10 Mart 2018

Osman Nuri SEMERCİLER


  Osman Nuri SEMERCİLER


Lütfi Filiz'in ilk mürşidi Osman Nuri Semerci hakkında bilgileri, yine Lütfi Filiz'den öğreniyoruz. Lütfi Filiz'in anlattıklarına göre Osman Dede, bir Bektaşi'nin oğludur. Doğal olarak da Osman Efendi on sekiz yaşına geldiğinde Bektaşi olur ama bu yolda bazı sorularına cevap bulamaz.
Osman Dede askerliğini yaptığı esnada bir ara o zamanlar Osmanlı sınırları içinde olan Usturumca'da bulunur. O dönemde kafasında sorular vardır. Bu sorulara cevap verecek birisini aramaktadır. Kahvede oturduğu esnada kulağı kenar masaya komşu olur ve konuşulanları dinlemeye başlar. Burada konuşulanlar babasına sorup da alamadığı cevaplardır. Hemen yanlarına yaklaşır ve onlara devamını sorunca, "Bekle biraz sonra efendi gelecek" derler. Az sonra binbaşı rütbesinde bir asker olan Efendi gelir. Melami canlarından olan bu zat sohbete devam eder. Usturumca'da ikamet etmekte olan bu efendi sayesinde kafasındaki tüm sorular kaybolur. Bu beraberlik pek uzun sürmez. Bağlı bulunduğu birlik Selanik'e gönderilince Osman Efendi çok üzülür. Efendisi, onu "Her taraf Allah'ın" diyerek Selanik'te yine binbaşı rütbesinde bir asker olan başka bir efendiye gönderir. Osman efendi daha sonra birliğiyle birlikte Türkiye'ye gelir.
Bu arada merâtibi tamamlayamamıştır. İzmir'de Salepçioğlu mescidinde Sıtkı Efendi adında bir mürşidden son dersini alarak merâtibini tamamlar. Burada iken aldığı ilâhî bir işaretle de Mısır'a gitmek üzere yola çıkar.
İzmir limanından Mısır'a gidecek olan bir gemiyle Kahire'ye ulaşır. O sıralar Arap aleminde Türk düşmanlığı başlamıştır. Bu düşmanlıktan zarar görmek istemeyen Osman Efendi hemen asker elbiselerini çıkarır ve sırtına yerel Arab kıyafetleri giyer. Geçimini ufak tefek şeyler satarak sağlar.
Osman Dede,bu arada Kahire'de bulunan tekkeleri dolaşmaya başlar. Önce bir Bektaşi tekkesi olan Marevî Tekkesinde kalır. Bir müddet de bir Halvetî tekkesinde kalır. Tekkenin şeyhi de kendisi gibi celalli olduğu için pek anlaşamaz ve oradan da ayrılır. Daha sonra Ateşbaz -ı Veli Mevlevî dergahına gider. Burada bin bir gün süren çileden sonra dede olur.
Osman Dede, Kahire'de daha fazla Türkiye hasretine dayanamaz ve Türkiye'ye döner. Mevlevî olduğu için de Konya'ya gider ve yerleşir
Lütfi Filiz, Tire'de bulunan Mevlevî Emin Dedenin damadı sayesinde Osman Dedeyle tanışır.Arada bir Tire'ye sevdiklerini ziyarete gelen Osman Dede Lütfi Efendinin musiki ile meşgul olduğunu öğrenince ona bir kalenderi semaı yazar. Bu buluşmadan sonra yedi sene görüşemezler. Lütfü Efendi de bu sıralar boş durmamakta kitaplar okumaktadır. Abidin Paşanın Mesnevi Şerhini alır ve okur. Emin Dedenin mürşitsiz olmayacağına dair uyarılarını hiç unutmamaktadır.
Osman Dede Bir süre sonra yeniden Tire'ye gelir. Lütfi Efendi, daha önceden tanıdığı Osman Dedeye hoş geldine gider. Daha sonraki günlerde, Lütfü Efendi bir gün saatçi dükkanında çalışırken garip bir hal alır. Nereye baksa Osman Dedeyi görmektedir. Duvara bakar o, saate bakar, dışarı bakar yine. Ne yapacağını bilemez ve işi bırakır Osman Dedeyi görmek için dışarı çıkar. Kapıyı açınca bir de ne görsün. Osman Dede kapının önünde. O da Lütfü Efendiyi görmek için dükkana gelmiştir. Osman Dede Lütfü Efendiye "Akşam Hüseyin Efendinin evine gel ve emanetini al " der ve gider. O akşam Hüseyin Efendinin evine gider ve Osman Dedeye intisap eder.
