. 1553]
    Hicrî Şemsî: 1374             Hicrî Şemsî: 1273           Hicrî Şemsî: 931

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...