16 Şubat 2012

"İBRAHİM YOLU" MU, "ABRAHAM OYUNU"

"İBRAHİM YOLU" MU, "ABRAHAM OYUNU" MU?

Milli Çözüm Dergisi
Orhan YILAN   
Kur'ani ve tarihi gerçekler kesinlikle ortaya koymuştur ki: Hz. İbrahim (as) başka, Yahudi Abraham başkadır. Kabalist ve Siyonist hevesler ve şeytani hedefler doğrultusunda, Tevrat'ı tahrif edip bozan, Hz. Musa'nın Hak dinini yozlaştıran ve tamamen yoldan çıkan, sinsi Yahudilerin "Abraham"ı; İslam Milletinin timsali ve nice peygamberin atası Hz. İbrahim'le, ismen ve resmen aynı sanılsa da, hakikatte ve özde tamamen ayrıdır.
Hz. İbrahim'in: Gerçek imanın, örnek İslam'ın, yüksek ahlakın, ilmi ve akli araştırmanın, insani ve vicdani yaklaşımın rehberi ve peygamberi olmasına karşılık;

Siyonist Yahudilerin Abraham'ı: Siyonist hizmetçiliğinin; emperyalist düşüncenin; hile, hıyanet ve bencilliğin, din istimrarcısı bir faşizmin simgesi konumundadır.
Şimdi, Fetullahcıların, ılımlı İslamcıların, kısaca Amerikan amigosu istismarcı Müslümanların da, hararetle sahip çıktıkları "Üç Dinin Kucaklaşması ve medeniyetler İttifakı" safsatasının devamı ve yeni bir adımı olan, Urfa Harran'dan başlayıp Kudüs'te son bulacak "İbrahim Yolu" projesi de, yine çok gizli ve kirli amaçlar taşımaktadır.
Önce Hz. İbrahim'in yolu Kudüs'te değil, Mekke'de ve Kabe'de son bulmaktadır.
İkincisi, bu proje "İbrahim yolu" jelatinli bir "Abraham" oyunudur!..
Bu girişime; Hz. Peygamberimizin kafirlerinin, Kur'anın lanetlediklerinin ve işte Irak'ta, Afganistan'da, Lübnan'da, Bosna'da gece gündüz Müslüman katillerinin destek çıkması, şeytani bir şarlatanlık olduğunun en açık ispatıdır.
 Bu oyunun Türkiye piyonları şöyle diyor:
"Üç büyük din olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam; tarihte herkesin bildiği bir anın ertesinde doğdu; Tanrı Demir Çağı'nda adına İbrahim denilen bir şeyhe göründü ve onu sonsuza kadar sürecek bir yükümlülükle bağladı. İbrahim ki, bütün inananların babası, bu üç toplumda Tanrı'ya ibadet edenlerin inancının ve ilahiyatın özü oldu."
Arka planını "üç dinin eşitliği" anlayışının oluşturduğu girişimin yeni bir adımı ile karşı karşıyayız. İtiraz ettiğinizde "barış düşmanı", "iyi niyet celladı", "şiddet ve terör yanlısı" olarak yaftalanmanız işten değil. Zira "birlik", "inanç" ve "misafirperverlik" sloganları eşliğinde amaçlarını "Ortadoğu'da bir yol açmak, Peygamberin ayak izlerini takip etmek (ve) saygıyı adım adım yaymak" olarak deklare ediyorlar. Güzergâh Harran'dan başlıyor, Suriye ve Ürdün üzerinden Filistin'deki el-Halil'de sona eriyor. Projenin getirilerini de şöyle izah ediyorlar: Dinî/kültürel bakımdan kutsal yerlerin onarılması, ekonomik bakımdan binlerce iş alanı oluşturulması, çevresel bakımdan yol boyunca doğanın korunması... Benzer girişimler daha önce Avrupa'da da olmuş ve hayli "olumlu" sonuçlar vermiş. "İbrahim Yolu Projesi"ne de onlar ilham kaynağı olmuş...
Yazının başında verdiğim paragraf, "Neden Hz. İbrahim?" sorusuna, girişimi başlatanların verdiği cevabı yansıtıyor. Kur'an'ın ve Efendimiz (s.a.v)'in Hz. İbrahim (a.s)'a, diğer dinlere, o dinlerin kendilerini Hz. İbrahim (a.s)'a nisbet etmelerine ne dediğini sormaya gerek var mı? Esasında karşı karşıya bulunduğumuz durumun vehameti dolayısıyla ne kadar tekrar edilse yeridir, ancak bu noktaları bu yazıda tekrar etmeyeceğim.