Lütfü Efendi Osman Dede'ye intisab ettiğinde 34 yaşındadır. Osman Dedeye kendisinden başka dört kişi daha bağlanmıştır. Bunlardan ikisi daha sonra ayrılırlar. Üçü ise meratibi tamamlarlar. Lütfü Efendi, Osman Dede ile beş yıl süren yoğun bir öğreti sürecinden sonra O'nu 1948 senesinde Baka alemine uğurlar. . Osman Dede mezarının yapılmasını istemediği için Tire kabristanında metfun olan Dede'nin kabrinin yeri bilinmemektedir. Lütfü Efendi Osman Dedeyi 1948'de kaybettiğinde yaşı 39'dur. Beş yıllık hizmet dönemi böylece sona erer.
Şahsiyeti
Cömerttir
Sevgi; kiminde hayvan sevgisi, kiminde çiçek sevgisi, kiminde kuş sevgisi halinde kendini gösterir, ama bunlar arasında en kutsal olanı insan sevgisidir. Çünkü, insanı sevmek sevginin en üst mertebesidir ve insan sevgisi, Allah sevgisidir. İnsan kalben sevilirse; aç olan doyurulur, düşen kaldırılır, her türlü yardım ve fedakârlık yapılır ki, aranan da budur. Osman Dede soğuktan titreyen birini görmüş ve hemen eve gidip, kendi yorganını ortadan kesip, yarısını o titreyen adamcağızın üstüne atıvermişti. Bunu yaptığı zaman kendisinin başka yorganı yoktu. Ama, Allah ona her zaman verirdi. Nasıl verirdi? Sevdikleri vasıtasıyla..
Ehlullahın bazısı yokluk içinde varlık çeker , bazısı yoklukta yoklukla yaşar, bazısı varlık içinde yoklukta yaşar. Ama bunların en iyisi sonuncu gruptakilerdir. Maddi zenginlik içinde yaşayanlar; varlığın bir bağ oluşturup, gelişmeyi frenleyeceğini bildikleri için, o varlıklarını var olarak görmemiş, gittiğinde üzülmemiş, arttığında da sevinmemişlerdir..
Giyim kuşama önem vermez
Yukarda anlattığımız nedenlerle kendini bilen için her şey helaldir. Çünkü, böyle bir insan Karun hazinelerinin içine yatırılsa, mücevherlerden bir tanesine bile bakmayacaktır. Giyim, kuşama da önem vermez ve Osman Dede gibi; öyle zamanı olur ki, atlas yorganlarda yatar; yine öyle zamanı da olur ki, çul bir elbiseyle dolaşır, ama her iki durumda da; ya kendinden bir şeylerin işlenmekte olduğunu, yahut ta kâinatta işlenmekte olan bir şeyin kendine yansıdığını bilir.
Celallidir
Osman dede celalli bir insandır. Kendisinden herkes korkardı. Çünkü, bilir ve bildiklerini de alenen söylemekten çekinmezdi.
Bazı kâmillerde Hakk, adeta butûndan zuhura çıkmış gibidir. Rahmetli Osman Dede böyleydi. Bir nazarıyla karşısındakini eritebilirdi. Bu durum bir içbükey aynanın, ışığı yansıtırken bir noktada odaklayıp, o noktayı yakmasına benzetilebilir. Allah'ın tecellisine mazhar olanlar arasında da böyle içbükey ayna vasfında olanlar vardır.
Bir gün bir yerde otururlarken bir hoca gelir ve yakınlarında salatalık satan bir adamdan salatalık almak ister. Bu arada satıcıya: "Acı mı, acısı var mı" diye sormaya başlayınca, Osman Dede dayanamaz ve: "Hocam, adam içinde değil ki, ne bilsin. Alırsın, acı çıkarsa atıverirsin. Alt tarafı aldığın salatalık. Ya adamın acısı çıkarsa ne yapacaksın? Atsan atılmaz, satsan satılmaz... " deyivermişti.

