El-Cebbâr (c.c.) |
(Kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmağa muktedir olan.)
İsm-i şerîf cebir maddesindendir. Cebir, kırık kemiği sarıp bitiştirmek, eksiği bütünlemek ma'nâsına geldiği gibi, icbar etmek, yâni zorla iş gördürmek ma'nâsına da gelir.
Allahu teâlâ Câbirdir, Cebbârdır, kırılanları onarır, eksikleri tamamlar, her türlü perişanlıkları düzeltir, yoluna kor. Bu ma'nâdan olmak üzere Hazret-i Ali'nin (radiyallâhu anh) münâcâtında: Ey her kırığı kaynaştırıp birleştiren ve her zorluğu kolaylaştıran ma'nâsına:
"Yâ Câbire külli kesîrin ve yâ müsehhile külli asîr" kelimâtı gelmiştir. İkinci ma'nâya göre Allahu teâlâ Cebbârdır, ceberut sâhibidir. Kâinâtın her noktasında ve her şey üzerinde dilediğini dilediği gibi yaptırmağa muktedirdir. Hüküm ve irâdesine karşı gelinmek ihtimâli yoktur.
Her şey üzerinde Allahu teâlâ'nın cebbâriyeti hâkimdir. Önünden sonuna kadar yaratacağı bütün mahlûkat, bunların cinsleri, nevi'leri, sınırları ve her sınıf efradının varlığa çıkış sırası, varlığı, müddeti ve bu müddet içinde görüp geçireceği bütün ahval, bütün safahat üzerinde Allah'ın cebbâriyeti, emir ve irâdesi hâkimdir. Her mahlûkun hayat şartları ve bu âlemde göreceği iş, yapacağı vazife Allahu teâlâ tarafından tâyin edilmiş, sınırları çizilmiştir. Her mahlûk ister istemez bu sınırlar içinde yürümek ve bu vazifeleri yapmak mecburiyetindedir. Meselâ: Arz "Ben artık dönemiyeceğim", güneş, "Ben artık doğamıyacağım" diyemez. İlk kumanda ile başlamış olan bu muttarit devran son kumandaya kadar devam edip gidecektir.
Allah teâlâ yalnız teşrîî hükümlerinde insanları serbest bırakmıştır. Allahu teâlâ'nın teşrîî yâni insanları vazifelendiren dinî bir takım hükümleri ve emirleri vardır ki, bunların üstünde cebbâriyetini kaldırmış ve bu emirlerin yapılıp yapılmaması ve bu hükümlerin yerine getirilip getirilmemesi hususunda insanları mecbûrî değil, muhayyer bırakmıştır. Bir insan isterse dîne uyar dindar olur; dînin hükümlerine göre yaşar; isterse dînsiz ve îmânsız olur. Tamâmen serbesttir. Gerçi Allahu teâlâ insanları, kendini bilsinler ve kendine kulluk etsinler diye yaratmıştır; fakat bu teklifi icbar yolu ile değil, ihtiyar yolu ile yapmış ve tamamen kendi arzularına bırakmıştır. Eğer Allah, diğer hususlarda olduğu gibi bu hususta da cebretmiş olsaydı, insanlar içinde Allâh'tan başkasına ibâdet eden bir fert bulunmazdı. Halbuki Allah'ın insanlara ve ibâdetlerine ihtiyâcı yoktur. Ulu Tanrı kendisine intisap ve kulluk şerefini, kullarının isteklerine bağlamıştır. İsteyen Allah'a kul olur, rızâsını bulur. İsteyen hevâ ve hevesine köle olur, kahr görür ve bu takdirde kendinden başka kimseye bir şey demeğe hakkı olmaz.
İSM-İ ŞERÎF HÜKMÜNCE KUL İÇİN GEREKEN ŞEY:
Kırılan ümitlerin canlanması, şaşırtıcı perişanlıkların iyi bir hâle ve yola konması için biricik mercî Allahu teâlâ olduğunu bilerek yanlış kapıya müracaat etmemek... Bu hususta Allah'ın yarattığı sebeplere tutunmağı kâfi görüp gayr-i meşrû olarak yüz suyu dökmemek...
Bir de Allah'a âsi vaziyette olanlar, Allah'ın azap ve ukûbeti kendilerine gelip kuşatmadan derhal Onun afv ve mağfiretine, rahmet ve re'fetine sığınmalıdır. Çünkü vakti gelince ukûbet onları ister istemez saracaktır. Sonra bunu önliyecek bir kuvvet ve ondan saklıyacak bir sığınak da bulamayacaklardır.