Bu paragrafın İslam'dan onay alıp alamayacağı yahut Projenin Harvard Üniversitesi Küresel Müzakere Birimi tarafından ortaya atılmış olması ve finansörleri arasında Rockefeller Vakfı'nın bulunması üzerinde de durmayacağım.
Dikkat çekmek istediğim problem, İslam ile diğerleri arasında "ortak noktalar" tesbit etmeye dayanan yöntem. Yani bu ve benzeri girişimleri -ki üst başlık "Dinlerarası diyalog" veya "Medeniyetler buluşması"dır-mümkün kılan "bilinç kayması" durumu. Bir Müslüman, "Hz. İbrahim (a.s), Ümmet-i Muhammed'in, Yahudiler'in ve Hıristiyanlar'ın ortak atasıdır" diye düşünmeye başladığı anda o "arzu edilen" bilinç kayması durumunu yaşamaya başlamış demektir. Daha önemlisi ise, bunun bir adım sonrasında, "Ben Müslüman'ım" diyenlerin, İslam ile diğerleri arasındaki en temel teolojik/itikadî farklılıkların sıfırlanmasından hiçbir farkı olmayan "empati" sürecine girmesidir. İşte o zaman mesele gelip şu sorunun cevabına dayanıyor: Bir Müslüman itikadî zeminde kendisini bir Yahudi veya Hıristiyan'ın yerine koyabilir mi? Eğer eşyanın bir tabiatı varsa -ki Kelâm kitaplarımız "Eşyanın hakikati sabittir" der-bu soruya olumlu cevap vermek işte o tabiata aykırıdır. Belki suyu yukarıya akıtabilirsiniz, ama bu soruya "evet" demeniz kendinizi inkâr olacağından, mümkün değildir!
Dinlerarası diyalog sürecinin böyle bir bilinç kayması durumu ile başladığını söylemek birilerince "çok abartılı" bir tesbit olarak ifade edilebilir. Ancak sürecin, kitleler nezdinde böyle bir bilinç kaymasına yol açmayacağını, hatta açmadığını kim iddia edebilir?
Birileri bizi nasıl görmek istiyorsa kendimizi öyle tarif etmek üstümüze bir "ahir zaman bid'ati" olarak yapıştı sanki."
 ABD'nin yeni planları!
Demokratlar ve Cumhuriyetçiler'in ortak planı gereğince; ABD yakında yeni bir Ortadoğu stratejisi açıklayacak. Önümüzdeki aylarda uygulanacak bu strateji gereğince Amerikan ordusu yoğun olarak Kuzey Irak'a yerleşecek.
Şiiler ve Sünniler arasında ABD kara gücünün yer almayacağı çok keskin bir mezhep savaşı başlayacak.  Kuzey Irak'ta yoğun olarak sınır bölgelerine yerleşecek iç savaşın seyrine göre yapılacak plana göre müdahaleye hazır bekleyecek.  ABD sadece hava gücüyle çatışmalara müdahale edecek. Ancak yerine göre kara birlikleriyle de Sünni bölgeleri Şiilere karşı savunacak.
İç savaş Bush yönetiminin Irak başarısızlığını büyük oranda örtecek.
İran, Şii gruplar üzerinden Irak'ta olacak. Tahran savaşın içine çekilecek ve İran'a yönelik ABD stratejisi devreye girecek. ABD Sünnileri destekleyerek, İran-Irak savaşında olduğu gibi Tahran yönetimini ekonomik açıdan zayıflatacak ve rejimi yorgun düşürecek.
İran, ABD ile işbirliğini reddederse olacaklar bu. Ancak bir başka aşama daha var. Irak'ın parçalanmasının resmileşmesi ve Kürdistan Devleti'nin bağımsızlığının kabul ettirilmesi.
Kürdistan'ın bağımsızlığı karşısında Türkiye AB üyeliği ile yumuşatılacak.
Ve ardından Domino Etkisi devreye girecek. İran etnik olarak parçalanacak. Huzistan ve Güney Azerbaycan kopacak. Tahran işte o zaman kutsal değerler üzerinden savaşı bütün bölgeye yayacak.
Bazıları da böyle düşünüyor. Bakalım hangisi doğru çıkar. Ama kesin bir şey var: O da Ortadoğu'da haritaların böyle değiştirildiği gerçeği.
Yahudi milletvekilleri kazandı!..