 

OSMAN DEDE'DEN VECİZELER

 

Derle, topla, At çöp sepetine

Kelamın güzelliği kemal ile orantılıdır. İnsanın büyüklüğü de, gövdesinin iriliğiyle değil, sözlerinin ululuğuyla belli olur. Onun için kâmil kelamı daima güzeldir, sıcaktır, sevgi doludur ve insanı âbad eder. Konuşma; Hakk'ın manasını maddeye çevirmek anlamına geldiği için, kâmil zatlardan dedikodu mahiyetinde bir söz çıkması imkânsızdır. Çünkü dedikodu; esmaların, Halik'in ve insanın bilinmemesinden kaynaklanan boş ve özsüz sözlerdir. Öylelerine söz değil laf denir. Bunlar saman gibidir ve ancak hayvan yemi olur. Rahmetli Osman Dede'nin: "Derle, topla, at çöp sepetine" dediği laflar bunlardır.

Hatif dakketti mi?

İşin buralarına gelindiğinde çok kimse korkmaktadır, ama bu işte biraz cesur olmak şarttır. Tabii bu cesaretin bilinçli olması şartıyla... Çünkü, Allah: " Rabbine ibadet et, ta ki, yakîne ulaşıncaya kadar " < 15-99 > buyurmaktadır. Ama insan, nefsimi öldüreceğim diye bedenine zarar vermemelidir. Çünkü bildiğimiz gibi, o beden emanettir ve emanete hiyanet etmek doğru değildir. İnsan, buraya gelinceye kadar işin, bedende değil, bedenin içindeki görünmeyende olduğunu öğrenmiştir. Bu konuşmalarda, o bedenin içindeki görünmeyen, beden hoparlöründen söylediğini, kulak mikrofonundan duymaktadır. İşte "Hâtif" adı verilen, bilinmez, görülmez âlemden gelen ses budur. Osman Dede'nin: "Hâtif dakketti mi" sorusunun esası da budur. Bu mertebeye geldikten sonra, insan, göğe baktığında, İbrahim Hakkı Hazretleri gibi, bulutlar üzerinde ne âyetler, ne yazılar görecektir... Bu hususta önemli olan, Allah'ın kulunu sevmesidir. O sevdikten sonra neler ihsan eder neler...
İnsanın sülûkünde öyle bir zevk doğabilir ki, kâinat ona "Merhaba" demeye başlar. Bu devrede o kâinatı kapsamış ve kâinat onun aynası olmuştur. Bu anda merhaba diyen yine kendisidir. Bir saliğin, bunu zevk edebilmesi gerekir. Osman Dede'nin: ""Hâtif dakketti mi" diye sorduğu yer burasıdır. Hâtifin dakketmesi, gaipten ses gelmesi demektir. " Yanına gelince ona yâ Musa diye seslenildi <20-11> âyetinin tecellisi sesin duyulmasıdır. Museviyet mertebesinde bu sesi duymak gerekir.

"Bin defa Allah diyeceğine bir kere söyle ve duyur"

Esma bir bildirgeçtir. Kendi vücudu yoktur. İnsanın sıfatlarını bildirmeye yarar.
Bazıları esma çekerler. Bunun amacı müsemmayı bulmaktır. O'nu bulamadıktan sonra çek, çekebildiğin kadar...
Osman Dede'nin: "Bin defa Allah diyeceğine bir kere söyle ve duyur" demekle kastettiği durum budur. Bu konuda ben de size: "Ekmek ekmek demekle karın doymaz" demiyor muyum?
Allah'la dama oynanmaz
Sert ve dirençli ağaçlar, ne kadar sağlam olursa olsun, Allah'la oyun oynanamayacağı, O'na karşı gelinemeyeceği için, kuvvetli bir tecelli rüzgârı karşısında direnemez ve kökünden sökülüverir. Âd Kavmi'nin helâki böyle olmuştur. Onlar dağları, taşları delip, içine yerleşmişler ve kendilerini hiç bir şeyin çıkaramayacağını zannetmişlerdi. Ancak, şiddetli bir tayfun (Rıh-i sarsar) hepsini söküp, önüne katmış ve helâklerine sebep olmuştur. Bu ve benzeri olaylar da göstermektedir ki, tecelliyat-ı ilahi ile oynanmaz. İşte Osman Nuri Dede buraya: " Allah'la dama oynanmaz "derdi.

