17 Eylül 2020

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TARİHİ13/06/2019GAZİANTEPBÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 3. HUKUK DAİRESİTEMYİZ DİLEKÇESİNİN KAYIT TARİHİESAS NO2018/1205 ESASHARCIN YATIRILDIĞI TARİH02/11/2017KARAR NO2019/571TEMYİZ DURUŞMA GİDERİTEMYİZ NO2019/18DAVANIN KONUSUKARARIN NİTELİĞİBELGELERKAT MÜLKİYETİ KANUNUNDAN KAYNAKLANAN DAVALAR (ORTAK YERLERE ELATMANIN ÖNLENMESİ İSTEMLİ)KARARIN KALDIRILARAK YENİDEN HÜKÜM VERİLMESİTAMAMDOSYANIN SEVK NEDENİDOSYANIN ÖNCELİK DURUMUTEMYİZDİRENMEKARAR DÜZELTMEİŞLEMLİMERCİ TAYİNİTEMYİZ İŞLEMİNİN REDDİUYUŞMAZLIKDURUŞMALINOKSAN İKMALİTEHİRİ İCRA
 BOZMA ÜZERİNEX DİRENMEYAZILI EMİR KANUN YARARINA BOZMA DAVA NAKLİ DERDEST DOSYANIN TEMYİZİ
EK KARARIN TEMYİZİ MADDİ HATANOKSAN İKMALİ(DERDEST DOSYA)
KARARIN TEBLİĞİNE İLİŞKİN BİLGİLERTARAFTARAF ADI SOYADI 
VEKİLİTEBLİĞ TARİHİTEMYİZ TARİHİ

DavacıMEHMET ŞANALMUSTAFA AKIN10/07/201916/07/2019DavalıABDULLAH KOYAŞAHMET ÇOLAK10/07/201916/07/2019DavacıBURAK AP. YÖNETİM KURULU ADINA HİLAL PALOCEBRAİL USKANER09/07/2019DavalıBİM BİRLEŞİK MAĞAZALAR A.ŞİHSAN BERMEKOĞLU,ABDULLAH PEHLİVAN09/07/201916/07/2019DOSYASINA UYGUNDUR10/09/2019Yazı İşleri Müdürü 117192Başkan 30220EKLERİ: T.C.Çukurova İlçe Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğünun 6301 Ada 2 Parsel ile ilgili2 Adet Mimari ProjeAdana 5.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/1095 Esas sayılı dosyası 

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
 T.C. YARGITAY 20. Hukuk DairesiESAS NO : 2019/4464 KARAR NO : 2020/945 TÜRK MİLLETİ ADINAY A R G I T A Y İ L A M IİNCELENEN KARARINMAHKEMESİ : Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk DairesiTARİHİ : 13/06/2019NUMARASI : 2018/1205-2019/571DAVACILAR : Mehmet Şanal, Burak Ap. Yönetim Kurulu adına Hilal PaloDAVALI : BİM Birleşik Mağazalar A.Ş, Abdullah KoyaşFER'Î MÜDAHİLLER: Yeşim Dinçel ve Ark.Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar Burak Ap. Yön. Kur. adına Hilal Palo ve Mehmet Şanal, fer’i müdahiller, davalılar Abdullah Koyaş, BİM Birleşik Mağazalar A.Ş vekilleri tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü: 
K A R A R Davacı Adana 3. Sulh Hukuk Mahkemesine vermiş olduğu dava dilekçesi ile müvekkilinin Çukurova ilçesi, Kurttepe köyü 6301 ada 2 sayılı parsel üzerine bulunan yapının 18 nolu bağımsız bölümün maliki olduğunu, davalıların 5 yılı aşkın süredir apartmanın ortak alanı olan bekçi odası, yönetim odası ve kapıcı odasını kullanmakta olduğunu, ayrıca davalıların zemin kat tabliye betonunu keserek bodrum kata asansör imal ettiğini, bu hususta apartman yönetimince herhangi bir karar alınmadığını bildirerek ortak alana yapılan haksız müdahalenin önlenmesine, yapının eski hale getirilmesine ve geriye dönük olarak 5 yıllık ecrimisil bedelinin davalılardan tahsil edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Birleştirilen Adana 5. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/1095 E. - 2015/1209 K. sayılı dava dilekçesinde müvekkilinin Adana ili, Çukurova ilçesi, Kurttepe köyü, 6301 ada 2 parsel sayılı taşınmazda bulunan Burak Apartmanının yönetim ve temsil kurulu olduğunu,davalıların 5 yılı aşkın süredir apartmanın ortak alanı olan bekçi odası, yönetim odası ve kapıcı odasını kullanmakta olduğunu, ayrıca davalıların zemin kat tabliye betonunu keserek bodrum kata asansör imal ettiğini, bu hususta apartman yönetimince herhangi bir karar alınmadığını bildirerek ortak alana yapılan haksız müdahalenin önlenmesine, yapının eski hale getirilmesine ve geriye dönük olarak 5 yıllık ecrimisil bedelinin davalılardan tahsil edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Adana 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/623 E. - 2017/213 K. sayılı kararı ile davanın kısmen kabul kısmen reddi ile 2014/623 Esas sayılı dosyası ile bu dosyası ile birleştirilen Adana 5. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/1095 Esas sayılı dosyasından açılan bekçi odası, yönetim odası, kapıcı dairesi ve sığınağa davalıların yapmış olduğu müdahalenin önlenmesine, zemin katta bulunan apartmanın ortak alanına yapılan 162,30 m² ile bodrum kata yapılan 160,70 m²'lik müdahalenin önlenmesine ve mimari projeye uygun hale getirilmesine, zemin kat tablo betondan kesilen betonun mimari projeye uygun eski hale getirilmesine, davalılara dava konusu ortak alanlarda yapılan müdahalenin önlenmesi ve ortak alanların mimari projeye uygun hale getirilmesi için 3 ay süre verilmesine, talep edilen ecri misil talebinin reddine karar verilmiş,kararın taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine 

Gaziantep Bölge AdliyeMahkemesi 3. HukukDairesinin2017/981 E.-2017/951K. sayılı kararıyla “19 nolu bağımsız bölüm altında kalan bodrum ile ilgili olarak dosya arasında bulunan 30/04/2003 tarihli kat malikleri kurulu kararı da nazara alınarak, davalıların zemin katvebodrumkataolanhaksızolduğuilerisürülen -2-2019/4464 - 2020/945müdahalelerinin ayrı ayrı değerlendirilmesi, yük asansörü imalatı ile ilgili olarak tesisatın anayapıya zarar verip vermediğinin açıklığa kavuşturulması ve ecrimisil talepleri yönünden görev hususunun değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle davalı Abdullah Koyaş vekilinin ve davalı BİM Birleşik Magazalar A.Ş. vekilininistinaf talebininkabulüne, davacı Mehmet Şanal vekili ve Burak Apt. yönetim kurulu adına Hilal Polo vekilinin istinaf talebinin reddine, Adana 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/623 E. - 2017/213 K. sayılı kararının kaldırılmasına karar verilmiş olup, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiş, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 16/10/2018 gün ve 2017/11028 E. - 2018/6449 K. sayılı kararıyla; "HMK'nın 359. maddesine göre mahkemece verilen kararın hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından herbiri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi ve verilen karar ile iki tarafın leh ve aleyhine hükmedilen görev ve hakların gayet açık ve anlaşılır biçimde yazılması gerekmektedir. 

Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesinin 3. Hukuk Dairesince görülen davada davalı Abdullah Koyaş vekilinin ve davalı BİM Birleşik Magazalar A.Ş. vekilinin istinaf talebininkabulüne, Adana 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/623 E. - 2017/213 K. sayılı kararının kaldırılmasına karar verilmiş olmasına rağmen, gerekçede belirtilen eksikliklerin tamamlanması için dosyanın ilk derece mahkemesine iadesine karar verilmiş olması çelişki yaratmıştır. Bu haliyle infazda tereddüt yaratacak şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir:" denilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesince; Yargıtay bozma kararına uyulmasına karar verilerek yapılan yargılama neticesinde; esas davanın kısmen kabul, kısmen reddine, birleştirilen davanın kısmen kabul, kısmen reddine, 30/04/2003 tarihli kat malikleri kurulu kararı ile 19 nolu bağımsız bölümün kullanımına özgülendiği anlaşılan ve bu bağımsız bölüm altında kalan (L) şeklindeki bodrum hariç olmak üzere davalıların bekçi odası, yönetim odası ve kapıcı dairesi ile Adana 5. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/1095 Esas sayılı dosyasında alınan 15/04/2015 tarihli bilirkişi raporunda gösterilen ortak alanlara yapılan müdahalenin men'ine, Ortak alanların mimari projeye uygun hale getirilmesine, bu amaçla davalılara kararın kesinleşmesinden itibaren 3 aylık süre verilmesine, yerine getirilmediği takdirde masrafı davalılardan alınmak koşuluyla davacılara infaz için yetki verilmesine, birleştirilen Adana 5. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/1095 E. - 2015/1209 K. sayılı dosyasında alınan 15/04/2015 tarihli raporun kararın eki sayılmasına, ecrimisil taleplerinin reddine karar verilmiş, hüküm davacılar Burak Ap. Yön. Kur. adına Hilal Palo ve Mehmet Şanal, fer’i müdahiller, davalılar Abdullah Koyaş, BİM Birleşik Mağazalar A.Ş vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Dava, müdahalenin men'i, eski hale getirme ve ecrimisil istemine ilişkindir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesince bozmaya uyulmuş ise de, kararının gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir. Şöyle ki;Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 16/10/2018 gün ve 2017/11028 E. - 2018/6449 K.sayılı kararında; "HMK'nın 359. maddesine göre mahkemece verilen kararın hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından herbiri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi ve verilen karar ile iki tarafın leh ve aleyhine hükmedilen görev ve hakların gayet açık ve anlaşılır biçimde yazılması gerekmektedir." denilmiş, ancak mahkemece hüküm kısmında "...ortak alanlara yapılan müdahalenin men'ine, ortak alanların mimari projeye uygun hale getirilmesine..." şeklinde karar verilmiştir. 6100 sayılı HMK'nın 297. maddesine göre mahkemece verilen kararın hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından herbiri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası -3-2019/4464 - 2020/945 altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi ve verilen karar ile iki tarafın leh ve aleyhine hükmedilen görev ve hakların gayet açık ve anlaşılır biçimde yazılması gerekmektedir. Yasanın bu hükmüne aykırı olarak davalı tarafın, plan ve projeye aykırı olarak gerçekleştirdiği müdahalelerin nelerden ibaret olduğu ve bunların ne şekilde eski hale getirileceğinin hüküm fıkrasında açıkça belirtilmeden hüküm kurulması doğru görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının HMK'nın 371. maddesi gereğince BOZULMASINA, dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde iadesine 24/02/2020 günü oy birliğiyle karar verildi. BaşkanR. SARITAŞÜyeM. ERDOĞANÜyeÜ. GÖRMEZÜyeA. KARÜyeA. R. BİLGİSİÇOKOkundu: S/Y xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx 
 HMK Madde 371 Gerekçesi Maddede, Yargıtayın hangi sebeplerden dolayı temyiz olunan kararı bozacağı düzenlenmekte ve bozma kararının gerekçeli olacağı belirtilmektedir. Temyiz incelemesini, istinaf incelemesinden ayıran temel özellik, temyiz incelemesinin usûl hukuku veya maddî hukuk yönünden incelemeyi gerektirmesi, maddî vakıaların denetimi ile delil değerlendirmesine girmemesidir. Maddede bu hukukî denetimin hangi sebeplerle yapılacağı açıklığa kavuşturulmuştur. Bugüne kadar istinaf yolunun olmamasından dolayı zaman zaman Yargıtay maddî vakıalara ve delil değerlendirmesine de girmek zorunda kalabilmekteydi, istinafla birlikte artık bu ihtiyaç ortadan kalkmış ve Yargıtay tamamen bir hukukî denetim ve içtihat mercii olmuştur. Yargıtay, hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanması, dava şartlarına aykırılık bulunması, taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir sebep olmadan kabul edilmemesi, karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması durumunda temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozabilir. Ayrıca maddede, temyiz incelemesi sonunda Yargıtayca bozma sebeplerinin tespit edilmesi hâlinde, hükmün kısmen veya tamamen bozulabileceği ifade edilmektedir. Bozma sebebi nispî nitelikte ise tespit edilen bozma sebebinin hükmü etkilemesi gerekir. Nitekim karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin mevcut olması hâlinde, bunların bozma sebebi sayılabilmesi için, ayrıca hükmün sonucunu etkilemiş olmaları gerekmektedir. Buna karşılık, dava şartlarının bulunmaması veya taraflardan birinin iddiasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir neden olmaksızın kabul edilmemesi hâlinde, bu bozma sebepleri mutlak bozma sebebi olup, ayrıca hükmün sonucunu etkileyip etkilemediğinin araştırılması gerekli değildir. Hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması ise hükmün sonucunu etkileyecektir. 

Llaw 23 Oca 2019 12:07 HMK 371 (Bozma Sebepleri) Emsal Yargıtay Kararları YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/2476 Karar : 2018/5310 Tarih : 5.07.2018 HMK 371. Madde Bozma Sebepleri 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle HMK 355. maddesindeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp karar verilmiş olmasına, dava şartları, delillerin toplanması ve hukukun uygulanması bakımından da hükmün bozulmasını gerektirir bir neden bulunmamasına göre davalıların tüm temyiz itirazları reddedilmelidir. 2-Davacının temyiz itirazlarına gelince; Davacı vekili; davalılardan ...'ın sürücüsü, ...'ın işleteni olduğu araçla olay tarihinde meydana gelen trafik kazasında davacının bir gözünün kaybına neden olacak şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiklerini belirterek oluşan manevi zararın tazminini talep etmiştir. Davalılar vekili; davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece; ceza dosyası kapsamı ve alınan bilirkişi raporu dikkate alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hükme karşı, davacı vekili ve davalılar tarafından istinaf talebinde bulunulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince; davacı ile davalıların istinaf başvurularının ayrı ayrı reddine karar verilmiş; karar, davacı vekili ve davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Dava, trafik kazasından kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 56. maddesi (Mülga 818 sayılı BK m.47) hükmüne göre hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22/06/1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. Somut olayda; olayın oluş şekli, olay tarihi, olayın gelişimi, maluliyet derecesi ve yukarıdaki ilkeler göz önüne alındığında davacılar yararına ilk derece mahkemesince hükmedilen manevi tazminat miktarı azdır. Bölge adliye mahkemesince davacıların başvurusunun esastan reddine dair karar kaldırılarak daha üst düzeyde manevi tazminata hükmedilmek üzere ilk derece mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir. SONUÇ: : Yukarıda açıklanan nedenlerle; temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının HMK 373/1. maddesi gereğince KALDIRILMASINA ve İlk Derece Mahkemesi kararının HMK 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE ve davacıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 05/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi. 

YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/4090 Karar : 2018/5335 Tarih : 5.07.2018 HMK 371. 
Madde Bozma Sebepleri 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle HMK 355. maddesindeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp karar verilmiş olmasına, dava şartları, delillerin toplanması ve hukukun uygulanması bakımından da hükmün bozulmasını gerektirir bir neden bulunmamasına göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir. 
2-Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince; Dava, haksız hacizden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hükme karşı; taraf vekillerinin istinaf yoluna başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, davacının istinaf başvurusunun esastan reddine, davalının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin kararının düzeltilerek, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 
Davacı vekili; davalının davacı aleyhine kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile icra takibi başlattığını, davacının icra takibinden araçlarının haczedilip, bir otobüsünün yakalanması üzerine haberdar olduğunu, bunun üzerine icra takibinin dayanağı olan senetlerdeki imzanın kendisine ait olmadığı, isim benzerliği bulunduğu, yanlış kişinin mallarının haczedildiği hususlarını davalıya bildirdiğini, bu hususun icra dosyası kapsamındaki yazılardan da anlaşıldığı halde davalının kasıtlı olarak işlemler yaptığını, davacının icra müdürlüğüne de müracaat ederek hacizlerin kaldırılmasını istediğini, davalının kabul etmemesi nedeniyle talebinin reddedildiğini, davalı ile yapılan görüşmelerin sonuç vermemesi nedeniyle davacının imzaya, borca ve fer’ileri ile icra takibine itiraz ettiğini, ... 

4. İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/600 esas, 2012/1287 karar sayılı ilamı ile haklılığının anlaşıldığını ve icra takibinin iptal edildiğini, davacının üç ay süreyle otobüsünü haksız haciz nedeniyle kullanamadığını, kazanç kaybının oluştuğunu, anlaşmalarının sıkıntıya girdiğini ve bir anlaşmasının da feshedildiğini belirterek, uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini isteminde bulunmuştur Davalı vekili; davanın reddi gerektiğini savunmuştur. İlk derece mahkemesince; alınan 11/12/2016 tarihli bilirkişi raporu benimsenerek, maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne, haksız haciz uygulanması ile davacının kişilik haklarının saldırıya uğradığı gerekçesiyle manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hükme karşı, taraf vekillerince istinaf talebinde bulunulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince; davacının istinaf başvurusunun esastan reddine, davacının 09/11/2015 tarihli bilirkişi raporunda belirlenen zarar miktarına itiraz etmediği ve belirlenen tutarı kabul ettiği, bu şekilde davalı yararına usuli kazanılmış hak oluştuğu, haksız takip ve haczin haksız fiil niteliğinde olduğu, haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarında gerçek zarar ilkesinin geçerli olduğu, usuli kazanılmış hak kapsamında davacının tespit edilen zararından, icra hukuk mahkemesince borca itiraz davasında davacı yararına hükmedilen ve davacı tarafından tahsil edilen kötüniyet tazminatının indirilmesi gerektiği gerekçesiyle, davalının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin kararının düzeltilerek, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 

İcra mahkemesi, yapacağı veya bilirkişiye yaptıracağı inceleme sonunda inkâr (itiraz) edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse itirazın kabulüne karar verir (İİK. m. 170/3, c. 1). İtirazın kabulü kararı ile, borçlu hakkında yapılan takip durur. İtirazın kabulüne karar veren icra mahkemesi, alacaklının kambiyo senedini takibe koymada kötü niyetli ve ağır kusuru bulunduğunu tespit ederse aynı karar ile alacaklıyı kambiyo senedine dayanan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere tazminata ve alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkûm eder (İİK. m.170/4,c.1). Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/03/2015 gün, 2013/19-1708 esas, 2015/1025 karar sayılı ilamında belirtildiği üzere İİK’nun 170/4. maddesinde düzenlenen tazminat icra inkar tazminatı niteliğindedir. Bölge Adliye Mahkemesince davacının belirlenen maddi zararından mahsup edilen ... 

4. İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/600 esas, 2012/1287 karar sayılı ilamında davacı lehine hükmedilen tazminat, davalının kambiyo senedini takibe koymasındaki kötüniyet ve ağır kusurunun karşılığı olup, İcra ve İflas Kanunu’na ve takip hukukuna özgü, sadece icra prosedürü içerisinde değerlendirilen ve farklı yargılama usulüne tabi, götürü bir tazminat niteliğinde olup gerçek zararı karşılama amacı taşımaz. Şu durumda; davacının haksız hacizden kaynaklanan maddi zararının giderilmesini, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41.(6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu`nun 49.) maddesi uyarınca, icra hukukunun prensiplerine bağlı olmaksızın genel hukuk kurallarına, farklı hukuki sebep, kapsam ve niteliğe dayalı olarak talep etmiş olduğu gözetilerek, haksız haciz nedeniyle belirlenen maddi tazminattan, niteliği itibarıyla icra inkar tazminatı olan kötüniyet tazminatının mahsup edilmemesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde hüküm tesis edilmesi doğru görülmemiş, Bölge Adliye Mahkemesi kararının bu nedenle bozulması gerekmiştir. SONUÇ:Yukarıda (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle; temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının HMK 371. maddesi gereğince BOZULMASINA, davacının diğer temyiz itirazlarının (1) numaralı bentte gösterilen nedenlerle reddine, dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 05/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi. 

 YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/5529 Karar : 2018/708 Tarih : 5.02.2018 HMK 371. Madde Bozma Sebepleri Dava ketmiverese hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacılar, davalıların annesi ... üvey kardeşleri olduğunu, mirasbırakan ...'ın 07/05/1994 tarihinde öldüğünü, geriye mirasçı olarak anneleri ile davalıların kaldığını,1 parsel sayılı taşınmazda mirasbırakan ...'ın 299 metrekare işgaline karşılık tapu tahsis belgesi bulunduğunu, bu taşınmazın imar uygulaması sonucu 2559 ada, 14 parsel olarak tespit gördüğünü, taşınmazın 257,91 m2 lik kısmının ... Belediye Başkanlığına 17/07/2012 tarih ve 2012/856 sayılı kararı ile ... mirasçıları adına tescil edildiğini, 14 sayılı parselin başka taşınmazlarla tevhid edilip 21 parsel numarası aldığını ve sadece davalıların hissedar yapıldığını, davalıların ... Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/125 -190 E. K. sayılı kararıyla mirasçılık belgesi aldıklarını, bu belgede kendilerinin mirasçı olarak görünmediğini,... . Sulh Hukuk Mahkemesinin 2015/161- 277 E.K. sayılı kararıyla mirasçılık belgesinin alındığını, kendilerinin de yasal mirasçı olmaları nedeniyle taşınmazda pay sahibi olmaları gerektiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazda davalılar adına olan payların iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini istemişlerdir. Davalılar, zamanaşımı def’inde bulunmuş, davaya konu taşınmazın 6292 Sayılı yasa uyarınca hak sahiplerine satışının gündeme geldiğini, anılan yasanın 6.maddesi gereğince süresi içerisinde başvuru yapıp ... 
Belediyesine 95.000,00TL arsa bedeli, 11.000,00 TL vergi borcu olmak üzere toplam 106.000,00-TL ödeyerek tapularını aldıklarını, davacıların hiçbir masrafa katlanmadan paylarını istediklerini, dava konusu taşınmazda hiçbir hakları bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, davanın kabulüne ilişkin karara karşı davalılar İstinaf başvurusunda bulunmuş, ... Bölge Adliye Mahkemesi .Hukuk Dairesince talebin esastan reddine karar verilmiştir. Somut olayda mahkemece davacıların tapu iptali ve tescil talebinin kabulüne karar verilmesi doğrudir. Ancak; Davalılar, ... Belediyesine başvurularak 95.000,00 TL arsa bedeli ve 11.000,00 TL vergi borcu olmak üzere toplam 106.000,00 TL ödediklerini ileri sürüp, bu miktarın davacılar tarafından depo edilmesini istedikleri halde mahkemece bu husus üzerinde durulmamıştır. Hal böyle olunca mahkemece davalılarınistemleri doğrultusunda araştırma yapılarak davalılarca ... Belediyesine yapılan ödemeler belirlenip, dava dosyasına depo edilmesinin sağlanması gerekirken, bu husus üzerinde durulmaksızın sonuca gidilmesi isabetli olmamıştır. Davalıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6100 sayılı HMK’nın 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren ... Asliye Hukuk Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin ... Bölge Adliye Mahkemesi . Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Llaw 23 Oca 2019 12:09 YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/5319 Karar : 2018/155 Tarih : 11.01.2018 HMK 371. Madde Bozma Sebepleri Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil mümkün olmazsa tenkis isteğine ilişkindir. Davacı, davalı ile ortak mirasbırakanları Mediha Pancarcı’nın, 1452 ada 156 parsel sayılı taşınmazda yer alan A blok 3. kat 17 numaralı bağımsız bölümdeki 2/8 payının tamamını 28.12.2006 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, işlemin mirasçılardan mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek miras payı oranında tapu iptali ve tescil mümkün olmazsa tenkis isteğinde bulunmuştur. Davalı, zamanaşımı ve hak düşürücü süre itirazında bulunmuş, taşınmazı bedel karşılığında temlik aldığını ayrıca mirasbırakanın paylaştırma amacıyla hareket ettiğini, 1991 yılında davacının ev alması sırasında mirasbırakanın bütün birikimini vererek davacıya maddi anlamda yardım ettiğini, bunun karşılığında taşınmazın kendisine devredildiğini belirtip davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesince, muvazaa iddiasının sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile pay oranında tapu iptali ve tescile karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince, davalının istinaf başvurusu esastan reddedilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, mirasbırakan ...nın çekişme konusu 1452 ada 156 parsel sayılı taşınmazda yer alan 17 numaralı bağımsız bölümdeki 2/8 payının intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini 3.500,00 TL bedelle davalı torununa 28.12.2006 tarihinde satış suretiyle temlik ettiği, temlike konu payın temlik tarihindeki değerinin 40.500,00 TL, dava tarihindeki değerinin ise 105.000,00 TL olduğunun keşfen saptandığı, 03.10.1934 doğumlu mirasbırakanın 11.11.2014 tarihinde öldüğü geriye mirasçıları olarak davacı oğlu ile kendisinden önce ölen diğer oğlu ...’dan torunu davalının kaldığı, mirasbırakan adına kayıtlı toplam 4 parça taşınmazın daha bulunduğu anlaşılmaktadır. Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (nitelikli-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve l.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de 4721 s. Türk Medeni Kanunu' nun (TMK) 706, 6098 s. Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237 (818 s. Borçlar Kanunu'nun (BK) 213) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki kişisel ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur. Somut olayda, davalının denkleştirme savunması üzerinde durulmamış, mirasbırakanın gerçek iradesi açıklığa kavuşturulmamıştır. Diğer taraftan, davalı satış bedelinin mirasbırakana ödendiğini de savunmuş olup gerçekten de satış işleminin gerçekleştirildiği 28.12.2006 tarihinden 21 gün sonra 18.01.2007 tarihinde davalının annesi dava dışı Hale Mine tarafından mirasbırakanın banka hesabına taşınmazın satış bedeli adı altında 11.800,00 TL gönderildiği sabittir. Her ne kadar İstinaf Mahkemesi, temlike konu payın satış bedeli ile satış tarihindeki gerçek bedeli arasında aşırı oransızlık olduğunu hükmüne gerekçe yapmış ise de bu husus tek başına muvazaanın kanıtı değildir. Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeler uyarınca soruşturma yapılması, davalının denkleştirme savunmasının araştırılması, gerçekten de mirasbırakanın davacıya taşınmaz, para vs. verip vermediğinin tanıklar yeniden dinlenerek belirlenmesi, mirasbırakanın mal kaçırma amacıyla mı yoksa denkleştirme amacıyla mı hareket ettiğinin duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6100 sayılı HMK’nın 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren ... ... 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Llaw 23 Oca 2019 12:09 YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/22389 Karar : 2017/20451 Tarih : 28.09.2017 HMK 371. Madde Bozma Sebepleri Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın yol olarak tapudan terkini istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karara karşı, davacı idare vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun ... Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesince HMK'nun 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddine, gerekçeli kararın hüküm fıkrasının faize ilişkin bendinin HMK`nun 353/1-b-2 maddesi uyarınca düzeltilmesine ilişkin hüküm davacı idare vekilince temyiz edilmiştir. Dosyada bulunan kanıt ve belgelere, kararın dayandığı gerekçelere göre; arsa niteliğindeki ... İli, ... İlçesi ... Mahallesi ... ve ... parsel sayılı taşınmazlara 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11/1-g maddesi uyarınca emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesine ve tespit edilen bedelin bloke ettirilerek hükmün kesinleşmesi beklenmeden davalı tarafa ödenmesine ilişkin ilk derece mahkemesinden verilen karara karşı yapılan istinaf başvurusunun bedel yönünden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak; 6100 sayılı HMK`nun 353/1-b-2 nolu bendinde "Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında duruşma yapılmadan karar verileceği düzenlenmiştir. Bu itibarla Bölge Adliye Mahkemesince ilk derece mahkemesinden verilen kararın faize ilişkin bölümünden kanunun olaya uygulanmasında hata edildiği gerekçesiyle yapılan düzeltmenin yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle yapılması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde sadece faize ilişkin olarak yapılan düzeltmenin ilk derece mahkemesi kararına şerh edilmesi, Doğru görülmemiştir. Davacı idare vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan ... Bölge Adliye Mahkemesi 5.Hukuk Dairesinin hükmünün açıklanan nedenlerle H.M.K.nun 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 28/09/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi. Llaw 23 Oca 2019 12:10 YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/402 Karar : 2017/5844 Tarih : 28.06.2017 HMK 371. Madde Bozma Sebepleri Çekişmeli ... ili, ... ilçesi, ... köyü, ... mevkiinde bulunan 1621 parsel sayılı 3625,00 m2 yüzölçümündeki taşınmaz bağ niteliğinde ... adına tapuda kayıtlıdır. Davacı ... Kadastro Mahkemesine verdiği 26/09/2012 havale tarihli dava dilekçesinde özetle, sınırlarını bildirdiği taşınmazların tapu kaydı bulunduğunu, malikin murisi olduğunu, taşınmazın evveliyatından itibaren ... vasfında olmadığını, yörede 2010-2011 yıllarında yapılan ... kadastrosunda ... sınırları içine alındığını ileri sürerek ... tahditinin iptali ile ... sınırları dışına çıkarılmasını ve adına tescilini istemiştir. Dava konusu 1621 parsel sayılı taşınmaza dair dava ana davadan tefrik edildikten sonra ... Kadastro Mahkemesinin ...’nın 22/05/2013 tarih ve 460 sayılı kararıyla kapatılması üzerine dava ... Kadastro Mahkemesine devredilmiştir. Kadastro mahkemesince davanın kanuni sürede açılmadığı gerekçesiyle görevsizlik karaı verilmiş, dosya ... Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilerek 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/642 Esasına kaydedilmiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Dava 6 aylık sürede açılmış ... kadastrosuna itiraza ilişkindir. Yörede ... kadastrosu 6831 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılmış, 11/04/2012 tarihinde ilan edilmiş, itiraz edilmeyen taşınmazlar yönünden kesinleşmiş, çekişmeli taşınmaz ... sınırları içine alınmıştır. Genel arazi kadastro işlemi/tapulama 1975 yılında yapılmış, taşınmaz belgesizden bağ niteliğiyle ... adına tespit edilmiş, tespit 28/02/1978 tarihinde kesinleşmiştir. Bilindiği üzere 6831 sayılı ... Kanunun 26/02/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6527 Sayılı Kanun 1. maddesi ile değişik) 11. maddesinin birinci fıkrasına göre ... kadastro komisyonlarınca alınan kararlara ilişkin düzenlenen tutanak ve haritalar askı suretiyle otuz gün süre ile ilan edilir. Bu ilan ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmündedir. Tutanak ve haritalara karşı itirazı olanlar; askı tarihinden itibaren otuz gün içinde kadastro mahkemelerinde, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemelerde dava açabilirler” denilmektedir. Değişiklikten önceki halinde ise “otuz gün” ibaresi “6 ay” olarak düzelendiğinden, 26.02.2014 tarihinden önce ilandan itibaren 6 aylık sürede açılan ... kadastrosuna itiraz davalarında görevli mahkeme kadastro mahkemesidir. 6100 sayılı Kanunun 1. maddesi gereğince mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir. Aynı Kanunun 114/1-c madde uyarınca görev dava şartlarındandır. 115. maddesi gereğince mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan (mülga)1086 sayılı HUMK’nın 437/2 maddesi gereğince “dava şartlarına aykırılık bulunması” bozma nedenidir(6100 sayılı HMK’nın 371/1-b m.). Bu bilgiler ışığında somut olay incelendiğinde, dava 6 aylık ilan süresi içinde açılan ... kadastrosuna itiraz davasıdır. Davacı davasını kadastro mahkemesinde açmış bulunmasına rağmen yargılama sırasında 6527 sayılı Kanunla 6831 sayılı Kanunun 11. maddesinde değişiklik yapılıp ... kadastrosu ilan süresi 30 gün olarak düzenlendiği ve davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle kanun değişikliği yanlış yorumlanarak görevsizlik kararı verilmiş, hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Yukarıda anlatıldığı üzere görev hususu kamu düzenine ilişkindir, taraflarca ileri sürülmese de mahkemece kendiliğinden gözetilmelidir. Her dava açıldığı tarihte yürürlükte bulunan kanun hükümlerine göre çözüme kavuşturulur. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6831 sayılı Kanun 11. maddesinde ... kadastro işlemlerinin ilan süresi 6 ay olarak belirlenmiş olmasına, davanın da ilan süresi içinde açılmış bulunmasına göre davaya bakma görevi kadastro mahkemesinindir. Mahkemece kadastro mahkemesinin görevli olduğu belirtilerek görevsizlik kararı verilmesi yerine yanılgılı değerlendirmeyle görev hususu değerlendirilmeyip işin esasına girilerek hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir. 
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle davacının temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde iadesine 28/06/2017 günü oy birliğiyle karar verildi. 

YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/15755 Karar : 2014/26324 Tarih : 22.12.2014 HMK 371. Madde Bozma Sebepleri Mahkeme hükmünün hukuki varlık kazanabilmesi için onun tefhim edilmesi gerekir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa göre; hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada verilir ve tefhim olunur. Hükmün tehimi, herhalde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. (6100 s. HMK. m.294/2-3) Zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir. (6100 s. HMK. m.294/4) Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. (6100 s. MK. m.298/2) Hüküm sonucunun neleri ihtiva edeceği ise, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesinin 2. fıkrasında gösterilmiştir. Buna göre, mahkeme " gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların , sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” "Ekli karar tefhim edildi", "gerekçeli kararın mahkeme kaleminden alınmasına" veya benzeri şekilde tutanağa geçirilen beyanlarla hüküm tefhim edilmiş sayılamaz. Mahkemece son oturum tutanağında "davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine" denilmekle yetinilmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanunun 297/2. maddesinde gösterildiği şekilde hüküm sonucunu belirtmeyen böyle bir beyanla hüküm tefhim edilmiş ve hukuki varlık kazanmış sayılamaz. Başka bir anlatımla hakim, yargılamayı sona erdirdiği oturumda hiçbir karar vermemiştir. Diğer taraftan Hukuk Muhakemeleri Kanununun 371/1-ç .maddesindeki hükmün sonucunu etkilemeyen usul yanlışlıklarının bozma sebebi yapılamayacağına ilişkin kural, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 294/3. ve 297/2. maddesine uygun şekilde tefhim edilen hükümlerle ilgilidir. Yukarıda açıklanan nedenler karşısında ortada hukuki varlık kazanmış bir karar mevcut olmadığından anılan 371/1-ç. maddesinin uygulanması da söz konusu bulunmamaktadır. Bu bakımdan yeniden yargılama yapılarak Hukuk Muhakemeleri Kanununun 294/2-3 ve 297/2. maddelerinde, l0.4.l992 günlü ve 7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında gösterildiği şekilde hüküm verilmek üzere temyiz olunan kararın bozulmasına, bozma sebebine göre, diğer yönlerin şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmiştir. Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple ( BOZULMASINA ), bozma sebebine göre diğer yönlerin şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 

 YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/16248 Karar: 2017/15636 Tarih: 03.07.2017 HMK 371. Madde Bozma Sebepleri Davacı, işverence iş akdine haksız olarak son verildiğini öne sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile kötüniyet tazminatı, fazla çalışma ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının tahsilini istemiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili; davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan delillere göre ve bilirkişi raporu doğrultusunda ihbar ve kötüniyet tazminatlarının reddine, diğer taleplerin kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Kararı taraflar vekilleri temyiz etmiştir. 

Gerekçe: 1-)Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere ve temyiz nedenlerine göre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine, 2-)Davacı işçinin ulusal bayram ve genel tatillerde çalışma karşılığı ücretlere hak kazanıp kazanmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını iddia eden işçi, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda yer alan bayram ve genel tatil ücreti ödemesinin yapıldığı varsayılır. Bordroda ilgili bölümünün boş olması ya da bordronun imza taşımaması halinde işçi, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını her türlü delille ispat edebilir. Ulusal bayram ve genel tatillerde çalışıldığının ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, yazılı delil niteliğindedir. Ancak, sözü edilen çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda, tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bununla birlikte, işyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez. İmzalı ücret bordrolarından, ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından daha fazla çalışıldığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin alacağının bordroda görünenden daha fazla olduğu yönünde bir ihtirazi kaydının bulunması halinde, ulusal bayram ve genel tatil çalışmalarının ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıt taşımaması durumunda dahi, işçinin bordroda yazılı olanın dışında ulusal bayram ve genel tatil çalışmalarının yapıldığını yazılı delille kanıtlaması imkân dahilindedir. 