ABD'deki son seçimde daha fazla Musevi asıllı politikacı başarılı olmuş... Temsilciler Meclisi'nde 26 Musevi asıllı üye yer alıyormuş daha önce, bu sayı son seçimde 30'a yükselmiş; Senato'da 11 Musevi senatör varmış, Musevi senatör sayısı şimdi 13'e çıkmış... İsrail gazetesi Haaretz, "Buna rağmen, ABD, Musevi yasama üyesi sayısı bakımından İsrail ile İngiltere'yi geçemiyor" diyor... Haaretz'e göre, İngiltere'deki Museviler sayıca ABD'den 20 defa daha azmış; buna rağmen İngiliz Parlamentosu'nda tam 59 Musevi asıllı üye bulunuyormuş; bunların 18'i milletvekili, geri kalanı (41) da Lordlar Kamarası üyesiymiş... İngiltere'deki Musevi Cemaati'nin şemsiye örgütü, Lordlar Kamarası'nda üye olan Musevi asıllıların sayısının daha fazla -en az 46- olduğu iddiasındaymış... İsrail gazetesi, parlamento üyeleri arasında Musevi asıllıların bulunduğu ülkeleri sıralamış: Fransa ve Ukrayna'da 18'er, Rusya'da 13, Kanada ve Macaristan'da 10'ar... Meclis'inde Musevi milletvekili bulunan tek Arap ülkesi ise Tunus'muş... Bu konunun sahibi olan ve 1988'den buyana faaliyet gösteren ICJP örgütü, İsrail dışarıda bırakıldığı taktirde, bütün dünyada, bugün, 246 Musevi'nin değişik ülkelerin parlamentosunda yasama görevi yaptığını bildiriyor. 2005 yılında bu rakam 208 imiş; 2006'da yüzde 18 artış gerçekleşmiş... Peki de, böyle bir haber Haaretz'de neden yayımlanmış olabilir?
Ne yapsalar, boş...
Donald Rumsfeld'in altın tepsi içindeki kellesi, ABD'nin Irak stratejisinin çöktüğünü resmen ilan etmiş oldu...
Pentagon'un Rummy'si, Irak Batağı'nın baş mimarıydı: 11 Eylül'den hemen sonra paşaya kelle yetiştirir gibi saldırının sorumlusunun Saddam Hüseyin olduğunu öne süren bilgi notunu Bush'un önüne koymuştu... Rumsfeld, Başkan ve Adamları Camp David'de 11 Eylül için ilk toplantıyı yaptıklarında -Wolfowitz'le birlikte Irak'a saldırmayı öneren iki kişiden biriydi...
Neo-Con'ların senaryosunu 1992'de yazdıkları küresel planı hayata geçirmek için artık en elverişli zaman dilimine gelinmişti. Bu nedenle "Gerçeğin iyi bir öyküyü bozmasına izin verme!" kuralı Bush ve Şahinler'in lokomotifi olmuştu.
Rummy, "Kaleminden Ebu Garib Damlayan" bir Kâbusyazar olarak tarihin en karanlık sayfalarından birinde mahpus yatacak...
Değil bir istifa, altı yüz elli beş bin istifa ile bile sıyrılması mümkün değil, bu kâbustan: Ebu Garib'in Laneti, asla peşini bırakmayacak...
İşte, "Savaş Suçu Davası" da geliverdi, gecikmeksizin: Çeşitli ülkelerden bir grup avukat Almanya'da ilk hukuk kurşununu attı. Rumsfeld, işkence emrini vermekle suçlandı!..
Kartlar, İran ve Suriye'nin eline geçmiş durumda: Irak'ta gardı düşen/nakavt edilme yolunda hızla ilerleyen taraf, ABD!

"İran'ın nükleer silahları tehdit unsuru" numarasını da özellikle bu saatten sonra hiç kimseye yediremez, Sam Amca... İran/Suriye ikilisi, ABD'nin kendilerine saldırmaması konusunda garanti alamadığı müddetçe Irak işgalcisine kapıyı gösterecektir... ABD, sadece Irak'ta değil, bütün Ortadoğu'da kaybetti... 
Giderek daha saman tadı vermeye başlayan Fetullahçı-Amerikancı Zaman Gazetesinin Washington'dan yazarı Ali H. Aslan, hala AKP'nin ve Türkiye'nin kurtuluşunun, ABD'ye uyumluluk ve uşaklıktan geçtiğini tavsiye ediyordu:
"Demokratların iktidar partisi Cumhuriyetçileri yapılan ara seçimde devirerek Kongre'yi ele geçirmesiyle Washington'da siyasi tablo değişti. Amerika'da yeni bir dönem başlıyor. Başkan Bush'un neden yenilgiye uğradığı, farklı bir analiz konusu. Peki mevcut tablodan Türkiye nasıl etkilenecek?