Allah'ın intikamına karşı tek çâre: O intikam gelip çatmadan yine Allah'a sığınmaktır..
Allahu teâlâ Câbirdir, Cebbârdır, kırılanları onarır, eksikleri tamamlar, her türlü perişanlıkları düzeltir, yoluna kor. Bu ma'nâdan olmak üzere Hazret-i Ali'nin (radiyallâhu anh) münâcâtında: Ey her kırığı kaynaştırıp birleştiren ve her zorluğu kolaylaştıran ma'nâsına:
"Yâ Câbire külli kesîrin ve yâ müsehhile külli asîr" kelimâtı gelmiştir. İkinci ma'nâya göre Allahu teâlâ Cebbârdır, ceberut sâhibidir. Kâinâtın her noktasında ve her şey üzerinde dilediğini dilediği gibi yaptırmağa muktedirdir. Hüküm ve irâdesine karşı gelinmek ihtimâli yoktur.
Her şey üzerinde Allahu teâlâ'nın cebbâriyeti hâkimdir. Önünden sonuna kadar yaratacağı bütün mahlûkat, bunların cinsleri, nevi'leri, sınırları ve her sınıf efradının varlığa çıkış sırası, varlığı, müddeti ve bu müddet içinde görüp geçireceği bütün ahval, bütün safahat üzerinde Allah'ın cebbâriyeti, emir ve irâdesi hâkimdir. Her mahlûkun hayat şartları ve bu âlemde göreceği iş, yapacağı vazife Allahu teâlâ tarafından tâyin edilmiş, sınırları çizilmiştir. Her mahlûk ister istemez bu sınırlar içinde yürümek ve bu vazifeleri yapmak mecburiyetindedir. Meselâ: Arz "Ben artık dönemiyeceğim", güneş, "Ben artık doğamıyacağım" diyemez. İlk kumanda ile başlamış olan bu muttarit devran son kumandaya kadar devam edip gidecektir.
Allah teâlâ yalnız teşrîî hükümlerinde insanları serbest bırakmıştır. Allahu teâlâ'nın teşrîî yâni insanları vazifelendiren dinî bir takım hükümleri ve emirleri vardır ki, bunların üstünde cebbâriyetini kaldırmış ve bu emirlerin yapılıp yapılmaması ve bu hükümlerin yerine getirilip getirilmemesi hususunda insanları mecbûrî değil, muhayyer bırakmıştır. Bir insan isterse dîne uyar dindar olur; dînin hükümlerine göre yaşar; isterse dînsiz ve îmânsız olur. Tamâmen serbesttir. Gerçi Allahu teâlâ insanları, kendini bilsinler ve kendine kulluk etsinler diye yaratmıştır; fakat bu teklifi icbar yolu ile değil, ihtiyar yolu ile yapmış ve tamamen kendi arzularına bırakmıştır. Eğer Allah, diğer hususlarda olduğu gibi bu hususta da cebretmiş olsaydı, insanlar içinde Allâh'tan başkasına ibâdet eden bir fert bulunmazdı. Halbuki Allah'ın insanlara ve ibâdetlerine ihtiyâcı yoktur. Ulu Tanrı kendisine intisap ve kulluk şerefini, kullarının isteklerine bağlamıştır. İsteyen Allah'a kul olur, rızâsını bulur. İsteyen hevâ ve hevesine köle olur, kahr görür ve bu takdirde kendinden başka kimseye bir şey demeğe hakkı olmaz.
İSM-İ ŞERÎF HÜKMÜNCE KUL İÇİN GEREKEN ŞEY:
Kırılan ümitlerin canlanması, şaşırtıcı perişanlıkların iyi bir hâle ve yola konması için biricik mercî Allahu teâlâ olduğunu bilerek yanlış kapıya müracaat etmemek... Bu hususta Allah'ın yarattığı sebeplere tutunmağı kâfi görüp gayr-i meşrû olarak yüz suyu dökmemek...
Bir de Allah'a âsi vaziyette olanlar, Allah'ın azap ve ukûbeti kendilerine gelip kuşatmadan derhal Onun afv ve mağfiretine, rahmet ve re'fetine sığınmalıdır. Çünkü vakti gelince ukûbet onları ister istemez saracaktır. Sonra bunu önliyecek bir kuvvet ve ondan saklıyacak bir sığınak da bulamayacaklardır.
Allah'ın intikamına karşı tek çâre: O intikam gelip çatmadan yine Allah'a sığınmaktır..
Ali Osman Tatlısu