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 26. maddesi6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 26. maddesi "Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir." hükmü uyarınca taleple bağlılık kuralına aykırı olarak talepten fazlasına karar verilmesi usule aykırıdır. Somut olayda; davacı, dini bayramlar hariç ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını iddia etmesine karşın tanık beyanları sebebiyle Kurban Bayramının 4. günü de çalıştığının kabul edilmiş olması talep aşımı mahiyetinde olduğundan hatalı bulunmuştur. 3-)Taraflar arasında ıslaha karşı zamanaşımı itirazının usulüne uygun şekilde dikkate alınıp alınmadığı diğer bir uyuşmazlık konusudur. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme özelliği"ni ortadan kaldırır. Uygulamada, fazlaya dair hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı sebeplerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya dair hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi davaya konu yapılan miktar için kesilir. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı def'i de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 371/2, 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı def'inde bulunulabileceği kabul edilmelidir. 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def'ine davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı def'i geçerli sayılmakta iken, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def'inin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı def'ine davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı def'i dikkate alınmaz. Somut olayda; mahkemece,ıslaha karşı süresinde yapılan zamanaşımı savunması resen hesaplama yapılarak dikkate alınmış ise de; hesaplama hatalıdır. Davacı 01.04.2015 tarihinde davasını ıslah etmiştir. Islaha karşı zamanaşımı savunması sebebiyle 01.04.2010 tarihi öncesine ait fazla çalışma ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacakları dava dilekçesinde talep edilen tutarlar dışında zamanaşımına uğrar. Mahkemece, 01.04.2010 tarihi öncesine ait hesaplanan fazla çalışma ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağı miktarının, dava dilekçesinde talep edilen 1.000,00 TL fazla çalışma ve 200,00 TL ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağı dışında kalan tutarının zamanaşımına uğrayacağı, dava dilekçesinde talep edilen bu miktarlar yönünden zamanaşımının kesildiği gözardı edilmiştir. Mahkemece bu hususlar gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının talep halinde ilgililere iadesine, 03.07.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi. 
 YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ HMK 371. Madde Bozma Sebepleri 1- )Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine, 2- )Davacı, davalı bakanlığa bağlı Akıncıtürk İhsan Dikmen ilköğretim Okulunda 15.9.1997-8.6.2012 tarihleri arasında hizmetli olarak çalıştığını, 14.9.2010 tarihi itibariyle E. K. sigortalısı olarak gösterildiğini, davalının asıl işveren olarak sorumlu olduğunu, iş akdinin feshi esnasında alt işveren tarafından kıdem ve ihbar tazminatına mahsuben 2.640,00 TL ödendiğini, ancak ödemenin eksik olduğunu, iş akdinin haksız ve gerekçesiz olarak feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatlarıyla yıllık izin ve fazla çalışma ücreti alacaklarının tahsilini istemiştir. Davalı, davacının 1.9.2010 tarihine kadar Akıncıtürk İ. Dikmen İlköğretim Okulunda çalıştığını, davacının işvereninin Akıncıtürk İhsan Dikmen İlköğretim Okulu Okul Aile Birliği olduğunu, davacının 1.9.2010 tarihinden sonra Akıncıtürk İhsan Dikmen İlköğretim Okulunda hizmet satın alınan şirketler tarafından çalıştırıldığını, bu süre içinde Bakanlıkla davacı arasında alt ya da üst işveren ilişkisi olmadığını, bu davada husumetin Milli Eğitim Bakanlığına yöneltilmesinin doğru olmadığını bildirerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalı bakanlığın asıl işveren olduğu, davacının iş akdinin bir miktar tazminat ödenmek suretiyle feshedildiği ve fark kıdem tazminatı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme özelliği"ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir. Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden gözönünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumuyla ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır. 4857 Sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 Sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 Sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları, 818 Sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi ( 6098 Sayılı ) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 7. maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 447. maddesiyle sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı Kanunun 316 vd. maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı defi ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlükte olduğu dönemde 319. madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesiyle ileri sürülmelidir. 1.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 Sayılı H.U.M.K.hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 1.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2, 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içinde cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 141 /son maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakatiyle yapılabilir. 1086 Sayılı H.U.M.K.yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Bundan başka yukarda açıklandığı üzere Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 1.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 371/2, 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 1.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz. Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür ( Yargıtay HGK. 4.6.2011 gün 2010/9-629 E. 2011/70. K. ). Somut olayda; davalı vekili cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı savunmasında bulunmuş olup davalının zamanaşımı savunmasının dikkate alınması gerekirken eksik incelemeyle karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. 
SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarda açıklanan sebeple BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde iadesine, 10.09.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Esas: 2014/8877 Karar: 2014/16649 Tarih: 10.09.2014 23 Oca 2019 12:14 

 YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas: 2013/16303 Karar: 2014/84 Tarih: 13.01.2014 HMK 371. Madde Bozma Sebepleri 1- ) Dosyadaki yazılara, hükmün dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine. 2- ) Davacı, davalı şirketin taşeoronlarından ... Denizcilik Acentesi Nak. Tic. Ltd. Şirketi'nde 15.04.1996 tarihinde işe girdiğini 08.01.2008 tarihinde işten çıkarıldığını, bu süre içerisinde davalı ... Çimento Tic. ve San. A.Ş.'nin işini yaptığını, haftanın 7 günü sabah 07.00 - akşam en erken 22.00'ye kadar çalıştığını, mekaniker ustası olduğunu ve aylık net 00.-TL ücretle çalıştığını, kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin, genel tatil ve fazla mesai ücretlerinin ödenmediğini iddia ederek alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Davalı ... Çimento Tic. ve San. A.Ş., davacının kendi işçisi olmadığını, ... Denizcilik Acentesi Nak. Tic. Ltd. Şirketi'nin işçisi olduğunu, bu şirket ile arasında ise asıl-alt işveren ilişkisi bulunmadığını, davacının aldığı ücrete hiçbir ihtirazi kayıt koymadan asgari ücret ile çalıştığını, davacının haftanın 7 günü sabah 7:00 - akşam 22.00 arası çalıştığı ve de hiç tatil kullanmadığı iddiasının hayatın olağan akışına uygun olmadığını savunarak davanın karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, davacı işçinin 15.04.1996 tarihinde davalı şirketin taşeron şirketine bağlı olarak 15.04.1996 - 13.11.2000 ve 20.03.2001 - 08.01.2008 tarihleri arasında çalıştığı, iş akdinin taşeoron şirket tarafından haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiği ancak fazla mesai ve tatil alacaklarında zamanaşımı savunması nedeniyle talepten aza karar verildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme özelliği"ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir. Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istene-bilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 7'nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 447'nci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı Yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargı-lama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı defi ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlükte olduğu dönemde 319'uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2, 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 14 l /son maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir. 1086 sayılı yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa ( suskun kalınmışsa ) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz. Bundan başka yukarıda açıklandığı üzere Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 371/2, 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz. Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür ( Yargıtay HGK.nun 04.06.2011 gün 2010/9-629 E., 2011/70. K. ). Somut olayda davacı taraf 02.07.2012 tarihinde dava konusu alacakları miktar yönünden ıslah etmiş; davalı vekili ise, 09.07.2012 havale tarihli dilekçesi ile ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı savunmasında bulunmuş olup aynı zamanda cevap dilekçesini de ıslah ettiğini belirterek dava dilekçesine karşı zamanaşımı savunmasında bulunduğunu bildirmiştir. Ancak cevap dilekçesinin ıslahı 6100 sayılı 176 vd. maddelerine uygun olarak yapılmadığı için geçerli kabul edilemez. Bu nedenle dava dilekçesinde istenilen alacaklara karşı zamanaşımı savunmasının nazara alınmaması ve sadece ıslah dilekçesine karşı yapılan zamanaşımı savunması dikkate alınarak alacakların hesaplanıp hüküm altına alınması gerekirken yazılı şekilde sonuca gidilmesi hatalıdır. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, aşağıda yazılı temyiz harcının davalıya yükletilmesine, 13.01.2014 gününde oybirliği ile karar verildi. xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

 4. HUKUK DAİRESİDURUŞMA T.C. GAZİANTEP BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 4. HUKUK DAİRESİDURUŞMA TUTANAĞIESAS NO : 2020/576 EsasCELSE NO : 1CELSE TARİHİ : 30/06/2020BAŞKAN : Sait IŞIK 30220ÜYE : Mehmet ÇOBAN 41963ÜYE : İbrahim KAYA 107571 KATİP : Şeyda ÖZEV 128481 Belirli gün ve saatte celse açıldı. Davalı vekili Av. Ali Demir geldi. Açık yargılamaya devam olundu.Yargıtay20. Hukuk Dairesinin bozma ilamı okundu.Davacı vekilinin mazeret dilekçesi verdikleri görülmekle okundu. Dosyaya eklendi.Davalı BİM A.Ş vekilinin yetki belgesi ibraz ettiği görülmekle okundu. Dosyaya eklendi. Davalı Abdullah Koyaş vekiline tebligat yapıldığı, mazeretsiz gelmediği anlaşıldı. Davalı vekili: Bozma ilamına uyulmasınıtalep ederiz dedi. G.D.:1-Davacı vekilinin mazeretinin kabulüne, duruşma gününün tebliğine, masrafın avanstan kullanılmasına, 2-Yargıtay bozma ilamına uyulması konusunun gelecek celse kararlaştırılmasına, Bu nedenle duruşmanın15/09/2020saat 10:20 'a bırakılmasına oy birliğiyle karar verildi.30/06/2020Başkan 30220e-imza Üye 41963e-imzaÜye 107571e-imza Katip 128481e-imza

25 Ağustos 2020


SABATAYCILIK HAKKINDA MUHTELİF GÖRÜŞLER

 

                                           Sabetaycılar Ne Olduklarını Bilmiyor
Onların Sabetaycılık inancından uzaklaştıklarına inanıyorum. Bir Selaniklilik var belki, ama onda da seçkinci ve elitist bir yaklaşım var. 'Biz Selanikliyiz, biz daha Batılı, daha kozmopolitiz' gibi bir bakış açıları var. Bir insanın böyle düşünmesi yanlış. Bugün Sabetayistlerin bir kimlik problemi var bana göre. Ne olduklarını bilmiyorlar. Dinden uzaklaşmış bir kitle olarak görüyorum onları."
"Dönmeler, İslam ve milliyetçiliğin gözünde dayatmacı bir Batılı hayat tarzını temsil ediyor. Sağ-sol çatışmaları döneminde komünizmi ve Marksizmi de temsil ettiler bir yerde. Kozmopolitizimle ve Batıcılıkla özdeş hale geldiler ve Batının ahlak düşkünlüğüne ve onu muhafazakar bir hayat tarzının üstüne dikte etmeye taraf oldular. Problem bu"
Sabetaycılık konusu son dönemde daha bir fazla Türk medyasının gündemine girer oldu. Hemen hemen her gazetede konuyla ilgili bir haber ya da röportaj çıktı konuyla ilgili olarak. Bütün bu tartışmaları başlatan Ilgaz Zorlu'nun "Evet Ben Selanikliyim: Türkiye Sabetaycılığı" isimli kitabı. Herkes bu konuyu bir yerinden tutup gündeme getirirken Türkiye'deki Yahudi cemaati ve yayın organları belki de haklı olarak bu süreçte sessizliği tercih etti.
Onlar her ne kadar bir parçası olarak değerlendirilse de Yahudi kamuoyu -ta başından beri- onların Yahudilikleerini kabul etmiyor. İsrail ve Türkiye hahambaşılıkları başka ülke 'converzo'larına gösterdikleri anlayışa rağmen, Türkiye'li Dönmelere ya da Sabetaycılara oldukça soğuk bakıyor. Çünkü bu görüşe göre Sabetaycılar artık Müslümanlık dini içinde değerlendirilmesi gereken bir akım.
Türkiye ve dünya Yahudilerinin Sabetaycılara bakış açısı ile ilgili olarak Yahudi araştırmacı-yazar Rıfat Bali ile bundan üç sene önce görüşmüştük. Kısmet bugüne imiş. Rıfat Bali'nin bazı değerlendirmeleri genel Yahudi bakış açısını yansıtsa da oldukça önemli noktalara da temas ediyor. Bali, araştırmacı kişiliğiyle cemaatinin son dönemde yetiştirdiği en önemli fertlerden.
İletişim'den çıkan son kitabı kendi cemaatinin asırlık söylemleriyle hesaplaşması açısından da gerçekten önemli bir çalışmaydı. (Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri, Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945) İletişim, İstanbul, 1999)
Bu röportaj son dönemde ilk kez bir Yahudi'nin Sabetaycılığı "dini ve teknik" anlamda tartışabilmesi ve soğukkanlı değerlendirmelerde bulunabilmesi açısından özel bir önem taşıyor.

Genel olarak Sabetaycıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sabetay Sevi bundan 300 yıl önce ortaya çıktı. Mesihliğini ilan etti. Sonra can korkusuyla Aziz Mehmed Efendi oldu. Devamı artık bilinen hikaye... Dönmeler, İslam ve milliyetçiliğin gözünde dayatmacı bir Batılı hayat tarzını temsil ediyor. Yetmişli yıllarda sağ-sol çatışmaları döneminde komünizmi ve Marksizmi de temsil ettiler. Bugün baktığımızda Ilgaz Zorlu dışında biri çıkıp da ben Sabetayistim demiyor ama dönmelerle ilgili olarak etrafta bir sürü söylenceler var.
Geçmişte 
Halil Bezmen ortaya çıkmıştı.
Ahmet Emin Yalman da Dönmeydi, Nazım Hikmet'i savunur yazılar yazdı diye eleştirildi. Bence bugün Dönmelik konusu Türkiye gündeminden düşmüştür. Çünkü Dönmeliği temsil eden, tartışmalı, ateşli polemik yapan insanlar kalmadı. Bir Yalman'ın eşdeğeri bugün yok. İslami basında Selanik kökenli olması nedeniyle Coşkun Kırca'nın Dönme olduğu iddia edilmektedir. Kırca'nın ateşli Atatürk milliyetçisi tavrından da yola çıkılarak Ahmet Emin Yalman dönemini andırır bir Sabetayist-İslam kutuplaşması ara sıra gündeme gelmektedir. Ama bu da bir yerde anlamsızdır, zira Coşkun Kırca hiçbir zaman kendisinin Sabetayist olduğunu deklare edip kendisine uygun görülen bu kimliği savunmadı ki. E, o zaman kiminle neyi tartışacaksınız? Bence Dönmeliğin artık önemi kalmamıştır. Problem aslında başka. Sabetaycılar bir yerde Türk toplumunda taraf oldular. Neye taraf oldular; Batıya, Batılı yaşam tarzına taraf oldular ve bu yaşam tarzını Türk toplumuna getirmeye uğraştılar. Örneğin İpekçilerin ilk sinema salonlarını açmaları ve burada Batılı yaşam tarzını gösteren filmlerin gösterimi ve Yalman'ın ateşli ve saldırgan bir laik oluşu... Tüm bunlar Dönmeleri kozmopolitizmle, Batıyla özdeşleştirdi ve bir yerde İslami-geleneksel-muhafazakar değerlere bağlı olarak yaşamak isteyen toplumun çoğunluğuna bu yaşam tarzını dayatmakla suçlandılar. Çünkü akşamları foxtrota, çaylara, balolara gitmeyen, kısa etek giymeyen, başını açmayan, İslami değerlere bağlı muhafazakar kadınlar ve toplumun çoğunluğunu teşkil eden bu tarz aile ve toplum yapısı, dönemin basını ve kamuoyunun önde gelen ve bir çoğu Selanikli olan yazarları tarafından "yobaz ve gerici" olarak nitelendirildiler. Bütün mesele buradan ortaya çıkmaktadır ve bugün de Türk toplumunda yaşanan gerilim ve gerginlik aynı nedenlere dayanmaktadır. Neye taraf oldular, Batıya... İslami görüşe göre Batının ahlak düşkünlüğüne ve onu muhafazakar bir hayat tarzının üstüne dikte etmeye taraf oldular. Problem bu. Problem özünde dinsel değil ki. Problem gizli Yahudilik de değil bir yerde.
Dönmelerin çifte kimlikli oluşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslami bakış açısı ile Dönmelere olumsuz bakılması İslami düşünce dünyasının iç kurgusu açısından gayet doğal ve anlaşılabilir bir tepki. Ben Müslüman olsam, ben milliyetçi-muhafazakar bir görüşe sahip olsam bu tepkiyi gayet normal bulurum. Bu benim şahsi görüşüm, herhangi bir kesime şirin görünmek için söylemiyorum. Düşünün ki adamlar "Elhamdülillah Müslümanım" diyorlar fakat değiller. E, tabii gerçek bir Müslüman, "Ha bak işte bunlar Yahudinin gizli ajanlarıymış" diyecek. Buna Ahmet Emin Yalman'ın 1950'li yıllarda Necip Fazıl Kısakürek ve Büyük Doğu'cularla olan şiddetli polemikleri ve bir dönme olan 
Sabiha Sertel'in eşi Zekeriya Sertel ile birlikte milliyetçi ve Turancılarla olan polemiklerini de eklerseniz resim tamamlanıyor. Ortaya çıkan resimde İslam'ı içten yıkmaya çalışan ve özellikle 1970'li yılların sağ-sol çatışma atmosferi içinde İslam'ın da içinde yer aldığı geniş sağ cepheyi çökertmeye çalışan "Yahudiliğin gizli ve aynı zamanda "kızıl ajanları" sembolü ön plana çıkmaktadır. Çok kötü bir efsane haline geldi bu konu. İşin asıl tartışılması gereken ilmi, dini ve mistik yanı tamamen bir kenara atıldı. Sadece siyasi ve popüler yanı ele alınıyor. Belki Ahmet Emin Yalman bu türden tartışmalara girmeseydi bu konu bu kadar dejenere olmayacaktı.
Böyle bir yapıyı önemsemiyorsunuz ama eleştiriyorsunuz.
İslami bakış açısıyla bir yerde mantıki bir tavır var aslında. Bugün Dönmelik var mı? Ilgaz Zorlu o cemaatten olduğuna göre bir bildiği var ki 'var' diyor. Bana sorarsanız belki var, ancak artık Sabetayistler açısından da bir önemi olduğuna inanmıyorum. Çünkü onların Sabetaycılık inancından uzaklaştıklarına inanıyorum. Bir "Selaniklilik" var belki, ama onda da seçkinci ve elitist bir yaklaşım var. 'Biz Selanikliyiz, biz daha Batılı, daha kozmopolitiz' gibi bir bakış açıları var. Bir insanın böyle düşünmesi yanlış. Bugün Sabetayistlerin bir kimlik problemi var bana göre. Ne olduklarını bilmiyorlar. Dinden uzaklaşmış bir kitle olarak görüyorum onları. Bugün hala çifte kimliğini sürdüren kişiler varsa -ki Ilgaz Zorlu var diyor-, onların daa azınlıkta olduğuna inanıyorum.
Dünya ve Türkiye Yahudileri Sabetaycılığa nasıl bakıyor?
Dünya Yahudiliği Sabetaycılığa bir mezhep olarak, bir mistik yaklaşım olarak bakıyor. Sabetaycıların Yahudiolamamaları gibi bir meseleleleri yok. Herkes Yahudi olabilir. Bir Hıristiyan da, Budist de Yahudi olabilir. Ancak bunun bir ritüeli vardır. İslam'da nasıl kelime-i şehadet getirip bir Hıristiyan Müslüman olabilirse, Yahudilikte de ona benzer bir ritüel vardır. Bir eğitimin sonucunda bir sınavdan geçersiniz, dinin icaplarını yaparsınız ve Yahudi olursunuz.
Ilgaz Zorlu bunun bu kadar kolay olmadığını söylüyor.
Onun meselesi ayrı. O diyor ki, "Ben Yahudi kökenliyim. O zaman beni ayrı bir kategoriye koyacaksın. Yani ben bir Hıristiyan gibi, bir Budist gibi değilim. Onlar o süreçten geçsin, beni özel ayrıcalıklı bir odadan geçireceksin ve Yahudi kabul edeceksin" diyor. Bu mümkün değil. Yani ben çok dindar bir insan olduğumdan, dinin vecibelerini bildiğimden söylüyor değilim. Fakat bu Yahudi dininin mantığına aykırı bir şey. Siz kendiniz Yahudiliğin kabul etmediği bir Mesih'e inanmışsınız, başka bir yola sapmışsınız, bugün şimdi yeniden Yahudi olmak istiyorsunuz. Yahudilik dini ayrıcalıklı muamele kabul etmiyor. Diyor ki, 'Madem sen Yahudisin ve bu dinin icaplarını biliyorsun, demek ki bu yol senin için daha kısadır, yap o ritüelleri gel Yahudi ol'. Diyelim ki, İsrail'de Türkiye'de var olduğu iddia edilen Sabetaycıları Yahudiliğe kabul eden bir karar çıksa zannediyor musunuz ki Türkiye'deki Sabetaycılar "Allah Allah" diyerek Yahudi olmak için İsrail'e koşacaklar? Hayır, Ilgaz Zorlu'nun dışında gidecek bir kişi daha olacağını hiç sanmıyorum. Ilgaz Zorlu geçmek isteyenlerin olacağını söylüyor. Türkiye'de Dönmelerin ciddi dini temele dayanan cemaatsal bir yapısının bulunduğuna inanmıyorum. Çıksınlar efendim o zaman ortaya.
Türkiye Yahudi cemaatinin Dönmelere bakışı nasıl?
1950'li yıllardan günümüze dek gelen Dönme-İslam çatışmasının sonucu olarak "gizli Yahudi ajanı" olarak görülmelerinden dolayı Türkiye Yahudileri Sabetaycılara fevkalade soğuk ve uzak dururlar. Bu dediğim imajdandolayı hiçbir platformda beraber olma ihtimalleri yoktur. Sabetaycılar Yahudileri sevmez, Yahudilerin de Sabetaycılara çok fazla sempatiyle baktıklarını söyleyemem. O açıdan İslami düşünce dünyasının "Yahudiler, Dönmeler ve Farmasonlar" üçlü sacayağı düşüncesinin doğru olduğuna inanmıyorum.
Dönmelerin bugünkü dini durumu nedir sizce?
Yahudilik açısından kabul edilecek bir yönü yok. Müslümanlar içinde konforlu bir konumda olacaksın ve Yahudilik iddiasında bulunacaksın. Bunun pek de etik bir davranış olduğuna inanmıyorum. Yahudiliğe dönmek istiyorsanız, bunun ritüelleri var. Kimse size mani değil, olmaz.
Etkin masonlar hep bu gruplar arasından çıkıyor.
Yahudiler ve Sabetayistler arasından çok mason çıktığı doğrudur. Ama bu durumun da kendi kurgusu içinde birtakım anlaşılabilir mantıki nedenleri vardır. Masonluk bir yerde evrensel bir felsefeyi, eşitliği, kardeşliği savunuyor ve yaymaya çalışıyor ama dini arka plana atıyor. O zaman zaten dinden uzaklaşmış olan Sabetaycılara masonluk çekici gelmektedir. Tarih boyunca ayrımcılığa uğramış bulunan Yahudiler de kardeşlik, eşitlik ilkeleri çerçevesinden dolayı masonluğa sempati ile yaklaşmaktadırlar. Ancak bir gerçek var; tüm dernekler gibi masonluk da bana göre bir lobi ve toplumda ağırlığı olan bir sivil toplum kuruluşu ve her sivil toplum kuruluşu gibi bir baskı grubudur. Ancak kardeşlik ve eşitliği ilke diye benimsemiş bulunan bu baskı grubu siyasete alet ve taraf olmamalıdır.
Kanal-7'deki gizli mason ayiniyle ilgili yayınlar üzerine masonların kendi aralarındaki yazışmaları gazetelerdeyayınlandı. Son derece talihsiz mektuplar onlar. Yani bir kere o mektupları her kim bulmuşsa ve şayet doğruysa büyük bir gazetecilik olayı yapmış.
Fevkalade talihsiz olan hadise, raporun Fransız Büyük Locasına İsrail Büyük Locasından gelmesi ve orada "işte şunları yapın" diye emirler verilmesi. Çok yanlış şeyler yani. Komplocu görüşü dile getirenler de zannediyorum bu noktalardan hareket ediyor. Ancak tekrar ediyorum; bu sözlerim belgelerin özgün olmaları kaydıyla geçerlidir. Aksi halde bu kez bunu yayınlayan gazeteler hatalı davranmış olacaklardır.

Rifat N. Bali Aksiyon
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Sabetaycılar en çok nerede bulunurlar?

Dışişleri, doktorlar, üniversiteler (özellikle İşletme, İktisat, Uluslararası İlişkiler, Sosyoloji, Tarih, Kimya, Fizik, Matematik), YÖK, Amerikan Hastahaneleri, işadamları, Koc Grubu, gazeteciler özellikle Hürriyet, Sabah, Milliyet'te ve bu gazetelerin bağlı olduğu diğer ufak gazete ve dergilerde. TV spikerleri, mesela Gülgun Feyman, Mr. Reha. Mankenler, televizyon dizileri, Haluk Bilginer'in dizisinde koyun sürüsü gibiler, Memoli'de de varlar. Eski Türk filmlerini izliyor musunuz? Ayhan Işık, Hulusi Kentmen, Perran Kutman. Şarkıcılar Neco, Harika Avcı, Burak Kut, Ozan Orhon. Program sunucuları: gıcık Aziz Üstel, kim 500 milyar ister Kenan Işık sadece birkaç tanesi. Örnekler çok. Bu arada Show-Tv bir atılım yaptı. Dadı isimli Sabetayist Kenan IşıkSeray Sever ve Haldun Dormen vb.'nin oynadıkları ve anında Sabetayist medya tarafından popülerleştirilen diziden sonra simdi de, başrollerini Haluk BilginerNeco ve Emre Altuğ'un paylaştıkları ikinci bir Sabetayist dizi gosterime girdi. Hayırlısı.

Yazan:
 Mehmet
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Sabetaycılıkla ilgili yeni sorular (*)

Sabetaycilikla ilgili yayinlardan biri, Tarih ve Düsünce dergisinin Kasim 2000 sayisi ve bu sayidaki çok sayida yazi ve roportajdir.
Bu dergide, Sabetayci oldugunu açiklayan ve son dönemdeki tartismalarin yapilmasina sebep olan ve Ilgaz Zorlu ile yapilan bir ropörtajda su ilginç konular dikkatimi çekti:
1- Eski Israil Cumhurbaskani olan "Izak Ben Zwi, 1960'lara kadar Türkiye'de çok faal olmus bir adamdir. Türkiye'deki Israil konsoloslarina Sabetaycilar hakkinda raporlar tutturmustur. Bu raporlar Israil arsivlerinde mevcuttur." (s.43)
Zorlu'nun tirnak içinde verdigimiz bu ifadesinden, Ben Zwi'nin Israil Cumhurbaskani olacak kadar Yahudi emellerine sadik birisi olarak, Türkiye'deki Sabetaycilarin örgütlenmesi ve Israil'e hizmetleri konusunda önemli hizmetler yapmis olmasi ihtimali vardir. Zira Israil, Rusya'dan Yahudi soylularin herhangi basvurusunu kabul ederek Yahudilige kabul ederken, Sabetaycilari kabul etmemektedir. Zorlu bizzat basvurdugiu halde kabul edilmemektedir. Buradan sabetaycilarin Türkie'de kilit mevkilere gelen kisiler olarak çok daha önemli hizmetler vermis olabilecekleri akla gelmektedir.
2- Osmanli'nin son kabinesinde "Maliye Naziri Cavit Bey'in Osmanli Devleti'nin borçlanmasini Yahudi bankalari üzerinde yaparak Imparatorlugu zarara ugrattigi; böylece Israil'e kaynak aktardigi konusunda iddialar var, bunlarin arastirilmasi lazim." (s.43)
Zorlu'nun bu ifadesinden Cumhuriyet döneminin ilk kabinesinde de Maliye Vekili olan ayni sahsin, Atatürk tarafindan Izmir Suikasti ile ilgisi gerekçe gösterilerek astirildigi biliniyor. Zorlunun verdigi ayrinti dogrusu çok ilginç.
3- Zorlu'nun bir ifadesi aynen söyle: "Tüm bunlara karsilik çalismalarim sirasinda tanimaktan mutluluk duydugum dört kisinin tutumlarinin bambaska oldugunu belirtmek zorundayim. Bunlardan ilki adini açiklamak istemedigim müzisyen bir arkadasimdir."(s.13)
Digerleri Mose Grosman, Dr. Gad Nasi ve Rifat N. Bali olarak açiklanirken neden bu müzisyen açiklanmamaktadir. Bu kisi, sakin Yahudi (veya Sabetayci) olusuyla ilgili Taha Kivanç'in bir yazi yazdigi ve buna atif yapan M. Sevket Eygi'nin bir baska yazisina konu olan, bir süre STV'de Kapilar ve Köprüler programini yaptiktan sonra simdi de kanal 7'de iftar programlari sunan 
Engin Noyan olmasin.(?)
4- "Ayrica çok önemli bir Hukuk Fakültesi Profesörünün de 970'li yillarda bir kaç arkadasiyla beraber Israil'de ayni taleplerde (Yahudilige kabul talebi) bulundugunu kendi ailesinin fertlerinden ögrendim" (s.15)
Bu kisi sakin Sabetayci oldugu hatirat kitabindanm anlasilan 
Resat D.Tesal'in kizkardesi ile evlenen, en genç Ordinaryüs Profesör Sulhi Dönmezer olmasin. (*)
Sadece aklimiza gelenler bunlar.

Gani Gönüllü                                                             Sabataycılık ve Siyaset Yazısını Okumak İçin Tıklayınız
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Sabetaycılık ile ilgili gizlilik kalkmalı ve gerçekler ortaya çıkmalıdır.

Çünkü bu insanlarin nüfus kagidinda Müslüman yaziyor, ancak gizli din tasiyorlart ve Müslüman degildirler. Bunlarin içlerinden bazilari Mevlevi seyhi, Melami muridi gibi Müslüman kisvelere girmis ve Müslümanlari yönlendirmislerdir. Bu tür gizlilikler demokrasi bakimindan mahzurludur.
Eskiden zorlama karsisinda dinlerini gizlemek zorunda kalmis olabilirler, ancak artik ayni sartlar geçerli degildir. Dinlerini açiklasinlar, Müslümanlari artik kandirmasinlar.
Kendi inancini yasamak ve haklarini sonuna kadar kullanmak arzusunda olan Sabetaycilara hiç kimsenin bir sey demeye hakki yoktur. Insan olan herkes insan haklarindan sonuna kadar faydalanmalidir. Ancak kimligini gizleyerek, baska türlü görünüp insanlari kandirarak ve gizli örgütler kurup Devlet'i perde arkasindan idare etme imkani da kimseye verilmemelidir.
Oral Çalislar Eygi'yi suçlayacagina, Cumhuriyet gazetesinde ve CHP'de bolca olan Selanikli arkadaslarina rica etsin de konu hakkinda kamuoyunu birinci agizdan bilgilendirsinler. Selamlar.
                                                                                                  
Ali Rıza SAKLI
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll
Müjdemi isterim

Ne kadar sevindiğimi anlatamam; bir tarafından benim de iliştiğim bir konuda, İsrail hükümeti, nihayet yumuşama alâmetleri vermeye başladı. 'Dönmeler' arasında içinden geldikleri ırkla bağlantılarını yenilemek isteyen bir gruba göç etme hakkı verme yolunda bir adım attı İsrail... Bakalım kapıları sonuna kadar açacak mı?
Hatırlayacaksınız: Epey önce, bizdeki dönmelerin bir benzerini İran'da keşfettiğimi yazmıştım Kulis'te. İsrail'de çıkan Jerusalem Post gazetesinde okuduğuma göre, bundan 100 yıl kadar önce, Tebriz'de meydana gelen bağnazlıklar yüzünden, Museviler din değiştirme ihtiyacını hissetmişler; açıkta Müslüman göründükleri halde dinlerini gizlice sürdürmüşler. İçlerinden Mekke ve Medine'yi ziyaret edip hacı olanlar, beş vakit namazı camide kılanlar bile görülmüş; ama gazete, eski dinlerine bağlılığı içlerinde taşıdıklarını yazıyordu.
Dönmelik, gizli din taşımak, gerçekten zor zanaat. İsrail Avrupa üzerinden 'anavatana' gelen İranlı dönmelere hiç itiraz etmeden vatandaşlık hakkı vermiş; vaktiyle Müslüman görünürken İsrail'e gidip vatandaşlık elde eden dönmeler arasında ülkede önemli görevlere gelenler bile varmış... Ben de, İranlı dönmelere kapıyı açık tutup bizimkilere sımsıkı kapayan İsrail'i ayıplamış ve "Ayıp ediyorsun" diye yazmıştım.
Bizdeki dönmelere farklı muamele ediyor İsrail. İsrail devleti kurulduktan hemen sonra İsrail'e göç edip vatandaşlık almak isteyen bazı dönmeler çıkmış, ama İsrail onları kabulde istekli davranmamıştı. "Evet, Ben Selanikliyim" kitabının yazarı Ilgaz Zorlu ve bazı arkadaşları birkaç yıldır "Vatana göç hakkı" talep ediyorlar, ama fazla bir anlayış görmüyorlar... Ilgaz Zorlu, kitabında, bir süre gidip kaldığı İsrail'de başına o küçük takkelerden takıp dolaştığını, ilgi de gördüğünü, ama meramına eremediğini yazıyor.
Şimdi ona bir müjdem var. Musevi Cemaati'nin 'Şalom' gazetesi, "Bazı Müslümanlar İsrail'e göç etme haklarını istiyorlar" başlıklı bir haber yayımladı. Haberde, daha önce reddedilen 'göç hakkı'nın bu defa tanınacağı anlamına gelecek olumlu bir hava var. 28 kişinin bu yolda yapılmış başvurularını, İsrail içişleri bakanlığı, uzun yazışmalardan sonra reddetmişti; o insanlar, bunun üzerine, Yüksek Adalet Mahkemesi'ne başvurmuşlar... İşler süratlenmiş...
Şalom, başvuru sahiplerinin kimliği ve konunun hukukî yönü hakkında şu bilgiyi veriyor: "Geri dönüş yasasına göre, dinini kendi arzusuyla değiştirenler hariç bir Yahudi'nin çocukları, torunları veya eşleri göç vizesi alabilirler. Dilekçe sahipleri, kendilerinin aslında zorla dinleri değiştirilmiş insanların çocukları olduklarını, bu yüzden din değiştirenlerle ilgili maddenin kendilerine uygulanamayacağını söylüyorlar. Eğer İsrail'e göç edebilirlerse Yahudiliğe geri dönmeye istekli olduklarını ve Yahudi dininin zorla değiştirmiş insanlarla ilgili durumlara ya da Anusim'e fırsat verdiğini belirtiyorlar." (Şalom, 1 Eylül 1999)
Başvuranların nereli olduklarını açıklamamış Şalom; İsrail Yüksek Adalet Mahkemesi, başvuru sahipleri zor duruma düşmesinler diye, adresleri üzerine ambargo koymuş çünkü. İyi de yapmış. Sevinmemin sebebi, Ilgaz Zorlu ve arkadaşlarının bu yönde ilk ciddi başarıyı kaydetmeleri. Daha önce bu tür başvuruların dikkate alınmadığı İsrail'de, mahkemenin konuyu görüşme takvimine alması bile bir başarı.
Osmanlı Tarihi'nin Museviler arasında ciddi sürtüşmeler yaşanan ilginç dönemlerinden birinde, fitneyi önleme amaçlı bir müdahale sonucu ortaya çıkmıştı dönmelik. Kendisinin 'beklenen mesih' olduğuna inanılan Sabatay Zvi adlı din bilgini, baskılar üzerine din değiştirmek zorunda kalmış, ancak Zvi ve bağlıları eski inançlarını korumuşlardı. 350 yıl boyunca, Müslüman görünüp Musevi inançlarını sürdüren bir grup oldu dönmeler. Cumhuriyet kurulup yoğunluk teşkil ettikleri Selânik'ten Türkiye'ye göçtüklerinde özelliklerini burada da sürdürdüler.
Galiba bir vesileyle yazmıştım: İmparatorlukta ilk eli yüzü düzgün, modern eğitim kurumlarını dönmeler kurdu. Atatürk'ün de okuduğu ilkokulun kurucusu Şemsi Efendi bir dönmeydi (Ilgaz Zorlu "Dedemdir" diyor ve esas adının Şimon Zwi olduğunu yazıyor). Dönmeler İstanbul'da da eğitim kurumları açtılar. Şemsi Efendi'nin izinden gidenlerin açtığı Şişli Terakki Lisesi ve Işık Üniversitesi onların eseridir. Hani Faik Bulut adındaki sözde 'araştırmacı'nın, adındaki 'ışık' sözcüğüne bakıp 'ışık evleri' ile arasında irtibat kurarak "İrticaî eğitim kurumları" arasında saydığı, sonra da özür dilediği Işık Üniversitesi...
Dönmelerin bir bölümü, hiç değilse yüzeyde, Müslüman gibi yaşamaktan mutlu görünüyorlar. Kültür, eğitim, medya, sanayi, ticaret ve siyaset hayatında ön planda olan çok sayıda dönme var. Türkiye bu konuda o kadar geniş ki, önümüzdeki mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde dönme bir aday bile çıkabilir.
Ancak, bazıları da, bütün dünyada etkisini hissettiren, Hıristiyanları 'yeniden doğmuş Hıristiyan', Müslümanları 'daha dindar' yapan rüzgârlardan etkilenerek 'köklerine dönme' arzusundalar. Yıllardan beri, "Biz aslında Yahudi'yiz, tarihin garip bir cilvesiyle dönmüş gibi görünmüşüz, anavatana gelmek istiyoruz" diye çaba gösteriyor bunlar...
Müjdeyi onlara veriyorum, istediklerine kavuşurlarsa sonucu size de duyururum.

İÇ VE DIŞ DÜŞMAN - YAHUDİ
NECİP FÂZIL KISAKÜREK   

Önce öz peygamberine ihânet eden tevhid bayraktarı Resûl ”Tûr-u Sînâ”ya çıkınca altundan buzağı yapıp ona tapmaya başlayan ve peygamber lânetine uğrayan , o..

Böylece , nebiler beşiği , üstün ırk İsrailoğulları içinden kopup fesad ve hiyânet madeni yeni bir kavim hâlinde dölleşen , asıl yahudiyi mayalandıran , artık hep öyle devam eden ve insanlığın başına belâ kesilen , o...

İçinden yetişmiş ve yeni ölçülerle gelmiş İsa Peygamberi dinsizlikle suçlayan , Romalılara gammazlayan ve Romalı askerlere kimin tutulacağıhı göstermek için havariler meclisinde onu yanağından öpmeye kadar alçalan (Yud’a Sem’um’un), o...

Derken babasız hak Peygamber Hazret-i İsa’nın hak dini içinden tahrif eden , yeni Peygamberi Allah’ın oğlu diye gösteren , ”baba – oğul – ruhulkudüs” küfrünü icad eden (Sen Pol) , o...

İslâm’da münâfıklığı mayalandıran , bütün bâtıl mezhepleri kuran , besleyen ve Kur’an’da Allah’ın lânetine hedef olan , o...

Dünyanın her tarafına yayılıp kene sessizliği içinde kanını emdiği her yerden atılan , sonunda İspanya’dan kovulan , sırtında ucu kurşunlu kamçıların iziyle Türkiye’nin kapısnı çalan , karalar ve denizlerin haşmetli imparatoru Kânûnî Sultan Süleyman’ın lütuf ve merhameti sayesinde yurdumuza sızan , en kısa zamanda Türk iktisadî hayatına hâkim olan (Yasef Nassi) , hatta bir kızını Kânûnî’nin oğluna nikâh ettirmeye kadar başaran (Nurbanu Sultan), derken Osmanlı tarihi boyunca yeniçeri fesadının baş âmili ”züyuf akçe = hileli para” mârifetini yürüten o...

Öbür taraftan da Türk vatanının en habis fesad ve hiyânet merkezi Selânik’ten kalkarak güyâ İslâm’ı kabul etmiş bir kafile hâlinde (dönmeler) Edirne ve İstanbul’a gelen ve bizi yahudi hüviyetiyle törpüleyişini bir de müslüman sıfatına bürülü olarak tecrübeye kalkan (Sabatay Sevi) , o...

Fransız ihtilâlinde , perde arkası en büyük rolü oynayan , ilk enflasyon parası Asinyayi çıkartıp ihtilâlin iktisâdî muvazenesini allak bullak eden , neticede bir yandan krallık öbür yandan İnkilap Fransası’nı , yâni sadece Fransa’yı batırmak emelini besleyen , o...

İkinci Abdulhamit devrinde İslâm dünyasının merkez noktalarından birine çivi çakmak için flistinde küçük bir toprak isteyen , buna karşılık Türkiye’nin bütün dış borçlarını (Düyunu Umumiye) ödemek teklifinde bulunan , fakat ulu Hakan tarafından teklifleri nefretle reddedilen , nihayet yüce hükümdarı Ittihat ve Terakki komitelerine düşürten , o....

Dünyada ilk defa parayı ve şişkin sermayeyi icad eden Kapitalizma , sonra (Karl Marks) marifetiyle onu tahrip eden,1917 komünist ihtilâlinde güdücüler arası yer alan (Troçki , Zinvoyef vesaire) , peşinden dünya çapında bir Yahudi filozofu Henri Bergson’a tahrip âletini tertip ettiren , netice olarak nerede ve hangi mezhep varsa bir taraftan kurduran ve bir taraftan yıkan , yâni kendi dışında insanlığı her türlü birlik ve yekparelikten uzaklaştıran , o...