Ankara, Cumhuriyetçi Bush yönetimiyle Irak savaşı sürecinde ciddi oranda yıpranan ilişkilerini onarmaya çalışıyordu. Ancak iktidarla ilişkileri öncülleme kolaycılığı, Demokrat muhalefetle gerektiği gibi iletişim kurulmasına imkan vermedi. 12 yıldır Kongre'ye hakim olan Cumhuriyetçilerin eski liderlerinden Bob Livingston'un lobicilik firmasının yardımıyla şimdiye kadar işin büyük kısmı halledilebiliyordu. Ama artık Kongre Demokratların...
Türkiye 'eski kral öldü, yaşasın yeni kral' havasına mı girmeli? Bence hayır. Çünkü Cumhuriyetçiler çoğunluğu kaybetmiş olabilir; ama Kongre'nin yarıya yakın kısmı ve Beyaz Saray hâlâ ellerinde. Dolayısıyla zayıflamış olsalar da Washington'da hâlâ azımsanmayacak güçleri var. Diğer yandan, Ankara'nın Demokratlara açılma esnekliğini göstermemesi için bir sebep yok. Biraz geç kalınmış olsa da tren hâlâ tamamen kaçırılmış değil...
Kongre'de dış politikada kilit pozisyonları tutacak Demokrat liderlerin çoğunun farklı sebeplerle Ankara'yla sorunları var. Müstakbel Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Senato Başkanı Harry Reid, Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Senatör Joe Biden ve Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Tom Lantos bu cümleden sayılabilir. Kilit Demokrat liderlerle soğuklukları gidermek önemli. Başbakan Erdoğan, Washington ziyaretini, Kongre'nin tatile girdiği seçim kampanyası dönemi yerine, taşların yerine oturacağı Ocak 2007'den sonra gerçekleştirseydi ve Demokratlarla da görüşülebilseydi çok daha verimli olabilirdi...
Türk-Amerikan ilişkilerinde yakın dönemde kriz potansiyeli taşıyan sözde Ermeni soykırım tasarıları ve Irak konularında Demokratların genel çizgisi Türkiye'den biraz uzak.
Ermeni tasarısı bu nisanda Kongre'den geçerse, Irak'ta Türkiye'nin kaygılarını derinleştirici adımlar atılırsa ve PKK varlığına karşı gözle görülür tedbirler alınamamış olursa, baharda kendimizi pekala yeni bir Türk-Amerikan krizi içinde bulabiliriz. Sırf sözde Ermeni soykırımı meselesi bile Türk-Amerikan ilişkilerini zehirlemeye yeter. Böyle bir gelişmenin Washington'a karşı zaten bayağı tepkili olan Türk kamuoyu ve idari erkanınca nasıl karşılanacağını tasavvur edin. Ülkenin doğusunun Ermeni ve Kürtler arasında bölüştürüleceği korkuları iyice ayyuka çıkar. ABD'nin artık Türkiye'nin dostu olmadığı kanaati pekişir. Seçim havasına giren Ankara'da ilişkilere sahip çıkacak babayiğit de kolay kolay bulunamaz. Ve iki ülke arasında pekiştirilmeye çalışılan ortak stratejik vizyon ciddi zarar görebilir.
Amerika'da siyasi tablonun değişmesi, dış politikasında taktiksel varyasyonlara yol açabilir; ama genel stratejik duruş pek değişmez. Türkiye gibi önemli bir bölgesel gücü küstürmemek, ABD için stratejik zorunluluk. Türkiye eskisi gibi çantada keklik değil. Türkiye küserse, ABD ve İsrail'in Ortadoğu'daki vahim konumunu düzeltmeye yeterince katkıda bulunamaz ve teröre karşı mücadelede radikallerin eli güçlenir. Türk-Amerikan stratejik ilişkileri, her iki ülkedeki iç siyasi kaygılara kurban edilmemeli. Muhtemel tren kazalarını önlemek, yoğun diyalogdan geçiyor."
TÜSİAD'ın Tasası, AKP'nin yasası:
Bu kökten ve körden Batıcı kalantorlar, esasında kendi işletmelerinin lehine olan bir eğitim düzenlemesini bile tamamen ilkel, ideolojik şartlanma ile hatta biraz da İslam korkusu ile reddetmektedirler.
