Seyyid'in Manevi Vazifesi Bitiyordu
Böylece, aylar, yıllar geçti. Her geçen yıl Mevlâna'yı bir kat daha olgunlaştırdı. Oruç ve çile günleri atlatıldı. Seyyid'e pek çetin bir imtihan verildi. Seyyid de çok memnundu. Mevlâna'yı istediği gibi yetiştirmişti. Vazifesinin bittiğine kanî olunca, Konya'dan ayrılmak. Kayseri şehrine giderek, ömrünün son yıllarını inzivade geçirmek istiyordu. Fakat Mevlâna bırakır mı? Bir kere Seyyid'in eteğinden tutmuş, dokuz yıl onun sözünü dinlemiş, onun önünde diz çökmüş, her biri hakikat incisi olan sözlerini teşbih gibi çekmiş, tekrarlamıştı. Bu alışkanlıktan sonra. Mevlâna elbette çok yalnız kalacaktı. Seyyid ise. mutlaka ayrılmak istiyor, açıkça bu fikrini Mevlâna'ya söyleyemiyordu. Bir gün katıra binmiş. Konya bağlarını seyre çıkmıştı. Yolda, içinden, "Buradan doğruca Kayseri'ye gitsem..." diye geçirdi, o anda katır, birden bire sıçrayarak Seyyid'i yere attı ve ayağını kırdı. Yanındakiler, Seyyid'i kucaklayarak tekrar katıra bindirdiler ve geri döndüler. Mevlâna haberi işitince koştu, hocasının ayaklarından çizmesini çıkardı. Bir de ne görsün? Bütün kemikler hurdahaş olmuş... Seyyid, Mevlâna'nın yüzüne bakarak sitemli:
—Aferin, ne de güzel mürid. şeyhinin ayağını kırıyor!. dedi. Mevlâna, ses çıkarmadı, kırıkları sararak bir kaç ay içinde tedavi etti.
Hâdiseden sonra, Mevlâna. ısrarın doğru olmayacağına inanmıştı. Bir gün baş başa sohbet ediyorlardı. Mevlâna sordu:
— Niçin gitmek istiyorsun?
Seyyid. aylardan beri söylemek istediğini söyledi.
— Sen artık yetiştin oğlum.. Nakli, aklî, kisbî ve keşfi bütün ilimlerde eşi. benzeri bulunmayan bir arslan oldun. Ben de kendimce bir arslanım. İki arslan bir sahrada oturmaz. Onun için gitmek istiyorum. Hem benden sonra senin yanına büyük bir dost gelecek. Birbirinizin aynası olacaksınız. O. seni iç âlemin en mahrem noktalarına kadar çekecek, sen de, ona. aynı âlemi yaşatacaksın. Birbirinizi tamamlayacak ve yeryüzünün en büyük iki dostu olacaksınız...
Seyyid. sözlerinin burasında susmuştu. Mevlâna gözleri dolu dolu dinliyordu. Bu konuşmada Seyyid: Şemseddin Tebrizî'nin zuhur'unu haber vermişti. Sözlerine söyle devam etti:
— Dünya ve ahirette Allah'a hamdolsun ki. zayıf ve nahif olan bu kul. senin esi bulunmaz bir er olduğunu görmek saadetine erişti. Haydi, yürü de insanların ruhunu taze bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete boğ. Bu suret âleminin ölülerini kendi mânâ ve aşkınla dirilt...
1239 yılının tatlı bir bahar günü. Mevlâna. Şeyhinin mübarek ellerini doya doya öptükten sonra, birkaç müridle birlikte onu Kayseri'ye yolcu etti.
Seyyid Burhaneddin Kayseri'ye geldiği zaman, şehrin valisi Vezir Sahip Şemseddin İsfahanî tarafından saygıyla karşılandı, bir zaviyede misafir edildi. Şehrin ileri gelenleri, Seyyîd'in huzuruna gelerek tazimde bulunuyor, beraberlerinde getirdikleri hediyeleri veriyorlardı. Seyyid, bu hediyelerin hiçbirine el sürmeden, fakirlere, meczuplara dağıtılmasını emretti. O, artık inzivaya çekilmişti. Bu sırada, Mevlâna, birkaç defa Kayseri'ye gelerek Şeyhinin gönlünü aldı. Kayseri halkı, Seyyid'e büyük bir saygı gösteriyor, bir dediğini iki etmiyorlardı. Hattâ bir keresinde, Seyyid'i camiye imam yapmışlardı. Fakat Seyyid, namaz kıldırırken, bazen saatlerce ayakta kalır, rükû ve secdeye vardığı zaman da, gene saatlerce yerinden doğrulamazdı. Cemaat, O'nun bu hareketlerinden âciz kalmıştı. Seyyid:
— Mazur görün beni.. Ben heyecanlı bir adamım.. Allah'ın huzurunda kendimden geçiyor, sizleri unutuyorum. Ben imamlık edemem. Siz temkinli bir imâm bulun... diyerek bu vazifeden affını istemiş, tekrar hücresine çekilmişti. Bir süre sonra Bağdaddan mutasavvıf Şeyh Şihabeddin Ömer Sûhreverdî'nin Kayseri'ye geleceğini, kendisini ziyaret edeceğini haber verdiler. Bir iki gün sonra, Sûhreverdî Kayseri'ye geldi, Seyyid'i zaviyesinin önündeki bir toprak yığını üstünde bularak yanıbaşına çömeliverdi. Saatler geçtiği halde ne Seyyid, ne Sûhreverdî, tek kelime konuşmamışlardı.