Türk Millî Kurtuluş Hareketi Yunanlı’ya karşı zafere ulaşır ulaşmaz , Türk’ü ve onun şahsında İslâm’ı yok etme azmindeki Batı ülkelerinin üzerimize saldırmasını önlemek ve göstermelik istiklâlimizi sağlamak şartını İslâmdan arınmamıza ve mukaddesâtımızı feda etmemize bağlayan ve bunda muvaffak olan , yine o...

Nihâyet her yerde planını gerçekleştiren , bu arada Türkiye’de dilediği fuhuş , ahlâksızlık ve iktisâdî çöküş iklimini tutturan gizli imparatorluğun maketi minik İsrail devletini kuran , onunla İslâm âlemi ve petrol dünyasının en nâzik noktasına kazığını kakan , arı kovanı hummasıyla çalışan , çabuk seferber olmakta dünyada birinci orduyu meydana getiren , çevresinde kendisinden en asağı 10 misli büyük Arab âlemini iflâsa uğratan , o

Şu anda kolları karnının altında saklı bir ahtapot gibi , bir koluyla Suriye , öbür koluyla Irak, daha öbür kollarıyla da Kuveyt , Hicaz , Mısır ve Libya istikametlerini kollayan bu rolünün tahakkukuna zemin hazırlamak için bir dünya felâketine muhtaç bulunan , bunun için de Rus Amerikan rekabetini kızıştıran ve türeme – üreme yatağı emperyalizmayı besleyen, kısaca topyekûn medeniyetleri eritme yolunda büyücü kazanını durmadan karıştıran, yalnız, o

Yine o, hep o, yalnız o , dâima o...

Ve bu incelikleri kavrayamamak ve içyüzleri görememek bakımından memleketimiz , yine o , hep o , yalnız o , dâima o...

İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ SHF : 424  

ÇIFITA CEVAP!  ***********************************************************

Kâfirin Abdullah, ahmağın Zeki, erzelin Afif ismini alması gibi kendisini (Vatan) diye isimlendirmiş ufunet bezinin, bize bundan onbeş gün kadar evvel çıkmış bir nüshasını gösterdiler.

Bu paçavrayı, hakkımızdaki deni ve şenî tahrike iştirak etmemek suretiyle Türklüklerini, mukaddesatçılıklarını, insanlıklarını gösteren ve büyük Türk okuyucusu kütlesine tamamen malik bulunan gazetelerin hiçbir şartına sahip telâkki etmemekle beraber, üzerimize ondan bir hücum gelmesi ihtimalini hayal bile edemezdik. Zira, o gazeteyi temsil eden, ona renk ve seciye veren insanlık lekesinin bütün cemaziyülevvel ve âhirine, dosyalık çapta bir bilgi, görüş ve anlayışla vâkıf bulunuyorduk. O da bu kuvvetimizi herkesten iyi bilenlerdendi. Zira bundan evvel Fatih'in muazzez ruhaniyeti huzurunda patriklere fâtiha okuttuğu, Türk ocaklarına burnunu soktuğu, Nâzım Hikmet vesilesiyle resmen ve alenen komünizmayı müdafaaya kalkıştığı zaman maskesini o tarzda düşürmüş ve öyle bir söz söylemiştik ki, bir insanın bu sözü duymamazlıktan gelmesi için ancak "bütün ahlâki kayıtlarla alâkasını kesmiş" olması lâzımdı. Fakat duymamazlıktan geldi. Zira korktu. Zira o günlerde aleyhimizde bir hava görmemekte, gerçek âmme vicdanı ve gençlik kütlesinin saflarımızda oludğunu bilmekte; ve bembeyaz "Müslüman -Türk" tenimize arkadan sokmağa yelteneceği pıhtı kusan kıskacını kullanabilmek için gereken hain şartları ittifakına alamamış bulunmaktaydı.

Nihayet, fırsat bu fırsattır sandı; ve zehirini, metodların esfellik ve erzellikte yektâ bir nümunesiyle dökmiye yeltende. Ne yaptı, biliyor musunuz? Gûya mücerret ve umuî, bizimle ve şahıslarla alâkasız bir başmakale içine ayrı bir fasıl ekleyerek, böylece hakikî kastını cesaret ve sarahatle belirtmek erkekliğini gösteremeyerek, sadece birkaç okuyucusuna ve hükûmete karşı bize çattığını belli ederek, fakat bunu bizim gözümüzden saklıyabilecek olursa bir kat daha mes'ut olacağını ve bu suretle yerin dibine geçirilmekten kurtulacağını düşünerek, hâsılı cihanda en pespaye bir insanın dahi tenezzül etmeyeceği bir sinsilik derekesine düşerek, bize, kundakçılık, hayâsızlık, pervasızlık, fesat ve irtica isnat etti. Hakkımızda, koskoca bir başmakalenin içine gömülü ve dışından belirsiz olarak da "her türlü ahlâki kayıtla alâkasız" tabirini kullanmaya kadar gitti. İşte adam, işte usul, işte hayâ, işte hüner! Bu denî taktiğinde de kısmen muvaffak oldu. Çünkü hâdibeden, tam onbeş gün sonra haberdar olabildik. Yukarıda insanlık lekesi diye sıfatlandırdığımız ve daima böyle sıfıtlandıracağımız bu adam, eğer hakkımızdaki iğrenç tahkirin, hiçbir fezahat ve redaet yuvasında eşine rastgelinmez serseriler ve şantajcılar arasından elde ettiği, Polis ikinci şubesindeki dosyalarından başka kimsenin tanımadığı tiplerden olsaydı, derhal bu yazısiyle onu kanun huzuruna çeker, kendisiyle orada hesaplaşmayı tercih ederdik. Fakat bu insanlık lekesi, gûya bir başmuharrirdir, yılan vücutlu bir gazetenin tepesinde başkuş kafasıdır, son derece hain ve gizil bir metodun sahibidir, içtimaî bir suikast eserinin seri müelliflerinden birisidir, binaenaleyh kendisiyle hesaplaşacak yer, mahkeme değil, âmme huzurudur, kalem ve kelâm kürsüsüdür, dâva meydanıdır, babıâli kubbesidir!!!

Gel berû, iman ve ahlâk kayıtlarının (K) harfini bile rüyasında bir kere görmemiş olan sefil!

Sen ne cesaretle müslüman Türkler memleketinde konuşabilirsin ki, bir 
dönmesin; büyük baban Sabatay Sevi'nin zakkum kanını taşıyor; ve İslâm diyanetini, Türk milletini parçalamak gayesini güdüyorsun!

Sen, birtakım bulanık şartlara güvenip nasıl kuruyası dudaklarını kıpırdatabilirsin ki, bir zamanlar, Türk İstiklâl Hareketinin mâsûm günlerinde resmen ve alenen Amerikan mandasını istemek suretiyle vatan hainliğini göstermiş ve bu babda hakkında broşürler neşrolunmuş müseccel bir nâmertsin!

Sen nasıl ve ne yüzle "ahlâk" kelimesini kanalizasyon lezzetli ağzına alabilirsin ki, "ahlâk" kelimesinin baş harfi diye (a) işaretini gördüğün her yerde sıhhi imdat çağırması icap eden bir tipsin! (Büyük Doğu) sahibinin "Bir Adam Yaratmak" piyesi temsil edilirken "oradaki kadınla kimi kastettiniz?" sualinden, tâ Elhamra sineması ve klüp hikâyelerine kadar, istersen ve dilersen, bu mevzua senin için baş vurmaya lüzum görmediğimiz Türk hâkiminin huzurunda ve senin müracaatınla konuşalım! Eğer ister ve dilersen, bize edeceğin tek mukabeleyle, bu işi Linotipler ve baskı makineleri huzurunda da konuşabiliriz. Her şey senin istek ve dileğine bağlıdır.

Elverir ki, bir zamanlar, muazzez ve mübarek bir soydan gelen "Ehli Sünnet" gazetesinin ismet ve nezaket örneği sahibine yaptığın ve bütün zayıf müslümanlara tevcih ettiğin gibi, hakikatte bize değil, Allaha ve Resûlüne düşman olan suikastçı kalemini (Büyük Doğu) ya yöneltmek cesaretini göstermeyesin; ve hesabını görecekleri güne kadar menfur ve melûn köşende "sus, pus" oturasın!... Sen bilirsin, tercih hakkını sana bırakıyorum

SHABBATAY ZEVİ VE SABBATAİST HAREKET
Dr. Hakkı Açıkalın
 

 

Denebilir ki, bu konu artık kabak tadı verdi, yazıldı, çizildi ve hattâ bıktırdı. Haklı olabilirsiniz fakat bana göre Shabbataizm ideolojisinin ve Shabbataist hareketin önemi abartılacak derecede… O kadar ki, Dünya’nın hemen bütün Kabbalistler’i ve Talmud uzmanları, gerek konuşmalarında, gerek eserlerinde gerekse de makâlelerinde Shabbataizm’in dalyanına mutlaka takılır ve kolay kolay da kurtulamazlar. Shabbataizm’i dogru temelde çözümleyen, birçok bilinmezi de kavrayabilecektir. Burada Shabbataizm’i enine boyuna ele alarak Müslüman halkımızın ufkunu biraz daha genişletmeye çalışacagız.

Shabbataist hareket, (Süleyman) Mâbed’in yıkılışından ve Bar Kokhba isyânından [yahudi tarihinin en büyük direniş hareketi olarak kabul edilen bu gerilla hareketi Roma karşısında yenilgiyle sonuçlanmış ve bu yenilgi yahudilerin yaklaşık 2000 yıl boyunca anavatanlarından tard edilip dagılmalarına yol açmıştır] sonra yahudi ‘Mesihlik’ tarihinin en önemli ve en geniş hareketidir ve hem Yahudi, hem Hristiyan ve hattâ İslâm âleminde çok önemli ve sarsıcı etkiler bırakmıştır. Böylesi mühim bir hareketi derinlemesine ele almamak İBDA baglıları için bir eksiklik olur.

Bu hareketin bu denli yaygınlaşmasının ardındaki etkenler muhtelif olmakla birlikte, özellikle surgunde (Diaspora) yaşayan yahudilerin, gerek siyâsî gerekse de mânevî bir tahlis (Lîtrosis-Redemption-Kurtuluş-Halas) arayışı ki bu, yahudi gelenegiyle ilgili bir durumdur.

Bu arayış yahudilik fikriyatında büyük bir etkiye sahibtir. Bu nedenle, Mesihlik hareketleri-faaliyetleri bu mümbit alanda (zihinlerde) büyük ölçüde yeşerme fırsatı bulmuştur.

Şubhesizdir ki, 1665 yılında ortaya çıkan bu harekete soluk veren hususî nedenler ve şartlar da mevcuttur.

1648 yılında, Polonya ve Rusya’da yaşanan anti-semit (yahudi karşıtı) hareket dalgası Aşkenaz yahudileri derinden etkiledi ve ciddi altüstoluşların yaşanmasına yol açtı. 1655’teki Rusya-İsveç harbi sırasında da yahudiler’e karşı büyük bir saldırı süreci yaşandı. Özellikle Polonya ve Rusya yahudileri bu dönemde bir ‘Mesih’ arayışına girdiler.

Sabbataist hareketin ortaya çıkış ve yaygınlaşmasında temel ve baglayıcı faktör dinî tabiatlıdır ve 16. Yy’da Safed’den mütevellit bir ruhî yenilenme vetiresi, yahudiligin dinî dünyalarında derin bir metamorfoza (başkalaşım) baglıdır. Bu belirleyici (kritik) dönemeçte, yahudi hayatında Kabbala ileriye dönük ve baglayıcı bir rol ustlendi. Safed’de ortaya çıkan yeni Kabbala, Mesih fikrini ön plana çıkarıyordu. Mesihlik fikri dinamik ve yeni bir unsur olarak, tümleyici bir konumda yahudi mistisizmine giriş yapıyorlardı. Lurianik Kabbala’da ibâdet uygulamalarıyla ve dualarla Mesihlik söylemi arasında kurulan ilişki nisbeten daha dardır.

Yahudi itikâdında, Yardılış’ın ilk ânından beri Mevcudat sürgündedir ve yerli yerinde olmayan eşyâyı hakikî yerine koymak (iâde etmek) yahudiligin misyonudur. Öyle ki, Tarih ve Kader Kâinat’ın vahdetini temsil ederler. Uluhiyyet’in kıvılcımları her tarafa dagılmıştır, aynı ‘İlk Âdem’in (Adam Qadmon: Âdemler Âdem’i) ruhunun her yana yayılması gibi. Fakat, bunlar ‘Kötülüğün Kudreti’ olan Kelippah tarfından hapsedilmişlerdir ve özgürleştirilmelidirler. Bu kurtuluşher defâsında, nihaî bir eylemle noktalanamamış ama uzun vâdede ardışık eylemlerle gerçekleşecektir.

Kabbalistler’in "Tikkun" (Düzenleme, yenileme-restorasyon) dedikleri şey aynı zamanda “Âheng"i yakalama süreci olarak da kabul edilir. Âheng, yahudiligin temel degeridir. Mesih tarafından ilân edilecek olan kurtuluş hâli nihaî dömin işâretidir. Ulus efsânesi, siyâsî hürriyet gibi seküler kavramlar, kozmik bir dille ve örüntüyle bu şekilde ifâde edilir [Burada, mevcut İsrail toprakları degil, vâdedilen-promised Eretz (Büyük) İzrael kastedilmektedir]. Bunun kökleri de, Kâinat’ın Sırları’nda saklıdır. Bu baglamda, Mesih fikrinin geleneksel siyâsî ve millî muhtevâsı ile yeni ruhî ve mistik açılım arasında ortaya çıkabilecek çelişki ve çatışma da önlenmiş olmaktadır. Kabbalist ilâhiyat konusunda hassas olan yahudiler-ki, çoğunluğu oluştururlar -faaliyetlerini "Tikkun Âlemi"nin (paradigmasının) gelişi dogrultusunda teksif ediyorlar, buna baglı olarak çok disiplinli bir hayat sürüyorlardı [Kabbalistler’de zikir ileri derecede önemlidir].

Bu Mesihçilik, her zaman, uzak bir gelecegi hedefleyen mücerret bir umut degildi. Lurianist anlayışta Yahudi tarihinin kesinkes bir hakikati olan, Kurtuluş’un süreklilik arzettigi fikri hâkimdi. Yeni anlayışa göre ise, nihaî evre gelip çatmıştı. Sabbataizm, Yemen ve Pers ülkesinden başka, Batı Anadolu’da (İzmir, Bursa, Edirne, İstanbul), Kuzey Afrika’da, Balkanlar’da, İtalya’da ve Dogu Avrupa’da (Polonya, Litvanya, Romanya) devâsa bir hareket alanı bulurken, Lurianizm’in ön açıcılıgı inkâr edemez. Ancak, onun altında kalmayıp bilakis gelişir. Amsterdam, Livorno ve Selânik gibi, yahudiler’in nisbeten rahat (daha hür) oldukları yerlerde hızla yükselip kök saldı.

Bu ideolojinin merkezinde bulunan şahsın hayatı da ilginçliklerle doludur. Yahudi tarihinde mühim rolleri olan bütün şahıslardan daha ayrıntılı bir biyografiye sahiptir. Şabbatay Zevi, 9 Av 1626 tarihinde [Av (Ab) ayı Yahudi takviminde, Temmuz’la Ağustos arasına denk gelen bir ay olup. 9 Ab (Tişa b’Ab) Mâbed’in yıkılış tarihi ve Mesih’in gelecegine inanılan tarihi ifâde eder]. Babası Mordehay Zevi, Mora (Moria-Peloponisos) yarımadasından Patra veya Pirgos kökenlidir. İspanya göçmeni (Sefarad) yahudilerden olan Mordehay’ın lâkabı Karamenteş’tir. Gençliginde İzmir’e yerleşen Mordehay önceleri Kümes hayvanları ticâreti yapar, bilâhare Hollandalı ve İngiliz büyük tüccarların acentalıgını üstlenir. Zevi, Zvi veyi Sevi İbrânîce ‘Geyik’ anlamına geliyor. Bu ismin Bask çingeneleri arasında yaygın oluşunun sebebi meçhuldür. Sevi ailesi İzmir’in en zengin ailelerinden biridir. Şabbatay’ın kardeşleri Êliyah ve Yasef de büyük tüccarlardır. Şabbatay egitimini Isaac de Alba’dan daha sonra da İzmir’in ünlü rabbilerinden Yasef Escapa’dan alır, 18 yaşında haham olur.

Çok derin bir Talmud ve Kabbalah bilgisi olan Şabbatay Zevi’nin yanında diğer hahamlar ve âlimler silik birer figür olarak kalırlar. Bazı kaynaklara göre 15 yaşından itibâren münzevî bir hayata başlar ve hocalarının telkinlerini reddeder. Bu dönemde Sefer ha-Kanah, Sefer ha-Pel’iah ve Zohar gibi temel kaynaklar üzerinde yogunlaşır. Zaman içinde bazı mevzuların yanlış tefsir edildigini iddia ederek bu konularda içtihadlarda bulunur. Bu tutumları yahudi âlimleri ‘Ma’asim Zarim’ (Garip-çelişik eylemler) olarak değerlendirildi. Zevi, Allah’ın ‘Tetragram’ (Y-H-W-H) ismini sürekli zikir hâline getirdi ve yine gelenekçi çevrelerin büyük tepkisini aldı zira bu zikir Rabbinik Kanunlar tarafından yasaklanmıştır. [Özellikle günümüz Sabbatologları onun keskin bir siklotimi eski adıyla Psikoz-Manyak Depressif (PMD) hastası olarak degerlendirmektedirler. Yani agırlıklı olarak depresyon ve bu depresyon süreçlerinin arasında manik çıkışlarla karakterize bir klinik tablo. Sabbataizm ideologları ise bunun ladinî bir degerlendirme olarak derinlikli olmadıgını, bahsi geçen evrelerin bir ‘cezbe’ hâli oldugunu ve bu hâlin ‘mani’ olarak izah edilemeyecegini söylerler. İllumination-Aydınlanma olarak da adlandırılan bu hâl daha sonraları ‘Illuminati-Aydınlananlar’ isimli Masonik organizasyonu da isim teşkil edecektir]

Zevi’nin ilk olarak ‘Mesihligini’ dile getirmesi 1648 yılına rastlar fakat bu pek etkili olmaz. 1645-50 yılları 2 kere evlendi ve boşandı. Bu dönemde çevresindekilere "İmân’ının Allah’ından ve “Allah’ın Sırları”ından bahsetmeye başladı. Yine Sefer Sefirot (10 sayı, ilke) arasında özellikle ‘Tiferet’in (Allah’ın Güzelliği) çok önemli oldugunu belirtiyordu. Ama, en önemlisi konuşmalarında sürekli vurgu yaptıgı ve üzerinde durdugu ‘Elohei Yizrael’ (İsarail’in İlâhı) mefhumunu mistik bir işâret olarak kullanmasıydı. Bu konuşmaların neticesinde İzmir’den tardedildi.

Zevi’nin bundan sonraki (1654’ten sonra) hayatı Selânik’le Edirne arasında geçti ve hatırı sayılır bir cemaat gücüne ulaşır. 1658’de İstanbul’a geldi ve burada 9 ay kadar kaldı. Orada ünlü Kabbalist David Habillo ile dost oldu ve Kabbala üzerine yogun degerlendirmeler yaptılar. Bu vetirede Zevi yavaş yavaş Yahudi itikadını zorlamaya başlar ve ‘cezbe’ hâllerinden birinde şöyle der: "Yasaklanmış olana izin verdim ". Bu, Yahudi akaidi açısından apaçık bir küfür (Vlasfimîa-Blasphème) ve şirkti. İstanbul’dan da tardedildi, tekrar İzmir’e geldi ve orada 1662 yılına kadar kaldı. 1662’de Rodos ve Kahire üzerinden Kudüs’e gitti. 1663’te-bir iddiaya göre bazı Rabbiler’in tavsiyesiyle-Mısır’a (Kahire’ye) gitti ve 1665 Nisan’ına kadar burada Mısır Musevî Cemaati lideri Rafael Yasef Çelebi’nin yanında kaldı. Çelebi, Zevi’ye ciddi bir destek verdi ve bu destek önemliydi. 31 Mart 1664’te, Polonya kökenli bir İtalyan Aşkenaz yahudisi olan Sarah’la evlendi.

Gazze’den gelen bir haber Sabbataist hareketin reel başlangıç tarihi olarak kabul edilir. Gelen haberler yanlış olarak Gazze’de yeni bir Mesih’in ortaya çıktıgı yönündeydi ve bu Mesih her isteyene ruhunun ihtiyacı olan özgün şekli (Protomorfos-Tikkun şekli) veriyordu. Gazzeli Nathan ’ın kudreti üzerine üretilen binbir rivâyet dalga dalga yayıldıkça Zevi’nin sıkıntısı arttı ve nihâyet Gazze’ye dogru yola çıêôı. 1665 Nisan’ının ortalarında Gazze’ye ulaştı. Gariptir, Nathan 1665 Şubat’ında istiâreye yatmış ve Zevi’nin ‘Mesih’ oldugunu görmüştü. Bu nedenle, Zevi’yle Nathan’ın karşılaşması, “Hz. İsa ile Hz. Yahya’nın karşılaşmasına” benzetildi. Zevi ve Nathan, Kudüs ve Hebron’a gittiler ve ‘Yeni Paradigma’yı tartıştılar.

Gazze’ye geri döndüler ve bir iddiaya göre, Şavu’ot kutlamaları idrâk ettikleri sırada Nathan ‘cezbe’ye girdi (trans’a geçti) ve orada bulunan cemaate [Şavu’ot (Pendikostôs-50. Yıl, 50’de bir mânâsına), erken yaz kutlamalarıdır. Tarihî mânâda, Allah’ın 10 Emir’i Şavu’ot Günü’nde Sina dagında Hz. Musa’ya verdigine inanılır. Mânevî anlamda, Mısır’dan kurtuluşun ancak Torah’ın Sina’da ‘Zuhur’uyla (Apokalipsis-Revelation-Meydana çıkma, ortaya çıkma, örtünün kalkması) hitam bulacagı kabul edilir. Ziraî mânâda, son hububat hasadını ve ilk meyvelerin ortaya çıkışını ifâde etmektedir]. Zevi’nin ‘Arş Ricâli’ndeki yerini açıkladı. Bir diger iddiaya göre ise, Nathan, Abraham le Hassid’e atfedilen gizli bir metin elde etti. Burada Hassid, Zevi’yi ‘İzrael’in Kurtarıcısı’ ilân ediyordu. 17 Sivan (Mayıs-Haziran arasına denk gelen bir ay, 31 Mayıs 1665’te) günü Gazze’de, cemaatinin önünde-ki, aralarında rabbi Yakob Najara da vardı-‘Mesihlik’ini güçlü bir biçimde dile getirdi. (Yakob Najara’nın babası ünlü şair İzrael Najara’dır). Daha sonraları’nin Zevi, şakirdleriyle beraber Lübnan Dagları’nda bir süre inzivaya çekildigi rivâyet edilir.

Bu gelişmelerden sonra Zevi’nin nâmı başta Filistin olmak üzere bütün Ortadogu’da yürümeye başladı. Bu, bazı mühim isimleri Zevi’ye karşı muhalefet bayragı açmasına yol açtı, bunların arasında Abraham Amigo, Yakob Hagiz (Nathan’ın mürşidi), Samuel Garmizon, ünlü Kabbalist Yakob Zemah ve David ben Ârî de vardı. Gelenek geregi Zevi’nin Kudüs’ü 7 kere tavaf etmesi gerekiyordu ve o da bunu yaptı.

Zevi, Nathan’a artık büyük kitlelerin kalblerini fethetme zamanının geldigini ve örgütleme aşamasına gelindigini belirtti. Bu ifâdeler Sabbataizm’in örgütlü yayılma vetiresinin başlangıcına işâret eder. Dünyanın her tarafından insanlar ‘ Mesih’in yanına akmaya başladılar. Aynı dönemde Zevi-Nathan ikilisi şok bir fetvayla 17 Temmuz orucunun iptâl edildigini açıkladılar fakat kitlelerde kaydadeger bir tepki olmadı bilakis bunu ‘Mesihlik’ misyonuyla izah ettiler. Zevi’nin ismi bazı ilâhilere (psalmôs-psalme) girdi. Bütün bu gelişmeler Diaspora’ya misliyle ulaştı. Mektuplarda, kayıp 12 İsrail kabilesinin ortaya çıktıgından ve mucizeler gösteren bir "Allah Adamı”nı tâkib ettiklerinden bahsediliyordu. Bazı mektuplarda, Zevi’nin Mekke’yi fethetmek üzere oldugu ve İslâm’a karşı yahudiligin zafer kazandıgı yazıldı. Bir diger mektupta, 12 kabilenin Sahra çölünde buluştuğunu ve buradan Vâdedilmiş Topraklar’ı (Arz-ı Mev’ud) kurtarmak için harekete geçeceginden, bir başkasında ise Pers ülkesinde büyük bir hareketin başladıgından sözediliyordu. Nathan, Rafael’e gönderdigi mektupta, Zevi’nin ‘En Büyük Balıkçı’yı (Hz. İsa’yı kastediyor) dogrulama kudreti oldugunu, bu dünyanın en dogru insanı oldugunu, dünyayı büyük felâketlerle cezalandırabilecegini, onun şiddete başvurmaksızın Osmanlı sultanının tacını alıp sultanı hizmetkâr yapacagını, 4-5 yıl içinde Sambatyon nehrine geri dönüp kayıp kabileleri kurtaracagını ve Hz. Musa’nın 13 yaşındaki kızı Rebecca ile evlenecegini belirtir ve Zevi’den menkul bazı duaları ekler. Bu mektubun bir nüshâsı da Avrupa’ya gönderilir ve Mesih’in 1665 yılının sonunda gelecegi propagandası da güçlü bir biçimde yayılır.

Zevi’nin isminin bizzat zikredildigi ilk metinler Avrupa’ya 1665 yılının Ekim ayında ulaşır. 2 ay içinde daha detaylı ve efsânevî metinler İtalya’yı, Polonya’yı, Hollanda’yı ve Rusya’yı sarsmaya başlar. Zevi, 20 Temmuz 1665-12 Agustos 1665 tarihleri arasında Halep’te kaldı ve bazı Yahudi liderleriyle görüştü, oradan İzmir’e geçti ve kardeşi Êliyah’ın yanına gitti. Eylül’de Halep’te Zevi lehinde büyük nümâyişler meydana geldi. Göstericiler arasında her zümreden insana rastlanması devleti de endişelendiriyordu. Hele, Kudüs’ün en karizmatik rabbilerinin başında gelen Moiz Galante’nin de Halep’e kadar gelip Zevi lehinde tavır alması devlet açısından çok mânidârdı zira Galante devlete yakın duran biriydi.

Zevi’nin İzmir’e gelişiyle beraber burada da ortam ısındı. Yalnızca yahudiler degil, İngilizler, Hollandalılar ve İtalyanlar da Sabbataist harekete destek verdiler. Zevi sabah dualarını kitleyle birlikte yapıyordu ve sesinin güzelligi ve müzikalitesi insanları derinden etkiliyordu. Duadan sonra fakirlere sadaka dagıtıyor, gece 12’de denize giriyor ve bunu insanlara tavsiye ediyor ve kitleyle birlikte deniz duası yapıyordu. Moiz Galante ve Daniel Pinto da İzmir’e gelip Zevi’ye destek verdiler. Hanukah haftasında (25 Kislev’de başlar. Kislev Kasım’la Aralık arasına denk düşen bir aydır) gerçekleşen bu ziyârette, Zevi çok tartışmalı fetvalar verdi. Meselâ, yasaklanmış olmasına ragmen ‘Yaglı’ gıdalar yedi ve bunu halka önerdi. ‘Mü’min Çoğunluk’la (Sabbataistler), ‘Sapkın Azınlık’ (diger yahudiler) arasında kapanmaz bir uçurum oluştu öyle ki, ‘Ma’aminim’ (Mü’minler) ve ‘Koferim’ (Kâfirler) kavramları tamâmen Zevi taraftarları ve karşıtlarını ifâde etmeye başladı. Zevi baglıları hiçbir ilâhiyat rezervi koymuyorlardı, ona vahy geldigi konusunda en ufak bir şübheleri yoktu. Başlarını Hayyan Pena’nın çektigi Zevi karşıtı yahudiler’in oturdugu Portekiz mahallesi Zevi taraftarları tarafından defalarca basıldı ve yagmalandı. Zevi bunları, Tevrat’ta zikredilen kirli ve sadık olmayan hayvanlarla kıyasladı. Zevi, Yusufoglu Mesih’in (İsa Mesih’in), Davud]un oglunun gelişinden sonra olacagını, Davud’un oglunun Abraham Zalman oldugunu ve Zalman’ın 1648’deki Rusya’daki olaylar sırasında şehid düştüğünü ve onu müteâkiben ‘Mesih’in geldigini söyledi. Söylevlerini yahudi halk şarkılarıyla da süsleyen Zevi, Kabbala ebcedine göre 15 Sivan 5426 (18 Haziran 1666) tarihinin Kurtuluş Günü oldugunu açıkladı. Söylevlerinde kadınlara da sıklıkla yer veren Zevi, “Hepiniz Havva’nın kötülüğünden arınacaksınız" mesajını veriyordu. Kitle artık bilinçli ve örgütlüydü ve istikâmet İstanbul’du. Tam bu sırada garip bir fetvayla 10 Tevet (28 Aralık) orucunu yasakladı. Bu fetvaya şiddetle karşı çıkan ünlü Kabbalist rabbi Salomon Algazi, kitlenin yogun tepkisi karşısında İzmir’i terkedip Manisa’ya kaçtı. Yine bir diger rabbi Aaron Lapapa da İzmir’i terketti. Bilâhare, Osmanlı sultanının ismi, çok ince bir yöntemle (oyun) resmî mektuplardan ve vaazlardan çıkarıldı. Bunun yerine-devleti huylandırmama bâbında-‘Amirah’ kavramı kullanılmaya başlandı. ‘Amirah’ kelimes’ ‘Emir’ anlamını taşımasına ragmen asıl olarak, “Adonaynu Malkenu Yarum Hodo " cümlesinin baş harflerinden oluşan bir yapma kelimeydi ve cümle, "Efendimiz ve Melikimiz O’nun Yer’deki hazretleridir" anlamını taşıyordu yani sultanla, emirle hiçbir ilgisi olmayan bilakis ‘Efendi-kral’ olarak Zevi’yi tanıyordu. Amir; Alef-Mem-Yod-Reş-Hes: 259, Mesih: Mem-Sameh-Yod-Hes: 118 (59x2), Mehdi; Mem-Heh-Daled-Yod: 59.

Zevi yeni bir siyâsî manevrayla İzmir’de peygamber soyundan gelen 150 kişi bulundugunu, bunların arasında kendi eşi ve muhaliflerinden birinin kızının da oldugunu iddia etti ve muhaliflerinin agzına bir parmak bal çaldı. Bu çıkıştan sonra sayısız insan, rüyâlarında Zevi’yi ‘ Bir tahtta oturur vaziyette’ gördüklerini söylediler. Bu arada günlük okunan ilâhiler arasındaki 21 no.lu ilâhide Zevi’nin ismi de zikredilmeye başlandı.

İstanbul’a gelişinden önce Bursa’nın ünlü rabbilerinden Moiz Suriel , Zohar kitabında Zevi’nin gizemlerinin yeraldıgını ve bunu ilham yoluyla kendisine ulaştıgını öne sürdü. Bu açıklamayla Zevi’nin karizması biraz daha arttı. Bu olup bitenler İstanbul hükümetini huzursuz etti ve ziyâreti engellemeye çalıştı. Zevi karşıtları, Hristiyanlar ve bazı Müslümanlar yollara dökülerek onu Şeytan’ın oglu ve ‘Büyük Zındık’ ilân ettiler. Buna mukâbil Zevi taraftarları da İstanbul’a gelişinden evvel şehirde ortaya çıkan büyük bir sel felâketinin onun mucizesi olarak degerlendirdi.

İstanbul hahambaşılığı ise Zevi’nin iddialarını reddeder ve onu bir “heretik " (sapkın) olarak ilân eder. Sinagoglara girmesini yasaklar. Sevi’nin, bu karara cevabı çarpıcıdır, kendisini “Süleyman’ın ruhu, Davud’un nesli Yasef’in oglu" ve "Şahlar şahı Süleyman " gibi sıfatlarla tanıtmaya başlar.

Dönemin sadrazamı Köprülüzâde (Kuprili) Fazıl Ahmet Paşa ’nın talimatıyla Zevi, İstanbul’a girişinde tutuklandı (6 Şubat 1666) ancak bu gelişme Zevi’nin ününü daha da arttırdı. Sabbataistler’in elinde bulunan İstanbul ticâreti durma noktasına geldi. Zevi 9 Şubat tarihinde başkanlığını Köprülü’nün yaptığı divana çıkarıldı. İlginç olan, bu döneme ait hiçbir Osmanlı arşiv belgesinin olmaması, sanki bu olay hiç gerçekleşmemiş gibi. Yabancı kaynaklarda da çelişkiler var. Yalnız, ortak bir görüş olarak, Köprülü’nün Zevi’nin karizmasından etkilendigi biliniyor. İstanbul’da kısa süreli bir tutuklulugun sonrasında önemli siyâsî suçluların kaldıgı Gelibolu kalesine [Kumkale-Avidos beldesi] gönderildi. Nakil, Paskalya arefesi olan 19 Nisan’da gerçekleşti (Bu tarih, Zevi’nin istegiydi ve baglılarına bir mesajdı). Onun Gelibolu kalesine gelişiyle birlikte, Şabbataistler arasında kalenin ismi ‘Migdal Oz’ (Mukavim Kale) olarak anılmaya başlandı.

Ancak bir sonuç alınamadı zira sayısız ziyâretçi Sevi’yi Kumkale’de ziyâret eder ve öte yandan Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun her yerinden resmî ya da gayrıresmî yollardan Osmanlı devletine onun serbest bırakılması yönünde talepler gelmeye başladı. Osmanlı önce onu, ilmî yöntemlerle vazgeçirmeye çalıştı. Birçok Yahudi ulemâ getirtilip Zevi’yle tartıştırıldı ve fikriyâtının yahudi inançlarına uymadığı anlatılmaya çalışıldı ancak Zevi, bütün bu bilim adamlarını boşa düşürdü ve ünü daha da arttı. 17 Temmuz’u tâkib eden hafta içinde, aralarında Polonya’nın rabbi otoritesi olan Rabbi David ha-Levi Lvovay’ın oglunun da bulundugu bir Rabbiler heyeti Zevi’yi ziyâret etti. Zevi’nin karizması ve birikimi onları derinden etkiledi ve çogu onun üstünlügünü kabul ettiler. Bu gelişmelerden sonra yahudi inancında 17 Temmuz orucu günü, "Zevi’nin ruhunun yeniden doguş günü”, 9 Ab günü ise “Zevi’nin fizikî dogum günü" olarak kabul edildi. Herkes onun hapsedilmesinin sembolik bir durum oldugunu düşünüyor ve Nathan’ın Kabbalistik bir tâbir olarak kullandıgı, ‘Ejderler üzerine bir eser" ifâdesine itibar ediyorlardı. Nathan bu degerlendirmesinde, Mesih’in ruhunun yaradılış zamanından kendisinin bedenlenme (Ênanthropisis-Incarnation) dönemine kadarki dilim içindeki ‘Kötülüğün Kuvvetleri’ne (Kelippot) karşı verdigi savaştaki metafizik biyografisinin Şabbatay Zevi özelindeki psikolojisini anlatıyordu yani Gelibolu, ‘bedenlenme’nin prova mahallerinden biriydi. Aynı dönemde Yemen’de bu mevzuyu işleyen ‘Gei Hizzayon’ (Tefe’ül Vâdisi) isimli bir eser kaleme alındı.

Şabbataist hareketin bu kadar yaygınlaşmasının ardındaki temel faktörler şunlardır;
1-
Mesihlik çagrısı Mukaddes cografyadan geliyordu. Mukaddes topraklar saf ruhaniyyetin merkeziydi. Aksi hâlde böyle bir mesajın, Yemen, İran veya Kürdistan gibi ülkelerde büyük bir saygı uyandırması mümkün olamazdı. Eger bu mesaj Polonya, Rusya veya İtalya’dan gelseydi hiçbir etkisi olmaz, gülünüp geçilirdi.
2-Vahy’in yenilenmesi ve Gazzeli Nathan figürü, disiplinli dinî hayat Zevi’nin, kitle bilincindeki şekillenişini netleştirdi.
3-Geleneksel ve Folklorik kıyâmet inancının, Zevi tarafından iyi işlenmesi. Eski eskatolojik (uhrevî) kabuller muhafaza edilmek kaydıyla birçok yeni unsurun bu zihniyete entegre edilmesi. Nathan’ın metinlerinde kullandığı geleneksel-mitolojik terminoloji (sembolizm) kitleleri hayli etkiliyordu.
4-Nedâmete (Metamêlia-Repentance) çagrı belirleyici bir rol oynuyordu. Kim Mesih’in pişmanlık çagrısını reddedebilirdi? Her yahudi, bu çagrıyı kalblerini yıkamak için bir fırsat olarak algıladı.
5-Kurtuluş fikrinin Ütopist yahudiler üzerinde uyandırdıgı heyecan. Ayrıca hareketin millî karakteri iç çelişkileri de gizliyordu.

Amsterdam’da ünlü okkültist (gizemci) ve esoterist (Batıncı, içrekçi) Peter Serrarius, Zevi’nin ‘mesih’ oldugu fikrini ve propagandasını Avrupa’nın birçok yerine yaydı. [Yeri gelmişken söylemekte yarar var, Amsterdam’ın mevcut belediye başkanı John Joël Kohen ve öncekiler Şabbataist’tirler]. Bu propaganda karşısında Avrupa yahudiligi ciddi bir muhalefet ortaya koymadı. Aynı dönemde Nathan’ın el yazmaları Amsterdam, Frankfurt, Hamburg, Prag, Venedik gibi yerlerde yaygın olarak okunuyordu.

Bu arada, kar’ın içinde çıplak yatmak, kendini kamçılatmak, dikenlerin üzerinde oturmak gibi ritüeller de gelişmeye başlamıştı. Kadınlar ve çocuklara pazartesi ve perşembe günleri, erkeklere ise haftada 3-4 gün oruç ibâdeti konuldu. Birçok asil ve tüccar da evlerini ve diger mülklerini satıp Filistin’e gitmeye, fakirleri de beraberlerinde götürmeye başladılar. Yeni bir dönemdi bu; artık mektuplara ve bazı kitaplara. Krallıgın ve peygamberligin 1. Yılı biçiminde tarih düşülüyordu.

