Hiç bir birey egemenliğin kullanımını kendisine mal edemez!…
Fransız Anayasası’nın 2. maddesinde;
“Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir Cumhuriyettir”….
“Cumhuriyetin veciz ifadesi “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik”tir.”
3. Maddesinde; “Ulusal egemenlik halka aittir. Halk bu egemenlik hakkını temsilcileri aracılığı ile ve referandum yolu ile kullanır. Halkın hiç bir kesimi ve hiç bir birey egemenliğin kullanımını kendisine mal edemez” ifadeleri yer alıyor.
Anayasa, hukuk devletinde en üstün yasadır ve yasama işlemleri anayasaya aykırı olamaz, başka deyişle yasalar anayasaya uygun olmak zorundadır. Bu ilke siyasal iktidarların keyfiliğinin önünde bir duvar oluşturur. Hukuk devleti demokratik devletin gelmiş olduğu en ileri aşamadır. Demokrasinin gelişmişliğinin ölçüsü de hukukun /adaletin işletilişi ile ölçülür.
Fransa’da Sarkozy’nin, yeniden Cumhurbaşkanı seçilme hesaplarının çıktısı olarak parlamentoda kabul gören Ermeni yasasının, Anayasa Konseyi’nden dönüşü, hukukun siyasal iktidarı sınırlandırıcı rolünün önemi açısından günümüzde pek çok devlet için ders niteliğindedir.
Hukukun üstünlüğü ilkesinin siyasetin (siyasetçinin) hırslarının ve bu hırslar nedeniyle saptığı keyfiyetin freni olduğunun, anayasa hukukçuları için güncel bir örneği olan bu karar, “parlamento istediği her şeyi yapabilir” mantığının çarpıklığını ve belli bir dönemde seçilmiş temsilcilerin iradesinin kendilerinden önce konulmuş üstün bir yasa ile (anayasa) ile sınırlandırılmasının ve denetlenmesinin önemini de ortaya koymuştur.
Siyasetin tanımları içinde yer alan “bazıları için siyaset; siyasetçilerin elde ettikleri gücü kendi pozisyonlarını korumak ve özel amaçlarını sağlamak için izledikleri basit bir yoldur” tanımının günümüzde hala geçerli olduğunun örneklerinin çoğaltılıyor olması, hukukun herkes için gerekli olduğu klasik önermesini güncelleştiriyor.
Sarkozy’nin halkın egemenliğinden dolanarak, Ermeni yasası ile oy hesabından vaz geçmeyeceği yeni yasa önerisi ile “hiç bir birey egemenliğin kullanımını kendisine mal edemez” anayasa hükmünün aksine, bu yolu yeniden deneyeceği anlaşılıyor. Bu da siyasetçinin kendi yeri için yasaları zorlayışının tarihten günümüze ve geleceğe uzanacak yüzünü ortaya koyuyor. Buradan çıkarılacak ders yalnız Fransa için değil, hepimiz için önemli. Ülkelerin kaderi o gün iktidarda olanların iki dudağının arasına teslim edilemez. İktidarlar geçici, devlet kalıcıdır.
Fransa’da Anayasa Konseyi, hukuka sahip çıkarak, devletin hukuki kimliğini güçlendirirken, siyasetçinin sınırının olması gereğini de hepimize bir kez daha anımsatmıştır. “İleri demokrasi”den söz edilerek, hukukun geriletildiği ve siyasetçinin keyfiyetinin öne çıkışının örneklerinin çoğaltıldığı Türkiye için de derslerle dolu bir sonuçtur bu.
Toplumun anayasa yapma isteksizliğine karşın, yaklaşık üçte ikisi değişmiş 1982 Anayasasını değiştirme çabalarının yoğunlaştığı bu günlerde, Fransız Anayasası’nda yer alan “bölünmez” ifadesi ile 1789 ihtilalinin kalıntısı “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” temalarının hala anayasada bulunuşu, devletlerin gücü ile tarihleri arasındaki sıkı bağı anlatıyor. Türkiye’de kurucu iradeyi temsil eden Atatürkçü ilkelerin anayasa dışına taşınması tartışmaları ve ulusal bütünlüğü çağrıştıran sözlerin çıkarılması telkinlerinin çoğaltılışına bakınca, Fransızların 1958’de hazırladıkları anayasada hala 1789 ruhunu koruyor olmalarını sorgulamayışlarına imrenmek gerekiyor.
Tarihinin hem uzak, hem yakın geçmişi ile hesaplaşmaya itilen Türkiye’de bugün gündemden kaçırılıyor ve devletin yapı taşları bir bir dönüştürülürken, yeni bir toplum inşası için de kolların sıvanmış olduğu anlaşılıyor. 4+4+4 Yasası ile çocukların yaşamına getirilecek köklü değişiklikle, eğitimin toplumu şekillendiren bir siyasal araç olarak kullanımına tanıklık ediyoruz. Laik eğitim yerine, dini eğitimi ikame edecek adımların en önemlisi olarak yorumlayanlara karşı kullanılan üslup, gelecekle ilgili kaygıları haklılaştırıyor.
Meclis’in içinde “Kemalist diktatörlük” ithamı ile geçmişi karalama hakkını kendinde bulanlar ile köşelerinde methiye düzerek çanak tutanlara Fransa’nın tarihi ve hukuku ile güçlü kalışını anlatmaya çalışmak zor, hatta bazı beyin yıkayıcılar için imkansız. Yine de şu soruyu sormak isterim: Varsayalım ki bugün iktidardaki zihniyeti benimseyen kimi kişi ve yazarların ileri sürdükleri gibi, Türkiye’nin önceki (laik Cumhuriyet değerlerine bağlı) yöneticileri “otoriter” olsun; iyi de bu otoriterliği yıkmak için başka bir otoriterliğin inşası mı gerekiyor? Soluduğunuz özgürlük, başta bulunanın fikrine onay vermekle sınırlı iken, hangi demokrasiden söz ediyorsunuz? “Toplum değişiyor” diyerek dönüştürülürken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, “Cumhuriyet” kavramının içinin anayasanın değişmez denilen maddelerinin özü farklılaştırılarak her geçen gün biraz daha boşaltıldığı bir süreçten geçiyoruz. Karşı devrim, anayasasına doğru yasalarla ilerliyor. 4+4+4 dayatılırken, anayasa yapılırken toplumun iradesine yer verileceğini düşünerek yapım sürecine dahil olmaya kalkışanlar sadece dayatılanın meşrulaştırılmasına katkı koymuş olacaklar.
Fransa’da Anayasa Konseyi’nin kararına en çok Türkiye memnun oldu. Aynı Türkiye Anayasa Mahkemesi ve yasaların anayasaya uygunluğunun öneminin farkında mı? Siyasetçinin iki dudağı arasına sıkıştırılışın örnekleri çoğaltılırken, egemenliğin kullanımını bireyin kendisine mal etmesine göz yummuş olmuyor muyuz? Fransa’dan alınacak çok ders var. Bizde egemenliğin asıl sahipleri rencide edilirken, Fransa yargısı, kendisini egemenliğin sahibi gibi gören Sarkozy’i rencide ediyor!…
Demokrasi ve hukuk arasındaki yakın ve sıkı bağ çözüldüğünde otokratın yasası hukukun yerini dolduruyor…
Fransa yargısı şimdilik buna izin vermedi.
Fransa yargısı şimdilik buna izin vermedi.
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN
İLK KURŞUN
İLK KURŞUN