22 Mart 2012

FUZULİ'NİN AŞK ANLAYIŞINDAN BEYİTLER

Fuzuli’nin aşk anlayışı aşağıdaki beyitte özetleniyor.
Zira sevgilinin verdiği acı, çektirdiği cefa şair için bir mutluluktur.
Sevgili naz yaptıkça aşk tazelenir, muhabbet artar.
 Bu nedenle de sevgilinin nazından, çektirdiği acıdan şikayet edilmez, sevgiliye gücenilmez, tam tersine mutlu olunur. Ey Fuzuli yar eğer cevr etse ondan incinme
Yar cevri aşıka her dem mahabbet tazeler

Fuzuli aşk derdiyle hoştur. Bu derdi giderecek derman istemez.
Şuna inanır ki kendisi için en büyük tehlike onu aşk ızdırabından uzaklaştırmak isteyen öldürücü dermandır.
 Bunun en güzel misali Kabe’nin toprağına yüzünü gözünü süren Mecnun’un dilinden söylediği; Yarab bela-yı aşk ile kıl aşna beni
Bir dem belayı aşkdan etme cüda beni duasıdır.

(Banarlı, Nihat Sami, 358)

Şair burada Allah’a şöyle yalvarıyor: “Yarabbi aşk beyası ile beni her zaman beraber kıl. Bir an bile aşk derdinden aşk belasından beni ayırma.”

Aşk Fuzuli için her şeye değerdir. Çünkü şairin cenneti sevgilidir. Aşıkları cennet için sevgiliden men eden, sevgiliyi yasaklayan bilmez ki aşıkların cenneti sevgilinin yüzüdür.
Cennet için men eden aşıkları didardan
Bilmemiş kim cenneti aşıkların didar olur.

Ancak yine de sevdiğine kavuşmak yoktur. Aşık sevdiği uğruna her şeyi yapar, karakterini, kendini değiştirir ama eğer sevgiliye kavuşursa hasta olur.
Aşk derdinden olur aşık mizacı müstakim
Aşıkın derdine derman etseler bimar olur.

Bu beyitleri okuyanlar şöyle düşünebilirler: Aşık olan kimse aşık olduğu kişiye kavuşmak istemez mi? İnsan neden çektiği ızdıraptan mutlu olsun ki? Acı çekmek neden şaire bu kadar zevk vermiş? Kavuşsa daha mutlu olmaz mı?

Hayır kavuşsa daha mutlu olmaz. Çünkü şairi mutlu eden şey sevgiliye kavuşmak değil, kavuşacağı anın hayalini kurmaktır, sevgiliye duyduğu özlemdir, hasrettir.
Eğer sevgiliye kavuşursa bekleyeceği, hayalini kuracağı bir şey olmayacaktır.
Bu da hayatın anlamını yitirmesidir şair için. Bu nedenle şair sevgilisinden de adalet beklemiyor. Sadece aşkını kendi içinde yaşamak istiyor. Senden itmen dad cevrün var lütfun yoh deyüp
Mest-i zevk-i şevkinam birdür yanumda var yoh

Ey sevgili, eziyetin var da lütfun yok diye senden adalet istiyor değilim; bilakis ben senin şevkinin (özlemin, çoşku ve ışığın) zevkinin mestliğinde yaşıyorum, var ile yok yanımda eşittir.

Şair çektiği aşk acısı ile övünür şiirlerinde. En çok acı çeken, aşkı en iyi yaşayan aşığın kendisi olduğunu düşünür ve bu konuda kendisini Mecnun ile kıyaslayıp onu küçümser ve Mecnun’un yalnızca adının olduğunu, oysa ki kendisinin daha iyi, daha sadık bir aşık olduğunu söyleyerek aşk konusundaki iddiasını ortaya koyar.
Mende Mecnun’dan füzun aşıklık istidadı var
Aşık-ı sadık menem Mecnun’un yalnız adı var

Nitekim ilimden başka her türlü hayat, cemiyet ve marifet mevzularında büyük tevazu gösteren şair, yalnız aşk mevzuunda kendisini geçebilecek bir gönül görmeye razı değildir. (Banarlı, Nihat Sami, 538)
Verseydi ah-ı Mecnun feryadımın sadasın
Kuş mu karar ederdi başındaki yuvada

Bilindiği gibi Mecnun, sahralarda çöllerde gezerken vahşi hayvanlar ve kuşlar ile öyle dost olmuş, aşk iklimi aslan ile ceylanı, güvercin ile şahini aynı dostluk meclisinde öylesine yakın eyleyip buluşturmuştu ki, zaman zaman güvercin, bülbül ve kumruların Mecnun’un dağınık saçlarını yuva ittihaz edip başına konduğu olurdu.