İran yahudiliği tarafından da ilgiyle karşılanan Zevi’nin mesihliği burada resmen tescil edilmiş ve bunun üzerine İran yahudileri devlete vergi vermeyeceklerini ve devlet hizmetlerinde çalışmayacaklarını, itaat edecekleri tek devletin Mesih’in kuracagı Yahudi Devleti olduğunu ilân etmişlerdir.

İtalya’nın en saygıdeger Kabbalist’i Moiz Zacuto da Şabbataist harekete destek verdigini açıkladı. Amsterdam’ın en zengin yahudisi Abraham Pereira hareketin Batı Avrupa’daki en önemli finansörü oldu. Polonya’da hareket o kadar gelişti ki, 1666 yılının Mayıs başlarında Kral Şabbataistler’in toplantı ve gösteri yapmalarını yasakladı. Zevi’nin kâtibi Samuel Primo mektupları öylesine edebî ve san’atsal bir dille kaleme alıyordu ki, âdeta Zevi’nin ruhuydu. Zevi bu metinleri, ‘Allah’ın ilk oglu”, “İzrael Babanız”, “Torah’ın Sözlüsü" gibi müstearlarla imzalıyordu. Bilâhare, "İlâhınız-Efendiniz Şabbatay Zevi” biçiminde imzalamaya başladı. Bu imza nedeniyle Moiz Galante’nin hareketten ayrıldıgı biliniyor.

Dönmelik kavramı literatüre, 17. Yüzyıldaki bazı gelişmelerden itibâren girmeye başladı. Osmanlı’nın çeşitli şehirlerinde ve özellikle de Selânik’te müslüman isimleri ve kisvesi altında yaşayan “gizli yahudiler”e -sözde- İslâm’a döndükleri gerekçesiyle “dönme” denmeye başlamıştır. O dönemlerde daha ziyâde “avdetî" kavramı kullanılıyordu.

İhtida (Apostasis) vetiresi;
Kaderin yine bir cilve yaptı; Polonyalı bir kabbalist olan Nehemiah ha-Kohen 3 Eylül’de Zevi’yi ziyârete geldi ve 3 gün onun yanında kaldı. Bu z’yâretle ilgili veriler çelişkilidir. Kimilerine göre, Nehemiah, Zevi’nin faaliyetleriyle eski Kabbala metinlerinin Mesihlik anlayışı arasında dogru bir ilişki olmadıgını iddia etti. Bir diger görüşe göre ise, Nehemiah’ın kendisi de mesihlik iddiasındaydı ve Zevi’yi tartmaya gelmişti. Fakat çok ilginç bir şey oldu ve kalede bulundugu sırada, herkesin önünde Nehemiah Müslüman oldugunu açıkladı, götürüldüğü Edirne’de ise, Zevi’yi, Mesihlik konusunu sürekli gündemde tutarak devletin içindeki filosemit (yahudisever) kligi öne çıkarmayı hedefledigini iddia etti. Bu gelişmeler karşısında Şabbataistler’in tezi ise, Nehemiah’ın devlet tarafından angaje edilen bir şahıs (ajan) oldugu ve Şabbataist hareketi sabote etmek için getirildigi biçimindeydi. Bu tezi dogrular biçimde Nehemiah, Polonya’ya döndükten sonra tekrar yahudilige döndü ve Zevi’ye karşı geliştirdigi tavrın hatalı oldugunu çevresindekilere söyledi.

Bunun üzerine Zevi, 15 Eylül günü Edirne’ye getirildi ve padişah 4. Mehmed ’in kafes ardından izlediği çok geniş kapsamlı bir sorgulamaya tâbî tutuldu. Sorgulamada, Edirne kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyh-ül İslâm Minkârîzâde Yahya Efendi, Ulemâ’dan Şeyh Vanîzâde Mehmet Efendi , Hekimbaşı Hayatîzâde Mustafa Feyzî (esas ismi Moşe ben Rafael olan bir yahudidir) hazır bulundular.

Sorgulama sırasında Şabbetay kendisine atfedilen suçları reddetti. Sorgulama sonucunda İslâm’a geçmek ile idam arasında tercihe tâbî tutuldu. Bunun üzerine Müslüman olmayı kabul eder ve Mehmed Aziz Efendi adını aldı. Ayrıca kendisine 150 akçe maaş bağlanıp Kapıcıbaşılıkla taltif edilir.

Bazı kaynaklarda ismi “Sabbatay Levi" olarak da geçmektedir. Zevi, yine kazançlı çıkmıştır zira artık saraya rahatlıkla girebilmekte, beklemediği düzeyde taltif görmekte öte yandan da şehirdeki yahudileri örgütleme faaliyetine devam etmekte bunu da, diğer yahudileri de hidâyete erdirme adına yaptığını belirtmektedir. Artık önü tamamen açılmıştır. Ziyâretçileri bu sefer Edirne’ye akın etmeye başladılar. Özellikle Kudüs, İran ve Bağdat yahudileri ona çok ilgi gösteriyorlardı. Bir kısmı ise geri dönmüyorlardı. Havralarda da vaaz vermesine izin verilmişti. Bütün bunlar bize Osmanlı devlet bürokrasisi içinde yahudi sızmalarının ne denli gelişkin olduğunu göstermesi açısından önemli ipuçları veriyor. Aksi hâlde bir gayrımüslimin bu kadar açık ve pervasız eylemliliğine göz yumulmasının ve hattâ ona maaş bağlanmasının izah edilebilecek bir tarafı yoktur.

Gelinen noktada ciddi bir sessizlik süreci başladı. Bir grup Şabbataist imânlarından hiçbir şübhe duymadılar ve Zevi’nin Mesih olduguna inanmaya devam ettiler, az sayıdaki bir grup ise, bir yanılsama içinde olduklarını, iç tecrübelerine ve kanaatlerine mukâbil ‘düşman’ bir dış tecrübenin ortaya çıktıgını kabul ettiler.

Zevi’ye baglı kalanlar Zevi’nin eyleminin dogru oldugunu, bunun çok zor bir süreçten başarıyla çıkmak olarak izah edilmesi gerektigini savunurlar, haklıdırlar da zira Zevi asla ihtida etmemiştir bilakis bunu siyâsî bir avantaja dönüştürmüştür. Kendini mesih ilân eden bir Musevî’nin İslâm’ı gönülden kabul etmesi mümkün degildir. Yeni yahudi politikası hem Avrupa’da, hem İstanbul’da hem de Ortadogu’da süreci uyutmak biçiminde gelişti. Özellikle rabbilikler tam bir ‘Resmî Sükunet’e daldı.

Bu sessizlik döneminde Gazzeli Nathan önemli bir rol üstlendi ve Apostasis’in (İhtida) teolojik izahını yaptı ve yeri geldiginde bunun meşru bir savunma vasıtası olabilecegini ortaya koydu ve bu, Şabbataistler’i rahatlattı. Büyük bir toplulukla Zevi’yi ziyâret etmek için Gazze’den yola çıktı fakat bu İstanbul rabbiligi bu ziyâreti engellemeye çalıştı. Nathan İzmir’e geldi ve ihtidanın konjonktürel olarak dogru ve gerekli oldugu propagandasını yapmaya başladı. Ona göre, Zevi’nin bu eylemi misyonun nihaî ve en zor bölümünü oluşturuyordu ve nefsinin olumsuzlugu (kelippah) fethetmesi gerekiyordu. İşte bu nedenle İslâm’a geçmişti. Bu ihtida tamâmen ‘şeklî’ydi. İhtida’nın agırlıgını ancak ve ancak bir Mesih veya bir aziz kaldırabilirdi.

Mühtedî Mesih (Messie Apostat);
Meşru Kurtarıcı paradoksu ve trajedisi Gazzeli Nathan’ın maharetli ellerinde Şabbataist ilâhiyata ve günümüze kadar devam edecek bir ideolojinin temellerine dönüştü. Bu mühtedî mesih mes’elesi yıllarca yahudi ilâhiyatçılarının, Talmudçular’ın ve Kabbalistler’in en temel mevzularından biri hâline geldi. Eski Ahid kahramanlarının öyküleri, Aggadah’ın (Aggadot Şel Dofi) hayret veren hikâyeleri, Zohar’daki gizemli bölümler, Mesih’in skandal tavrını tefsir (eksigisis) için degerlendirildi.

Bu kişiler kendi aralarında, birbirlerini tanımlamak için İbranîce “Ma’aminim " (Mü’minler) ve "Haberim" (Ortaklar) ya da "Ba’ale Milhamah" (Mücahidler) kavramlarını kullanıyorlardı. Edirne ve havalisinde ise bu dönmelere "Sazanikos " veya "Sazanaki" adları veriliyordu ki bu kelimeler Yunanca “Küçük sazan balıkları, sazancıklar” anlamlarına gelmektedir. Böyle denmesinin iki nedeni olduğu söylenmekte: Birincisi, Dönmelerinin toplantı yerlerinin daha doğrusu mâbedlerinin Edirne’deki balık pazarı mevkiîne yakın olması. İkincisi ve daha kuvvetli olan ihtimal ise dönmeliğin kurucusu olan Sabbatay Zvi’nin (Şabbatay Sevi), yahudilerin kurtuluşlarının ve refahlarının Hud (Balık) burcu altında vâkî olacağı biçimindeki kehânetidir. Buna istinâden biraz da alaycı bir biçimde, sazanikos lakâbı takılmıştır.

Şabbataistler’in ‘Dönme-Avdetî’ olarak hareket kabiliyetleri daha genişlemişti. Kisveleri itibarıyla müslüman oldukları için kimse onlara birşey söyleyemiyordu. Şabbataizm’in teorisyen düzeyine gelen ilk öncüleri saray hekimleriydi: Guidon Daniel İzrael ve Bonafoux (Ben Avi). Bunların yanısıra Berekyah ben Yakob. Bir süre Zevi, Edirne’den İstanbul’a gelir. Bunun gönderilme mi yoksa iradî olarak gelme mi olduğu konusunda kesin bir görüş yoktur ama muhtemelen kendi isteğiyle gelir ve Kuruçeşme semtine yerleşir. Burada örgütleme faaliyetlerine devam eder. Genelde Zohar ve Kabbalah eğitimi verir. Bu hareketin ideolojik-politik bir hareket olduğu ve TC’nin kuruluşunda, M.Kemal’in eğitiminde, İttihat-Terakki’nin örgütlenmesinde en üst düzeyde belirleyici olduğu kesindir. Örneğin TC’nin mevcut dışişleri bakanı İsmail Cem İpekçi, Şabbetaizm’in en belli başlı örneklerinden sadece biridir. Zevi, daha sonra Kağıthane’ye yerleşir ve örgütlemesini orada sürdürür. Bilâhare 1672’de yeniden tutuklandı ve Ocak 1673’te Arnavutluk’a gider (bazılarına göre sürgün edilir) ve Ülkün (Dulcigo, Alkun) şehrine yerleşir. 1674’te karısı Sarah öldü, bunun üzerine Esther’le (Yoşebed) evlendi. Esther, Zevi’nin müridlerinden ve Selânik’in saygın rabbilerinden Yasef Filosofos’un kızıydı.

Zevi’ye göre, ‘İzrael’in İlâhı’, ‘Ein-Sof’ta (Heryerde mevcut olan Sonsuz Allah-Ebediyet) birinci temel sebeb degil, Sefirah Tiferet’te mukîm olan (içinde bulunan) ‘ikinci sebeb’ti. Yani İzrael’in İlahı, Tiferet (Allah’ın Güzelligi) ilkesi üzerinden (vasıtasıyla) zuhur ediyordu. Şabbataizm felsefesinin en önemli iki ayrılıgı şunlardır;

1-İzrael’in İlâhı’yla birinci (temel) sebebi birbirlerinden ayırması. Yaradılış üzerinde yalnızca İzrael’in İlâhı’nın tasarrufu vardır ve fakat birinci sebebin Yaradılış’ta hiçbir tasarrufu yoktur. İzrael’in İlâhı’nın mevcudiyetinin kabulü ‘Zimzum’ hareketi çerçevesindedir. Bu yaklaşım Orthodoks Yahudilik tarafından büyük bir tepki almış ve heretik (sapkın) olarak tanımlanmıştır.

2-Bu ayrımsama tamâmen Gnostisizm’in (Bilinircilik) ifâdesidir. İkinci yüzyılın, Allah’ı, ‘Gizli-Hakikî’ Allah olarak kabul eden Gnostik düşünce yahudiler’in ilâhını ikinci sırada tutarken Zevi, Nathan ve Cardoso, ‘Kıymetler Hiyerarşisi’ni degiştiriyor, İzrael’in İlâhı’nı ‘Hakikî İlâh’ telakki ediyor, birinci sebebi ise ‘hiç’ mesâbesine indiriyordu.

Zevi’nin dikte ettirdigi bilinen ‘Raza di Meheimanuta’ (Hakikî İman’ın Sırrı) isimli eserde bir tür Kabbalistik Üçleme ortaya konmaktadır: 1-Attika Kadişa (Aziz İhtiyar), 2-Malka Kadişa (Aziz-Mukaddes Melik= İzrael’in İlâhı), 3-Şekhinah ilkesi. Daha sonraları Nathan, Sefer Beri’ah (Yaradılış Kitabı) isimli eserinde, bu kompozisyonu bazı degişikliklerle netleştirdi.

Zevi, 17 Eylül 1676’da, ‘Büyük Tevbe’ gününde öldü. Nathan, bu günü ‘Arş’a Yükseliş’ olarak niteledi. Bu bir ‘Apotheosis’ (Déification-İlâhlaştırma) teorisiydi. Nathan 11 Ocak 1680’de Üsküp’te (Makedonya) öldü. Ölümünden 1 yıl kadar sonra, öğrencilerinden İzrael Hazzan de Castoria, Zevi ve Nathan’ın teorisini tahkim eden detaylı bir şerh yazdı.

Şabbataist Kabbalah üzerine;
Zevi genelde metaforik (igreti-mecâzî) bir dil kullanırdı. Bu nedenle Nathan, Lurianik Kabbalah’nın yeni bir versiyonu ile Mesih’in rolü hakkındaki bazı orijinal anlayışları birleştirmesi açısından oldukça karmaşık (sofistike) bir sistemin ortaya koyucusu olarak kabul edilir.

Nathan, Lurianik Kabbalah’daki Zimzum teorisini kabul eder fakat, ‘İlâhlık’ telakkisine çok daha derin ve yeni bir boyut ilâve eder. Başlangıç veya Ein-Sof’ta iki tür ‘Nur-Işık’ veya tecelli mevcuttur. Bunlara ‘Sıfat’ diyenler de vardır. Meselâ Baruh Spinoza’nın bahsettigi ‘Fikirli Nur-Işık’ ve ‘Fikirsiz Nur-Işık’. Birincisi; Yaradılış Perspektifi içinde yönlendirilmiş olan herşeyi hâvîdir. Fakat Ein-Sof’un sonsuz zenginligi içinde Yaradılış’a mütemayil olmayan kuvvetler ve prensipler de mevcuttur ki, tek hakikat oldukları gibi kalmaları ve oldukları yerde durmalarıdır. Onlar, Yaradılış’a dogru yönlenme türündeki bütün fikirlerden âzâde olmak ölçüsü içinde ‘Fikirsiz’dirler. Bir ‘Kosmos’ oluşturmak (ortaya koymak) için üretilen Zimzum hareketi, ancak ve ancak ‘Fikirli Işık’ın önünde, ‘fikrini’ gerçekleştirme, onu ilkel (ilk) Uzay’a (Tehiru) yansıtma ve orada Yaradılış’ın yapılarını (unsurlarını) yükseltme fırsatı belirir. Fakat, bu ‘Işık’ geri çekildiginde, Uzay’da geriye ‘Fikirsiz Işık’ kalır ki, onun Yaradılış’a hiçbir katkısı-katılımı yoktur ve hattâ-tabiatı geregi-yaratıcı her türlü degişime karşıdır. Yaradılış diyalektigi içinde bu ‘Fikirsiz Işık’ düşman ve tahripkâr bir kudret hâline gelir ve ‘Kötülüğün Kudreti’ (Kelippah) adlandırılır. En son tahlilde, bu ‘Fikirsiz Işık’ da menşeini, İlah’ın ‘Yaratıcı olmayan Nuru’ndan alır. Şekil ve Madde ikiligi (duality) yeni bir kılıga bürünür; her ikisi de Ein-Sof’ta kurulurlar (temellenirler). ‘Fikirsiz Işık’ kendi başına ‘kötü’ degildir ancak ‘kötü’ kisvesine bürünür zira Ein-Sof olmayan (dışnda kalan) bütün mevcudata zıddır ve ‘Fikirli Işık’ tarafından üretilen yapıları bir biçimde tahrib eder. Zimzum’dan sonra bazı ‘Fikirli Işık’ kalıntılarıyla karışan ve ‘Fikirsiz Işık’la dolu (kaplı) Tehiru ‘Golem’ olarak adlandırılır ve ‘Şekilsiz İlkel Madde’ anlamına gelir. Yaradılış Vetiresi’nin bütünü iki Işık arasındaki diyalektik eylemlilikle oluşur (devinir), diger bir deyişle; Ein-Sof varlıgından köken alan bir diyalektik işler.

Zimzum’dan sonra, ‘Fikirli Işık’ yeniden ve ışınsal olarak Uzay’a yayılır (dagılır). İlkel Uzay’ın sâdece üst yarısına hulul eder, ‘Fikirsiz Işık’ı aşagıya iter ve onu dönüştürür ve kendi orijinal dünyasını inşâ eder. Ama Tehiru’nun alt yarısına ulaşamaz. Torah’ın kudreti sâyesinde gerçekleşmesi gereken Tikkun (Kozmik Restorasyon) teorisi ve Lurianik Ontoloji (Varlıkbilim) önermeleri Tehiru’nun üst yarısında gerçekleşmektedir. Tehiru’nun alt yarısı Mesih’in gelişine kadar kaotik ve amorf (şekilsiz) görünümünü muhafaza edecek, ancak ve yalnızca Mesih ‘Fikirli Işık’ı buraya hulul ettirmek suretilye onu düzene koyacaktır (mükemmelleştirecektir). Zohar kitabında ‘Sitra Ahra’ adıyla anılan (Öte taraf, Öte Yan) Şeytânî Kudretler, Ein-Sof’un diger tarafından (diger yüz) başka bir şey degillerdir.

Nathan, daha henüz Ein-Sof’un ışının bile içine hulul etmedigi Tehiru vetireleri hakkında yeni bir teori geliştirdi. Bu süreçler, ‘Fikirli Işık’ kalıntılarıyla, ‘Golem Kuvvetleri’nin karşılıklı etkileşimiyle (interaction) tahrik edilmişlerdir (harekete geçmişlerdir). Bunlar, Torah ve Kozmik Yazı’yı oluşturacak olan ilk harf konfigürasyonlarının (Şeklî parçaların uyarlanması) oluşumunu belirleyen modelleri ürettiler. Ancak ve ancak, ışın’ın Tehiru’ya hululünden sonra, çok üst düzey bir evrede, ilk Yaradılış’ın (Arş-ı Âlâ’nın yaradılışı-Ma’aseh Bereşit) eseri olarak isimlendirilen bu ilk yapılar bilâhare nisbeten daha maddî (somut) yapılara dönüştüler (Ma’aseh Merkavah). Netice itibârıyla bütün süreçler iki ‘Işık’ın diyalektigine uyarlanmışlardır.

Bu Yaradılış anlayışında, Mesihlik tâ baştan beri temel bir rol oynar. Mesih’in ruhu, Tehiru’nun alt yarısına gönderilmiştir. Mesih’in ruhu, Tehiru’nun içinde bulunan ‘Fikirli Işık’ kıvılcımlarının bir bölümünü oluşturmak suretiyle ya da bir biçimde Kelippotlar tarafından yerleştirilmiş olarak bu Zaman’ın başlangıcından bu yana Kelippotlar alanında bulunmaktadır (mahpustur). ‘Fikirsiz Işık’ akımları tarafından sarılan (etrafı örülen) ve onun hükmü altına giren bu Ruh, dünyanın başlangıcından beri özgürleşmek ve büyük misyonunu gerçekleştirmek, tarifi imkânsız acılar içinde mücâdelesini yürütmektedir: Tehiru’nun alt bölümünü ‘Fikirli Işık’ın hululüne açmak ve Kurtuluş’u ve Tikkun’u Kelippotlar’a ulaştırmak. Onların nihaî dönüşümü ile birlikte, Ein-Sof’un iki yüzü arasındaki Vahdet ve Ütopik Denge gerçekleştirilmiş olacaktır. Mesih, Tikkun vetiresinde yer alan bütün ruhlardan temel olarak farklıdır. Gerçekte, kendisine baglı ruhlar ve ‘Fikirli Işık’ın kudreti tarafından kullanılan mistik enstruman olan Torah otoritesinin ‘öznesi olma durumu’ dışına çıkmadı. Mutlak bir biçimde yeni bir şeyi, tarihî veya kozmik sürgün durumunu idâre eden kanunlara boyun egmeyen bir otoriteyi temsil eder. Kendi öz yasasına göre davranır. Bu kanun dünyanın ‘Ütopik Kanunu’ olmalıdır. Bu ruhun iptidâî tarihi ve hususî misyonu, Kelippah zindanından kurtarıldıktan sonra, kendi tavrını izah edecektir.

Böylelikle Nathan, Zevi’nin antinomik (sistem karşıtı) davranışlarını (cezbe, inziva vs) ve ihtidasını izah etmeye çalışıyordu.

Zevi’nin Arnavutluk, Nathan’ın Makedonya, Atina ve Kastorya yolculuklarını anlamak zor değildir. Arnavutluk, Bektaşiliğin ve dönmeliğin sürekli hükmü altında bulunan bir ülkedir. AEP (Arnavutluk Emek Partisi) in kurucuları arasında birçok dönme ve Bektaşî bulunmakta olup sosyalist lider Enver Hoca da Bektaşî bir aileden gelmektedir. İşte bu süreç Kemalizm-Bektaşîlik-Dönmelik+Neo Mevlevîlik çizgisinin oluşmasına ve özellikle de Balkanlar alanında beslenmesine ve nihâyet semirerek gelişmesine, daha sonra da devletleşmesine yol açmıştır. Bu nedenden ötürüdür ki, TC devletinin ideolojik profilini çıkarırken en önemli ayağın bu çizgi olduğunu hiç bir zaman unutmamak ve buradan hareketle çözümlemelere ulaşmak olmazsa olmaz koşuldur. Coğrafî yayılım ve gelişim alanı olarak bu çizgi, Arnavutluk-Makedonya-Selânik-Batı Trakya hattından geçer. İttihat Terakki’nin, Jön Türkler’in, Kemalizm’in, Balkan Bektaşîliğinin ve dönmeliğin ortak yeşerme ve serpilme alanları buralardır. Bütün bunların tarihî aktörü ve ideolojik altyapısı da Şabbataizm’dir.

Şabbetay’ın ölüm haberinin yayılmasından kısa bir süre sonra “Mesih göğe çekildi " söylentileri halk arasında yayılmaya başlar. Bu söylentiyi karısı Esther, karısının babası Yasef Filosofos ve Nathan’ın yaymıs olması ihtimali çok güçlüdür. Bunun üzerine Şabbataistler, halk onun karısı Ayşe ’nin (Esther) etrafında Selânik’te toplanır. Kimilerine göre, Ayşe, Zevi’nin gerçek karısı değil ruhanî eşidir. Kimilerine göre ise hem ruhanî hem fizikî anlamda Ayşe, Zevi’nin eşidir. Ayşe ilginç bir iddiayla ortaya çıkar. Buna göre, kendi öz kardeşi Yakob aynı zamanda Zevi’nin oğludur ve bu çocuk 12 yaşında olarak doğmuştur. Yakob aynı zamanda, Zevi’nin manevî yoldan ve Ayşe’den edindiği oğludur. Yani, Yakob hem Ayşe’nin erkek kardeşi hem de Zevî’nin Ayşe’den olan manevî oğludur. Ayşe, oğlunun, Zevi’nin “ Lâhut" âleminden "Nâsut" alemine intikali olduğunu ve Zevi’yi temsil ettiğini (Zevi’nin incarnation’u-bedenlenişi) söyler ve onu Mesih ilân eder. Şabbataycılar, Yakob’a ispanyolca sevgili anlamına gelen “Querido" adını taktılar. Hahambaşılık ise bu tarikatın mensuplarını “Koferim" (Kâfirler) olarak tanımlar afaroz etti.

Selânik’te bulunan Şabbetaycılar’ın evleri arasında gizli geçitler bulunmuştur. Bunun nedeni bir baskın olduğu takdirde kolaylıkla bir evden diğerine rahatlıkla geçilebilmesi ve yakalanma riskinin ortadan kaldırılmasıdır. Şabbataist âyinler genellikle yeşil ışık altında yapılır ve ibâdete Şabbetay Zevi’nin adıyla başlanır (Onun adına besmele çekilir). İbâdet yerlerine “Kal" (Kahal) adı verilmektedir. Âyini, “Payyetan" adı verilen yahudi ulemâsından biri yönetir. Vaazları ise “Abbetdin" denen şahıslar verir. Âyin, Şabbetay’ın ruhuna okunan dualarla sona erer.

Şabbetaycılar üç sınıfa ayrılmakadırlar.
1-İlk imân etmiş olanların soyundan gelenler. Bunlara “İzmirliler " adı verilir.
2-Yakob’a bağlanmış olanlar ki, bunlara “ Yakubî" denir.
3-Şabbetaizm’in ulularından Osman Bevvab (Kapıcı Osman, Othman Pyloros veya Baba Osman Ağa-Baruhiah Russo) ın bağlıları ki, bunlara “Kuniosos" denmektedir.

Bir diğer sınıflamaya göre ise (Danon sınıflaması):
1-Başlarına özel bir sarık saran Şabbataistler: Bunlara “ Tarpuşlular" adı verilir.
2-Ucu sivri bir pabuç giyen Şabbataycılar: Bunlara “ Kavalyeler" (Cavalieros) denir.
3-Kısa ve basık burunlular “ Honiosos".

1689 tarihinde, örgütte bir iç hesaplaşma yaşandığı ve önderliğini Mustafa Çelebi (gerçek adı David ben Levi) isminde bir şahsın Yakob’a karşı bayrak açarak cemaatten ayrıldığı beraberinde de birçok Şabbataist’i götürdüğü biliniyor. Bir başka zümre ise, Zevi’nin ölümünden 9 ay sonra Abdurrahman Efendi adındaki bir kişinin sulbünden dünyaya gelen Osman isminde bir çocuğun vücudunda Şabbatay’ın bedenlendiğini, esas Mesih’in Yakob değil ve fakat Osman isimli bu çocuk olduğunu iddia ederek ortaya çıktı. Bu çocuk daha sonraları Osman Bevvab (Baba Osman Ağa, Kapıcı Osman, Othman Pyloros) olarak anılan efsanevî Şabbataist lider olacaktır.

Osman Ağa grubu içinde de, 1725’lerden itibâren bir klikleşme ve bunu müteâkip bir ayrışma yaşanır. Osman’ın ölümünden sonra, İbrahim Ağa adında bir şahıs kendini Mesih ilân eder ve Şabbatay’ın kendisinde vücutlandığını ileri sürer ve beraberindeki bir grup Şabbataycı’yla birlikte Osmancılar’dan ayrıldı.

Osmancılar daha ziyâde ticarete dönük faaliyetlerde bulunmaya başladılar ve iktidarın yolunu parada gördürler. Yakubîler ise, felsefî ve dinî hayata dalmışlardı ve kapalı bir yaşam sürüyorlardı.

Şabbataizm’in ilkeleri:
1-Allah birdir ve Şabbetay Sevi onun resûlüdür.
2-Kâtil olma
3-yalancı şâhitlik yapma
4-cebire başvurma
5-hırsızlık yapma ve rüşvet alma
6-zinâ etme
7-müslümanlarla izdivaçtan çekin
8-hayır işle ve insanlara şefkatli yaklaş
9-müslüman âdetlerine zâhiren riayet et
10-Hergün gizlice Mezmur (Zebur) oku.

Bunların büyük bir kısmı, Hz. Musa’nın 10 Emir’iyle örtüşmektedir. Yani yahudi şeriatının belirleyici prensipleridir.

Şabbataycılar, kendilerini hilkatin sebeb-i hikmeti olarak görürken diğer insanları (kavmleri) de hilkatin sonucu olarak algılarlar. Cennet sadece onlara ayrılmıştır diğerleri ise iki cihanda onların kulu ve kölesi rolünü üstlenirler. Bu da yahudi ideolojisinin yapıtaşlarından biridir. Yine onlara göre bir Müslüman’ın cennet ehli olabilmesi için 40 kere dünyaya gelmesi hiç günah işlememiş olması gerekir.

Şabbataizm’in sınıflarının birer ruhanî lideri vardır ki, bunlar “Nesl-i Şerif” (Şerefli Nesiller, soylar) olarak adlandırılan ailelere mensupturlar. Bunlar cemaatin iç işlerinden sorumluydular.

19. yüzyıla gelindiğinde Selânik’in ticarî, siyâsî ve kültürel yönetimi 3 büyük Şabbataist ailenin elindedir: Bunlar, aralarında Selânik belediye başkanı olan Hamdi Bey (Hamdet Bey)in de mensubu bulunduğu Hamidîler klanı, Karakaşlar klanı ve Kapancılar klanıdır. Hamidîler en radikal aile olup, tesettüre önem verirler ve yeniliklere kapalı bir tutum alırlar. Diğer iki aile ise daha liberal ve yenilikçi görünmektedirler. Her üç aile de ticâret ve endüstri alanlarında çok ileri gitmiş olup bunun yanısıra siyâset, hukuk, tıp alanlarında da öne çıkmışlardır. Valilikler, idâre memurlukları, müsteşarlıklar, milletvekillikleri ve hattâ bakanlıklar yavaş yavaş bunların eline geçmeye başlar. Akademisyenlik ve gazeticilik alanları bunu izler. Özellikle 19. Yy’ın sonundan itibâren eğitime el atarlar ve Selânik’te birçok ilkokul ve iki lise açarlar: Fevziye Mektebi ve Terakki Lisesi. Bunlar size yabancı gelmeyebilir. Doğrudur. Şişli Terakki Lisesi ve Fevziye Mektepleri Vakfı Işık Lisesi ile günümüzde inşa edilen Koç Üniversitesi de Şabbataistler’e aittir.

İsmail Cem’in de mensup olduğu İpekçi ailesi de Şabbataist bir aileye bağlı bir alt-klandır. Karakaşlar büyük klanına bağlıdırlar. Aile 1920’lerde Türkiye’ye gelmiş ve filmcilik ve fotoğrafçılık alanlarında tekelleşmeye gitmiştir. Milliyet gazetesi başyazarlarından Abdi İpekçi , ünlü modacı Cemil İpekçi, işadamı Mikail İpekçi, Sabah gazetesi yazarlarından Güngör Mengi ve Ruhat Mengi, Milliyet, Hürriyet ve Posta gazetelerinin ve Kanal-D televizyonunun sahibi Aydın Doğan , Bülent Ecevit’in karısı Rahşan (Rahel) Ecevit, Ekonomi’den sorumlu devlet bakanı Kemal Derviş (Bükey)Demir Bükey, devlet bakanı Şükrü Sînâ Gürel, Hürriyet gazetesinin kurucusu Sedat Simâvî, TC’nin Belgrad eski büyükelçisi Mario Kohen, 500. Yıl vakfı başkanı Harry Ojalvo, Hürriyet’in eski sahibi Erol Simâvî, Günaydın gazetesinin eski sahibi Haldun Simâvî, Panda dondurmalarının sahibi Vedat Behar, Milliyet gazetesi yazarı Sami Kohen, Cumhuriyet gazetesi yazarı Ali Sirmen, Hürriyet gazetesi yazarı Vivette Canetti, 1995 yılında öldürülen tefeci Nesim Malki ve ortağı Erol Erkohen, ünlü işadamı Yafes Öztürk, işadamı Ebi Yaffe, Profilo Holding genel müdürü Nesim Levi, diplomat Onur Öymen, CHP eski genel başkanı Altan Öymen, eski gazetecilerden ve yazarlardan Edip Emil Öymen, Örsan Öymen, gazeteci-yazar Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel, yazar Mario Levi, turizmci David Levante, müzayedeci Raffii Portakal, TÜSİAD üyelerinden Cem Boyner, Cem Hakko, Vitali Hakko, Cem Adler , Jeff Kamhi, Jack Kamhi, Alarko Holding’in sahipleri; İshak Alaton ve Üzeyir Garih, İzzet Garih, Tunç Tonger, Halil Bezmen, Fuat Bezmen, Leon Maraşlıoğlu, Esin Maraşlıoğlu, Rahmi Koç, Mustafa Koç, Moiz Behar, Cem Behar, Hayyam Garipoğlu, işadamı Niso Benhason, sanayici Eli Acıman, Escort bilgisayarlarının sahibi İbrahim Özerİsmail Karakaş, Edirne’de Ar ailesi, Yılmazer ailesi, Alp Yalman, Faruk Süren, tiyatro sanatçısı Nedim Saban (Dr. Stress), televizyon programcısı İrep Güner, sosyete fotoğrafçısı Erol Atar, yazar Ilgaz Zorlu, ünlü yazar Hâlide Edip Adıvar, şarkıcı Nilüfer, İzel , Candan Erçetin, Rober Hatemo, Uzay HeparıSertab Erener, romancı Orhan Pamuk, Haldun Dormen, Erman Kunter ve daha birçok isim Şabbataist’tir.

Türkiye’nin en ünlü modacılarından biri ve İsmail Cem İpekçi’nin de yakın akrabası olan Cemil İpekçi, 2000 yılında Aksiyon dergisinde yaptığı röportajda Şabbatayist olduğunu kabul etmiş, İsmail Cem’in de İpekçi ailesinin bir ferdi olduğunu belirtmiş ve bundan da gurur duyduğunu ifâde etmiştir. Yine Şabbataist yazar Ilgaz Zorlu, " Evet, Ben de Selânikli’yim" adlı kitabında Selânik yahudilerini bütün boyutlarıyla anlatır ve birçok isim verir. Millî gazete yazarı ve ilâhiyatçı Mehmet Şevket Eygi "Dönmelik " adlı kitabında İpekçi ailesi başta olmak üzere Şabbatayizm’i inceler. Milliyet gazetesi eski başyazarı ve 1979 yılında öldürülen Abdî İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi İzet de, 2000 yılında Kanal-7’de katıldığı “ İskele-Sancak" programında İpekçi ailesinin yahudi kökenli bir aile olduğunu kabul etmiştir.

Son tecritte;
Bu mevzuu netleştirmeden Türkiye devlet ve siyâset paradigmasının derinligine kavranması nâmümkündür. Düalist ve kendi ilâhından bile kuşku duyup ona alternatifler arayan buzagıcı ve kelipotçu (şeytancı-satanist) yahudilik bu vatanı ‘demirden-bankadan-parlamentodan-üniversiteden-san’attan-bilimden!’ aglarla örmüs olup Müslüman halkımızın zihnini mengeneye sıkıştırdı ve tedricen cenâze marşımızı çalıyor, pabuçlarımızı ters giydirmeye devâm ediyorlar. Merhum Mustafa Sabri Efendi’nin dedigi gibi, ‘Ümmet-i Muhammed uyumaya devâm ederse Köle pazarlarında satıldıgına da şahid olacaktır’. Vatan evlâdı unutmamalıdır ki, verdigi vergi, ödedigi borç ve yaptıgı bagışlar kendisinin katilleri olan Şabbataistler’in cebine gitmektedir. Şairin dedigi gibi, ‘Celladımıza gülümserken resim çektirmek’ istemiyorsak gafletten uyanmak zorundayız.  

Sabetaycılık, Sabah Gazetesi ve Çevik Bir
28 Subat 1997 tarihli MGK toplantisi ile baslayan "yari askeri yönetim" sürecinin en önemli Pasalarindan biri daha emekli odu. Üzerinde Türk Ordusunun üniformasi varken, Orduya zarar verme kaygisi ile yapilamayan, ertelenen elestirilerin ilgili kimse emekli olduktan sonra yapilmasi elbette mantiklidir. Biz de, 30 Agustos 1999 tarihli Yüksek Askeri Sura toplantisinda yas haddinin dolmasi sebebiyle emekli edilen Orgeneral Çevik Bir hakkinda simdi yazi yazmayi daha uygun buluyoruz. Orgeneral Çevik Bir'in kamuoyunda fazlaca tartisilmasina sebep olan, belki de darbe yapip -yapmama karari öncesinde nabiz yoklama amaciyla gittigi ABD ziyareti esnasinda "balans ayari yaptik" seklindeki sözleri idi.

Bununla birlikte, esas ilginç olan ve bizim dikkatimizi çeken, Sabah Gazetesinin her firsatta Çevik Bir'i mansete tasimasi ve sürekli desteklemesidir. Gerçekten de 28 Subat sürecinde Sabah Gazetesi çok sayida Çevik Bir'li mansetlerle yayinlandi ve 28 Subatçi Generaller içinde Çevik Bir'e özel bir yer yarildi. Sabah'in Çevik Bir'den yana olan tavri, normal terfilerde önü kapali olan Çevik Bir'e, Ordu gelenekleri göz ardi edilerek Genel Kurmay Baskanligi yolunun açilmasi yönünde de kendini gösterdi, ancak basarili bir sonuç elde edemedi. 2000 yilinin Mayis ayindaki Cumhurbaskanligi seçiminde Sabah grubunun adayi da Çevik Bir olarak kendini gösterdi. Seçim tarihi yaklastikça bu anlamda ilginç gözlemler yapma imkâni da bulabiliriz saniyorum.
Bu noktada esas sorulmasi gereken soru sanirim sizin de akliniza gelmistir. Evet, Sabah neden Çevik Bir'i bu derece kesin ve sürekli biçimde desteklemektedir? Çevik Bir ile Sabah arasindaki iliski elbette basit bir menfaat iliskisi olamaz. Peki bu iliskinin mahiyeti ne olabilir?

Sabah Gazetesi sahibi 
Dinç Bilgin ve Sabah'in önemli bazi köse yazarlari Sabetayci, yani Selanik Dönmesi'dir. Sabetaycilar, bundan bes yüz küsür yil önce Ispanya'dan Türkiye'ye göç eden Yahudiler'in bir grubu olup, dis görünüste Müslüman kendi aralarinda ise gizlice Yahudi-Sabetayci bir hayat sürmektedirler. Bunlarin meshurlari Ipekçi ailesi (Abdi Ipekçi, Ismail Cem Ipekçi, modaci Cemil Ipekçi vb.), Dilber ailesi ve Atabek ailesi fertleri arasindan çikmistir. Hürriyet Gazetesi eski sahipleri Erol Simavi ve Sedat Simavi de Sabetayci kökenli idiler.