Milli Eğitim Şurası'nda üniversitelere girişte meslek okullarına sıfır katsayı uygulanması ve genel lise konumuna sokulmaları yolunda önerilerin yer alması Türkiye'nin önde gelen kalantorlarının örgütü TÜSİAD'ı öfkelendirmiş:
- Heeyt, sakın Şura'yı siyasete alet etmeyin! Emriniz olur!..
Bir toplumda meslek okullarının cazip hale gelmesi her şeyden önce sanayici ve işadamlarının, yani en kalantorları TÜSİAD denen örgüt çatısı altında kümeleşen kesimin lehinedir. Zira bu okullar cazip hale geldikleri takdirde, ülkemizde ara kademeler için nitelikli eleman bulabilmek kolaylaşacaktır. Lakin gelin görün ki, imam hatip lafını duydukları zaman nevirleri dönen bütün yükseltilmiş değer zebanileri, laiklik bağnazları, İslam karşıtları, gizli Haçlı işbirlikçileri gibi, kalantor sermayedarlarımızın da asap -ayrıca belki de nesep- damarları çatlıyor.
- Milli Eğitim Şurası'na siyaset karışmasın.
Neymiş, imam hatipliler de öteki meslek liseleri gibi sıfır katsayı hakkına kavuşacak, genel liselere benzeyecekler... Aman ne felaket! Peki ama bir işin yapılması siyasettir de, yapılmaması neden siyaset değildir? İmam hatiplilere sıfır katsayı uygulaması siyaset oluyor da, eksi katsayı uygulamak neden siyaset olmuyor? Bu ülkenin kalantorları adına ahkam kesen bir kurumun, temel terimleri kullanabilmek ve fikir ifade edebilmek bakımından ilkokul düzeyinde seyretmesi gerçekten çok acı ve utanç vericidir."
Diyen Sn. yazar, ya TÜSİAD'ın AKP'nin işini kolaylaştırmak ve tabanına ve topluma karşı bu iktidara mazeret kazandırmak için böyle davrandığını fark edemiyor... Veya, aynı danışıklı dövüşte üzerine düşen rolü oynuyor..
Çünkü aynı TÜSİAD'ın yan ve paravan kuruluşu TESEV'in, AKP'yi aklayan ama orduyu haklayan raporuna arka çıkmışlardı...
Ama, o fırsat buldukça, demokrasi kılıcıyla saldırdıkları ordumuz, Fransa'nın Ermeni yanlısı tasarıyı kanunlaştırmasına karşılık, susan ve pusan AKP iktidarına rağmen, ilk ve ilkeli tepkiyi koyarak Milli ve haysiyetli bir tavır takınmıştı.
M.S. bakanı da, artık utanma pazarına, bu onurlu çıkışın ardından bazı kararlar almak durumunda kalmıştı.
TSK, Fransa'yla neleri askıya aldı?
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, Fransa meclisinin Ermeni soykırımını tanıyan karar almasından sonra, bu ülkeyle askeri ilişkileri askıya aldıklarını açıkladı. TSK neleri askıya aldı?
Türkiye'nin durdurduğu faaliyetler arasında iki ülkenin akademik nitelikli askeri çalışmaları bulunuyor. Karşılıklı askeri heyet ziyaretlerine ilişkin programlar da durduruldu. Karşılılık esasıyla 2007'de Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Cömert'in Fransa'yı ziyareti planlanmıştı. Ermeni kararından sonra komutanın ziyareti 2007 programıyla birlikte iptal edildi. Ayrıca Fransa'nın onur nişanı verdiği generaller de kendi istekleriyle bu nişanları iade ettiler. TSK'nın ihtiyaçlarını karşılamak için Savunma Sanayii Müsteşarlığı'nca açılan ihalelere katılma konusunda da Fransa şansını yitirmiş görünüyor. Tank ve helikopter ihaleleri gibi önemli satın almalarda Fransız şirketlerinin ihalelere katılmaları artık olanaksız denilecek kadar zor.
Türkiye ile Fransa arasındaki askeri ilişkiler tam anlamıyla donmuş durumda. Askerlerin aldığı bu karar ve gösterdikleri tepki, sivil alandaki ekonomik ilişkilere de yansıyacak boyutta görülüyor. Fransa, Ermeni soykırımı iddiasını kabul eden kararın yasalaşarak yürürlüğe girmesini engellemeden; bu konudaki tutumunu değiştirmeden, askeri ilişkilerin normale dönmesi de beklenmiyor.