Fuzuli bu beyitinde demek ister ki “Eğer Mecnun’un Leyla’ya hasretle çektiği ahlar, benim ettiğim ahların yanık sesini verseydi, başındaki yuvada asla kuş duramaz, yanar kül olurdu.” (Pala, İskender, 2004:156)

Aşk ve ızdırap şairi olarak tanınan Fuzuli’nin aşk telakkisi tamamıyla platoniktir.
Visalin (kavuşmanın) aşkı öldürdüğüne inanan ve bundan kaçınan şair için aşk derdi şifadır, ondan kurtulmak helak olmak demektir.
(Timurtaş, Faruk Kadri,1993:247) Yine ol mah benim aldı kararım bu gece
Çıkacaktır feleğe nale-i zarım bu gece

Var idi subh visaline Fuzuli ümmid
Çıkmasa hasret ile can-ı figanım bu gece

O ay yüzlü sevgili şairin aklını başından almıştır ve şairin ağlamaları, aşk derdi ile inleyişleri bu gece gökyüzüne kadar çıkacaktır.

Ey Fuzuli, sabah kavuşma için ümidim var idi eğer bu gece yaralı incinmiş canım hasret ile çıkmasaydı.

Yukarıdaki iki beyit şairin ne kadar acı çektiğini, çektiği bu acı ile inlediğini ve bu iniltilerin gökyüzüne vardığını, hatta bu acının canına mal olduğunu onu adeta öldürdüğünü anlatıyor.
Ancak yine de şair sevgiliye kavuşmak istemiyor.
Çünkü ona göre sevgiliye kavuşmaktansa aşk derdinden, hasret çekerek ölmek daha soylu bir şeydir.

Ancak her ne kadar şair sevgiliye kavuşmak istemese de sevgilinin başka aşıklara kalbini açması, sevgiliyi başkalarıyla paylaşma fikri şairi uykusuz bırakır.
Hab görmez çeşmimiz endişe-i ağyardan
Pasbanız genc-i esrar-ı mahabbet bekleriz

Şair burada “Başka aşıkları sevgiliye ulaşır korkusu ile geceler boyunca gözümüze uyku girmiyor”, derken sevgilisine başka ortak edinmemenin; “Sevgi sırrını içeren hazinenin kapısının bekçisiyiz” derken de sevgilinin başka aşıklar edinmesinin önünün almanın gayreti içindedir.
Sevgiliyi bir hazine gibi görmek ve onu paylaşma fikrine tahammülsüzlüktür ki zaten aşkı kemal noktasına ulaştırır.
(Pala,İskender,2004:53)

Fuzuli’ye göre sevgiliye duyduğu aşktan dolayı halkın onu ayıplaması ve ayıplamaya
katlanmak gene aşıklığın doğal bir sonucu sayılmalıdır.
 (Mengi, Mine,1995:150)

Fuzuli çoğu zaman çektiği aşk acısından dolayı herkese rezil olduğunu, halkın onu dışladığını ayıpladığını düşünür.
Cümle-i halk bana yar için ağyar oldu
Kalmadı kimse bana yar Hüda’dan gayrı

(Halkın hepsi bana sevgiliye duyduğum aşktan dolayı yabancı oldu.
Bana Allah’tan başka yakın hiç kimse kalmadı.)Fuzuli rind-i şeydadır, hemişe halka rüsvadır
Sorun kim bu ne sevdadır bu sevdadan usanmaz mı

(Fuzuli çılgın bir aşıktır, bunun için halka her zaman rezil olmuştur.
Sorun ki bu nasıl bir sevdadır, Fuzuli bu sevdadan usanmaz mı?)

Şair, halka rezil olmanın, dışlanmanın, ayıplanmanın dışında bir sürü eziyete katlanmakta ve ciğeri parça parça olana dek acı çekmektedir. Çektiği aşk acısı onu perişan etmektedir.
Zira sevgilinin gözleri, kirpikleri, boyu posu, endamı onun ahının yürekleri parçalamasına sebep olmaktadır. Şair çektiği bu acı ile herkesin dilindedir.
 Zira şair sitemin taşı ile başı yarılmış bedeni kırılmış bir kişidir ve onu bir arayan olsa izini bu özelliklerden bulur. Sitemin taşıyla başı yarık bedeni şikeste Fuzuli’yim
Bu işaret ile bulur beni soran olsa nam-ı nişanımı

Fuzuli sevdiğinin fiziksel özelliklerini en mükemmel şekilde anlatmakla beraber, sevgilinin insafı bu iltifatlardan nasibini her zaman alamaz.
Çünkü sevgili her zaman naz etmektedir, şaire acı çektirmekten zevk almaktadır. Bu nedenle şair sevgiliyi insafsız, taş kalpli olmakla suçlar. Şerbet-i lal’in ki derler çeşme-i hayvan ona
Ol verir can dem bedem uşşaka vü ben can ona

Ey Fuzuli ol sanem efganına rahm eylemez
Taşa benzer gönlü te’sir eylemez efgan ona


Gazelin matlasında (ilk beyitinde) şair sevdiğinin dudaklarını şerbete benzetiyor ve bu dudakların bir canlılık dirilik çeşmesi olduğunu söylüyor.

Öyle ki bu çeşme aşıklara canlılık hayat veriyor, o başkalarına hayat verirken şair de canını hayatını ona veriyor.