Selanik sehri, Ispanya'dan göç eden Yahudilerin yerlestirilmesiyle çogunlukla Yahudi Ispanyolca'si konusulan, daracik sokaklari ile mimari açidan da kendine has özellikler gösteren tipik bir Yahudi sehri görünümü tasiyordu. Daha sonra Sabetayciligin kurucusu Yahudi Hahami Sabetay Sevi'nin yolunu takip eden 200 ailenin buraya yerlesmesi ile sehir Selanik Dönmeleri diye de adlandirilan bu grupla birlikte anilir olmustur. Kendi aralarinda Ortodoks Yahudilikten ayrilarak Sabetay Sevi'nin kurallarini koydugu Sabetayciligi yasayan bu Dönmeler, dis görünüsleri bakimindan Müslüman imaji vermeye özen göstermekte, hatta bazen Müslüman görüntüsü vermek için namaz da kilmaktaydilar.

Simdi gelelim Çevik Bir'e... 2 Ekim 1999 tarihinde gazeteci Ismet Solak'la NTV'de yaptiklari sohbette emekli Orgeneral söyle demektedir: "Babam Manastir'li, annem Selanikli'dir." Diger bütün kavim ve kültürlerin aksine Yahudilikte soy anneden devam etmektedir. Yani Yahudiler, babasi Yahudi olani degil, annesi Yahudi olani kendilerinden saymaktadirlar. Böylece Sayin Çevik Bir'in annesinin Selanik Dönmesi olmasi kendisinin Yahudi kabul edilmesi için yetmektedir.
Elbette her Selanikli muhakkak dönmedir, yahut bir baska deyisle Sabetaycidir demek istemiyoruz. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk de Selaniklidir, ama dönme degildir. Peki Çevik Bir için neden ayni seyi söyleme imkânini bulamamaktayiz? Su sebeple; Çevik Bir sabah Gazetesi tarafindan öylesine kayitsiz ve sartsiz bir biçimde desteklenmektedir ki, ister istemez onun da Sabah sahibi Dinç Bilgin gibi Selanik dönmesi oldugu akla gelmektedir. Evet, bu destegin anlami, Sabetaycilar arasinda mevcut olan kuvvetli dayanisma ile açiklik ve anlam kazanmaktadir.

2 Ekim 1999 tarihli Hürriyet'te Ertugrul Özkök, 28 Subat sürecinde Genel Kurmay'ca verilen brifnglerin sonuncusuna katilmis ve sonrasini anlatiyor: "Brifingden sonra Çevik Pasa'nin odasina gittik. Randevuyu rahmetli Gülçin Telci aldi. Aramizda cep telefonundan Çevik Bir'e ulasabilen tek kisi oydu." 
Gülçin Telci'nin Sabetayci oldugu ise biliniyor. Ölüm ilaninda Bezmen ailesinin kuzenleri oldugu yazilmisti. Bu arada, Çevik Bir'in "Musevi Ulusal Güvenlik Sorunlari Enstitüsü" adli kurulus tarafindan, kendisine "Türkiye'nin ABD ve Israil iliskilerinin gelismesine yaptigi katki" sebebiyle bir ödül verimek üzere ABD'ye davet edildigini ve 30 Agustos'ta emekli olan Bir'in Ekim ayi içinde ABD yolcusu oldugunu da eklemek gerekir.

Yine Ekim ayi içinde egitim-ögretim sezonunu açan "Isik Üniversitesi"nin açilisina katilan Çevik Bir, ilk dersi veren kisi olmus... Sabetaycilara ait Feyziye Mektepleri'nin devami niteliginde olan Isik Üniversitesi'ne Bir'in bu yakinligi da ilginç degil mi?
Önemli oldugunu düsündügüm bir baska husus, Genel Kurmay bünyesinde kurulan "Hasan Tahsin Bilgi Merkezi"dir. Bilindigi gibi gerçek adi Osman Nevres olan Hasan Tahsin Sabetaycidir ve Yunan'a ilk kursunu onun atip atmadigi çok tartismalidir. Zira, Sabetaycilar ve diger azinliklar ne I.Dünya Savasi esnasinda ne de Kurtulus savasi esnasinda Türk'ten yana tavir almamislardir. Sonraki dönemin meshur gazetecisi Sabetayci 
Ahmet Emin Yalman da o tarihlerde Amerikan Mandasini savunuyordu. Genel Kurmay'da açilan basin merkezine Hasan Tahsin adi verilmesini ille de kötüye yormak istemiyorum. Yani bu Çevik Bir'in yönlendirmesi ile de olabilir, ama olmayabilir de...

Benim burada dikkat çekmek istedigim sey; Türk Ordusunda subay olabilmek için yapilan soy-sop, dini mensubiyet ve milli baglilik arastirmalarindan bu insanlarin nasil olup da geçtikleridir. Hele kurmay olabilmek için çok daha hassas ölçülerin kullanildigi bilindigi halde, bu ölçüler sanki sadece dindar olanlari ayiklamaya indirgenmis gibi görünüyor. Dedesi imam olanlari subay yapmayan sistem acaba neden zor duruma düstügümüzde bizi arkadan vuranlari bas taci yapmaktadir?
Bu ülkede, Rahmetli Necip Fazil'in Sakarya siirinde söyledigi "Öz Yurdunda esirsin, öz vataninda parya" misraini hakli çikaran daha ne kadar örnek yasayacagiz? Ülkenin asli unsuru Müslüman-Türkler sistem için tehlike görülürken, asil tehlike olanlar bas köseye kurulmuslar.                                                                                                     

Kemal Gürüz de Dönme mi?
Üniversitelerdeki basörtüsü zulmünün planlayicisi, kamuoyu önünde pek konusmayan ama perde arkasindan yapacagini yapan YÖK Baskani Kemal Gürüz'den bahsediyorum. 28 Subat sürecinde YÖK Baskanligi ile üniversiteleri 28 Subat çizgisine esir eden, "irticaci" olduguna kanaat getirdigi ögretim üyelerini isten atmayla yetinmeyip, hiçbir sekilde Profesör ve Doçent gibi unvanlarini kullanmalari yasaklayan meshur yasakçi... Hani Türkiye Üniversitelerinin basinda dururken, "Türkçe bilim dili degildir" diye cevherler yumurtlayabilen zat... KTÜ Rektörlügünden TUBITAK Baskanligina atanan ve bu kurumu perisan eden, KTÜ Rektörü iken Yahudilerin Ispanya'dan Türkiye'ye göçlerinin 500.yildönümünü kutlama komitesi üyesi olan kimse...
Her ne hikmetse röportajda Nuriye Akman soruyor: "Dönme oldugunuz dogru mu?" Cevap: "Sosyolojik anlamda Müslümanim". Simdi bunu nasil degerlendirelim. Nuriye Hanim acaba neden bu soruyu sorma geregi duymus? 500 Yil Kutlama Komitesindeki herkes Yahudi veya Sabetayci (Yahudi dönmesi) miydi ki buradan bir sonuç çikardilar? Cevabi bilmiyorum, ama 
Kemal Gürüz'ün cevabi yeterince kuskulandirici... Bir kere "dönme degilim" diyerek bin belayi defetmek; dedikodulari önlemek varken, dönme olmayan birinin böyle bir cevabi vermesi hiç mantikli degil. Eger dönme ise o zaman en uygun cevap bu verdigidir, çünkü dönme degilim dese muhakkak bir sekilde ortaya çikar, dönmeyim dese aleyhine kullanilir.

Cevaptaki ikinci ipucu Müslümanliginin "sosyolojik" oldugunu söylemesi. Yani kendisi Mü'min (inanan) degil, toplum içinde Müslüman sifatini aliyor, bu sekilde niteleniyor. Iste Sabetaycilik tam da budur, yani "inanmadigi halde inaniyormus gibi Müslüman görünmek"... Toplumsal yasantida Müslüman göründükleri için sabetaycilar için en uygun Islami niteleme; "sosyolojik olarak Müslüman" ifadesidir. Ben bu cevaptan Kemal Gürüz'ün çok büyük ihtimalle dönme oldugu sonucunu çikariyorum. Sunu da söyleyeyim ki, hiç kimsenin ne kökenini ne de inancini kinamiyorum, ancak kendisi imanli bir Müslüman olmadigi halde, Müslümanlari basörtüsü sebebiyle en temel insan haklarindan biri olan "egitim hakki"ndan yoksun birakmaya hakki olmadigini düsünüyorum.

YÖK Baskanligi döneminde en önemli icraatlarindan bir baskasi da, "aydin din adami yetistirme" amaciyla açilmis olan iki yillik "Imam-Hatip Meslek Yüksek Okulu" adli okullari kapatmasidir. Iste size bir baska icraat; Dekanligini Yasar Nuri Öztürk'ün yaptigi Istanbul Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi bünyesinde Heybeliada Papaz Okulu benzeri bir Ortodoks Ilahiyat Bölümü açmaktalar. Elbette ülkemizdeki Hiristiyanlarin ihtiyaci nisbetinde gerekli din adami da bu ülkede yetismelidir, fakat Türkiye'de imam yetistiren okullari kapatirken, ülke disi ihtiyaç ve çogunlukla da politik maksatlarla papaz okulu açilmasini iyi düsünmek gerekir. MHP ve ANAP'in da Hükümette olduklari bir dönemde, 1997 yilindaki bir MGK kararina istinaden, Hükümet karariyla bu uygulamaya geçildigi söylenmektedir.
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

Dönme ve dönmeler

Sahabe-i Kiram müşriklikten döndü. İslam tarihi devam ettikçe Hıristiyanlar, Yahudiler, Mecusiler, Hindular, Şamanistler, Moğollar daha neler neler, döndüler, İslam'la şereflendiler Müslüman oldular. İslam tarihi dönmelerle doludur; 610 yılında ilk ayet inzal buyurulduğunda Sasani İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve Müşrikler İmparatorluğu vardı; Müslüman olanlar hep bu imparatorluklardan geldi, yani hepsi dönmeydi. "Oğuz boyundanız" derken, dönme olduğumuzu da söylüyoruz. Karahanlılar onunca asırda, hicretten üç yüz elli sene sonra İslamiyet'le şereflendiler.

Dikkat etmeli, her ırkı, her dini bağrında barındıran devletler büyürken, bir dine yahut bir ırka bağlı devletler hep küçük kaldı.Osmanlı Devleti'nde gayrimüslimler yarıya yakındı. İttihad ve Terakkiciler, Jön Türkler Türktü ve Müslümandı. Hadis-i şerifte buyurulduğuna göre: "Her milletin iyisi iyidir." Bugün ABD, yüzden fazla ırkı ve dini bünyesinde toplayarak güç kazandı, hâlâ topluyor...

Ahmed Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiya'sında: "İslam'da köle almak, köle olmaktır" diyor. Çünkü Resulullah buyurmuş: "Kölelerinize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin." Böylece İslam'ı onlara sevdirdiler. İslamiyet, kölelere bu kadar hak tanırken, zimmilerin de malını, canını ve namusunu korumuştur.

Bir zamanlar "siyonistler, masonlar" diye tutturdular. Onlar dünyayı parmağında oynatıyormuş, peki biz ne yapıyorduk? Türkiye'de kayıtlı masonların adedi bin beş yüzü geçmez. Eğer bu ülkeyi onlar yönetiyorsa, Müslümanlar işe yaramıyor demektir. Peki dindarlar ne yapıyor? Sabataycılar varmış, bunlar bu milleti bu hale getirmiş... Yani kahvede oturan, meyhanede içen, sanatı, işi olmayan, cahil, beceriksiz Müslümanlar iyi, sabataycılar kötü imiş...Siyonizm, masonluk, sabataycılık, lions kulüpleri, rotary kulüpleri, bunların bütünü Yahudi idealiyle ilgilidir.

Keşke Müslümanlar da Yahudiler kadar birbirini tutsaydı, keşke Müslümanlar da Yahudiler kadar ekonomide, politikada ve kültürde birbirine yardımcı olsaydı... Keşke Yahudiler birbirine "birader" derken, bizimkiler de kardeşliğin gereğini yapsaydı.

Dönmelerden değil, dönen çeklerden, senetlerden, kalitesiz mallardan, atılan imzaya sahip çıkmamaktan korkmalı... Yahudilerden değil, artık Yahudileşen (Müslümanları aldatan) Müslümanlardan korkmalı... Bir avuç Yahudi dünya ticaret imparatorluğunu kurarken iki milyar Müslüman'ın ekonomik esaretine gözyaşı dökmeli... Her Yahudi birkaç lisan bilirken İstiklal Marşı'nı, Nutuk'u anlamayan, Türkçeyi bilmeyen Türkler'e acımalı.

Dönmelere karşı çıkmayın, o yol açık kalsın, Almanlar'dan, Amerikalılar'dan pek çok kimse dönüp Müslüman oluyor. Keşke Türkler'in, Sünnîler'in hepsi gülsuyuyla yıkanmış olsaydı da suçluyu dışarda arasaydık.Irkların birbirine üstünlüğü yoktur, insanları üstün kılan prensiplerdir.

Hekimoğlu İSMAİL 
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

DÖNME OKULLARI

Siz hiç, herhangi bir İslam tarikatı adına kurulmuş bir okul gördünüz mü? Peki, böyle bir şeye izin verirler mi? Hiç sanmam. "Bir başbakan tarikat şeyhlerine iftar verdi" iddiası ile bu ülkede yer yerinden oynar, ama mesela masonik tarikatlar için hiçbir şey yapılmaz. Bu ülkede darbelerle meclis, siyasi partiler kapatılır; ama mason localarının kapısına kimse kilit vuramaz. Darbecilerin bile onlara güçleri yetmez. Darbelerden sonra kurulan hükümetlerde hep kilit noktalarda masonik isimlerin yer alması da bu işin bir başka yanı.

Sn. Benoit, Sn. Joseph liseleri birer kilise okulu, hatta tarikat okulu değil mi? Ecevit'in de okuduğu Robert Koleji niye açıldı, asıl amacı neydi?

Hani, Çalıkuşu romanında anlatılan şu Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi, laik Fransa'nın Türkiye'deki kilise okulu değil mi? Hala bu okulda başörtülü rahibelerin ders verdiklerini biliyor musunuz?

Bilirsiniz; Çalıkuşu romanı, bu okulda okuyan bir kızın başından geçen olayları konu alır. Reşat Nuri, mahalle mektebi ve medrese ile bu okulu kıyaslar. Mahalle mektebi ve medrese, ilkel ve çağdışı birer eğitim kurumudur. Romandan çıkan sonuç bu. Zaten bu roman da bir Amerikalı yazarın eserinden bu amaçla uyarlanmış. Reşat Nuri, yer yer cami ve cemaat hakkında olumlu birkaç cümle kullanmış. O zaman romanın bu satırları İslam'a karşı toplumda ilgi uyandıracağı endişesi ile sansür edilmiş.

İstenen mesaj şu: İslam ve İslami değerler ile semboller çağdışı; Batılı değerler ve kilise ise, iyi ve güzel. Bu tarikat okulları hala faal. Ne 28 Şubatçılar ve ne de BÇG'nin bu konuda bir kaygısı yok. Sabatayların okulları da öyle.

Hemen belirtelim ki, ben hiçbir zaman insanları seçtikleri din ya da doğdukları ana baba sebebi ile kınamadım. Ama insanların olduklarından başka türlü görünmelerine her zaman karşı çıktım. Kimsenin evli ya da bekar olduğu beni ilgilendirmiyor, ama herhalde herkes evleneceği kızın dul mu bekar mı olduğunu da bilmek ister. Ben de beni yönetenlerin, topluma malolmuş insanların kimliklerini ve temel referanslarını bilme hakkına sahibim. Bunu bir kınama ya da yüceltme sebebi saymıyorum, ama bilmek istiyorum.

Ben iyi bir otomobil almak isterken, sizin çok iyi ve aynı değerde bana iş makinası satmaya hakkınız yok.  Sözü Sabataylara getirmek istiyorum. Hani şu Sabatayların yerinde bir İslam tarikatı olsaydı, devletin zinde güçleri ne yapardı acaba? Fethullah Efendi'nin mekteplerinden duyulan kuşkunun kaçta kaçı Sabataycıların etkin oldukları Fevziye Mektepleri, Işık Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Terakki Lisesi'ne gösterildi?

Bakın, Türkiye'deki Yahudiler 3 temel gruba ayrılıyor. Birinci grubta Sefarad ve Eşkenaziler var. 2. grubta Osmanlı'dan bize miras kalan Sabataylar. 3. grupta ise Karaim Türkleri. Buna son zamanlarda Kürt ve Ermeni Yahudileri de ekleniyor. Karaimler çok örgütlü değil, ama gelecekte adlarından daha çok söz ettireceğe benziyorlar. En etkin konumda olanlar, Sabataylar. Daha doğrusu ekonomide Sefarad ve Eşkenaziler, siyaset ve kültürde Sabataylar.

Sabatayların bir diğer adı "Dönme" ya da "Selanikli". İsmail Cem, Rahşan Ecevit, Tansu ve Özer Çiller, Coşkun Kırca, Altan Öymen, Ercan Karakaş bu ekipten olarak bilinir. Bunlar kendilerini zahiren Müslüman olarak takdim etseler de, gizli olarak Yahudi dini, ritüelleri ve geleneklerine bağlıdırlar. Yani takiye yaparlar. Sorduğunuzda ise, "Türk olduklarını" daha doğrusu "kendilerini Türk hissettiklerini" söylerler. Radikal birer kemalist ve laiktirler. Mustafa Kemal'in okuduğu Şemsi Efendi Mektebi, Kabbalist Yahudiler tarafından açılan bir cemaat mektebi idi. Şemsi Efendi de Sebatay Sevi öğretisine bağlı dini bir liderdi. Kabbalanın en önemli yorumcularından biri idi. Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok Sabatayist, Mustafa Kemal'in yanında yer aldı ve kemalist devrimin şekillenmesinde önemli katkılar sağladılar. Halide Edip'ten Hasan Tahsin'e kadar birçok Sabatay da ekonomi, sanat, edebiyat, bürokrasi ve siyaset dünyasında önemli yerlere geldi. Moiz Kohen'in kemalist ideolojinin ve Türk milliyetçiliğinin şekillenmesindeki katkısı bilinen bir gerçek. Ahmet Emin Yalman da o ailedendi. İlginçtir, kapatılan mason locasının meşrik-i azamı M.Kemal Öke, Mustafa Kemal'in en yakın müşaviri ve özel doktoru idi. Mustafa Kemal'in ifadesi ile mason locasının kapatılmasının asıl sebebi, aynı gayeye hizmet eden iki ayrı kuruluşa gerek olmaması idi. Çünkü CHP, aynı idealleri tesis için vücut bulmuştu. Tabii bu yoruma göre; Kuvayı Milliye ve Müdafayı Hukuk hareketinin bir devamı olduğu söylenen CHP'nin bu iki referansı arasında da bir çelişki olmaması lazım gelirdi. Yani, Kuvayı Milliye ve Müdafayı Hukuk hareketi masonik idealleri tesis için gerçekleştirilmiş hareketlerdi. 

Tabii, bu iddia ile bu hareketlerin bildirilerinde ifadesini bulan mesajlar arasında nasıl bir uyum sağlanabilir, onu bilmiyorum.  Bu Sabatay tarikatının, (Din demiyorum. Cumhurbaşkanlarından Ben Zwi'nin de Sabatay olmasına rağmen İsrail bu gerçeği kabul etmese de bunların dini, İbrahim'i bir öze sahip olan Yahudilik dinidir.) Belki Sabataycılık, Yahudiliğin mistik ve Hermetik bir yorumu olarak bir mezhep ya da köklü bir tarikattır. Sabataycıların şeriatı ile öteki Yahudilerin şeriatı aynı olmakla birlikte yorumları farklıdır. Mezhep ya da tarikat, Sabataylar bugün kendi içlerinde de 3 ayrı alt gruba bölünmüş gözükmektedirler. Karakaşlar, Kapaniler ve Yakubiler. Kendi aralarında ciddi bir şekilde çıkar çatışmaları, yöntem farklılıkları ve teolojik ihtilafları bulunmaktadır.

Aslında Türkiye'de Cumhuriyet dönemi içinde biçimlenen Alevi geleneği ve son 2 asır içinde Sünni tasavvuf geleneği içinde bazı grubların nasıl dejenere edildiğini anlamak ve Sabatay etkilerini görmek için uzmanların bu konu ile yakından ilgilenmeleri gerek.

Aslında bir hukuku savunma adına, insan hakları adına, bu topraklarda doğup gelişen bu dini inanışa mensup insanların temel hak ve özgürlüklerini, kendilerini ifade etmelerini sağlayıcı şartları oluşturmak gerek. Kuşkusuz, önce çifte standartları ortadan kaldırarak ve bu gizli tarikat içindeki sapma ve cemaatin mal varlığını ele geçirmek isteyen çeteleri de sistemin dışına iterek yapılmalı bu iş. Gizli bir tarikat ve cemiyet olarak ekonomi, siyaset, bürokrasi ve basın dünyasındaki etkilerini, arkasına, gücü ve bu cemaatı kullanmak isteyen çevrelerin karanlık hesaplarını ortaya çıkartmak hem Türkiye ve hem de bu cemaatın geleceği açısıdan önemlidir. Kimse ne İslam'ı ne de Sabataycılığı istismar etmemeli. Eğer birileri bu cemaatın içine sızarak buradan kendilerine iktidar ve servet üretmeye kalkıyor ve cemaat içinden de bu konuda sızlanmalar yükseliyorsa, sanırım bu konuda bir şeylerin yapılması gerekir.

CHP ile bu parti arasındaki ilişkinin araştırılması gerek. İddialar son derece mide bulandırıcı. Bilgin ailesi gerçekten Terakki Vakfı'na ait mal varlığının denetimini ele geçirerek, cemaati kendi siyasi ve iktisadi çıkarları için kullanmak mı istiyor? Can Paker bu işin neresinde. Bülent Tanla ve Haluk Arı'nın ortak reklam şirketi CHP'nin seçim kampanyasını alarak, bu cemaatle parti arasında iktisadi manüplasyonlarda mı kullanılıyor? Tanla, Arı ve İlhan Selçuk ortak şirketi Medya C malum sermaye ile Cumhuriyet ve bazı gazeteler arasında haber politikalarına endeksli reklam dağıtımı mı yapılıyor? Bu soruları soruyorum, çünkü bu tür söylentiler artık kulak tırmalamaya başladı. Hatta CHP İstanbul il yönetiminden bazı isimler, laik CHP'nin bir tarikatın arka bahçesi gibi kullanıldığı iddialarının yaygınlaşmasından son derece rahatsız. CHP mi Sabatayları kullanıyor, Sabataylar mı CHP'yi, o da belli değil.

Sabatayların güvenlik sistemi içindeki yargı ve istihbarat birimleri ile üst düzey bürokraside ve kurumlarda yer alan Sabataylarla ilgili söylentiler de her geçen gün yaygınlaşıyor. YÖK Başkanı'ndan futbol takımlarının yöneticilerine, birtakım sanatçılardan diplomatlara, yazarlara, ADD ve ÇYDD gibi sivil toplum örgütlerinden Lions, Rotary kulüplerine, masonik kuruluşların yöneticilerine kadar her köşedeki birçok ünlünün Sabatay olduğu iddiası, zaten sayıları binlerle ifade edilen bu topluluğun ekonomi, siyaset ve toplum hayatı üzerinde nasıl bu kadar etkin hale geldiği sorusunu gündeme getiriyor.

Anlayacağınız, bilir bilmez herkes Sabatay muhabbeti yapıyor. Sabatay muhabbeti yanında Adnan Hoca rivayetleri, ana okulu çocukları için masal uyduran teyzelerin hikayesi kadar sıradan bir şey.

Şu Adnan Hoca muhabbetine de bayılıyorum hani. Hele şu "Çarşaflı Kayakçı" haberinden sonra, Hizbul-kartelin düştüğü durum amma matrak bir hal oldu. Alın gazetelerin hafta sonu eklerini ya da magazin gazetelerini, Aykut Işıklar'ın sosyete dedikodularını okuyun ve sonra da bu manken kızların iffet, namus muhabbetini dinleyin. İnanın, Matild hanım "Namus ve İffet" üzerine bir TV programı yapsa, ancak bu kadar anlamlı olurdu.

Sabataycılarla ilgili bir ön bilgi için bakınız: Ilgaz Zorlu: Evet Ben Selanikliyim-Belge Yayınları.. Vaktiniz varsa Üsküdar'a geçerseniz Bülbülderesi Dönmeler Mezarlığına bir uğrayın. Selam ve dua ile.

Abdurrahman Dilipak                                                                                 
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

Dönmeler'le ilgili gizli bir belge
 
Son günlerde özellikle İslamcı medyada (bu tanımlamadan rahatsız olurlarsa geri alabilirim) bir Dönmelik türküsü söylenip duruyor. Bir zamanlar sallanan her yaprağın arkasında Yahudi parmağı aramayı alışkanlık haline getirenler sanki bu sıralar 'Dönmelik'e aynı işlevi yüklemiş gibi görünüyor.

Kanal 7 televizyonunda İskele-Sancak programındaki Dönmeler'le ilgili program, bu kadar çok söz edip de Dönmelik ve Dönmeler'le ilgili ciddi birşey söylememenin nasıl mümkün olabileceğinin örneğini sundu. Şevket Eygi tıpkı kitabında olduğu gibi, Dönmeler'in ne kadar tehlikeli, güçlü bir grup olduğunu tekrarlamaktan öteye hiçbir şey söylemedi. Niçin yayınlandığı anlaşılmayan ve ciddi hiçbir şey söylemeyen kitabındaki hakaretamiz ifadeleri "masum Anadolu çocuğu" tavrıyla okuyan Abdi İpekçi'nin kızı da ailesine (dolayısıyla Sabetaycılar'a) bu ülkede ne kadar acımasız davranıldığına hepimizi inandırdı (!) Meğer Dönmeler bu ülkede ne kadar mağdur edilmiş... Ahmet Hakan da Sabetayçılar'ın masumiyeti konusunda Nükhet İpekçi'ye elinden gelen yardımı esirgemedi doğrusu. Hüseyin Hatemi'nin işin siyasi yönünü ihmal ederek ihtida ile Dönmelik kavramlarını karıştıran konuşması yine en düzeyli ifadeleri içeriyordu. Tek siyasi duyarlılığı ise, 'Dönmelik'in gündeme getirilişindeki tezgaha dikkat çektiği nokta düşünmeye değer.

Program boyunca hep sorulan ama bir türlü başta Şevket Eygi olmak üzere cevaplanmayan Sabetaycılar'ın çift kimlikli oluşları, gerçek inançlarını gizlediklerinin nereden belli olduğu sorusu hep havada kaldı. Bu soruya tutarlı cevap verilmediği sürece iddiaların havada kalması kaçınılmazdı. İşin tarihî, siyasî ve sosyolojik boyutu ihmal edilerek yapılacak her tartışma 'Dönmelik'in gizemini daha da derinleştirecektir. Ahmet Hakan'ın sık sık "Gizli inançlarının olduğunu nereden biliyorsunuz?" türü sorularına İpekçi ve Eygi'nin verdikleri tarihî perspektiften uzak cevapları, iddianın, gerçek hayatta karşılığı olmayan 'Müslüman fanatizminin evhamı'nın ürünü olduğu yönündeki ithamları haklı çıkarmaya hizmet edecektir.

Müslümanlık, "Müslümanım" diyenin niyeti ne olursa olsun beyanını kabul etmeyi gerektirir. Dönmeler de bu genel prensibe uyularak Osmanlı döneminde sosyal hayatta Müslüman olarak muamele görmüştür. Osmanlı arşivlerinde, Selanik'le ilgili nüfus kayıtlarında Avdetiler'le ilgili farklı tanımlamanın olmaması, Müslüman sayılmaları bunun resmi ifadesidir.

Selanik'te hâlâ ayakta kalan Dönmeler'e ait binalar ekonomik ve sosyal olarak bu cemaatin ne durumda olduğunu göstermeye yetiyor. Çok iyi korunmuş durumda bulunan ve 1908 Selanik Belediye Başkanlığı'nı yürüten ünlü Kapancı ailesine ait villalar buna iyi bir örnek olabilir.

Sabetaycılık'ın esasları
Selanikli bir Dönme yeleğini tamir ettirmek için bir terziye bırakır. Yeleğin cebinde İspanyol Yahudicesi ile yazılmış bir belgenin unutulmuş olduğunu gören terzi belgeyi Journal de Salanique'in yayın yönetmeni Sadi Levy'e gösterir. O da belgenin bir kopyasını hemen kaydeder. Belge, çok kapalı bir cemaat olan Dönmeler'le ilgili ele geçen ilk yazılı belgelerden biridir. Ve bu belge 1897 yılında Paris'te Şarkiyat Kongresi'nde tebliğ olarak sunulmuştur. (Bu tebliğin Türkçe metni için Tarih ve Toplum dergisinin 168. sayısında M.Danon imzasıyla yayınlanan çevrisine bakılabilir)

Bu belgede maddeler halinde 'Sabetaycılık'ın gizli esasları ve gizli rituelleri ile ilgili son derece açıklayıcı bilgiler bulunuyor. Selanikli Dönme'nin cebinden çıkan belge üç bölümden oluşuyor. Bunlar oruçla ilgili dualar, inançla ilgili esaslar, üçüncüsü ise Sabetaycı bayramlarına ilişkin esasları belirliyor. Tam 18 maddeden oluşan bu emirlerin üç maddesini buraya aktarıyorum:

Ondördüncüsü, her gün gizlice Mezmurlar'ın okunmasıdır.
Onaltıncısı, Türkler'in örfleri hakkında dikkat edilmesidir, zira oralarda gözleri kör ediyorlar. Ramazan orucu için, hiçbir (vicdani) rahatsızlık duymasınlar. Böylece onların (Türkler'in) şeytanlara yaptıkları kurbanlar yapılmasa da olur. Dikkati çeken her şey yapılmalıdır.
Onyedincisi, onlarla (Müslümanlar'la) ne hayatlarında ne de ölümlerinde hiçbir bağlantıya girilmemesi ve hiçbir ilişkide bulunulmamasıdır. Zira onlar itici olup eşleri de tehlikelidir ve bu konuda Kutsal Kitab'ın bir deyişi vardır: Bir dört ayaklı ile yatana lanet olsun.

Belgeden alıntı yaptığımız kısım bu kadar. Sabetaycılar bugün de esaslara hâlâ uyuyorlar mı? Muhtemelen bir kısmı, cemaatin dinî boyutunu terketmiş olabilirler. 'Müslümanlık'a dönenlerin sayısı yok denecek kadar az olsa gerek. Bir kısmının ise laikleşerek Sabetaycılık dahil herhangi bir dinle bağlantıları kalmamış olabilir. Her şeye rağmen evlilik gibi önemli günlerde cemaatin dinî havasından uzak gençlere bile Sabetaycı esasların telkin edildiği ve ritüellerin yaptırıldığı biliniyor. Ancak, sosyolojik bir vakıa olarak cemaatin ekonomik, siyasi dayanışma içinde olmadığını düşünmek fazla iyimser bir yaklaşım olur.

Akif Emre  - Yeni Şafak 24 EYLÜL 2000 aemre@yenisafak.com
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

Bir "Sabetaycı"nın problemli düğünü

Kendisinin, bir "dönme" ile evlenen ilk Türk oldugunu söyleyen Zekeriya Sertel, Sabetayci karisi Sabiha Zekeriya Sertel ile olan evliliginde kiz tarafindan herhangi bir problemle karsilasmasa da, bu izdivaç, Sertel'in iddiasi hilâfina bir Türk'le bir "Selânikli"nin kurdugu ilk yuva olma özelligini bu belgeyle kaybetmis bulunuyor
Sabetaycilar, 1666'da mehdiligini isbat edemedigi için Müslüman oldugunu söyleyip, Seyh Mehmed Efendi adini alan ve böylece cezalandirilmaktan kurtulan, gizlice Yahudiligini ve kendi koydugu prensipleri yasamayi sürdüren Yahudi Haham Sabetay Sevi'nin yolunu izleyen cemaate verilen genel addir. Osmanlilar döneminde "Avdetî", Cumhuriyet döneminde de bu kelimenin karsiligi olan "Dönme" ismi ile taninmaktadirlar(1).
Bu cemaatin önemli bir bölümü Selanik'te yasadigi için "Selanikliler" olarak da adlandirilmislar, hattâ cemaate mensup bir yazar olan Ilgaz Zorlu, cemaati ile ilgili olarak yazdigi kitaba, "Evet, Ben Selanikliyim, Türkiye Sabetayciligi" adini vermistir(2). Sabetaycilar, 1666'dan sonra asirlarca Osmanli ve Cumhuriyet dönemlerinde -çogu zaman gizleseler ve içe kapansalar da- kendi inanç ve geleneklerini serbestçe yasamislar; gerek Osmanli devleti, gerekse Cumhuriyet döneminde hiç bir takibata ugramamislardir. Her ne kadar degerli hocamiz Prof. Dr. Ilber Ortayli, Sabetaycilara, Osmanli'nin "adi konmamis bir asimilasyon" uyguladigini ve bu sebeple de Osmanli belgelerinde onlarin adinin geçmedigini ileri sürse de(3), Sabetaycilar'in da kendilerini açikça ifadede çok istekli olmadiklari açiktir. Çünkü, Müslümanlar'dan çok Yahudiler, onlarin açik kimligine tepki gösterebilir; hattâ Sabetay Sevi olayinda oldugu gibi, Sabetaycilar'i Osmanli yönetimine ihbar edip, olayi Yahudiler'in bir mezhep sorunu gibi takdim ederek, kendi düsünceleri dogrultusunda müdahale isteyebilirdi. Dogrusu Ermeni, Rum, Bulgar vb. azinlik problemlerinden bikan Osmanli'nin da "Sabetayci" ya da "Avdeti" adli yeni bir probleme çok sicak bakmayacagi açiktir. Elimizde bulunan belge, Osmanli yönetiminin "Avdetîleri" Müslüman kabul etmedigini; hattâ Müslümanlarla onlarin kiz alisverisi yapmadiklarini bile bildigi halde, Batili devletlerce istismar edilebilecek ve Sabetayistleri tahrik edecek uygulamalardan kaçindigini ve yine bu konuda oldukça hassas davrandigini ortaya koymaktadir. Belgeye göre, Sabetaycilar'in Semseddinzâde Osman Efendi taifesine mensup Ali Efendi'nin 18-20 yaslarindaki kizi Râbia, Manastirli Haci Feyzullah Efendi'ye kaçmis, dönmeligi birakarak Müslüman olmak ve onunla evlenmek istedigini bildirmistir. Israrli girisimlere ragmen kizin babasi Ali Efendi bu evlilige razi olmamis, bunun üzerine durum Selanik Valiligi tarafindan Babiâli'ye bildirilmistir. Osmanli Bakanlar Kurulu, 29 Aralik 1891 tarihinde yaptigi toplantida, kiz babasinin, bu izdivaca muvafakat vermemesine ragmen, kizin resid ve kendi evliligine karar verebilecek yasta oldugunu gerekçe göstererek, bu evliligi onaylamis; ancak Selanik'te olaylar çikmamasi için genç çiftin ilk vapurla ve gizlice Istanbul'a getirilerek, evliligin Selanik'ten uzakta yapilmasini istemistir(4). Belgenin bir baska önemli yani da, kendisinin bir "dönme" ile evlenen ilk Türk oldugunu söyleyen Zekeriyya Sertel'in, "dönme" Sabiha Zekeriyya Sertel ile evlenmesinden yillar önce böyle bir evliligin gerçeklesmis olmasidir. Ancak iki benzer örnekte büyük bir fark mevcuttur. Ilk evlilikteki gelin, Müslümanligi seçip onda devam ederken, ikincisindeki dönmeligini sürdürmüstür(5).

Dipnotlar:
1- Abdurrahman Küçük, Dönmeler ve Dönmecilik, Istanbul, Tarihsiz, Ötüken Yayinlari.
2- Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, Türkiye Sabetayciligi, Istanbul 1998, Belge Yayinlari.
3- Ilber Ortayli, "Osmanli Modernlesmesi ve Sabetaycilik", Alevi Kimligi, (Ed. T. Olsson), Istanbul 1999, Tarih Vakfi Yayinlari, S. 117-126.
4- Meclis-i Vûkela Mazbatasi (MV), 68/44
5- Zekeriyya Sertel, Hatirladiklarim, 1905-1950 Istanbul 1968, Yaylacik Matbaasi, S. 61-62

Meclis-î vûkelâ Müzakerâtina Mahsus Zabit Varakasidir
Tarihi: 17 Tesrini sani: 1307
26 CA 1309 (29-12-1891)
Hülasa-i meali:
Selanik'de mine'l-kadim mütevattin bulunan Avdetilerden Semseddinzâde Osman Efendi'nin hafidesi ve Ali Efendi'nin kerimesi, 18-20 yaslarinda bulunan Rabiâ'nin münâsebet peydâ etmis oldugu Manastirli Haci Feyzullah nâm kimesnenin delâletiyle Nâib-î serif'in hânesine firar ederek, ilân-i ihtidâ ile Avdetîlikten ebâ ve hükümet-i ser'iyyeye iltica etmesi üzerine vilâyetçe cereyan eden muâmeleden ve merkûmenin Meclis-i Belediye Reisi Ibrahim Bey'in hânesine misâfir edilmis oldugundan bahisle, bu babda edilecek muâmelenin istifsârina dâir Selanik Vilâyeti Valiliginden mebus tahrirât olundu.
Kararnâmesi: Tahrirât-i Mebuse'de mezburenin ebeveyni nezdine gitmekten katiyyen ve musirren imti'na etmekte oldugu ve ebeveynine mütavaat etmesi hakkinda mükerreren icrâ edilen nesâyiha muvafakât eylemedigi ve mezbûrenin bu firardan maskadi dâhi merkûm Haci Feyzullah ile tezevvüc'den ibâret bulundugu gibi, is bu Avdetiler Islâmiyet nâm-i celîli altinda bulunduklari cihetle, bu babda bir sey diyememeleri lâzim gelir ise de, simdiye degin Islâmdan kiz alip-vermedikleri bahanesiyle icrây-i icâbi istizân olunmustur. Sûret-i is'ara nazaran merkumenin resîde ve faileyi muhtar oldugu anlasilmis ve bundan men edilemeyecegine binaen bir gûne mahzûr-u mahâl ve mâni-i ser'i olmadigi hâlde kizin tâlibe oldugu Manastirli Haci Feyzullah ile âkdi icrâ ettirilerek ve en evvel hareket edecek vapura konularak Dersaadet'e i'zami ve sâyet oraca akdinde mahzûr oldugu takdirde burada akdi icra ettirilmek üzere kizin vâsita-i mü'temine ile ve kezâlik ilk vapurla Istanbul'a gönderilmesi zimninda vilâyete cevâben telgrafnâme-i sâmi kesîdesi ve sûret-i karardan bahisle kizin vürudunda ale'l-usul mü'temin bir mahâl'de zapt-i nazar altinda müsarefet suretiyle bulundurularak, keyfiyetin vüsulünün bildirilmesi için dâhi Zaptiye Nezâretine tebligât ifâsi kararlastirilmistir.