Nihayet Sûhreverdî, Seyyid'in yanından ayrıldı, bu garip ziyareti şaşkın şaşkın seyreden müridleri, Seyyid'e:
— Bu nasıl görüşme böyle. Aranızda hiçbir sual ve cevap vakî olmadı. Tek kelime konuşmadınız. Buna sebep nedir?
diye sordular. Seyyid şu cevabı verdi:
— Hâl ehli yanında "kaal" dili değil, "hâl" dili lâzım. Kur'an-ı Kerim'de "Susunuz" hitabı varid oldu. Hakikati görenin huzurunda susmak gerekir. Zira "hâl" olmaksızın "kaal" ile gönül müşkülleri çözülemez.
Seyyid, Kayseri'ye geleli bir yıl bile olmamıştı. Ömrünün son günlerini yaşamakta olduğunu hissediyordu. Bir gün hizmetçisine bir testi sıcak su hazırlamasını emretti. İstediği su hazırlanınca, kalkıp abdest aldı. Sonra da hizmetçisine:
— Git kapıyı muhkemce kapa ve dışarıda: "Garip Seyyid dünyadan göçtü" diye sâla ver! dedi. Odasının bir kösesine çekilerek son duasını şöylece yaptı: "Ey Büyük Allah, ey dost, beni kabul et ve canımı al.. Beni mesteyle ve bu dünyadan al götür.. Sensiz, her ne ile gönlüm rahatsa, onu benden al" diyerek ruhunu teslim etti...
Hizmetçi çığlıklar atarak. Sahip Semseddin'e koşmuştu. Seyyid'in ölüm haberi Kayseri'de kısa zamanda duyulmuş, büyük bir kalabalık, hücresinin önünde toplanmıştı. Sahip Şemseddin, cenaze merasimini hazırlarken, Mevlâna'ya da haber ulaştırdı. Cenaze, dua ve tekbirlerle musallaya götürülmüştü, namazı kılındı, hatimler indirildi.
Mevlâna, şeyhin ölüm haberini alınca derin bir üzüntü içinde hemen Kayseri'ye gelmiş, mezarı başında saatlerce niyazda bulunmuştu. Sahip Şemseddin, Mevlâna'ya kitaplarını teslim etti ve Mevlâna, hocasının kitaplarıyla birlikte Konya'ya döndü. Bu kitaplar arasında Seyyid'in "Maarif" adlı meşhur eseri de vardı.
—Aferin, ne de güzel mürid. şeyhinin ayağını kırıyor!. dedi. Mevlâna, ses çıkarmadı, kırıkları sararak bir kaç ay içinde tedavi etti.
Hâdiseden sonra, Mevlâna. ısrarın doğru olmayacağına inanmıştı. Bir gün baş başa sohbet ediyorlardı. Mevlâna sordu:
— Niçin gitmek istiyorsun?
Seyyid. aylardan beri söylemek istediğini söyledi.
— Sen artık yetiştin oğlum.. Nakli, aklî, kisbî ve keşfi bütün ilimlerde eşi. benzeri bulunmayan bir arslan oldun. Ben de kendimce bir arslanım. İki arslan bir sahrada oturmaz. Onun için gitmek istiyorum. Hem benden sonra senin yanına büyük bir dost gelecek. Birbirinizin aynası olacaksınız. O. seni iç âlemin en mahrem noktalarına kadar çekecek, sen de, ona. aynı âlemi yaşatacaksın. Birbirinizi tamamlayacak ve yeryüzünün en büyük iki dostu olacaksınız...
Seyyid. sözlerinin burasında susmuştu. Mevlâna gözleri dolu dolu dinliyordu. Bu konuşmada Seyyid: Şemseddin Tebrizî'nin zuhur'unu haber vermişti. Sözlerine söyle devam etti:
— Dünya ve ahirette Allah'a hamdolsun ki. zayıf ve nahif olan bu kul. senin esi bulunmaz bir er olduğunu görmek saadetine erişti. Haydi, yürü de insanların ruhunu taze bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete boğ. Bu suret âleminin ölülerini kendi mânâ ve aşkınla dirilt...