Ancak gazelin makta beyitinde (son beyitinde) sevgilinin buna karşılık vermediğini, bu nedenle de şairin onu taş kalplilikle suçladığını görüyoruz.

 O put kadar güzel (aynı zamanda tepkisizliği yönüyle de puta benzetmiş olabilir) sevgili feryadlarına acımaz, figanları onu etkilemez, çünkü sevgilinin gönlü taşa benzer.
Şair Farsça divan mukaddimesinde şunları söyler:
“Bir gün bir mekteb sahasından geçiyordum, yolum oraya düşmüştü.
Peri yüzlü bir Fars (İranlı) gördüm.

 Öyle uzun boylu bir selviydi ki güzel yürüyüşü, o yürüyüşe dalıp şaşıran elif’i hareketten alıkoymuş, mushaf yüzünü mütalaa şevki, sad’ın görmez gözünü görüşün ta kendisi etmişti”

O güzel, şairin şiirlerinden birkaç beyit okumasını ister, şair, Arapça ve Türkçe şiirlerinden birkaç beyit okur.

 Güzel;
“Ben bunları anlamam. Bu dil benim değil ki. Bana Farsça ve ciğerler yakan gazeller gerek” der.

 Bunun üzerine Fuzuli, birkaç gece içinde Farsça gazellerden bir divan meydana getirir. (Gölpınarlı,Abdülbaki1985:15)

Tabii bunlar şairin hayal gücünün eseri. Zira bunu şair de kabul ediyor ve ekliyor;

“Ve ennehum yekulüne ma la yef’alün.”

(Hiç şüphe yok ki şairler, yapmadıkları şeyleri söylerler)Türk edebiyatının geleneksel vezniyle, dörtlüklerden oluşan biçimlerle söylenmiş şiirleri kapsar. Halkın konuştuğu dile dayanır.[8] Âşık, saz şairi ya da halk şairi adı verilen gezgin şairlerin saz eşliğinde doğaçlama söyledikleri şiirlerin günümüze ulaşan en eski örnekleri XVI. yüzyıla aittir. Âşıklardan birçoğu hakkında koşmaların son dörtlüğünde anılan mahlaslardan başka bilgi yoktur. Bazı âşıkların yaşamı efsanelerle karışmıştır. Âşığın düşünde pirlerin elinde bade içerek saz çalıp, şiir söylemesi, düşte gördüğü sevgiliyi bulmaya çalışması yaygın bir efsane motifidir. Birçok âşığın şiiri zamanla türkü, ağıt gibi sahibi bilinmeyen halk şiiri örnekleri arasına karışmıştır.[8] Örneğin; Ercişli Emrah ve Aşık Garip'in gerçekte yaşamış olup olmadıkları bilinmemektedir. Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan gibi büyük ustaların şiirleri arasına sonradan onların mahlaslarıyla söylenmiş şiirleri de eklenmiştir. Âşıkların yapıtları doğa, sevgi, gurbet, ahlaksal öğüt, toplumsal sorunlar yanında kahramanlık konularına da yer verir. Yeniçeri Ocağı'nda yetişmiş birçok şair imparatorluğun birbirinden uzak yerlerindeki (Bağdat, Girit, Kırım vs.) yaşama tanıklık eder. Bunlar arasında şu adlar sayılabilir; Hayali, Öksüz Âşık (XVI. yy.); Temeşvarlı Âşık Hasan, Kâtibi (XVII. yy.); Kayıkçı Kul Mustafa (ö. 1686); Kabasakal Mehmet (XVIII. yy.) vd. Toroslar'daki Türkmen aşiretlerinde yetişen Karacaoğlan'ın (XVII. yy.) doğa güzellikleri ve sevgiyi konu edinen özentisiz, içtenlikli şiiri, türünün en sevilen örnekleri oldu.[9] Gene bu yörede yetişen Deli Boran, Beyoğlu, Gündeşlioğlu (XIX. yy.) hiçbir yabancı etki altında kalmamış ve değişmemiş halk zevkini devam ettirdi. Dadaloğlu'nun (1785 ? - 1868 ?) baskıya ve haksızlığa başkaldıran şiiri, göçebe ve aşiretlerin zorunlu iskanıyla ilgili tarihsel olaylara tanıklık etti. Âşık edebiyatının geleneğinde âşık kahvelerinin, kahvelerde düzenlenen atışmaların, muamma, asma, çözme gibi hünerlerin önemli yeri vardır. Bu etkinliklerden dolayı âşıklara meydan şairleri adı verilir.[9] Bazıları medreselerde okumuş olan, kültür merkezi kentlerde yaşayan âşıklara ise kalem şairi denir.[9] Kalem şairleri üzerinde dil, anlatım, konu bakımından divan şiirinin türlü etkileri görülür. Onların şiirleri arasında koşma, varsağı, destan gibi özgün halk edebiyatı türleri yanında aruzla divan, müstezat, gazel gibi ürünler de yer alır. Âşık edebiyatının bu yolda yapıt veren temsilcilerinden başlıcaları şunlardır; Aşık Ömer, Gevheri, Dertli, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni.[8]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...