Cevad-Mahmud Celâleddin-Riza-Hasan Riza-Zühdü-Ali-Zühdü

(Tarih ve Düsünce, Temmuz 2000) Hazirlayan: Ahmet Uçar
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>><<>

1917’de Selânik halkını anlatan bir eser

22 Eylül günü Kanal 7’de yayınlanan İskele Sancak’taki fikir ve görüşler üzerine, size bir eserden bahsedeceğimi bildirmiştim.
Balkan Harbi’nden, 31 Mart vak’asından, Sultan Abdulhamid’in “hal”inden tutarak tarihimizin çok karışık ve hazin bir devrini ele alan bu eserin adı “Selanik’te Bir İsmail”dir.
1915-1917’lerde, Selânik’te görevli olduğu anlaşılan, Fransız zabiti Jean-Jose Frappa’nın yazıp 1917’de Paris’te yayımladığı “A Salonique Sous l’oeil Des Dieux!” adlı bu eser Musa Doğan Bey tarafından Türkçeleştirilmiştir.
Bu yazımda tarihimizin bir dönemini aydınlanmış bulacaksınız. Bu çekici eserin nitelikleri ile birlikte, o yılların, Türk, Dönme, Yunanlı, Yahudi ve Makedon çevrelerini de tanıyacaksınız. Yine bu romanda çeşitli ve karışık Balkan kavimleri ile (o zaman Osmanlı olan ülkeye) yerleşmeye başlayan ecnebileri (Fransız, İngiliz vs.) de gerçek gözlemler içinde okuyacaksınız.
Bu sebeple, Selânik’in 1850-1930 arasındaki Türk, Dönme, Yahudi, Bulgar nüfusuna ait din, ırk ve mezhep bilgilerini romanın sonuna ekliyoruz.
Türklük, Yahudilik, Yunanlılık, Makedonluk vs. ile ilgili çok önemli bir kitap karşısındayız. Ayrıca bu romanın dinî, tarihî, coğrafî çevresi hakkında gözlemlere ve gerçek olaylara dayalı bilgiler de bu eserde takdim edilmektedir.
A Salonique sous I’oeil des Dieux! adlı bu kitap 1913-1916 arası dönemi ele alıyor. O zaman bir Türk şehri olan Selânik’te bulunduğu anlaşılan bir Fransız subayı (genç yaşlarda bir teğmen veya yüzbaşı olabilir) tarafından hâtıralara ve müşahedelere malzeme olarak yazılmıştır.
Yazar, ön sözünde şunları söylemektedir:
Bu eserde çok tipik, çok değişik Makedonya’nın insanlarını ve diğer şeylerini elimden geldiğince aslına uygun olarak tasvir etmeye uğraştım.
Elinizdeki kitap antisemit (Yahudi aleyhtarı) bir eser değildir.
Bu kitap ne bir tezli eserdir, ne de bir kilit romandır.
Genç İsmail ile tatlı Ayşe’nin macerasını tamamiyle art niyetsiz sevgili okuyucularıma sunuyorum.
Halen Türkiye’de bilinmeyen, adı hiçbir yerde geçmeyen, Paris’te dahi yeni baskılarını görmediğim 1917’leri gözlemlerle anlatan ilgi çekici bir eserdir bu.
Tarihimizin Balkan Harbi dönemi gibi çok önemli bir safhası içinde bütün renkleriyle Selânik’i yansıtan dokümanlar dolu bir kitaptır. Şimdi yeniden okuduğumda son derece değerli ve faydalı bulduğum bu kitabın milletimize, önemli bir sanat, müşahede, hatıra eseri kazandırdığına inanıyorum.
Bu eserin yazıldığı tarih Jön Türk hareketinin bilgisizlik, sorumsuzluk ve yabancı parmaklarıyla Makedonya ve tekmil Rumeli’yi parça parça elden kaçırdığı günlere rastlar.
1909’lardan itibaren Sultan Abdülhamid türlü entrikalarla tahttan indirilmiş, ittihatçılar dirayetsiz yönetimleriyle ülkeyi çığrından çıkarmıştır. O tarihlerde Fransız, İngiliz ve Yunanlılar, Selanik ve Makedonya’da başıboş sömürge düzeni kurmuşlardı.
Bu eser ilk okunuşta kolayca anlaşılacak ve sevilecek kadar rahat bir roman tekniği ile yazılmıştır. Eser sahibinin genç bir Fransız subayı olması ve her halde resmi bir görevde bulunması, onun birkaç yıl içinde bütün insanları inançları ve entrikalar ile Selânik ve çevresini tanıması sonucunu doğurmuştur. Genç adam, bu şehrin ve Makedonya’nın yerli ahalisi olan Türkler, Yunanlılar, Yahudiler, Dönmeler, Bulgarlar vs. den başka... Balkan savaşları dolayısiyle (Büyük kozmopolit bir şehir haline gelen) Selânik’i dahi dünyaya tanıtmaktadır.
Hatta romanda anlattığı vakalardan ve kahramanlardan anlaşılacağı üzere Selanik’in zevk, sefahat, eğlence ve ticaret çevrelerini renklendirmektedir.
Roman özet olarak, babasının kim olduğunu bilmeden bir Türk hamal Muhammed Osman tarafından büyütülen İsmail adındaki bir çocuğun hayat ve maceralarını anlatır. Çocuk Türk müdür, Dönme midir, Yahudi veya Yunanlı mıdır? Bunları asla bilmemekte ama, asıl kimliğini çok merak ederek harkese ısrarla sormaktadır. Onu yetiştirmekte olan Muhammed Osman fakir, namuslu bir Türk’tür. Ayrıca onu iyi müslüman olarak yetiştirmeye çalışan bir mahalle imamı Muhammed Ali vardır.
Fakat hayata boyacılıkla başlayan İsmail, Türkler’in karakter ve hayatlarına pek uymayan eğilimler göstermektedir. Delikanlı yaşına gelince tanışıp sevişmeye başladığı Ayşe ve onun ablası Leylâ aracılığı ile bazı patronların çevrelerine girip uzun zaman alışveriş, oyun ve hilelerini öğrenir. Zamanla her çeşit kirli işlere bulaşarak zengin olan bu İsmail, sonradan Selânik’in yine vurgunculuk yolu tutan ünlü patronları ve hahamları vasıtası ile Türk değil, Dönme de değil, ancak Yahudi olduğunu öğrenir. Ayrıca bunlar Ayşe’nin güzelliğini de araya koyarak İsmail’e Yahudiliği benimsediği takdirde zengin olabileceğini telkin eder.
Sonunda haham Levy’nin telkinleri ile Yahudiliğe döner ve adı İsmail iken İsrail’e çevrilir.
Eşi Ayşe’yi ve baldızı Leylâ’yı dahi çok para kazanmak için herkese ve ecnebi subaylara da peşkeş çekecek kadar düşük ahlâklı olan İsrail, sonunda bir gece artık çok zenginleşen evine dönerken kendisini “baba gibi büyüten Muhammed Osman’a (gece sokakta dilenirken) rastlar.”
Bu romanda Fransız zabiti JEAN JOSE FRAPPA Selanik ve Selanik’teki halklar üzerine bazı önemli noktalara da dikkat çekmektedir. Bunların birkaçı şunlardır:
- Selanik’te Türk kabristanları asla süslü mezarlarla dolu değildir. Şatafatlı Yunan, Rum, Musevi kabirlerinin zıttına bu mezarlar yazara göre insana huzur vermektedir. Yazar buralarda yatan ölülerin de gösterişsiz, külfetsiz, sakin ve dolayısiyle daha mutlu olduğunu düşünmektedir.
- Muhammed Osman İsmail’in Yahudi mi, Türk mü, Dönme mi olduğuna dair bilgi vermiyor, onu Osmanlı hoşgörüsü ile evlâdı gibi büyütüyor.
- Yazarın gözlemlerine bakarsak Yahudiler ve Dönmeler bozuk huylu olmalarından ziyade memnun olmadıkları ve aldatmak istedikleri Osmanlı memurlarına karşı bilerek “Takıyye” yani entrika yapmaktadırlar, kendilerini sömürdüğünü sandıkları Osmanlı devletine karşı hile ve düzen kurmaktadırlar.
Not: Bu eser 0212 526 16 15 nolu telefon ve 513 77 49 nolu fakstan istenebilir. Adres: Divan Yolu Cad. No: 14 Sultanahmet/İstanbul

Ahmet Kabaklı  Türkiye Gazetesi, 1.10.2000
<<>><<>><>><<>><<>><<> ><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

Sabetaycılık - Mehmet Şevket Eygi ve Nükhet İpekçi

22 Eylül cuma gecesi Kanal 7’nin “İskele Sancak” programında sayın Ahmet Hakan’ın yönettiği Türkiye’de kimlikleri çok konuşulan bir zümrenin mahiyeti üzerinde görüşmeler yapıldı. İlmi dilde “Sabetaycı” halk dilinde ise “Dönme” diye anılan ve eski tarihlerden beri sözü edilen bu zümreyi iki kişi tartıştı. Münakaşaya esas olan kitap, sayın Mehmet Şevket Eygi’nin yeni yayımlanan “Sabetaycılar ve Yahudi Türkler adlı eseriydi.” Tartışmaya kendi isteğiyle katılan ise değerli gazeteci merhum Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi hanımefendiydi.
Gece saat 11’lerde başlayıp ertesi gün üçbuçuk’a kadar süren bu görüşmeler sayın Ahmet Hakan’ın ve karşılıklı tartışan iki değerli zatın konuşmalarıyla gerçekten nezih ve kibar fikir tartışmalarına vesile oldu.
Türkiyemizi yıllardan beri hâlâ üzüntü ve ıstıraplar içinde bırakan merhum İpekçi’nin acılı kızı Nükhet hanımefendi cidden olgunluk göstererek babası ve ailesi hakkında söylenenleri ve bu ünlü yazarın katledilmesinden duyduğu acıları dile getirmek konusunda dinleyenlerin takdirini topladı.
Bir defa mesele Türkiye’de hürriyet ve demokrasi üstünlüğünün bir anlamda, televizyona çıkabilen ilk yansıması idi. İkincisi Nükhet Hanım kendilerinin “Sabetaycı” bir soydan geldiklerini fakat babasının ve kendisinin asla “Sabataist” olmadıklarını yani gizli din taşımadıklarını açık ve seçik bir dille ifade etti.
Sayın yazar Şevket Eygi bey ise Sabetaycılar hususunda, kendi görüşlerine Sabataist dostu Ilgaz Zorlu’nun görüş ve iddialarını da ekleyerek yazdığı kitabında görüşlerini açıkladı. Bazı militan “Dönme”lerin gizli ve zararlı saydığı faaliyetlerini nazik sözlerle ortaya koydu.
Sayın Nükhet İpekçi’nin son derece makul düşünceler ifade ettiğini görmek, bizi sevindirdi. Ancak bu konuşmaları arasında belki beş, belki altı defa hiç tanımadığı ve muhtemelen hiç okumadığı “Ahmet Kabaklı” isminden biraz da kınayıcı bir dille söz etmesi bana son derece hayret verdi ve üzüntülere düşürdü.
Dört saat boyunca ismimin Nükhet Hanım tarafından sürekli tekrarlanmasını büyük ıstırapla dinledim. Söylediklerini her ne kadar tekzip etmeğe çalıştımsa da ne yazık o toplantı boyunca bunu başaramadım. Çünkü tekzip hakkımı kullanmak için Kanal 7 santralına yaptığım başvurular maalesef ihmale uğrayarak sayın yönetmen Ahmet Hakan Coşkun’a iletilememişti. Saat 3’e kadar yaptığım bu çırpınışlar zaten rahatsız olan vücudumu bir hayli sarstı.
Aslında Nükhet İpekçi hanımın benim adımı kasıtlı olmayarak tekrarladığını ümit ediyorum. Çünkü kendileri sözünü ettiği 1977 yıllarında zaten 13 yaşında bir öğrenci olduğunu ifade ediyor. O yıllarda benim adım milliyetçiliğe karşı olan zümrelerin şiddetli öfke ile karşı oldukları bir isimdi. Bu bakımdan “sağ”ı şiddetle savunan bir yazar imajı Nükhet hanımda da meydana gelmiş olabilir.
Oysa benim, öldürülmesini hâlâ içime sindiremediğim Abdi İpekçi beyle hiçbir ırk, dönmelik vs. tartışması yapmadığımı son derece iyi hatırlıyorum. Bilakis Abdi İpekçi beyle dostluk içinde bir çok iç ve dış seyahatlerde bulundum. İki büyük gazetenin önde gelen yazarları olarak daimi selamlaşma içinde olduk. Hatta Merhumun yine o yıllarda beni övmek lütfunda bulunan hoş yazılarını da hatırlıyorum.
Anladığım şu ki: Nükhet Hanım 13 yaşlarında bir çocuk öğrenci olarak kulaktan duyduklarını ve çevresindekilerin bazı sohbetlerini aklında tutmuş. Hiç gereği yokken de yanlış bir sembol olarak benim ismimi bir gecede altı defa tekrarlamak yanlışlığına düşmüştür.
Ama elbette ki benim adımı (delilsiz ispatsız hem de biraz husumetle) anarken bir çok kitap ve gazete küpürleri karıştırmalı idi. Çünkü aksi halde benim, kendisini bu yersiz suçlamalarından ötürü mahkemeye verebileceğimi düşünmeliydi. Nitekim (hiçbir misal ve delil göstermediği halde) belki de Nükhet İpekçi’nin farkında olmayarak ve bilmeyerek yaptığı bu büyük sataşmalara karşı kanun yolu ile herşeyi yapacağım.
Bu tekzibimi yayımlayan Kanal 7’ye ve yönetici sayın Ahmet Hakan Coşkun’a teşekkür ederim.
Sabetaycı ve dönmeler hakkında yapılan son derece değerli tartışmanın her iki tarafını da büyük istifade ile karşıladım. Bu konuda bir katkım olarak ben de size çok okunan bir kitabın adını vermekle yetineceğim.
Bu yıl yayımlanan kitabın adı “Selanik’te Bir İsmail”dir. Bu önemli eseri size ayrıca tanıtacağım. Şimdilik sadece adresini veriyorum. Kitabın Türkçesi Selânik’te Bir İsmail’dir. Yazarı Jean-Jose Frappa olup asıl adı “A Salonique sous l’oeil des Dieux”dür. Roman gibi de okunan bu kitabın yazarı 1915-1917 yani Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir Fransız subayı olarak Selanik’te bulunmuştur. O yıllarda Osmanlı devletinin bir ili olan Selanik’te 25-30 milyon Yahudi, 15-20 milyon Türk, 5-6 milyon Rum ve Bulgar yaşamaktadır. Bağımsız bir millet gibi gösterilen Dönmelerin sayısı ise 1.500’den ibarettir. İşte Fransız yazarı Jean-Jose Frappa o zamanın Selanik’ini, Yahudileri, Türkler’i ve Dönmeleri ile karmakarışık ve kendilerine göre hayatları, aşkları, politikaları olan bir topluluk olarak romanlaştırmaktadır. (İsteme adresi Tel: 0212 526 16 15-Fax: 0212 513 77 49)

DÖNMELİK - SABATAYCILIK
 

ÇAĞIMIZDA dünyanın yuvarlak olmadığını, güneşin etrafında dönmediğini iddia edenler varmış. Dönmelik-Sabataycılık diye gizli bir tarikatın olmadığını iddia edenler de var. Acaba inkârlarında samimi midirler? Hiç sanmam. Onlar Dönmelerin, Dönmeliğini gökteki güneşi gördükleri gibi biliyorlar ama birtakım sebepler, garazlar, menfaatler yüzünden yoktur diyorlar.
Dönmeliğin kökü Türkiye'dedir ama dünyanın başka ülkelerinde de Sabataycılar vardır. Hıristiyan ülkelerde Hıristiyan görünen Dönmeler bulunmaktadır. Amerika'da (
www.donmeh-west.com) internet sitesiyle yayın yapan bir Dönme cemaati bulunmaktadır.
Vaktiyle Polonya'da da Dönmeler varmış. Ne oldular acaba?  Bir malî skandal dolayısıyla Amerika'ya kaçan bir Dönme, Türkiye'de iken "Ben Müslümanım" diyordu. Oraya gidince "Biz Dönmeler Yahudi olduğumuz için bize baskı yapılıyor" mealinde beyanlarda bulunmuş ve buradaki Musevî cemaati de onu protesto etmişti. Şimdi bu zat Türkiye'ye geri dönecekmiş. Hem de bir Hocaefendinin cemaatine intisap etmiş dindar bir Müslüman olarak. İnanalım mı? Nasıl inanalım?
Dönme olduğunu cesaretle iddia edenler var. Meselâ bir kaç yıl önce bir Dönme, Aksiyon dergisindeki kendisiyle yapılan röportajda cesaretle "Elbette Dönmeyim!" şeklinde konuşmuştu. Ilgaz Zorlu da, henüz Yahudiliğe resmen geçmeden önce "Evet Ben Selanikliyim" adlı kitabı yazıp yayınlamıştı. 
Dönmeler Dönmeliklerini gizler. Onların dininde taqiyye ve kitman (gizleme, saklama, inkâr etme) vardır. İslâmî kesime mensup bir günlük gazete birkaç yıldan beri Dönmelik konusunda garip yayınlar yapıyor. "Adamlar ‘Biz Müslümanız’ diyorlarsa elbette Müslümandırlar. Hüsn-i zan etmemiz gerekir" şeklinde bir mantık ve muhakeme yürütüyorlar. Böyle bir muhakeme tek kimlikli kimseler ve zümreler için geçerlidir ama çift kimlikli Dönmeler için geçerli değildir.  Dönmelerin bazısı namaz bile kılıyormuş... Kılabilir. Onların camileri de var. Üsküdar Bülbülderesi Dönme mezarlığının yanındaki camiyi Dönmeler yaptırtmıştır ve kıblesi hayli çarpıktır. Kaç kere yazdım, Diyanet bu hususu inceleyip kıbleyi düzeltti mi?  Müslüman bir milletvekili Bülbülderesi'ndeki Dönme mezarlığına yanında birkaç kişi olduğu halde gitmiş. Orada, dindar bildiği bir zatın mezarını görünce şaşmış kalmış. Bu zat namaz kılardı, Kur'ân okurdu demiş. Dönmeleri iyi tanıyan biri ona sormuş: "Okuduğu Mushafın içinde küçük broşür gibi bir şey bulunur muydu?" Evet hatırlıyorum bulunurdu, cevabını vermiş. Ötekisi: "İşte o küçük kitap İbranice bir dua kitabıdır" demiş... Bazı Dönmelerin Dönmeliği unuttukları iddia ediliyor. Olabilir. Lâkin bir kısım Dönmelerin de son derece militan olduğu gerçeği de gözardı edilmemelidir.
Dönmelik bir Yahudi tarikatı mıdır, yoksa bir İslâm fırkası mı? Bence Dönmeliğin bir ayağı İslâm'da, bir ayağı Museviliktedir.  Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî'yi nebi kabul eden Kadiyanîler nasıl dinden çıkmış bir fırka ise, Sabataycılık da, zâhiren Müslüman görünmeleri itibariyle islâmî fırkalar içinde mütalaa edilebilir ve incelenebilir. Hahambaşılık Sabataycıları Musevî kabul etmiyor, onlar bizden değildir diyor ama gerçek böyle değildir. Sabataycıların gizli sinagogları var, kendilerine mahsus din adamları var, İbranice ve Ladino diliyle duaları var. Rafizî de olsalar yine Yahudi, yine Musevîdirler. Evvelce bu sütunlarda yazmıştım, Sabatay Sevi'nin yalancıktan Müslüman olduğu tarihte İstanbul'da bir meczub "Ey ahali, bilmiş olunuz ki, Türkün hakimiyeti sona ermiş, Yahudi hakimiyeti başlamıştır!" diye sokaklarda, meydanlarda bağırarak koşmaya başlamış. Halk bozulmuş, adamı yakalayıp kadıya götürmüşler. Kadı, meczup ve mecnundur diye tımarhaneye yollamış, bir müddet sonra da serbest bırakılmış. Bu konudaki bilgiyi Profesör Scholem'in kitabından almıştım. Meczublara bazı gerçekler mâlum olurmuş... Şu husus da bilinmelidir ki, Türkiye Dönmeleri homojen, üniter bir yapıya sahip değildir. Karakaşlar, Kapancılar, Yakubî'ler arasında çekişmeler, anlaşmazlıklar, gerginlikler, soğukluklar olmuştur. Bugün de, yükseklerdeki bazı Sabataycı-Dönmeler birbiriyle rekabet halindedir, birbirlerine küstür. Nasıl oluyor bu iş? Bu hikâyeler insanlık kadar eskidir ve geneldir. Dönmeler de insandır; onların da ihtirasları, menfaatleri, enaniyetleri vardır. Bence yapılacak büyük hizmetlerden biri şudur: İçindeki bütün bilgiler sağlam yazılı kaynaklardan, ansiklopedilerden, ilmî araştırma eserlerinden alınmak suretiyle sorulu cevaplı bir "Dönmelik nedir, Sabatay Sevi Kimdir?" konulu kırk elli sayfalık resimli bir broşür hazırlamak ve bunu her baskısı yüz bin olmak üzere birkaç yıl içinde milyonlarca adet yurt sathına yaymak, halka ve aydınlara okutmak. Bu broşürün içinde kesinlikle çürük bilgi olmayacak, yalan ve iftira bulunmayacak, kin ve düşmanlığa yer verilmeyecektir. Sadece bilgilendirmek, aydınlatmak için hazırlanacak ve dağıtılacaktır. Bu hizmeti kim yaparsa, ülkemize, halkımıza, devletimize büyük bir hizmette bulunmuş olur. (Böyle hizmetler para kazanmak için yapılmaz. Dini imanı para olanlar heves etmesinler...)  Dönme olmak bir suç mudur? Elbette değildir. Dönmeler de bu vatanın çocuklarıdır. Ancaaaak!.. Onların da dikkat etmeleri ve uymaları gereken bazı kurallar ve maddeler vardır: 
- Hem Müslüman görünüp hem de din ve dindarlara düşmanlık etmeyecekler. 
- Müslümanları baskı altında tutmaya çalışmayacaklar. 
- Ülkemizde gizli bir saltanat tesis etmeyecekler, Türkiye'yi bir Tekelistan yapmaya çalışmayacaklar. 
- Ehil ve layık olmadıkları halde bütün köşebaşlarını ele geçirmeye çalışmayacaklar.
- İki kimlikli, garip, enteresan bir cemaat, bir azınlık olduklarını bilecekler ve kendilerini sınırlayacaklar, o sınırları aşmayacaklar. 
- Türkiye'yi babalarının çiftliği gibi görmeyecekler. 
- Demokrasiye, insan haklarına, hukuka, Müslümanların din ve inanç hürriyetlerine saygı gösterecekler.

Mehmed Şevket Eygi    
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Devlet Onlarınmış!
KİTAPLARININ büyük reklamı yapılan, romanları yabancı dillere çevrilen ve kısa zamanda hayli şöhret-i kâzibeye sahip olan bir yazarımızın Sabataycı olduğunu ilk defa Yalçın Küçük Aydınlık'ta yazdı. Küçük bu istihbaratı nereden elden ediyor, doğrusu merakımı mucib oluyor.
Her neyse işte bu ünlü Sabataycı romancı New York'ta biriyle konuşurken, Sabatay Sevi'nin dinine inanan Yahudilerin niçin Müslüman olduklarını şöyle anlatmış: Bizim bir devlete ihtiyacımız vardı. Önce Müslüman olduk ve uzun maceralardan sonra Türkiye'yi elimize geçirdik.
Yahudi Türk veya Sabataycı şunu demek istiyor: Yahudiler yirminci asırda iki devlet kurmuştur, biri Türkiye, öteki İsrail...
Cür'etin böylesine pes...
Bu devlet, Türkiye'de yaşayan ve Türkiye'yi vatan olarak benimseyip seven herkesin devletidir. Sabataycıların tekelciliği gülünçtür.
Türkiye devleti yeni kurulmuş bir devlet değildir, mâzisi Anadolu'da bin yıl ötesine dayanmaktadır. 1923'te kurulan, rejimdir, cumhuriyettir. Bu cumhuriyet de Sabataycıların değil, hepimizindir.
Türkiye'de birtakım egemen azınlıklar cumhuriyete sahip çıkmak perdesi altında onu kendi tekellerine almak, kendi emellerine hizmet ettirmek istiyorlar.
Sabataycılar (Tabiî ki, militan olanları) bu kafadadır. Farmasonlar da böyle tekelci bir zihniyet sergiliyorlar.
Peki bu ülkenin ezici çoğunluğunu teşkil eden Müslüman Türkiyeliler ne oluyor? Efendim, onlar ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, gerici, mürteci, parya, zencidir.
Tekelci egemen azınlıkların gözünde en büyük tehlike, çoğunluğun tam mânasıyla siyasî haklara kavuşması ve onların millî iradesinin ülke idaresinde son sözü söylemesidir.
Sabataycılar devleti kendi dinleri, ideolojileri; siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî ilkeleri ve emelleri ışığında idare etmek hak ve hürriyetine sahiptirler ama Müslümanların böyle bir hakkı yoktur. Niçin yoktur? Çünkü onlara göre İslâm dini bir Ortaçağ kurumudur, karanlıktır. Peki Sabataycıların kabbalistik felsefeleri, sahte Mesih İzmirli Sabatay Sevi ile ilgili mitolojik inançları, İstanbul'daki gizli sinagoglarda İbranî ve Ladino diliyle yaptıkları âyin ve ibadetler nedir? Bunlar tabu konulardır... "Biz bunları sizden öğreniyoruz..." gibi tiyatrolar ve daha ne numaralar.
Farmasonlar, Türk devletinin temel nizamlarını kendi inançları, itikadları, felsefeleri üzerine oturtmak için çalışırlarsa bu bir suç teşkil etmez, bir tehlike olmaz ama Müslümanlar çalışırsa en büyük suç olur.
Farmasonlara sorarsanız, kendileri en birinci ve âlâ Atatürkçüdür. Atatürk Mason localarını kapattırmıştı. Kemalist devrimlerin biri de budur. Masonluğu yasaklayan, yasadışı ilan eden bir inkılapçıyı nasıl sevebilir, benimseyebilir Masonlar? Mümkün müdür bu? Türkiye'de ne tiyatrolar oynanıyor...
Bazı militan, fanatik Sabataycıların Türkiye'yi ne kadar sevdiklerini görüyoruz. Adam bir bankanın dibini deliyor ve katrilyonluk bir serveti zimmetine geçiriyor. ABD'nin Boston şehrinde, Boğaz'da, dışta ve içte milyonlarca dolarlık kıymetli mülkler, villâlar, kâşaneler... Denizleri köpürte köpürte seyr eden şâhâne bir yat (İngiliz bandıralı imiş)... Milyonlarca dolar... Bu adama sorarsanız en büyük tehlike irticadır, dindar Müslümanlardır. Hani şu, Mason bir bakanı protesto ettiği için kırk küsur gün hapiste yatan onbeş yaşındaki başörtülü kız yok mu, işte o zavallı kızcağız ülkenin en tehlikeli mahlukudur.
Şimdi bütün militan Sabataycılar gece gündüz kulis yaparak varlığıyla iftihar ettikleri o sevgili dindaşlarını ve ırkdaşlarını kurtarmak için çırpınıyorlar.
Müslüman çoğunluk vergi ödesin, askerlik hizmetini yapsın, PKK kurşunlarıyla kimi evlatlarını şehid versin; tarlalarda tahıl ve sebze yetiştirsin, madenlerde çalışsın, bazen grizu patlaması sonunda ölsün; militan Sabataycılar, Farmasonlar, egemen azınlıklar da zevk ü sefa sürsün, yesin içsin...
Bir gazetede kurt bir Sabataycı İslâm'a, Müslümanlara verip veriştiriyor. Sakın ha, diyor, Müslümanlara tam bir hürriyet verilmez.

Çünkü onlara İngiltere'de, İsviçre'de olduğu gibi hürriyet verilir, demokratik haklar sağlanırsa ülkeye hâkim olurlar ve bizim egemen azınlık saltanatımızı yıkarlar... Vay canına! Ne felsefe, ne felsefe...
Adamlar dolaylı olarak şunu söylemek istiyor: Türkiye sizin değil, bizimdir. Egemenlik bizimdir, devlet bizimdir, Cumhuriyet bizimdir. Size bu topraklarda lütf edip yaşama hakkı tanıyoruz; çalışıp karnınızı doyurmanıza da bir şey dediğimiz yok. Lakin fazla ileri gidip de ülkeyi çoğunluğun millî iradesiyle yönetmeye kalkmayınız, size böyle bir şey için asla izin vermeyiz...
Yine şöyle diyorlar: Size din ve inanç hürriyeti de tanıyoruz. Ama onun da bir sınırı vardır. Din hürriyetiniz vardır ama başörtüsü hususunda ileri gitmeyiniz. Din hürriyeti vardır ama yaz tatillerinde on iki yaşından küçük çocuklarınıza din ve Kur'ân dersleri verdiremezsiniz. Biz size ne kadar din ve inanç hürriyeti veriyorsak, o kadarıyla yetinin ve fazla zırlamayın.
Ve ilâve ediyorlar: Derin devlet bizimdir ve en son sözü o söyler. Size kim dedi ki, çocuklarınızı okutup memur kadrolarına yerleştiriniz. Fazla ileri gittiniz. Kırk bin dindar memuru işten atacağız. Karısı başı örtülü olan valileri, kaymakamları işten çıkartacağız. İçki içmeyen, kadınların ellerini sıkmayan, namaz kılan herkes bize karşıdır...
Adamların tuzları kuru... İçlerinde bir tek fakir yok. Dünyanın en ünlü ve güçlü üniversitelerinde okumuş binlerce Sabataycı ve Farmason var. Şehir kültürüne sahipler, kimisi üç beş yabancı dil biliyor. Çevreleri var, tekelleri var... Zavallı çoğunluk... Terazinin bir kefesine bin militan Sabataycı ve Farmason konulsa, öbür kefesine ise bir milyon Müslüman halk konulsa, birinci kefe ağır basıyor.
Biz bu devleti, bu rejimi, bu tekeli sokakta bulmadık, ne zahmetlerle kurduk diyorlar, yıktırtmayız size diyorlar.
Yahu devleti yıkmak isteyen var mı? Biz Müslümanlar kendi ülkemizde tam bir hürriyet ve güven içinde yaşamak istiyoruz. Din, inanç, fikir ve inandığı gibi yaşamak hakkı ve hürriyeti istiyoruz. Kendi öz yurdumuzda en az Sabataycılar ve Farmasonlar kadar hür olmak istiyoruz. Onlar kendi din ve ideolojilerini devlete ne kadar hâkim kılabiliyorsa biz de kendi kimliğimizi o derecede hâkim kılmak istiyoruz. Velhasıl tam bir demokrasi, tam bir hukuk, temel hak ve hürriyetlere tam hürmet ve riayet istiyoruz.
Hayır!.. Büyük yanılgı içindesiniz. Bu ülke, bu devlet, Türkiye sadece sizin değil, hepimizindir ve öncelikle Müslüman halkındır. Tekelciliği bırakın, boş hayalleri bırakın. Bugünkü imtiyazlı ve egemen durumunuzu ilelebed sürdüremezsiniz.

MEHMET ŞEVKET EYGİ                                                     Yahudi Kürtler Makalesi İçin TIKLAYINIZ
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Üç Sabataycı Bakan  
YİRMİNCİ asırdaki tanınmış Osmanlı devlet adamlarından biri de Selânik Dönmesi Câvid beydir. Cumhuriyet devrinde asılarak idam edilen bu zatın büyük bir maliyeci olduğu söylenir. Selanik Dönmeleri yâni Sabataycılar çocuklarına yüksek tahsil yaptırırlar, birkaç yabancı dil öğrenmesini sağlarlar. Sayıları azdır ama ağırlıkları, tesirleri büyüktür.

Türkiye'nin iflâs eden maliyesini ve ekonomisini düzeltmesi için Amerika'dan getirtilen ve kendisinden çok şeyler beklenen zat da Sabataycı cemaate mensuptur. Onların asıl âile adının Tobbias olduğu söyleniyor.

Şu anda kabinedeki Sabataycı bakan sayısı üçe çıkmış bulunuyor.
Yeni Sabataycı bakan çok zengin bir kimsedir. İsviçre'de şahane bir mülkü bulunduğunu duydum.
Ülkemizin çok önemli ve hayatî bir kurumunda 400 kadar Sabataycı eleman olduğu tesbit edilmiş.
Son haftalar içinde Türkiye'de siyasî ve iktisadî bir zelzele oldu. Şiddetli iktisadî ve mâlî kriz, birtakım sosyal patlamalara yol açabilir.

Sadece Türkiye'nin iç siyaseti değil, Ortadoğu da çok karışık. İsrail yüzünden bir savaş çıkması ihtimali var. Halkımız şaşkın ve perişan. Ticarethaneler, dükkanlar, atölyeler, fabrikalar kapanıyor. Krizden sonra bir milyona yakın kişi daha işsiz kaldı. Medya sektöründe kütle halinde işten çıkartmalar var. Ben bu satırları yazarken, işsiz gazeteci ve televizyoncuların sayısı beş bine yaklaşmış bulunuyor.

Ülke allak bullak oldu. Gazete ve televizyonlardan hadiselerin içyüzlerini öğrenemediğim için İnternetteki haber sitelerine bakıyorum. Korkunç, akıl almaz açıklamalar, ifşalar, iddialar var. Türkiye soyulmuş, soyuluyor. Eskiden klasik eşkıya ve haydutlar vardı. Yol keserler, banka basarlar ve silahlı soygun yaparlardı. Şimdi öyle olmuyor. Eşkıya lüks kostümlü, kravatlı, unvanlı, anlı şanlı, makamlı. Bunlara kolay kolay bir şey yapılamıyor.

Yıllardan beri devleti, milleti, ülkeyi soyan haydutlar tam teşkilatlı bir çete kurmuşlar. Banka hortumlaması, uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, hayalî ihracat, kredi yolsuzlukları; faiz, repo, borsa oyun ve dalavereleri... Birtakım işlerden yüzde on komisyon alarak yıllardan beri yekûn olarak milyarlarca dolar vurmuşlardır.

İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bu işlerin üzerine sonuna kadar gitmek istiyor. İstiyor ama gidebilecek mi? Şimdi bütün hırsızlar, soyguncular, haramiler, vurguncular, hortumlayıcılar, eşkıya, mafya onu devirmek için çalışıyor.

Cumhurbaşkanımız partisiz, siyasî geçmişi olmayan bir hukuk adamı. Halkın ümidi onda. Cumhuriyet tarihinin halk tarafından en fazla tutulan, sevilen, desteklenen devlet başkanı Ahmet Necdet Sezer'dir. Bütün sivil kuruluşların onu tutması, desteklemesi gerekiyor.

Devleti, ülkeyi, milleti soyanlar öyle kolay kolay pes etmezler. Milyarlarca dolarlık avantaları, menfaatleri bırakamazlar. "Bu kadar vurduk, artık yeter" demeyeceklerdir.Ülkemizde elli bin dolara kiralık katil tutularak adam bile öldürülüyormuş... Pisliklerin ancak binde biri ortaya çıkartılmış ve adalete intikal etmiştir. Henüz açığa çıkarılmayan, soruşturma konusu yapılmayan soygunlar için milyonlarca vatandaşın yasal sınırlar içinde harekete geçmesi gerekiyor. Birtakım büyük, saygın, güçlü soyguncuların yakalarına yapışmaya, onları mahkeme huzuruna çıkartmaya yeterli kuvvet yoktur.

Cumhurbaşkanı bu konulardan bahsedince kendisine neler yapıldı gördük. Çok terbiyesizce ve küstahça hareket edildi, yüzüne karşı "Nankör kedi" bile dendi. Bir ülkede namuslu, şerefli, doğru vatandaşlar en az namussuzlar, haydutlar, kötüler kadar cesur, gözükara ve atılgan olmazlarsa o memlekette sabah olmaz.

Kayın biraderler, bacanaklar, kaynanalar, kardeşler, eşler, canlar, ciğerler var. Akıllara durgunluk verecek servetler edinmiştir bunlar. Yalılar, köşkler, villalar, yazlıklar, şahane yatlar, krallarınki gibi arabalar, milyarlarca dolar, öze jet uçakları. Sefahat mekânlarında su gibi harcanan para... Fransa'ya özel uçakla giderek kumar oynamak... Daha neler neler.

Bu adamlar ne diyor? Başörtüsü rejim için büyük tehlike ve tehditmiş. Atatürkçülük'ten tâviz verilemezmiş. Ortaçağ zihniyeti kol geziyormuş.

Bu adamlar mı Atatürkçü?..
Maalesef birtakım İslâmcı, milliyetçi, Türkçü kişi ve zümreler de kokuşmaya, pisliğe bulaşmışlardır. Onlar içinde de yüzde on komisyon alan eşkıya ve haşarat vardır. Dilerim Allah'tan dosyaları da dürülsün, yaptıkları açığa çıksın.
Tabiî ki, samimî Müslümanları, temiz dâva adamlarını, idealist ve pak milliyetçi ve Türkçüleri tenzih ediyorum, kendilerine selâm ve hürmetlerimi sunuyorum. Onlara bir sözüm yok.

Dış dünyadan yirmi beş milyar dolar yardım gelecekmiş. Haydutlar, soyguncular, eşkıya, mafya şimdi ellerini uğuşturuyor. Yirmi beş milyarın acaba ne kadarını yiyecekler, vuracaklar, hortumlayacaklar.
Son devalüasyonla Türkiye bir gecede yüzde kırk fakirleşti. Miktarı az zamları beğenmeyen memurlar ve işçiler geriye gittiler. Kuyumculara her gün yüzlerce kederli kadın gelerek bileziğini paraya tahvil etmek istiyormuş. Para nerede ki, kuyumcu verebilsin.

Böyle giderse Türkiye'de kıtlık ve açlık bile olabilir.
Kötü idare, talancılık tarımı, hayvancılığı, sanayii, üretimi, ihracatı, her şeyi çökertti. Krizden bir gün önce Merkez Bankası'ndan üç milyar dolardan fazla para verilmiş birilerine. Bir günde bir milyar dolardan fazla kazandılar. Millet kan ağlıyor, vurguncuların ağızları kulaklarında. Allah belâlarını versin.

Gerçekten milletin temsilcisi olan, millî iradeye bağlı bulunan temiz bir uzlaşma hükümeti kurulsa, kimsenin gözünün yaşına bakmasa ve ülkeyi kurtarmak, pisliği temizlemek, vatan haînlerini cezalandırmak hususunda son derece kararlı, cesur, tâvizsiz bir siyaset ve icraatla ülkeyi, devleti, halkı selamete çıkartsa... Allah'tan ümit kesilmez.