AKP'nin başörtüsünden sonra katsayı diye bir probleminin olmadığı ortaya çıktı
Milli Eğitim Bakanlığı, akşamüstü yapılan son dakika operasyonuyla, büyük beklenti içinde olan meslek lisesi ve imam hatip lisesi öğrencilerini ve mezunlarını bir kez daha üzdü. 17. Milli Eğitim Şûrası'nda ‘tüm lise mezunlarının eşit şartlarda ve eşit puanda sınava girebilme' imkânı getiren komisyon raporundaki açılım, Bakanlık bürokratlarının verdiği önerge ile sınırlandırıldı. Genel kurulda meslek lisesi ve imam hatip liselerinin katsayı mağduriyetini ortadan kaldıracak ağırlıklı temayüle rağmen ‘alan dışında tercih yapmayı yine kısıtlayan' son dakika değişikliği, ‘bakanlığın medya ve birkaç laikçi çevrenin baskısına boyun eğerek geri adım atması' olarak değerlendirildi.
Şûra'da temayül de vardı
Genel kurula sunulan komisyon raporunda, meslek liselerinin üniversiteye girişte karşılaştığı katsayı engelinin kaldırılması önerisi de yer alıyordu. Bazı çevreleri rahatsız eden bu öneri, raporda şu şekilde yer alıyordu: "Tüm ortaöğretim öğrencilerinin ayrım yapılmaksızın eşit şartlarda sınava girebilmeleri ve eşit şartlarda puanlamaya tabi tutularak tüm üniversitelere girebilmeleri benimsenmiştir".  Ancak Şûranın dördüncü günü akşamüstü verilen bir önerge ile katsayı sorununu tamamen ortadan kaldıran bu öneriden geri adım atıldı. Sınava eşit şartlarda ve eşit puanlarda girilmesi yerine, ‘liselerin sayısal, sözel ve eşit ağırlık alanlarına göre eşit olacağı' kararı alındı. Buna göre, ağırlık olarak sözel bölümde olan İmam Hatip Liseleri sadece sözel alandaki üniversitelere liselerle eşit şartlarda sınava girecek. Ancak sözel ve sayısal alanlarda bir tercih yaparsa, puanı yine düşük hesaplanacak.  
Bürokratlarının da katıldığı 3 maddelik önergeyle ‘kendi alanlarında üniversiteye gidenlere ek puan verilmesi' uygulamasını birçok şura üyesi anlamakta zorlandı. Meslek lisesi ve İmam Hatiplerin mağduriyetini yakından tanık olan birçok üye, getirilen yeni öneriyi sorunu çözmekten çok uzak olarak değerlendirdi. Önergede, "tüm orta öğretim kurumlarında ders ağırlığına göre, alan belirlemesinin yapılması aynı alanlardan mezun olan her türlü ortaöğretim mezunlarının eşit olarak yarışması benimsenmiştir" şeklinde ifade edilen yeni öneri, İmam Hatip ve meslek liselerine yine birçok yükseköğretim programını sınırlandıracak.
Sağlam: İlk karara göre geri adım
Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK Başkanlığı yapan Prof. Dr. Mehmet Sağlam, genel kurula sunulan ilk kararın liseler arasındaki katsayı farkını tamamen ortadan kaldırdığına işaret ederek, son değişikliğin bir geri adım niteliği taşıdığını söyledi. Şûra kararlarının tavsiye niteliğinde olduğu belirten Sağlam, hükümetin bu kararı uygulayıp uygulayamayacağına ilişkin olarak ise,  "YÖK orada bulunduğu müddetçe, yükseköğretime girişle ilgili kararların uygulama şansı olduğu kanaatinde değilim" dedi.
Sağlam,"Son alınan kararla, şu ortaya çıkıyor: İmam hatip, öğretmen liseleri ve Mesleki teknik eğitimdeki çocuklardan eğer sözel bölümleri tercih edenler varsa, bunlar sözel bölümde lise mezunları ile eşit muamele görecekler. Anadolu İmam Hatip Lisesi mezunları ise, eşit ağırlıklı bölümde bu alandaki liselerle eşit muamele görecekler. Ve eşit ağırlıkla öğrenci alan üniversitelere girebilecekler. Sayısal olanlar da, sayısal alandaki liselerle eşit şekilde girecekler" dedi.