1239 yılının tatlı bir bahar günü. Mevlâna. Şeyhinin mübarek ellerini doya doya öptükten sonra, birkaç müridle birlikte onu Kayseri'ye yolcu etti.
Seyyid Burhaneddin Kayseri'ye geldiği zaman, şehrin valisi Vezir Sahip Şemseddin İsfahanî tarafından saygıyla karşılandı, bir zaviyede misafir edildi. Şehrin ileri gelenleri, Seyyîd'in huzuruna gelerek tazimde bulunuyor, beraberlerinde getirdikleri hediyeleri veriyorlardı. Seyyid, bu hediyelerin hiçbirine el sürmeden, fakirlere, meczuplara dağıtılmasını emretti. O, artık inzivaya çekilmişti. Bu sırada, Mevlâna, birkaç defa Kayseri'ye gelerek Şeyhinin gönlünü aldı. Kayseri halkı, Seyyid'e büyük bir saygı gösteriyor, bir dediğini iki etmiyorlardı. Hattâ bir keresinde, Seyyid'i camiye imam yapmışlardı. Fakat Seyyid, namaz kıldırırken, bazen saatlerce ayakta kalır, rükû ve secdeye vardığı zaman da, gene saatlerce yerinden doğrulamazdı. Cemaat, O'nun bu hareketlerinden âciz kalmıştı. Seyyid:
— Mazur görün beni.. Ben heyecanlı bir adamım.. Allah'ın huzurunda kendimden geçiyor, sizleri unutuyorum. Ben imamlık edemem. Siz temkinli bir imâm bulun... diyerek bu vazifeden affını istemiş, tekrar hücresine çekilmişti. Bir süre sonra Bağdaddan mutasavvıf Şeyh Şihabeddin Ömer Sûhreverdî'nin Kayseri'ye geleceğini, kendisini ziyaret edeceğini haber verdiler. Bir iki gün sonra, Sûhreverdî Kayseri'ye geldi, Seyyid'i zaviyesinin önündeki bir toprak yığını üstünde bularak yanıbaşına çömeliverdi. Saatler geçtiği halde ne Seyyid, ne Sûhreverdî, tek kelime konuşmamışlardı.
Nihayet Sûhreverdî, Seyyid'in yanından ayrıldı, bu garip ziyareti şaşkın şaşkın seyreden müridleri, Seyyid'e:
— Bu nasıl görüşme böyle. Aranızda hiçbir sual ve cevap vakî olmadı. Tek kelime konuşmadınız. Buna sebep nedir?
diye sordular. Seyyid şu cevabı verdi:
— Hâl ehli yanında "kaal" dili değil, "hâl" dili lâzım. Kur'an-ı Kerim'de "Susunuz" hitabı varid oldu. Hakikati görenin huzurunda susmak gerekir. Zira "hâl" olmaksızın "kaal" ile gönül müşkülleri çözülemez.
Seyyid, Kayseri'ye geleli bir yıl bile olmamıştı. Ömrünün son günlerini yaşamakta olduğunu hissediyordu. Bir gün hizmetçisine bir testi sıcak su hazırlamasını emretti. İstediği su hazırlanınca, kalkıp abdest aldı. Sonra da hizmetçisine:
— Git kapıyı muhkemce kapa ve dışarıda: "Garip Seyyid dünyadan göçtü" diye sâla ver! dedi. Odasının bir kösesine çekilerek son duasını şöylece yaptı: "Ey Büyük Allah, ey dost, beni kabul et ve canımı al.. Beni mesteyle ve bu dünyadan al götür.. Sensiz, her ne ile gönlüm rahatsa, onu benden al" diyerek ruhunu teslim etti...
Hizmetçi çığlıklar atarak. Sahip Semseddin'e koşmuştu. Seyyid'in ölüm haberi Kayseri'de kısa zamanda duyulmuş, büyük bir kalabalık, hücresinin önünde toplanmıştı. Sahip Şemseddin, cenaze merasimini hazırlarken, Mevlâna'ya da haber ulaştırdı. Cenaze, dua ve tekbirlerle musallaya götürülmüştü, namazı kılındı, hatimler indirildi.
Mevlâna, şeyhin ölüm haberini alınca derin bir üzüntü içinde hemen Kayseri'ye gelmiş, mezarı başında saatlerce niyazda bulunmuştu. Sahip Şemseddin, Mevlâna'ya kitaplarını teslim etti ve Mevlâna, hocasının kitaplarıyla birlikte Konya'ya döndü. Bu kitaplar arasında Seyyid'in "Maarif" adlı meşhur eseri de vardı.
Dr. Mehmet ÖNDER