Mehmet Şevket Eygi - Milli Gazete 06/03/2001                M.Ş.Eygi’yi Tenkit Eden Makale İçin Tıklayınız
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Beş Bin Militan Sabataycı
OSMANLI İmparatorluğu'nun Adriyatik sahillerindeki küçük Ülgün şehrinde, sürgün edilmiş yalnız bir adam olarak 1676'da ölen ve bugün mezarı bile bilinmeyen İzmirli Sabatay Sevi, modern Türkiye'ye dolaylı olarak damgasını vurmuş önemli bir tarihî şahsiyettir. Çünkü onun doktrinine bağlı olan iki kimlikli Yahudi Türkler, yahut Sabataycılar, yahut da Selânik Dönmeleri, 1908 İkinci Meşrutiyet inkılabından bu yana ülkemizde gizli, esrarlı, güçlü bir saltanat kurmuşlar ve iradelerini nice önemli kuruma hâkim kılmışlardır.

Türkiye'deki militan, fanatik, hırslı, zorlamacı, direten, dediğim dedik zihniyetli Sabataycıların sayısı kaç kişidir? Bence onlar beş bin kişi kadardır. Kelle sayısı itibarıyla az olan bu grup tahsil, kültür, nüfuz, güç, vasıf, tesir bakımından büyük bir ağırlığa sahiptir. Bunların çoğu Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde okumuş, birkaç yabancı dil bilen, şehir kültür ve görgüsüne sahip, zeki, kurnaz, (en geniş mânâsıyla) politikacı vatandaşlardır. "Büyük satranç" oyununda onlarla başetmek kolay değildir.

Bugünkü dünyada medya birinci güç haline gelmiştir. Bizde Sabataycılar medyanın hemen hemen yarısına, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak hakimdirler. Televizyondan önce de sinema ve film sektöründe tekel kurmuşlardı. Üniversitelerde, büyük hukuk kuruluşlarında, dev finans ve iktisat teşekküllerinde, topluma yön veren önemli mevkilerde, hariciyede ve daha nice önemli ve hayatî kurumlarda köşebaşlarını tutmuşlardır.

Birkaç bin Sabataycı ülkenin yağını, balını, kaymağını yemekte; çok lüks, çok rahat, çok şaşaalı bir hayat sürmektedir. Gazete ve televizyonlarında siyasî iktidarlara akıl hocalığı yapan, İslâm'la ve dindar Müslümanlarla savaşan bir Sabataycının, İngiliz bayrağı taşıyan ve milyonlarca dolar kıymete sahip bulunan lüks ve şahane bir yatı vardır. Amerika'da, Boğaziçi'nde, başka yerlerde her biri milyonlarca dolar eden villaları, kâşâneleri, mülkleri vardır.

Geçim sıkıntısı çeken, evlâtlarını okutmakta zorlanan bir tek militan Sabataycı göremezsiniz. Hepsinin tuzları kurudur. Militan Sabataycılar bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti severler mi? Elbette kendilerine göre severler. Bir mandracının ineklerini ve mandrasını sevdiği gibi severler.

Ünlü bir Sabataycı bir bankayı ele geçirdi, onun dibini delerek bir katrilyona yakın parayı hortumladı. Türkiye'yi; bu ülkeyi, bu milleti, bu halkı gerektiği gibi ve hakkıyla sevmiş olsaydı böyle yapabilir miydi?

Militan Sabataycılar 70'li yıllarda başlayan islâmî hareketi kendileri için büyük bir tehlike olarak gördüler ve tedbirlerini aldılar. Bin türlü entrika ile İslâmcıların içine ajanlar ve casuslar sokarak, bir takım ahlâksız ve karaktersiz adamları manipüle ederek islâmî hareketi kirlettirdiler, çürüttüler; Sabataycı güce alternatif olmaktan çıkarttılar.

İslâmî hareketi bitirdikten sonra şimdi Milliyetçi ve Türkçü hareketi çürütmek için sinsî planlar tatbik ediyorlar.

Sabataycıların en güçlü tarafı bilinmemeleri, gizlilikleriydi. Birkaç aydan beri bu bilinmezlik, gizlilik, esrar perdesi aralanmaya başlamıştır. Bundan dolayı çok ama çok tedirgindirler. Sahte, iğreti bir Türk kimliği ile İslâm, Şeriat, dindar kesime düşmanlık yapmak oldukça kolaydır ama gerçek kimliklerinin Yahudilik olduğu anlaşılınca işleri zorlaşacak, büyük bir muhalefetle karşılaşacaklardır.

Ülkemizdeki birkaç bin militan Sabataycının bu kadar güçlü olmasının ana sebeplerinden biri de, ülkede çoğunluğu teşkil eden Müslümanların kırsal kesim, gecekondu, varoş, köylü, taşra zihniyet ve kültürüne sahip olmasıdır. Sabataycıların derin devlet üzerindeki tesir ve nüfuzları ne kadardır? Bu hususta kesin bir söz söyleyecek, hüküm verecek durumda değilim.

Sabataycılar ülkemizdeki statükonun devam etmesini istiyorlar mı? Bundan en ufak bir şüphe yoktur.
Ülkemizde tam bir demokrasinin olmasını, hukukun üstünlüğü sisteminin uygulanmasını, temel insan hak ve hürriyetlerine hürmet ve riayet edilmesini samimî olarak istiyorlar mı? Onlar bunları asla istemezler.

Sabataycılar Müslümanların arasına sızmışlar, ajanlar sokmuşlar mıdır? Elbette sızmışlardır. Büyük Bektaşî dedelerinden biri Sabataycı idi. Melamilerin bozuk kolu Sabataycılar tarafından idare edilmektedir. Mevlevî tarikatına da girmişlerdir. Hakikî Mevlevileri tenzih ederim ama, şu anda rakı içen, karı ve kızlara erkeklerle birlikte sema yaptıran adamlar vardır.

Militan Sabataycılar evrensel ahlâk prensiplerine uyarlar mı? Maalesef uymazlar, son banka rezaleti bu konuda ibret verici bir örnektir. Kendi içlerinde, kendi vakıf ve müesseselerinde bile büyük yolsuzluklar, hortumlamalar olmaktadır. Çoğunun dini imanı paradır.

Sabataycılık konusunu işlediğim, bu iki kimlikli cemaati açığa çıkartmak istediğim için birtakım yazarlar beni engizisyonculukla, din mahkemesi kurmakla, ortaçağ kafalı olmakla suçluyorlar. Bunlar boş telâşlar ve iftiralardır. Gizli olan bir cemaate ışık tutmak, iki kimlikli ve çok güçlü bir lobiden bahsetmek ne ahlâken, ne de kanunen suçtur. Onlar benim dinime, şeriatıma, mensubu bulunduğum dindar kitleye savaş açacaklar, hakaretler ve tehditler yağdıracaklar; onların yüzünden on milyonlarca Müslüman vatandaş bu memlekette korku ve güvensizlik içinde titreyecek, bir sürü baskı ve zulüm yapılacak; onbeş yaşındaki başörtülü bir kız çocuğu kırk günden fazla zindanda tutulacak ve ben bu adamları açığa çıkartmak için çalışırsam yaptığım engizisyon olacak... Yağma yok!
                                                                                                                                         Sabataycılardan ne istiyoruz:

1.
 İki kimlikli olmaktan vazgeçmelerini istiyoruz. Müslüman olmadıkları halde Müslüman görünmeleri bizim hukukumuza bir tecavüzdür. Yahudiliklerini açıkça ilan etsinler.
2. İslâm'a, Müslümanlara açmış oldukları gayr-i meşru savaşı durdurmalarını istiyoruz.
3. Türkiye'yi ülke, halk ve devlet olarak samimî bir şekilde sevmelerini ve korumalarını, yücelmesi için çalışmalarını istiyoruz.
4. Çok küçük bir azınlık olmalarına rağmen ülkeyi ve delveti tekellerine almak, kendi cemaat iradelerini millî iradenin üzerinde görmek, tarihî devamlılığa ters düşen bir tarihî ârızanın sürmesi için çalışmak, millî kimliği erozyona uğratmak, ülke üzerinde gizli bir saltanat ve hükümranlık kurmak gibi emellerden vazgeçmelerini istiyoruz.

Büyük ölçüde onların hırsları yüzünden bu ülkede on milyonlarca Müslüman çoğunluk hürriyetsizlik, güvensizlik, baskı, korku, eziyet, zulüm içinde yaşıyor. Bu hal böyle devam edemez. Her kemâlin bir zevâli vardır. 1924 mübadelesine kadar ülkemizde milyonlarca Rum yaşıyordu. Yanlış ata oynadıkları için bu topraklarda varolma hakkını yitirdiler. İyonya ve Pontus Rumları Türkleri, Müslümanları, Osmanlı Devleti'ni desteklemiş olsalardı, işgalci Yunan kuvvetlerine Türklerle ve Müslümanlarla birlikte karşı çıkmış olsalardı; İzmir metropoliti Hrisostomos işgal kuvvetlerini takdis etmemiş olsaydı onlar Türkiye'de var olacaklardı. Tarihten ibret almak gerekir.

(TARİH ve DÜŞÜNCE dergisi Kasım 2000 tarihli 13'üncü sayısında Sabataycılarla ilgili önemli makalelere, röportajlara, belgelere yer vermiştir. Tebrik ve tavsiye ederim. Tel: (0.212) 511 75 00)

Mehmet Şevket Eygi                                                                    
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
YAHUDİ OLMAK İSTEYEN SABATAİST (Yahudi Olmak İsteyen Sâbık Başbakan Mahdumu)

ILGAZ Zorlu bey, mahkemeye müracaat ederek Sabataycı olduğunu, nüfus hüviyet kartındaki "Dini: İslâm" kaydının gerçeği aksettirmediğini, Musevi olduğunu beyan ederek Mahkemeye müracaat etmiş, mahkeme onun iddia ve isteğini kabul ederek resmî kayıtlara Musevî olarak yazılmasına karar vermişti. Hahambaşılık mahkemenin bu isteğine direnememiş ve Zorlu'yu cemaat üyeleri arasına kaydetmişti. Böylece 350 yıllık Dönmelik-Sabataycılık tarihinde ilk defa olarak bir Dönme iki kimlikli olmaktan çıkıyor ve Sinagoğun çatısı altındaki yerini alıyordu.

Bu hikayeyi biliyorsunuz. Ben size, bilmediğiniz bir hususu arz etmek istiyorum. Ilgaz Zorlu'nun Musevî oluşundan dolayı çok heyecanlanan ve o tarihte ABD'de bulunan, eski başbakanlardan birinin oğlu "Biz de aslen Yahudiyiz. Ben de Zorlu gibi resmen Musevî olacağım" demiş. Lakin o, Zorlu gibi Türk mahkemesinden karar çıkartarak değil, ABD'deki bir sinagoga gidip kaydını yaptırarak gerçek kimliğine dönmek niyetindeymiş. Eski başbakanlardan birinin oğlunun bu istek ve kararı Türkiye Yahudi ileri gelenleri üzerinde soğuk bir duş tesiri yapmış. Hahambaşılıktaki önemli bir şahsiyet "Bu adam böyle bir iş yaparsa biz Türkiye Musevileri mahv oluruz, hepimizi buradan sürerler..." diyerek telaş ve heyecanını dile getirmiş. Eski başbakan da, "Aman oğlum ne yapıyorsun, sen aklını mı kaçırdın? Otur oturduğun yerde..." diyerek mahdumunu frenlemiş.

Mankenlerin, şarkıcı ve türkücülerin yatak odaları hikayelerini bile tafsilatıyla (ayrıntılarıyla) sayfalarına geçiren büyük basınımız nedense Sabataycılıktan ve Sabataycılardan hiç bahs etmez. Halbuki Sabataycılar ve "Benzeme benzet" prensibi gereğince kendilerine benzetmiş oldukları zümre ülkemizin en güçlü lobisidir.

Sabataycılık hakkında son yıllarda en güçlü kitapları profesör Yalçın Küçük yazıp yayınladı. Dördüncü kitabını hazırlıyordu ki, üniversitedeki işinden atıldı. Bin sayfa kadar olacağı tahmin edilen bu dördüncü kitabını sonbaharda piyasaya çıkartmayı düşünüyordu. İnşaallah herhangi bir aksaklık olmaz.

Evrensel ve temel insan haklarından biri de "Bilgilenmek, aydınlanmaktır." Sabataycılık ülkemizin en büyük gücü, Sabataycılar Türkiye'nin en güçlü lobisi... O halde halkımızın, aydınların, gençliğin, seçmenlerin bu konuda bilgi sahibi olmaya hakları vardır. Futbol ve diğer spor faaliyetleri hakkında her gün sayfalar dolusu resim ve haber veren gazetelerimiz niçin bu konuyu işlemiyorlar? Hangi irade halkımızın bu konuda bilgilenmesini engelliyor?

Sabataycılığı ve Sabataycıları yazmak ayıp mıdır, suç mudur, ahlâka ve kanuna aykırı bir fiil midir? Değildir. O halde bu suskunluğun, bu sessizliğin, bu tabunun mânası nedir?

Bazıları "Efendim, antisemitizm ırkçılıktır, kötüdür..." diyeceklerdir. Sabataycılık ve Sabataycılar konusunu işlemekle antisemitizm arasında bir bağ yoktur ki. Sabataycılık nedir, Sabataycılar kimlerdir, Türkiye'deki sayıları ve güçleri nedir, şimdiye kadar neler yapmışlardır; ülkedeki sosyal, siyasî, kültürel, iktisadî, ahlâkî krizde rolleri ve tesirleri ne kadardır, yakın tarihimizdeki ihtilal, darbe, yenilik, inkılap hareketlerinde ne gibi roller oynamışlardır, felsefe ve doktrinleri nelerdir, Türkiye'yi nereye götürüyorlar?... Bunları incelemek antisemitizm olur mu?

Sabataycılar kendilerine "Mâmin" (Mü'min) derler; Müslümanlara da "Acı Soğan" dediklerini duydum.Musevîlere de iyi gözle bakmazlar. Türkiye'de, Sabataycılık ve Sabataycılar konusunda çok yoğun bir cehalet ve karanlık vardır.Bu cahillik ve karanlık ancak bilgi ışıklarıyla giderilebilir.

Bütün Sabataycıları, bir tarağın dişleri gibi aynı yapıda ve eşit sanmak büyük bir yanlıştır. Onlar homojen değil, heterojen bir yapıya sahiptir. Kendi aralarında klanları, aşiretleri, mezhepleri, ihtilafları bulunmaktadır. Üsküdar Bülbülderesi Mezarlığı'nda bile Karakaşların, Yakubîlerin, Kapancıların yerleri ayrıdır.

Son derece militan, fanatik, jakoben, muhteris, aşırı Sabataycılar olduğu gibi ılımlı, yumuşak, orta yolda gidenleri de vardır. Sabataycılar işçilik, çiftçilik, küçük esnaflık, işportacılık, küçük memurluk yapmazlar. Onlar hep yükseklerdedir. Köşebaşlarını işgal ederler. Tayfa takımının, makinistlerin, gemi işçilerinin onlardan olmaması sakıncalı değildir ama kaptanlar Sabataycı olmalıdır.

Türkiye'deki vahim krizler, ârızalar, yanlışlıklar bir türlü çözüme kavuşturulamıyor. Çünkü birtakım çok güçlü ve kudretli Sabataycılar çözümden yana değil, çözümsüzlükten yanadır. Niçin? Büyük fikir adamlarımızın, büyük akademisyenlerimizin, büyük beyinlerimizin bu sorunun cevabını aramaları ve halka bildirmeleri gerekmez mi?

Devlet Arşivimizdeki Sabatay Sevi ile ilgili belgeler ve dosyalar niçin yok edilmiştir? Gerschom Scholem dosya numarası vererek bu hususa parmak basıyor da bizde bir profesör veya araştırıcı bu konuyu niçin incelemiyor?

Sabataycıların YÖK'te, üniversitelerde ağırlığı, tesiri, rolü nedir?
Sabataycılar'ın "benzettikleri" kimlerdir? Türkiye'de kaç kişidirler? Gayeleri, hedefleri, plan ve programları nelerdir?
Bazı İslâmcı yazarlar "Sabataycılar madem ki, 'Biz Müslümanız' diyorlar, onların bu beyanlarına hüsn-i zan etmemiz gerekir" şeklinde bir mantık yürütüyor ve konuyu meskûtün anh geçiyorlar (susuyorlar), Onların bu sessizliği ve pasifliği doğru mudur?
İslâmî hareket ve siyasi İslâm ile Sabataycıların arası nasıldır? Müslümanlar içinde ajanları, casusları, elemanları bulunmakta mıdır? AKP ve Recep Tayyip Erdoğan ile Sabataycılar arasında bir takım gizli görüşmeler, anlaşmalar olmuş mudur?
Türkiye'deki büyük sermayenin, servetin kaçta kaçı Sabataycıların elinde ve kontrolundadır?
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 darbe, ihtilal ve hareketlerinde Sabataycıların tesiri, rolü, gücü, tuzu biberi var mıdır, ne kadardır?
Sabataycılar Türkiye'deki saltanat ve hakimiyetlerini devam ettirmek için ne gibi bir strateji, plan program uygulamaktadır?
Bütün bu soruları incelemek, cevaplandırmaya çalışmak, bu konuda halkı bilgilendirmek asla antisemitizm olmaz.
Müslüman ve milliyetçi kesimde binlerce profesör, yazar, fikir adamı bulunuyor. Bunlardan, yeterli sayıda güçlü, ehil, ciddî araştırıcı bu konuları incelemekle mükelleftir. "Efendim, bu konuları araştıran, bu sorulara cevap arayan kimselerin başına kiremit düşebilir. Bunlar netameli şeylerdir..." Haysiyetli, vatansever, cesur ilim ve fikir adamları böyle bahanelerin arkasına sığınarak vazifeden kaçmazlar. Sabataycılık ve Sabataycılar meselesi yadınlığa kavuşmadan Türkiye selamete çıkmaz.

e-mail: 
mseygi@milligazete.com.tr   ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Dönmeler ve Dönmeleşmişler
(1) Sabataycıların on sekiz maddelik gizli protokollarının bir maddesinde “Benzeme, benzet” yazılıdır. Onlar bu maddeyi uzun zamandan beri hayata uygulamış ve hayli Müslümanı kendilerine benzetmiştir. Binaenaleyh, bugün Türkiye’de gerçek Dönmelerin yanında, Dönmeleştirilmiş, Dönmelere benzetilmiş Müslümanların ve Türklerin sayısı az değildir.
(2) Dönmeler, Müslümanlardan çok önce medyanın, sinemanın, televizyonun, basının gücünü anlamış ve bu sahada bir imparatorluk kurmuşlardır. 1930’larda Dönme İpekçi ailesi Türkiye’de sinemayı kontrolu altına almıştı. O zaman televizyon yoktu ve sinema halk yığınlarının, gençliğinin birinci eğlencesiydi. Günümüzde de büyük medyada Dönmelerin ve Dönmeleştirilmişlerin gücü, tesiri, ağırlığı büyüktür.
(3) Dönmelerin laiklik anlayışı kendilerine mahsus, nev’i şahsına münhasır (sui generis) bir laikliktir. Dönme laikliğini, Fransız lakliği ile bir tutmak büyük bir yanılgıdır. Fransa’da din ile devlet (Alsas Loren bölgesi dışında) birbirinden tamamen ayrılmıştır. Dönme laikliğinde ise din–devlet birliği vardır. Lakin bu birlik bir uyum birliği değildir.          
(4) Dönmeler eğitime, üniversiteye çok önem verirler. Kendilerinin Dönme okulları ve üniversiteleri bulunduğu gibi, “Benzeme, benzet” prensibi uyarınca genel eğitim sistemine ve üniversitelere de damgalarını vurmuşlardır. 
(5) Her değerin, her şeyin istismar ve istihdam edildiği Türkiye’de Atatürk’ü, Kemalizmi en fazla Dönmeler kullanmaktadır. 
(6) Demokrasi, insan hakları, eşitlik, hukuk, adalet Dönmeler ve Dönmeleştirilmişler içindir.
(7) Dönmeler, çeşitli tarihî ârızalar ve kazalar yüzünden çok kolay bir şekilde elde etmiş oldukları bitakım büyük kazançları, imtiyazları, menfaatleri, tekelleri kolayca bırakmak temayülünde (eğiliminde) değildirler. Direniyorlar, direneceklerdir.
(8) Dönmeler homojen bir yapıya sahip değildir. Asırlardan beri aralarında rekabet, çekişme, ittifaksızlık mevcuttur. Bugün de bazı önemli, güçlü, ünlü Dönmeler birbiriyle kıyasıya bir mücadele içindedir. Müslümanlar bu çekişmeleri seyrediyorlar, fakat binde dokuz yüz doksan dokuzu ne olduğunu, ne gibi dolaplar döndüğünü anlamıyor. 
(9) Dönmeler İslâmî hareketin içine sızmışlar, ajan provokatörlerini sokmuşlardır; birtakım islâmî cemaatleri manipüle etmektedirler. Büyük bir dinî cemaatin gerek Dönmeler, gerekse Yahudiler ve İsrail tarafından parasal destek aldığına dair ciddî rivayetler vardır. Ülkemizin çok zengin bir Dönmesi dinî bir cemaate ayda on bin dolar yardım yapıyor. Niçin yapıyor? Her halde İslâm’ı sevdiği, Müslümanların kara gözlerine âşık olduğu için değil!
(10) Türkiye’de Dönmeler ve Dönmeleştirilmişler şehir kültürü ve zihniyetine sahiptir. İslâmî hareket ise genellikle kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra zihniyetine saplanıp kalmıştır. Bu eşitsizlik ile Müslümanların Dönme tahakkümünden kurtulup hürleşmeleri, izzet bulmaları mümkün değildir.
(11) Dönmeler, kendileri için tehlike ve tehdit olarak gördükleri şahıslara, zümrelere karşı son derece insafsız ve merhametsizdir. Onlarda Müslümanlardaki toleransın binde biri yoktur. 
(12) Gerçek demokrasi Dönmelerin ve Dönmeleştirilmişlerin menfaatlerine, ideallerine, ideolojilerine uymaz. Onlar demokrasiye, insan haklarına, hukuka sınırlar çizmişlerdir. Bu sınırları aşanlar ağır şekilde çarpılır, cezalandırılır. 
(13) Dönmelerin ve Dönmeleştirilmişlerin hayalî bir gündemleri vardır. Onlar halk yığınlarını, gençliği, okur–yazarları bu hayalî ve bulutlar üstü gündem maddeleriyle oyalar, uyutur, sersemletir. Derviş ne yaptı, ne yapacak?.. İsmail Cem ne yapıyor, nereye koşuyor?.. gibi konu ve dedikodularla on milyonlarca vatandaşı meşgul edip dururlar. Arada Türkiye batmaya devam eder, soygunlar gece gündüz sürer, çöküntü ve dağılma korkunç boyutlara ulaşır. Umurlarında bile değildir.
(14) Ne kadar ehliyetli, uzman, yararlı, hizmet etmeye istidatlı olursa olsun Dönmelerin ve Dönmeleşmişlerin gözüne girmemiş, dümen suyundan gitmeyen, emel ve menfaatlerine âlet olmayan vatansever, güçlü, lüzumlu şahsiyetlerden bahsedilmez, onlar gündem konuları içine alınmaz.
(15) İslâmî kesimde bazı adamlar yularlarını Dönmelerin ve Dönmeleşmişlerin eline vermiş bulunmaktadır. Bu hususta fazla ve açık yazmıyorum, lütfen ne demek istediğimi iyi düşününüz.
(16) Dönmeler ve Dönmeleşmişler, samimî Müslümanları cahillikle terbiye etmektedir. Dindar, takvalı, zâhid Müslümanların okumalarını, yüksek ve parlak tahsil yapmalarını asla istemezler. 
(17) İslâmî kesimdeki ahlâksız, şerefsiz, namussuz, alçak din sömürücüleri, bilerek veya bilmeyerek Dönmelerin ekmeğine yağ sürmektedir. Din sömürücüleri; İslâm dâvasını ve Müslümanları satmıştır. Din sömürücülerinin dini imanı para ve menfaat, putları nefs-i emmareleridir. Onlar riyaset, makam, mevki, servet, ün, alkış için yanıp tutuşmaktadır. Böyle haşarattan ne bu ülkeye, ne bu millete, ne bu devlete, ne de Din-i Mübin-i İslâm’a bir hayır gelir.
(18) Devlete ve Cumhuriyete en büyük zararı militan ve fanatik Dönmeler ve Dönmeleşmişler vermektedir. Demokrasinin, insan haklarının, hukukun, adaletin önündeki en büyük engel onlardır. 
(19) Militan Dönmeler ve Dönmeleşmişler İslâm dininde reform yapılmasını istemektedir. Mensubu olmadıkları bir dinin iç işlerine ne hakla karışıyorlar? Dinle ilgili konular Müslümanları ilgilendirir. Namazın ve Ezanın Türkçe kılınıp okunması onların karışabileceği bir mesele değildir.
(20) Dönmeler ve Dönmeleşmişler, Türkiye’nin en güçlü ve tesirli lobisi olarak, eserlerini seyr etsinler. Siyaset, iktisat, kültür, medya, finans, ziraat, sanayi, eğitim, üniversite sahalarındaki büyük yozlaşma, büyük çöküntü, büyük yıkım onların eseridir. Türkiye’nin bugünkü manzarası karşısında iftihar edebilirler mi?
(21) Dönmeler halkın büyük kısmını eğitim ve propaganda ile kendilerine benzeterek Türkiye üzerindeki emperyalist, tekelci, sömürgeci tahakkümlerini sağlama bağlamak, ilelebed devam ettirmek istiyorlar. Onların son büyük planı ve stratejisi budur.

Ilgaz Zorlu'nun Zor Mücadelesi

Aşağıdaki röportajda yer alan Fatma Arığ, Terakki Vakfı Başkanı Haluk Arığ’ın eşi. Haluk Arığ ve Vakfı, Ilgaz Zorlu’yu Şişli Terakki Yolsuzluğu diye bilinen açıklamalarından dolayı mahkemeye veriyor; iki yıl öncesinin parasıyla 50 milyarlık tazminat davası açıyorlar ve ayrıca ceza davası da açılıyor. Haluk Arığ’ın, Ilgaz Zorlu Şişli Terakki için "cemaat okuludur" demesine çok kızmış ve Şişli Terakki’nin de, benim de Sabetaycılıkla hiç bir ilgim yoktur diyor. Önce röportajdan bir bölüm okuyalım ve sonra devam edeceğiz :

"Fatma Arığ 1949 yılında İstanbul'da doğar. Annesi ve babası, Selanikli dönme cemaatinin Kapancılar grubundan. Annesi Güzin Hanım'ın ailesi, Balkan Savaşı'ndan (1912-13) sonra İzmir'e göç etmiştir. Güzin Hanım 1922 İzmir doğumludur. Fatma Arığ'ın babası İsmail Dural, (…) İsmail Bey’in ailesi 1924 yılında İstanbul'a geldiğinde, İsmail Dural 12 yaşındadır.
(…)
Çocukluğumda ailem tamamen red havasındaydı. Bakıyorum, eniştem oruç tutuyor ama Ramazan ayı değil. Sorunca, 'üç ayları karşılıyor' diyorlar. Sonra Ramazan geliyor, aynı adam oruç tutmuyor. Yıllar sonra, bu orucun Yahudilikten gelen bir kuzu yeme yasağı öncesi orucu olduğunu anlıyorum. Tam bir azınlık psikolojisi olarak, sosyal dayanışma bizim ailede de devam ediyordu. Kötü gün dediğinizde, bir bakıyorsunuz o grup tamamen bir arada. O dayanışmayı bana nasıl açıklayacak? 'Onlar benim can arkadaşlarım.' Tamam, can arkadaşların ama tesadüf değil bu. Bir de anlayamadığım espriler vardı. Küçükken annemin yatağına kaçtığımda, anneannem benim boş kalan yatağımın, 'Osman Baba'nın yatağı' olduğunu söylerdi. Ben de birşey anlamazdım. Sonradan, Sabetay Sevi'den sonra Osman Baba adında bir mesih beklendiği için, evlerde bir yatak boş tutulduğunu ve başında daima bir kandil yandığını öğrendim. Bizde böyle bir yatağın ancak esprisi kalmıştı. Benim büyükannem ve büyükbabamın nesli, bu kimliğin bütün kurallarını ve vecibelerini yerine getirmişler. Şimdi ben bunu nasıl yok varsayabilirim?
(…)
Anneannemin niye namaz kılmadığını sorguladığımda hep, 'biz Atatürkçüyüz' cevabını aldım. Yani bu grup, Atatürk'ün arkasına sığınmış, laiklik kavramı kendilerini de rahatlatan bir kavram olduğu için, topluma karşı kendilerini 'Selanikli/dönme' değil, 'Atatürkçü/laik' diye tanıtarak bu külfetten kurtulmaya çalışmışlar. Sorduğum zaman rahatsız edici olduğumun farkındaydım. 'Ne demek efendim, bazısı İstanbul'da doğar bazısı Selanik'te, bizim başka hiçbir farklılığımız yoktur. Biz Müslümanız, ama modern ve Atatürkçüyüz' diyorlardı. "
( Leyla Neyzi’nin Gazete Pazar’da çıkan ve Şişli Terakki Davaları kitabında yer alan söyleşisinden bir bölüm)

Bu röportajı yapan Leyla Neyzi de Sabetaycı kökenden gelen ama Sabetaycılık hakkında yazılar yazan bir öğretim üyesi. Terakki Vakfı Sitesi’ne gidip baktığımız zaman Fatma Hanım’ın da 1968 Şişli Terakki mezunu olduğunu görüyoruz.

Okulun kurucusu Şemsi Efendi (gerçek adıyla Şimon Zvi) Ilgaz Zorlu’nun anne tarafından dedesi oluyor. Zorlu, aile büyüğünün kurduğu okulun cemaat okulu olduğunu ispata çalışıyor ve okulun mülklerinin Dinç Bilgin ve Bilgi Üniversitesi’yle Medyakronik’in sahibine birlikte ünlü emlakçı Nevzat Ak vasıtasıyla peşkeş çekildiğini söylüyor. Nevzat Ak, orman arazilerini Demirel’in kardeşlerine peşkeş çekiyor, sonra Özer Çiller’le birlikte arazi yolsuzlukları yapıyor ve şu anda cezaevinde. Bu yolsuzluk ekibi ayrıca Şişli Terakki Mezunları Derneği Başkanı Yetkin Gürsel’i de hedef almış durumda.

Vakıf Başkanı Haluk Arığ aynı zamanda, Sabah Gazetesi’nde çalışıyor yani gazete elden gidene kadar Dinç Bilgin’in maaşlı elemanı ve peşkeşi patronuna yapıyor. Terakki Vakfı
Mütevelli Heyeti Başkanı olan kişi de tesadüf (!) Dinç Bilgin’in sağ kolu Zafer Mutlu’nun babası. Etibank Yolsuzluğu’nda kör, sağır ve dilsizi oynayan Medyakronik’in yani Ümit Kıvanç’ın babası Halit Kıvanç da, THK Yayını olarak çıkan Sabiha Gökçen kitabını yazmış. Murat Belge’nin (Belge de Bilgi Üniversitesi’nde ) ekibinden olan Ümit Kıvanç, İletişim’in sahibi Silah Tüccarı Osman Kavala’nın da çalışanıdır. Osman Kavala’nın babası da oğlu gibi Şişli Terakki mezunu zaten.

Bilgi Ünivesitesi’nin ilk Rektörü ve halen de öğretim üyesi Asaf Savaş Akat (Emine Uşaklıgil’in 2. Kocasıdır ve halen de Boğaziçi’nde sosyoloji profesörü olan Nilüfer Göle ile evli) aynı zamanda Terakki Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi. Yetmiyor bir de Sabah Gazetesi’nde yazıyor. Asaf Savaş Akat’tan sonra Prof. Dr. İlter Turan Bilgi Üniversitesi Rektörü oluyor ve o da Terakki Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi. Bu üyelikler öyle üç-beş sene falan da sürmüyor, kaydı hayat şartıyla ömür boyu sürüyor.

Ilgaz Zorlu, davalı olarak yazdığı savunmada şimdiye kadar hiç yazılmayan bilgi veriyor. Bu okula, Müslüman ve Hristiyan çocukların da alınması için ilk defa 1907’de izin verildiğini söylüyor. Bu çok önemli bir bilgidir, bu tarihten önce okula gidenlerinin tümünün Sabetaycı veya Yahudi olduğu anlaşılıyor. Böylece, bu okula, okulun ilk kurulduğu yer olan Selanik’te başlayan bazı tarihi şahsiyetlerin de, Sabetaycılığı belgelenmiş oluyor. Kuşkusuz Ilgaz Zorlu bunu söyle(ye)miyor ancak sonuç budur.

Ilgaz Zorlu, savunmasının sonlarında aynen şunları söylüyor : "Sabetaycılar bugün Türkiye’de (…) , Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst kademelerinde yer alan etkin kişilere sahip gizli bir cemaattir."

Ayrıca kitaptaki yazılardan Ilgaz Zorlu’nun, Halil Bezmen’in Türkiye’ye döneceği ve bir Müslüman tarikatına gireceği bilgisini de alıyoruz ve bu da, bizim vurguladığımız tarikat bağlantılarını anlatıyor. (Şişli Terakki Davaları)

GÖKYÜZÜ  
llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll

Cin Şişeden Çıktı

Sabetaycılık olgusunun tartışılamama nedenlerinden birincisi ve en etkilisi kuşkusuz bizzat egemen unsur olan Sabetaycıların gücünden kaynaklanıyor. Bu güç, kah general, kah gizli servis müsteşarı, kah siyasi parti başkanı, kah da büyük sermaye olarak bu muazzam oyunun gündeme getirilmesine engel oluyor. Geçmişten bugüne medyanın iplerini ellerinde tutanların da bizzat bu gizli dinin, en etkili ve egemen tarikatın mensupları olması önemli bir etken.

Ülkenin ideolojisi de bizatihi bu tür konuları tartışmanın önünde engel zaten. Tek dil, tek din, tek millet olarak şekillendirilen ülkenin bu inkar ve yalan rejiminin öne sürdüğü resmi ideolojinin dışında söz söyleyenin de başına gelenler malum. Bu konudan en çok rahatsız olanların başında Kemalistlerin gelmesi kuşkusuz tesadüf değil. Çünkü, Kemalizmin sorgulanmasının ötesinde kendine muhalif bir tartışma, sorgulama bu.

Sabetaycıların, Yahudi kökenli olmaları, geçmişte yaşanan Yahudi Soykırımı nedeniyle bu konuyu bu açıdan duyarlı kılıyor. Oysa, Sabetaycılar örneğin ateşe tapan gizli bir din, tarikat olsaydı bu tartışma çok daha kolay yapılabilirdi.

Bu konunun gündeme gelmesi bizzat Karakaşzade Rüştü tarafından 1924 yılına denk geliyor, ancak büyük bir panik içinde bu tartışmanın önü kesilmiş ve unutturulmuş. Rüştü Bey’in ifşaatlerini gazeteci olarak yayınlayan Necati Bey (Tansu Çiller’in babası) de, gazeteden uzaklaştırılmış ve konu uzun yıllar uykuya yatırılmış. Sabetaycıların yatılı kız okulunda müdürlük yapan A. Gövsa’nın elli yıl önce yazdıkları da Marx’ın güzel deyişiyle "susuş komplosuyla" geçiştirilmiş.

Konu daha sonra 1977’de yayınlanan ve çok az bilinen Selahattin Galip’in "Türkiye’de Dönmeler ve Dönmelik" (Kıraç Yayınları, 1977) kitabıyla tekrar işlenmiş ancak, yazarın konuya hakim olamaması ve meseleye nesnel yaklaşamaması, kitabın daha çok bir derleme niteliğinde olması da eklenince, tekrar "susuş komplosu" devam etmiş.

Konunun sadece İslamcılar tarafından ele alınması da bir büyük dezavantaj olmuş ve bu kesimlerin söylediği her şeye baştan muhalif olan ve böyle de şartlandırılan kitleler, meselenin önemini anlayamamış maalesef. Bu çevrelerin sabetaycılıkla, Yahudiliği aynı şey sanmaları ve kullandıkları dil ve daha da önemlisi üzüm yemek değil de bağcı dövmek niyetleri de karanlığı örten perdenin aralanmasına engel olmuş durumda. İlhami Soysal’ın masonlar üzerine yazdığı ve hala aşılamamış eserine kadar masonluk konusu da aynı kaderi yaşadı.

Bu tür içrek (ezoterik, batıni) öğretiler hakkında içeriden birisi bir çıkış yapmadığı sürece dışarıdan birilerinin konuya vakıf olması da son derece zordur. Ilgaz Zorlu bu açıdan cin’i şişeden çıkaran kişi oldu. Tüpten sıkılmış macun nasıl geri sokulamazsa, bu olgu da artık bu durumda. Bu düzeni anlamak, anlatmak derdi olan ve yürek sahibi olan pek çok kişi bundan sonra çok daha fazla sayıda bu konuda yazı yazacak ve araştırma yapacaktır. Örneğin tanınmış tarihçi İlber Ortaylı bu konuda makaleler yazmaya başladı. Kuşkusuz sayı daha çok yetersiz, ama bu muazzam muammayı, bu muazzam oyunu anlatacak insan sayısı çığ gibi artacaktır

Hayatında Marx’ın bizzat kendisinden bir şey okumamış ama kendisini Marksist diye nitelendiren yarı cahillerin Marx’ın "Yahudi Sorunu Üzerine" yazdıklarından da bihaber olmaları nedeniyle, farkında olmadan rejimin destekçisi olarak konuyu kapatmaya çalışmaları da işin tuzu biberi olmuş durumda. Bu çevrelerin sayısal gücünden çok sahip oldukları yayın organları ve bizzat yaşadıkları göbek bağı, mideden bağlılıkları rejimin payandası olmalarını doğurmakta. Bu mideden bağlıların içinde Marx’tan, sosyalizmden haberdar, bu rejimin esas gövdesini anlayan tanıyanlar var ama onların "geçim" derdi engel. Solcı sıfatlı cahillerin en çok kullandıkları argüman ise ırkçılık oluyor.

O kadar cahiller ki ırkçılık nedir, birisi dahi bu kavramın anlamını bilmiyor. Irkçı, bir ırkın başka ırka üstün olduğunu söyleyen kişidir. Irkçılık bir öğretidir. Kimdir ırkçı, X ırkının Y,Z vs ırklardan üstün olduğunu söyleyen kişi.
· Bizler, bir ırkın, tarikatın, gizli din mensuplarının egemenliğine karşı çıkan insanlarız sadece. Irkçlığı ve bu rejimin temelinin ne olduğunu anlatmaya çalışan insanlarız.

Nedir bu rejimin temeli ?
Örneğin laiklik en önde gelenlerindendir. Türkiye’de laiklik yoktur, Sabetaycılıktan kaynaklanan İslamiyet ve Hristiyanlık düşmanlığı vardır; biz bütün dinlerin eşit, özgür ve açık olmalarını istiyoruz. Bu satırların yazarı bir dinsiz olarak özgürlüğün bir parçası olarak gördüğü din özgürlüğünü savunur ve bütün dinlere eşit mesafede hisseder kendini. Doğuştan gelen özelliklerin bir avantaj ya da dezavantaj olmasına karşıdır. Bir takım güçlerin doğuştan gelen bir gizli din mensubu olması nedeniyle diğer insanların haklarını gaspetmelerine, hakkı olmayanı da almaya, dededen toruna aynı insanların hayatın tüm alanında rant yemelerine, üstünlük sağlamalarına ve bu rezil düzenin sürdürülmesine karşı olmaktır mesele.