İmam Hatip ve meslek liselerinin; ya sözel ya da eşit ağırlıkta değerlendirileceğinin altını çizen Sağlam, "Bu şekilde en azından liselerdeki başarı puanlarına göre alanlarında eşitlik getirilmiş oluyor. Ancak, ilk alınan karardan bir geri adım söz konusu" dedi.  Bu kararın tüm lise mezunlarının istediği bölüme eşit şekilde girmesine imkân tanımadığını vurgulayan Sağlam, ilk önerinin bu açılımı sağladığını dile getirdi.
Gündoğdu: Gönlümüzden geçen olmadı
Eşit şartlarda ve eşit puanlarda sınava girilmesi öngören kararın çıktığı komisyonda yer alan Eğitim Bir Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu ise, gönlünden geçenin katsayının tamamen kaldırılması olduğunu söyledi. İlk katsayı düzenlemesinde öğrencilerin çözebildikleri soru oranında puan alabilecekken son değişiklikle kendi alanında, başka alanlardaki öğrencelere göre avantajlı bir şekilde puan alacaklarını söyleyen Gündoğdu, "Ortaöğretim komisyonunda, delegelerin iradesi, eşit şartlarda sınav girebilme ve 1999'a dönüş şeklindeydi. Genel kurulda ek önergelerle, alan belirleme ve alana göre yükseköğretime girme temayülüne dönüştü. Bizim beklentimiz, Milli Eğitim Bakanlığının bu kararları referans olarak yürürlüğü koymasıdır" dedi.
Önder: Derinden ikaz gelince, AKP geri adım attı!.
ÖNDER Genel Başkanı Yusuf Ziyaettin Sula ise, "Son dakika operasyonu, derinden bir yerlerin ikazıyla yapılmış gibi geldi bize" diye konuştu. TÜSİAD benzeri kuruluşların açıklamalarından sonra bu değişikliğin yapıldığını hatırlatan Sula, "Lafı dolandırmanın bir anlamı yok. Neticede eşit şartlarda girilebilecek ve puan hesaplaması yapılabilecek bir imtihan bu. Bir takım formüllere hiç gerek yok. Hala bir takım kısıtlamalarla bir şey yapılmaya çalışılıyor. Tek çözüm, meslek liselerinin önündeki engelin tamamen kaldırılmasıdır" diye konuştu. 

Lafı dolandırmanın anlamı var mı?
Şuurlu Öğretmenler Derneği Genel Başkanı İsmail Hakkı Akkiraz ise, geri adımı "Beklenen oldu" şeklinde değerlendirdi. Şûranın yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimlerin arifesine denk getirilmesi nedeniyle milletin beklentilerinin aksine radikal kararlar alınmaktan çekinildiğini vurgulayan Akkiraz, " Daha önce komisyonlarda kabul edilen kararlar, sırf bir takım çevreleri ürkütmemek için lightlaştırılmıştır. Bizim kuşkumuz millete verdiği sözlerine yerine getiremeyenlerin bu Şûra'yı, millete karşı takiyye aracı olarak kullanma temayülü idi. Ve bunun gerçekleştiğini görüyoruz. Çok değerli fikirlerin ortaya çıktığı bu şura, adeta yaklaşan seçimlere kurban edilmiştir" diye konuştu. 
Ahlâk Reformu ve Millî Eğitim Şûrası 
Eğitimde, Toplumsal gerginlikler ve çatışmalar değil, ilmi yaklaşımlar ve Milli uzlaşmalar aranması gerekir. "Gelenek ve değer tanımayan, her şeyi iktidar hırsının aracına dönüştüren AKP'nin, 17. Milli Eğitim Şurası'nı da politik amaçlarına alet eden ilk örnek olarak tarihe geçmiştir. 17. Milli Eğitim Şurası "sorunlara her zaman ikiyüzlü politikalarla yaklaşan iktidarın değişmez karakterine bir kez daha şahitlik etmiştir. Şuraların, milli eğitimin faaliyet ve yaklaşımlarını kapsamlı bir biçimde değerlendirme amacı taşıdığını,  eğitim tüm toplumun geleceğini ilgilendiren bir kurum olduğundan eğitimde, toplumsal gerginlikler ve çatışmalar değil uzlaşmalar aranması gerekmektedir.