Rejimin özelliklerini tek tek saymaya gerek yok, ancak rejimi ister faşizm, ister trekelci kapitalizm, ister Bonapartizm olarak tanımlayın, bu tanımlarda egemen unsur olarak kimi koyarsanız koyun (tekelci kapitalistler, TÜSİAD, TSİK generaller, gizli servis, bürokrasi vs) sergilemeye çalıştığımız gizli ağ ve mensupları ve elbetteki ideolojileri, siyasetleri karşınıza çıkacaktır.

Ne yaparsanız yapın egemenler ve onun payandaları, bir dostumun bu konuda söylediği gibi CİN ŞİŞEDEN ÇIKTI !

GÖKYÜZÜ
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Bonapartizm ve Sabetaycılık 

Bonapartizm, iktidarı emekçilerin alamadığı, Marx’a göre burjuvazinin de alamadığı Engels’e göre burjuvazinin siyasal gücünü devrettiği rejimin adıdır ve 19 Yy ortalarında Fransa’daki rejim hakkındaki tanımlarıdır. Melih Pekdemir "Bonapartizm burjuvazinin dini ise Kemalizm bu dinin mezhebidir" diyor.
(Melih Pekdemir, Kemalistler Ülkesinde Cumhuriyet ve Diktatörlük, 2. Cilt, s.93, 1. Basım 1997)

Yani, küçük burjuvazi (asker ve sivil bürokrasi ile aydınlar ittifakı) büyük burjuvazinin bir sınıf olarak iktidarı alacak gücü olmayınca bu tür bir iktidar yapısı doğuyor. Bu iktidar yapısı, burjuvazi adına, ama burjuvaziye iktidarı tam olarak teslim etmeden onun adına erki elinde tutuyor.

"Bu tür ülkelerde hakim siniflar ittifaki çelisen sinif çikarlarindan dolayi (sömürüyü paylasmak temelinde) ellerindeki devleti, ittifak içindeki güçlerin herbirini esit sekilde memnun edecek tarzda kullanma olanagina sahip degillerdir. Hakim siniflarin en irilerinin toplanmis oldugu çeliskili bir ittifak olan oligarsinin içinde, devletin kendi çikarlarina kullanilmadigi sikayetleri hiç bitmez. Oligarsinin her kesimi bu bakimdan digerleriyle çekisme içindedir." (Devrimci Yol Savunması)

1923’ü ya da İttihat Terakki’yi başa alırsak, o dönemde, burjuvazi denebilecek sınıfın en göze çarpanları Müslüman olmayanlar, Levantenlerdir. Bu pek çok yerde saptanır ancak görece olarak sermaye birikimi sağlamış "Müslümanların" niteliği vurgulanmaz ya da hiç bahsedilmez. Bu "Müslüman" burjuvazinin ezici çoğunluğu Sabetaycılardır. İttihat ve Terakki’nin asli unsuru bir Müslüman-Burjuvazi yaratmaktır. Başta Rumlar olmak üzere Levantenlerin ve Ermenilerin birikimleri de bu yeni sınıfa kanla aktarılmıştır. Mevcut Sabetaycı burjuvazi "Müslüman" görüntülüdür ve bu açıdan bir sorun yoktur ve zaten İttihat Terakki, etnik/dini unusr olarak bir Sabetaycı hareketidir ve ırkdaşlarına/dindaşlarına "gavurun" elindekileri aktarmıştır. Aynı durum, Cumhuriyet için de geçerlidir. Cumhuriyet’in İslamiyet karşıtı, pozitivist, Batılı "örnek" vatandaşlarının ezici çoğunluğu Sabetaycılardır ve "gavurun" yerine yaratılmak istenen burjuvazi de ezici çoğunlukla Sabetaycılardan oluşmuştur. Bu hem, ideolojik ve siyasal bir çakışmadan doğar hem de İttihat ve Terakki gibi Cumhuriyet’i kuran kadroların bizzat Sabetaycı olmalarından. Hem bir ideolojik, siyasi tavırdır hem de en az bunlar kadar bir dinin, Sabetaycı dinine mensup olanların kayırılmasıyla, suistimalle, yolsuzlukla olmuştur.

Ancak, Bonapartizm, büyük burjuvazi adına iktidarı tutsa da, onların sınıfsal çıkarlarını temsil etse de, iktidarın gücünü doğrudan büyük burjuvazinin kadrolarına devretmek istemez. Bu rejimin tanımladığımız niteliği dolayısıyla sadece ezici çoğunlukla bir dinden (Sabetaycı) olanlardan yeni bir burjuvazi yaratmak ve var olanı daha da palazlandırmakla olmaz. Asker-Sivil Bürokrasi ve aydın ittifakı dediğimiz Bonapartizmin bizzat bu kadrolarının da Sabetaycılardan oluşmasıyla, büyük burjuvazinin çıkarlarını bizzat soydaşlarının korumasıyla olmuştur. Asker-Svil Bürokrasi ve rejimin ideologluğunu yapacak teorik gıdasını sağlayacak kadroların da Sabetaycı olması elbette, sadece bu dinin mensuplarının kayırılması sonucu değildir. Evet inanılmaz derecede kayırılmışlardır ama sadece kayırma, haksızlık bu durumu tam açıklamaz. Pozitivizmi amentü yapmış, İslamiyet’ten düşmanlık derecesinden uzak olmak, memur-aydın olabilecek kadar mürekkep yalamış olmak ve böylesine bir kadroyu da Müslümanların içinden bulmak çok zordur. Türkleri İslamiyet’ten uzaklaştırabilir miyiz diye yapılan gizli bir toplantıya katılabilecek Müslüman bulmak kolay olmasa gerek.
Yeni bir rejim, yeni bir millet, laiklik adı altında yeni bir din ve bütün bunları sağlayacak olan gerek burjuvazi gerekse de asker-sivil bürokrasi ve aydın kadrosu ancak Sabetaycılardan olabilirdi ve öyle de olmuştur.

Sabetaycılık, oligarşi dediğimiz muğlak kavramın kabuğu soyulmuş vaziyetteki halidir.

Burjuvazi zaman zaman bu Bonapartist iktidarla sorunlar yaşıyor ve iktidar üzerindeki dengeler zaman zaman değişebiliyor. Cumhuriyeti kuran bu Bonapartist yapıya karşı burjuvazi palazlandığı zaman iktidarını -tam olarak hakim olamayabildiği- bu yönetici sınıftan almak ister.

Türkiye’de iktidara ortak olmak isteyen büyük toprak ağası, ticaret erbabı ve kısmen palazlanmaya çalışan cılız sanayi burjuvazisi 50’li yıllarda atak yapmış ve kısmen yönetici sınıfla bu iktidarı paylaşmıştır. Adnan Menderes, bir toprak ağası olarak, yönetici bürokrat İnönü’nün yerine, bizzat bu sınıfın (kendi sınıfının )temsilcisiydi. İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni düzenle, İnönü’ye oranla, kapitalizme eklemlenmede daha iyi bir isim olduğu için, uluslararası odaklarca da desteklenmiştir. Menderes’in bu anlamda bir benzeri de Özal’dır. Milli pazar içinde burjuvazinin mal satışını sağlamanın birinci yolu, malı, pazara ulaştırmaktır ve Menderes ve Özal dönemleri bu anlamda, ulaşımda, iletişimde altın çağdır.
(Menderes’in çapsızlığı, rezillikleri ile başarısızlığının sonucu olarak son yıllarda ABD ile bozulan ilişkileri, SSCB ile dirsek teması, iç dinamiklerle birleşince sonunu hazırladı.)

Bugün, Kemal Derviş eliyle aşağı yukarı-elbette tarih tekerrür etmeyeceği için- benzer bir kapitalizme entegrasyon planı uygulanıyor. Büyük burjuvazi, iktidarı bizzat Bonapartizmden devralmak istiyor. Sabetaycı elitlerin istisnalar dışında ABD yandaşı olmaları, böylesine baskın bir eğilim içine girmesi çok çarpıcıdır.

İttihat Terakki’yle başlayan, Cumhuriyet’le süren yeni bir devlet, sistem bizzat Sabetaycı kadrolar tarafından kurulmuştu; şimdi bir başka cumhuriyet yine Sabetaycılar tarafından kurulmak isteniyor. Asker-Sivil Bürokrasi içinde Sabetaycı ağırlığı geçmişe göre daha az zaten. Memuriyetin çekiciliğini yitirmesiyle, geçmişin Sabetaycı üst düzey bürokratların çocukları bugün ağırlıkla memur değiller. TRT, THY, Telekom, Merkez Bankası, Hazine, Borsa, Yargı, YÖK vb çekici, etkili kuruluşların dışında diğer kuruluşları elde tutmak çok da önemli değil artık. Geçmişin DSİ, Karayolları, gibi kilit kuruluşları, imar hamlesi eskisine göre yavaşlamış bir ülkede eskisi kadar önemli değil.

Silahlı Kuvvetleri savunan Yalçın Küçük, Perinçek gibi isimlerin Sabetaycılığa itirazları bu noktadan başlıyor. Yoksa Sabetaycıların çok büyük bir rant yediklerini, büyük bir haksızlıkla pek çok noktaya geldiklerini söyleyen Yalçın Küçük, bu işin "banisinin" Sabetaycı olduğunu bal gibi biliyor ama işine gelmiyor…
GÖKYÜZÜ
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
MODERN MEZAR TAŞLARI - AÇILIMLAR

12 Mart’ın Adalet Bakanı İsmail Hakkı Arar diye birisi. Bu tipleri nerden bulurlar diye düşünürüm hep. Merak işte, ben de bu üç ayrı bakanlık yapmış, 12 Eylül’de de meclis üyesi seçilmiş bu muhterem zatın kim olduğuna bakarken baktım ki, yollar yine kesişmiş gerçekten. Bu zat yine açık faşizm dönmelerinde milli eğitim bakanlığı da yapmış ve kendi yazdığı okul ansiklopesidini de elbette bütün okullara aldırmış.

"İsmail Hakkı Arar, Mustafa Kemal’in hekiminin, ölüm raporunu imzalayanlardan birinin oğlu oluyor. Dedesinin ismi Mehmet Ali Ayni. Babaannesi Feride Hanım. Babaannesinin babası ünlü Giritli Sırrı Paşa. Giritli Sırrı Paşa’nın diğer çocuğu ünlü mimar Vedat Tek. Vedat Tek’in karısı Firdevs Dino. Giritli Sırrı Paşa’nın kardeşi Mustafa Nuri Bey, yani Rasih Nuri İleri’nin dedesi". Kısacası N. Hikmet’ten, Aybar’a, Umur Talu’ya daha pek çok ismini saydığımız ailenin ferdi. Mehmet Ali Ayni’nin kardeşi ise ismi Prof. Dr Hasan Tahsin Ayni. Bu kişinin kızı Emine Nesrin Garan, eşi Prof. Dr. Reşat Garan.
Osmanli Devletindeki hizli cöküsü önlemek icin ciddi bir reform hamlesi yapmak amaciyle Abdulmecid'in tahta cikisindan dört ay sonra 3 Kasim 1839'da aydin ve ileri görüslü devlet adami Mustafa Resit Pasa tarafindan okunan Gulhane Hatti Humayunu (Tanzimat Fermani)bu zorunlulugun ortaya koyduğu eser olmustur. Turklerin İlk Haklar Beyannamesi olarak nitelendirilen bu belgenin Osmanli Devletinde insan haklarinin taninmasi yolunda ilk onemli adim sayilmasi bakimindan kisilere sağladigi haklar ve yenilikler nelerdir?
Kisi haklarinin tertip ve sistem icerisinde maddeler halinde siralayan bir liste yoktur.

Tanzimat Fermani hukuki sekil ve karakter yonunden bir Berat bir Chart niteligindedir.

Boylesine onemli bir gelismeyi tarihe sunmak Mustafa Resit Pasa ya nasip olmus.Yukaridaki gorusler bir panel den alinma yalnizca sunu belirteyim ki ortada tarihin masonik yorumu var bunu ilerde inceleyip basli basina bir konu olarak ele alacağım.
Mustafa Resit Pasa Londra da mason olan ilk Osmanli Masonlarindan ve modern mezar taşımız ilk belirleyicisi.
Ahmet Salih korur ise Basbakan Adnan Menderes in sag kolu hariciyeci ve istihbarat gorevlisi, Muvaffak Akman in Hacettepe anilarinda İhsan Dogramaci'dan Hacettepe prensiplerini bozan bir doktorla ilgili bir ricada bulunuyor. Gerci Dogramacinin bu kisiyi bir ay sonra Hacettepe'den uzaklastirdigini bu kardes (birader) ricasini kismen de olsa yerine getirerek bir ay göz yumdugunu anliyoruz. M. Akman in anilarinda Dogramacinin iyi duzeyde İbranice de bildigini ogreniyoruz. Ahmet Salih Korur un ayrica mason oldugunu da belirtelim.
M.Vedat Urul un nerelerde gorev yaptigini zaten ölüm ilanindan okursunuz.
Bengü Hanimla mudavimi sayildigi (Star Life dergisinden buldum) Deniz Ticaret Odasindaki Sardunya restourantta yemek yerken belki diger mudavimlere de rastliyorlardi. Onlar kimler mi; Gönensin, Mustafa Oguz, Banu Birkan, Cigdem Simavi, Rutkay Aziz, Berna Toker, Murathan Mungan, Lale-Guliz Hasmin, Mustafa Sadikoglu, Esref Cerrahoglu, Emin Bengisu, Rauf Tamer, Müge-Ali Titiz. Hos bir yer deniz kenarinda tarihi SALİ PAZARİ rihtiminda Sabetay SEVİ de yakalandiginda oraya getirilmisti, sanirim aman bende cok kuskucuyum.
Neyse bu iki köklü ailenin endogomik evlilik yapan bireyleri oldugunu görüyoruz. İsimbilim acisindan da genc kusaklara gelenegin devami secimlerde bulunulmus. Zaten onlarda simdiden ufak tefek roller almaya baslamislar bile Aslan Galatasaraycilar’da Emre Baskan olmus. Maalesef Hisar Vakfi ile ilgili bilgi bulamadim ama yukarida anlattigim bütün bilgileri internetteki mason, MIT ve gazete sitelerinde bulabilirsiniz.

Savaş Dost ++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Kafatasçı, Antisemitist Sabetaycılar ve Türk Milliyetçiliği

Türk ırkçlığının ve kafatasçılığının en önemli isimlerinden birisi Nihal Atsız’dır. Nihal Atsız, Türkeş’le birlikte yargılandığı ünlü ırkçılık davasından sonra Sabetaycıların Yakubi koluna mensup Boğaziçi Lisesi’ne öğretmen olarak alınmıştır.

Bir diğer ırkçı ve kafatasçı olan 
Cevat Rifat Atilhan, Trakya Olayları öncesi İstanbul Üniversitesi önünde gençlere gamalı haç dağıtan kişi bir emekli albaydır ve Nazi hayranıdır. (Bkz. Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, İletişim yayınları 2001)
Cevat Rifat Atilhan, Şair Oktay Rifat’in amcasıdır. Oktay Rifat’in baba dedesi yani Cevat Rifat Atilhan’nın da babası Macar Ali Rifat Bey. Macar diyorlar çünkü adam, 1848’den sonra Osmanlıya sığınan bir Macar Sabetaycı. Bektaşi oluyor ve ilk operalardan birisi olan Bülbül’ün de bestecisi. (Sabetaycı inanışa göre Mesih bülbül seslerinin ötüşüyle gelecektir) Bu geniş sülalede şairlik, ressamlık ve müzisyenlik ortak payda zaten. Çocukları da müzisyen yani Oktay Rifat’in babasi Samih Rifat, kahramanlık şarkıları besteliyor (torunla ayni isime sahipler) ve amcası Ali Rifat (sonradan Çağatay soyadını almış) da bugün söylenmeyen ama ilk kabul edilen İstiklal Marşı’nın da bestecisi.

Oktay Rifat’in dayısı Ali Fuat Cebesoy, teyze çocukları da Nazım Hikmet ve M. A. Aybar Cumhuriyet’in yolsuzluktan düşürülen ilk bakanı da Ali Fuat Cebesoy’un babası, zamanın Bayındırlık Bakanı, İsmail Fazıl Paşa. Hayat bu, yarım kalan Bayındırlık Bakanlığı işine daha sonra da; İsmet İnönü zamanında oğlu Ali Fuat gelir. Ali Fuat, Mustafa Kemal gibi, İttihat ve Terakki içinde Cemal Paşa yanlısıdır, yani Enver’e karşı olan gruptan. Mustafa Kemal ile Harbiye’den sınıf arkadaşı.

Mason ve Sabetaycı 
Nuri Demirağ, MKP’yi kurarken sağ kolu da Cevat Rifat Atilhan’dır. Sol cenah bu ismi pek bilmez ama sağcılar arasında çok iyi tanınır ve saygı görür. Atilhan’ın büyük özelliği Masonlar aleyhine yazdığı kitaplardır.

Cevat Rifat Atilhan, Yeşilçam’da en çok senaryo yazan adam, şapkasını hiç çıkarmayan adam Bülent Oran’ın babasıdır. (İkinci Bahar filminde T. Şoray’ın babası rolündeydi). Amerikan Kolejli olup sonradan tarikate girdiği için pek sevilen Yazar Ayşe Şasa’nın da kayınpederidir. Ayşe Hanım, Bülent Oran’la evli. Atilhan soyadı da Macarların Türk olduğu safsatasından dolayı Atilla’dan geliyor.

Türk Milliyetçiliği’nin (pek çok milliyetçiliğin de "kaderi" gereği) aslen Türk olmayanlar, fena halde Türk Milliyetçisi olmuşlar. E, millet, milliyetçilerin uydurması bir kavram. Türkiye özeline indirgediğimiz zaman, bütün ilk milliyetçiler (milliyetçiliğin ötesinde ırkçılar) gerek pratikte gerekse teoride Sabetaycılardır. Yani ilk ırkçıların, kaftasçıların, milliyetçilerin Sabetaycılardan çıkması elbette tesadüf değildir.Ülkesi olmayan, ama çok uzun yıllardır Osmanlıyı yöneten Sabetaycılar, ulus-devlet aşamasında da öne geçmiş ve kendilerine gereken bir millet ve devlet yaratmışlardır ve bu ulus-devletin batıya dönük yüzünün ve ırkçlığının tek dil-tek millet şiarının da bayraktarlığını yapmışlar. Bunu yaparken de, yok edilen Ermeni ve Rum Burjuvazinin servetlerini ve rollerini de almışlardır. Milliyetçiliğin doğal gelişimi olan ulus-devlet sürecinde burjuvazinin de mal satabilmesi için bir milli pazara ihtiyacı vardı ve bu milli pazar ancak bir ulus-devletle gerçekleşebilirdi ve öyle de olmuştur.

Ermeni Kırımı tabusu ile Sabetaycılık arasında çok yakın bağlar var ve İttihat ve Terakki’den, Cumhuriyet’e bu katliamın sorumluları da ezici çoğunlukla Sabetaycılardır. Milli Mücadelenin subay ve eşraftan kadroları da Sabetaycılardan oluşmuştur. Babıali’nin Tercüme Odası’ndan Rum ve Ermenilerin çıkarılmasıyla, o dönemde dil bilen tek "müslüman" grup olan Sabetaycılar aynı zamanda ilk aydınları da oluşturmuştur ve Türk Milliyetçiliği bir aydın hareketidir.
====================================================================================

İSLAM DEMOKRAT PARTİSİ

ANKETE KATIL

Mehr Infos hier...

 

-1951, İstanbul
-Kurucu ve Yöneticiler: Cevat Rıfat Atilhan, Zühtü Bilimer, Kerim İnan, Hakkı Sadık Azarlı, Hamit Tekinsoy, Nuri Çallı, Feridun Okyanus, İ.Galip Hamikoğlu, Hacı Nuri Erdoğdu, Naci Yeter, mehmet Reşat Düşünür, Ahmet İlkol, Neşet Aslın, Şevket Üzümcü, Mahmut Düşünür.  (
http://gulunesi.8k.com/bilinesi/partiler_2.html)

Bir Sabetaycı, İslamcı parti kurar mı, işte kuruyor. Cevat Rifat Atilhan daha önce de, ilk faşist parti olan Milli Kalkınma Partisi (MKP)'ni Melike Demirağ'ın dedesinin kardeşi Nuri Demirağ ile kuran kişi. Masonluk aleyhine kitapları olan, her gün masonluğa ve Yahudiliğe küfreden kişi de Cevat Rifat Atilhan'dır. Masonluk aleyhine yazdığı bir kitap da bende var. Nuri Demirağ'ın da mason olduğu bütün kaynaklarda yazıyor.
Memlekete, antisemitizim gerekliysa onu da Yahudiler yapıyor. Durum bu.

Cevat Rifat Atilhan, İstanbul Üniversitesi önünde gençlere gamalı haç dağıtan kişi bir emekli albaydır ve Nazi hayranıdır. (Bkz. Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, İletişim yayınları 2001)
Cevat Rifat Atilhan, Şair Oktay Rifat’in amcasıdır. Cevat Rifat Atilhan'ın babası Macar Ali Rifat Bey, ilk operalardan birisi olan Bülbül’ün de bestecisi. (Sabetaycı inanışa göre Mesih bülbül seslerinin ötüşüyle gelecektir) Cevat Rifat Atilhan'ın kardeşi Ali Rifat (sonradan Çağatay soyadını almış) da bugün söylenmeyen ama ilk kabul edilen İstiklal Marşı’nın da bestecisidir.
Cevat Rifat Atilhan, senarist Bülent Oran'ın babasıdır. Bülen Oran'ın eşi Ayşe Şasa da, İslami çevrelerde, ağır ve uzun bir şizofreni sonrası İslamı seçtiği için, el üstünde tutulan bir kişi. Peki bütün bunlardan yani, Sabetaycılık, masonluk bağlarından bahseden var mı, yok...

Bugün Yapı Kredi Yayınları'nda Enis Batur'un sağ kolu olarak çalışan Samih Rifat, Oktay Rifat'ın oğlu.
Mesele, göründüğünden çok daha karmaşıktır...

Gökyüzü
==================================================================================== Tarih-i Selaniki

Yaklaşık yedi-sekiz ay önce yazdığımız bir yazıda, Benim Adım Kırmızı’nın kahramanlarından bahsetmiştik ve o zaman kitapta geçen dul kadının Orhan Pamuk’un annesi ve çocuklarının da (kitapta isimleri Şevket ve Orhan’dır) Orhan Pamuk ve ağabeyi Şevket Pamuk olduğunu söylemiştik. O zaman kitapta sıkça geçen Ester’e de değinmiştik. Ester Kira’dır bu kadının ismi ve o zaman için fırtınalar yaratan olayların kahramanıdır. (Müthiş bir zorlu dönemdir ve açlık, kıtlık geçim sıkıntısı had safhadadır.)
Bunu Orhan Pamuk da, Yalçın Küçük de herkes gibi Tarihçi Mustafa Selaniki’nin yazdığı, Tarih-i Selaniki’den biliyorlar. Pamuk’un kitabında anlattığı dönem Sultan III. Mehmed Dönemi ve o dönemde bir de ortaya Mehdi iddiasında bulunan birisi çıkar ve epey taraftar toplar, sonra idam edilir. Tarih-i Selaniki’nin 1989 basımını bulmak ve okumak mümkün. Ayrıca Necdet Sakaoğlu’nun "Bu Mülkün Sultanları" isimli ilk basımı 1999'da yapılan kitabında da yine zikredilen eserden alınan bilgilerle o dönem ve Ester Kira’dan kısaca bahsedilmektedir. 
gokyuzu@hotmail.com llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll SELÂNİK, BALKANLARIN KUDÜS'Ü

ROMA, 09/09(BYE)--- Tirajı günde 515 bin olan Il Sole 24 Ore gazetesinin 08 Eylül 2002 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında ve Alberto Negri imzasıyla yayımlanan, Selanik çıkışlı makalenin ülkemize ilişkin bölümünün çevirisi şöyledir:

Afrika'nın kapısı Tanca, Doğu'nun kapısı İstanbul ise, bugünkü nüfusu bir milyon olan Yunanistan'ın ikinci büyük şehri Selanik de Balkanlar'ın Kudüs'üdür. 16. yüzyıldan Birinci Dünya Savaşı'na kadar, nüfusun çoğunluğunu Yahudilerin oluşturduğu zamanlar gerçekten de böyle olmuştur. Burada, Venedik ve İstanbul'da olduğu gibi Yahudi mahalleleri yoktu; Rumların, Türklerin ve Yahudilerin mahalleleri yan yana idi.

1430'dan itibaren Osmanlıların eline geçen ve İmparatorluğun ikinci limanını oluşturan kozmopolit şehir Selanik, Yahudi cemaatının kurallarıyla yönetiliyordu. Liman cumartesi günleri kapatılıyordu. Gerek Müslümanlar gerekse Hristiyanlar Yahudilerin bayram takvimini izliyordu: Yunanlıların egemenliği altına girdiği tarihten 10 yıl sonra pazar gününün resmi tatil günü yapıldığı tarihe, yani 1923 yılana kadar bu böyle devam etti.

İstanbul sultanları için, gerek Hristiyanlar gerekse Yahudiler "zimmi" idi, yani alt sınıftan insanlardı. Ancak, Türk imparatorları, o çağlardaki Batılı prenslerin yabancı olduğu dinsel hoşgörüyü bu insanlara gösterdi. Granada'nın düşürülmesinden sonra, İsabella di Castiglia ve Ferdinando d'Aragona'nun 31 Mart 1492'deki Alhambra fermanıyla Yahudileri ve Müslümanları kovduğu zamanlar, Osmanlı İmparatorluğu, Sefarad'dan (İspanya'ya verdikleri ad) gelen on binlerce Yahudiye kapılarını açtı. Osmanlı sultanları Sefaradlıların Selanik, İstanbul, İskenderiye ve Beyrut'a gelmesinin yararlı olacağını tahmin ettiler.

1600'lü yıllarda tam bir ticari gelişmenin yaşandığı Selanik'te nüfusun yüzde 68'ini Yahudiler oluşturuyordu. Yahudiler geriye kalan tek miraslarını, yani dillerini de buraya taşıdılar. İbranice ve İspanyolca karışımı olan bu dil, daha sonra Müslümanlar ve Hristiyanların da ortak dili haline dönüştü. Yüzyıl önce burada doğan büyük Türk şairi Nazım Hikmet'in annesi Ayşe, Baudelaire ve Lamartine'nin dizelerini öğretiyordu: Osmanlı İmparatorluğu'nun işini bitirecek olan kalem ve kılıç, o zamanlar askeri okulda parlak bir subay olan Mustafa Kemal'i burada yetiştirdi.

Burada vaaz veren Sabetay Sevi'nin 1657 yılında "Mesih" olduğunu iddia etmesinden sonra ayaklanma olasılığından tedirgin olan Osmanlı, İslam dinini seçmesi koşuluyla onun ve arkadaşlarının hayatını bağışlayacağına söz verdi. "Taraf değiştiren" anlamına gelen "dönme"lik bu şekilde ortaya çıktı.

Şehrin Türk nüfusunun yarısını oluşturan bu kişiler modern okullar açtılar. Sultan Abdulhamid'e karşı, 1908 yılında Jön Türklere katılacak olan ve modern Türkiye'nin atası sayılan, Müslüman dünyasının en büyük devrimini yapan Atatürk bu okulardan birine gitti. Kasım ayında yapılacak seçimlerde fundamentalistlerin zaferini engellemek amacıyla "Yeni Türkiye" adlı laik partiyi kuran eski Dışişeri Bakanı İsmail Cem de Selanikli "dönme" ailelerden birinden geliyor.

Atina için Küçük Asya'nın felaketi olan 1922'deki mübadele esnasında bir milyon kişi evlerini bırakarak Türkiye'ye gitti. Türkiye'den de insanlar Yunanistan'a göç etti. Bu, Selanik'in de demografik oluşumunu bozan ve Avrupa tarihinin o güne kadar yaşanan en büyük etnik temizliği oldu.

Selanik'in Tarihi Nüfus Yapısı:

- Türk egemenliğinin sonu (1912): Nüfus: 157.000. Yahudi nüfusu: Yüzde 39.
- Mübadele (1922): Nüfus: 175.000. Yahudi nüfusu: Yüzde 30.
- Alman işgali (1941-44): Nüfus: 254.000. Yahudi nüfusu: Yüzde 20 (Yahudi kültürünün yüzde 6'sı yok edilmiş).
- Büyük Selanik (2000): Nüfus: 1 milyon. Yunanlar: Yüzde 96.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sanat, Şov ve Medya Ünlüsü Bazı Sabetaycılar

Tarkan, Bülent Ersoy, Zeki Müren, Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Filiz Ali Lazlo, Fazıl Say, Orhan Pamuk, Zeki Alasya, Haldun Dormen, Mehveş Emeç, Sevgi Soysal, Bülent Fenmen, Duygu Aykal, Aziz Üstel, Mükerrem Berk, Levent Kırca, Oya Başar, Mehmet Ali Erbil, Celal Sahir Erozan, Nermin Bezmen, Rutkay Aziz, Doğa Rutkay, Mustafa Alabora, Derya Alabora, Mehmet Ali Alabora, Ayşe Kulin, Füreyya Koral, Aliye Berger, Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat, Yusuf Atılhan, Orhan Gencebay, Muazzez Tahsin Berkant, Peride Celal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halit Ziya Uşaklıgil, Halit Refiğ, Müjde Ar, Mehtap Ar, Samim Değer, Yasemin Kozanoğlu, Ayten Alpman, Yıldırım Gencer, Ayşe Gencer, Bora Gencer, Melih Kibar, Şinasi, Attila İlhan, Çolpan İlhan, Kerem Alışık, Çiğdem Talu, Ajda Pekkan, Semiramis Pekkan, Yesari Asım Arsoy, Sibel Egemen, Şerif İçli, Selahattin Pınar, Ali Rıfat Çağatay, Faiz Kapancı, Mısırlı İbrahim, Selanikli Ahmet Efendi, Tülay German, Erdem Buri, Refik Talat Halman, Şekip Memduh, Barış Manço, Rakım Elkutlu, Hüseyin Saadettin Arel, Leyla Saz, Osman Nihat Akın, Mahmud Celalettin Paşa, Mehmet Fehmi Tokay, Emin Ongan, Cenk Eren, İdil Biret, Mükerrem Berk, Suna Kan, Aysel Gürel, Gönül Yazar, Melike Demirağ, Şanar Yurdatapan, Tuğrul Dağcı, Zeliha Berksoy, Semiha Berksoy, Ömür Göksel, Uğur Akdora, Bülent Ortaçgil, Engin Noyan, Eser Noyan, Leyla Gencer, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Arif Mardin, Ahmet Ertegün, Oya Küçümen, Cem Mansur, Sertap Erener, Levent Yüksel, Pakize Suda, Işıl Yücesoy, Gürer Aykal, Mithat Fenmen, Bülent Tarcan, Muzaffer İlkar, Alpay, Rüçhan Çamay, Kenan Kalav, Yıldız Sertel, Özlem Savaş, Okan Karacan, Ömer Karacan, Erkan Özerman, Cemil İpekçi, Metin Bükey, Abdülhak Hamit Tarhan, Metin Erksan, Turgut Demirağ, Altan Erbulak, Cem Davran, Hande Ataizi, Okan Bayülgen, Metin Serezli, Nevra Serezli, Nisa Serezli, Selin Dilmen, Mustafa Denizli, Murat Özaydınlı, Cüneyt Tanman, Ali Uras, Aziz Basmacı, Günseli Başar, Meltem Hakarar, Neşe Erberk, Selin Toktay, Perran Kutman, Hüseyin Kutman, Oktay Rifat, Samih Rifat, Asuman Tuğberk, Muhip Arcıman, Behzat Butak, Refik Kemal Arduman, Reşat Nuri Güntekin, Munis Faik Ozansoy, Enis Fosforoğlu, Renan Fosforoğlu, Mete İnselel, Şemsi İnkaya, Turgut Boralı, Ayten Gökçer, Deniz Gökçer, Cüneyt Gökçer, Hüseyin Baradan, Yasemin Baradan, Ümran Baradan, Hulusi Kentmen, Can Gürzap, Arsen Gürzap, Çetin Tekindor, Saltuk Kaplangı, Erman Kunter, Mustafa Altıoklar, Meral Orhonsay, Zihni Küçümen, Talat Artemel, Ülkü Kuranel, Tuncel Kurtiz, Köksal Engür, Yasemin Kumral, Ahmet Say (Buradaki bazı isimleri okuyunca insanın “Bu kadari da olmaz” diyesi geliyor, ama araştırmak lâzım. WM.)

GÖKYÜZÜ llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll

Dolma Akıl, Koyma Akıl

Sayfa içinde kelime ara

 

 

Dolma Akil Koyma Akil, Haldun Taner'in bir kitabinin adi ve durumu anlatiyor. Simdi liste verilmis bu listenin bir kismi dogrudur ve zaten ben de yazdim. Büyük harfle baslik atinca hakli olunmuyor tabii ki. Sabetayci ile Yahudi arasindaki farki bilmeyeceksin hatta Sabetayci demek Türkiye Yahudisi demek diyeceksin, sonra da bu konuda ahkam keseceksin. Her yanlisi düzeltmek zor. Zirvalara ise cevap vermek vakit kaybi. 19. yüzyil Selanik'i, Ittihat Terakki, Mason Localari, Selanik Burjuvazisi hakkinda üsenmezsem yazarim, konu çok boyutlu. Orhan Pamuk, Yeni Hayat'ta "Felsefenin Temel Ilkeleri"ni bir gecede okuyup, solcu olanlarla güzel alay eder.
Karatas Yahudi semti, o zaman Karatas Lisesi de mutlaka Yahudilerindir! Listenin "önemli" isimlerinden Sezen Aksu'yu yazdik. Simdi de Karatas Lisesi'ni yazalim.

Karatas Lisesi'nin eski adi Karatas Ortaokulu'dur ve 1972-1973 ögretim yilinda lisesi faaliyete geçmitir. Bu okulun ilk binasi Ermeni Balyazoglu tarafindan 1887'de yapilmistir. Bu okul devlet lisesi oldugu için sahibi de yoktur. Bu ortaokul ve lisede de, sadece yahudiler degil, Izmir 'in güneyinde kalan semtelerde oturan herkes okur.

Karatas yoksul Yahudilerin oturdugu bir semttir. Artik çok azinlikta kalmislardir. Halen, Asansör'e giderken cadde üzerinde bir sinagog faal durumdadir. Asansör'ün bulundugu (alt tarafi) sokagin adi da, o sokakta yasamis olan Dario Moreno sokagidir. I. Zorlu bilmiyor, ama iyi uyduruyor.

17. yüzyilin sonunda Sabetayci Baruhia Ruso, Osman Baba adini almis ve Sevi'nin ruhunu tasidigini iddia etmistir. Buna inanlara ise Karakaslar (Konyozos) tarikati denir. Karakaslar, Sabetaycilar içinde digerlerinden kopmus ayri bir tarikattir.

Talat, 33. derceden masondur bu daha fazla bilinir, daha az bilineni ise Talat'in Bektasi olmasidir. Bektasilikle, Masonluk, Yahudilik arasinda ilginç baglar, ittifaklar var.

Aklima gelen bir diger seyi de yazayim. Seyh Bedrettin'in sag kolu olan ve Torlak Kemal olarak taninan kisinin gerçek adi Samuel'dir ve Manisali bir Yahudidir.

Gariban Sabetaycilar meshur degil tabii ki onlari kim sayacak listeye alacak. Dinç Bilgin gibi alçaklari savunuyoruz yalanlarini uyduran irkçilarin palavralari bitmez. Sabetayci Burjuvazi ile Ittihat Terakki vs arasindaki bagi inkar eden yok ki. Bunlarin burjuvalarinin etkilerini de inkar eden yok. Ama, bu durum, yazdigim gibi çogunlugunu garibanlarin olusturdugu Sabetaycilara top yekün düsman olmak ve hele ki kökenleri itibariyla buram buram antisemitizm kokan irkçilik gerçekten igrenç. Kan gruplarina kadar geldiler. Bütün Sabetaycilar, Yahudi kökenli olanlar tek tek saptanmali diyor adam. Sonra da yakarlar mi ne bileyim? Yapmayacaklari sey yok gerçekten. Simdi ben de bu memleketin gerçek sahiplerinin aklima gelenlerini yazayim. Paranin dini imani olmaz. Hangi etnik, dinsel kökenden lursa olsun bütün sermayedarler halk düsmanidir. Sermaye usaklari ise meselenin sinifsal özünü saptirmak ve efendilerine hizmet etmek için dezenformasyonu da asip irkçilik yapmaktadirlar.

"Soylu" Halk Düşmanları ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Kayserili Sabancı, Hacı Bektaş soyundan gelen Koç, Niğdeli Ayhan Şahenk (Doğuş Holding, Garanti Ban.vs), Bitlisli İsmet İnönü, Ö. Soysal'in hemşerisi Aydın Doğan, Rizeli Mesut, Kayserili Anadolu Holding, Çeçen Asıllı Kilisli Doğan Güreş, Kürt Eşref Bitlis, Kürt Selahattin Beyazıt, Vanlı Yalım Erez, Vanlı Ferit Melen, Erzurumlu Alevi Polat Holding, Ankaralı Ercan (M.A.N), Adanalı Has, Tarsuslu Karamehmetler (Yapı Kredi, Pamukbank, Turkcell), Tarsuslu Eliyeşiller
Rusyalı Menger (Mercedes), Ferman Kimya, Kürt Parlamento Başkanı Yalak Yaşar, Liceli Halis Toprak, Kürt Ağa Ceylan, Kıbrıslı Sezai Türkeş (STFA), Sivaslı Nurettin Koçak (Kutlutaş), Kutahya Asıllı Eskişehirli Zeytinoğlu Holding (ESBANK, Eston vs), Karadenizli Ulusoylar, Karadenizli M. A. Yılmaz, Buldanlı Akın Holding, Süryani Transtürk Holding, Adanalı Sapmazlar. 
(Kimseyi, kimsenin düşmanı göstermek gibi bir niyetimiz yok. Yazıyı aynen aldık.WM)

Gökyüzü lllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll

BUNLARI TANIMAK İÇİN RESİMLERE TIKLAYINIZ

Bu linklere bağlı sayfalardaki yazılar “Gökyüzü”ne ait olup Mavera’dan alınmıştır.

Emre KONGAR

Bülent ECZACIBAŞI

Tarkan TEVETOĞLU

Şarık TARA

Mete HAS

Ömer DİNÇKÖK

Berrin NADİ

Rahmi KOÇ


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...