 "İkinci utanç verici tavrı, dört yıldır Anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla iktidar olmasına rağmen, dördüncü yılın sonunda imam-hatiplere uygulanan haksız katsayı uygulamasını şuranın gölgesine saklanarak gündeme getirmesidir. İktidara sormalı: 2002'de iktidar oldunuz, ortada yıllardır süren bir mağduriyet var, bugüne kadar vicdanınız sızlamadı da seçimlere bir yıl kala mı adalet, hakkaniyet aklınıza geldi? Açıkça ifade ediyorum, yolunuz yönteminiz yanlış, aklınızdaki fikir yanlış, toplumsal sorunlara yaklaşımınız yanlış, sorunlarla iktidarınız arasında kurduğunuz bağ yanlış. Siz yanlış bir iktidarsınız, sizden milletin derdine bir derman olmaz.
Refahyol farkı
AKP Hükümeti döneminde bütçeden yatırıma ayrılan kaynak sürekli geriliyor. Faiz dışı fazla hedefi ve faiz ödemelerinden dolayı yatırımları sürekli ikinci plana atan hükümet, ayırdığı düşük kaynağı datam olarak kullanmıyor.       
Bütçeden yatırıma ayrılan kaynaklar bakımından Refahyol Hükümeti dönemi ile AKP Hükümeti dönemleri karşılaştırıldığında arada büyük bir farkın olduğu ortaya çıkıyor. 2007 bütçesinden yatırımlara ayrılan ödeneğin (12.1 milyar YTL) toplam giderlere oranı yüzde 5,9'da kalırken, bu rakam Refahyol Hükümeti dönemin de ise yüzde 8 seviyesindeydi. Son dört yıllık sürede yatırıma ayrılan kaynakların tamamı kullanılmadığı düşünülürse 2007'de bu rakam yüzde 5'lerin de altına da düşecek. Oysa Refahyol döneminde yüzde 8'in tamamı yatırımlarda kullanılmıştı.
Öte yandan Refahyol döneminde KİT'ler tarafından yapılan yatırımlar, destekli bütçe yatırım ödenekleri içerisinde yer alınıyordu. KİT'ler tarafından gerçekleştirilen yatırımlar da dikkate alındığında Refahyol iktidarında gerçekleştirilen yatırımların bütçenin yüzde 20'sine kadar çıktığı görülüyor. AKP ise KİT'lerin önemli bir kısmını özelleştirme adı altında sattığı için ve geri kalanlara da yatırım yaptırmadığından dolayı, gerçekleşen yatırımlar bütçe ile sınırlı kaldı. Bütün bunlar incelendiğinde Refahyol Hükümeti'nin 1 yılda yaptığı yatırımların, AKP'nin 4 yılda yaptığı yatırımlardan daha fazla olduğu ortaya çıkıyor.
AKP Hükümeti'nin ‘yatırım karnesi' incelendiğinde ortaya acı bir tablo çıkıyor. 3 Kasım 2002 tarihinden Eylül 2006 tarihine kadar olan zaman zarfında, toplam 30.9 milyar YTL kamu yatırım harcaması gerçekleştirildi. Aynı dönemde faiz ödemelerine ise 200 milyar YTL ödendi. Yani söz konusu dönemde, gerçekleşen yatırımların faiz giderlerinin 7 de bir'i  kadar olduğu izleniyor. Bu da hükümetin, 72 milyona harcadığının 7 katını bir avuç rantiyeciye harcadığı gösteriyor. 2007 yılında kamu yatırım harcamaları için 12.1 milyar YTL ödenek öngörülüyor. Yatırım harcamalarının bütçe içindeki payı öngörülen ödeneğin tamamı harcansa bile yüzde 5,9'a inmiş durumda. Bu rakamın GSMH'ya oranı ise yüzde 1,9 seviyesinde. 2007 için hedeflenen bu rakamın da gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Çünkü AKP iktidarı boyunca yatırım gerçekleşme rakamları daima bütçeye konulan yatırım ödeneklerinin altında kaldı.
Nitekim 2006 yılı bütçesine yatırım harcamaları için 12,4 milyar YTL ödenek konulduğu halde Eylül ayı sonu itibariyle yatırım giderleri gerçekleşmesi 6 milyar YTL' de kalmış ve yıl sonuna kadar en fazla 10.8 milyar YTL harcama gerçekleştirilebileceği öngörülüyor. Aradaki bu 1,6 milyar YTL ise geçmiş yıllarda olduğu gibi yine faiz ödemelerinde kullanılacak. Böyle olunca, 2007'de de 12.1 milyar YTL hedeflenirken, gerçekleşen rakamın 10 milyar YTL seviyesinde kalacağı tahmin ediliyor.

http://www.millicozum.com/content/view/865/26/

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...