Binayı bozup yeniden yapma

Her insanın yedi göbek geriden, genetik olarak getirdiği belirli karakterler vardır. Bunları kimse inkâr edemez. Karakter, kişiye intikali sırasında diğer genlerden etkilenerek bazı değişikliklere uğramış olsa bile, yine ana ve babadakine benzerliğini koruyarak tecelli edecektir. Bu durumda insanın: " Ne yapayım, ben böyle yaratılmışım " deyip, işin içinden sıyrılması mümkün değildir. Çünkü, bunların terbiye edilip, düzeltilmesi için Allah, Peygamber yahut mürşit ismi verilen terbiyecileri göndermiştir. Bu terbiyeciler durumu bildikleri için, yaptıkları eğitimle kişinin eski yapısını (Binasını) bozup, yerine yeni bir bina kurarlar. Bu da iki şekilde yapılabilir.
Biri: Osman Dedenin bana yaptığı gibi, bir anda yıkıp, yeniden yapma yöntemidir. Bunu, Amerika'daki, gökdelenleri bir anda dinamitle çökerterek, yıkmaya benzetmek mümkündür. Çöken binanın enkazı kısa sürede kaldırıldıktan sonra, yerine yenisi yapılır.
İkincisi ise: Bir taşı söküp, hemen yerine yenisini koyarak, binayı yıkmadan yenileme yöntemidir.
Bunlardan birincisi çok etkili bir yoldur, ama buna herkes tahammül edemez. İkinci yolsa; sarsıntısız ve dengeyi bozmayan bir yol olduğu için, kolay tahammül edilir. Bu yöntemde ani sarsıntı olmadığı için, insanların huy ve davranışları yavaş yavaş, çok defa kendisi bile farkına varmadan değişir. Arada başarılı olunamayan vakalar olsa bile, o da Allah'ın işi olduğu için, fazla karışmaya gelmez. Aşkla bihûş olunan devrelerde, insan sadece karşısındakilerin düşüncelerini okumakla kalmaz, aynı zamanda onun iç âleminin ne olduğunu da görür hale gelir. Hatta bazı ahvalde kendisi de karşısındakinin aynı oluverir. Rahmetli Osman Dede anlatmıştı. Birisi böyle bir aşk sarhoşluğu anında karşısında bulunan dut ağacına bakıp:
"Bir kez Allah dese şevk ile insanDökülür cümle günah misl-i hazan"
deyiverince, ağacın tüm yaprakları dökülüvermiş. Bu durum aşkın âfaka hükmedişinin göstergesidir. Zaten vuslat-ı ulya denen de budur. Kâinatı dolduran da bu vuslatın bir incisidir.

Dünya bir gölgedir

Rahmetli Osman Dede, dünya hayatı için: " Oğlum, dünya bir gölgedir. Sen ona doğru koşarsan, ne kadar hızlı koşarsan koş, onu yakalayamazsın, ama o dünya denen gölgeye arkanı döner ve cemale doğru koşmaya başlarsan, bu kez o seni bırakmamak için arkandan koşacaktır " demişti. Hakikaten de böyle olur. Ben bunu bizzat yaşadım. Öyle zamanlarım oldu ki, beş kuruşum kalmadı, ama yoluma devam edince gördüm ki, her şeyim oluvermiş. Sonuçta; suretin hayal, suretsiz olanın gerçek olduğuna yüzde yüz kani oldum.

Bunu insan yiyecek

Hazret-i Peygamber'i tam olarak anlayabilmek için: "Muhammed kimdir" sorusunun cevabını doğru olarak bilmek gerekir. Bunun doğru cevabı: " Ahad, Ahmed olup, kendini bildirmiş, Ahmed de Muhammed olarak zuhura gelip, bize kendini göstermiş, sonra da geldiği yere dönmüştür " ifadesinde yatar. Onun için Ahad, Ahmed, Muhammed; Hakk, Muhammed, Ali, hep üçün bir, birin üç olması keyfiyetinin sonucu ve zuhurudur. Müslüman; her türlü düzenden kılı kırk yararak geçmiş, durulmuş, karanlıktan aydınlığa çıkmış, selamete ermiş insandır. Gerçek Müslüman; hiç kimseyi hor görmeden, iyiyi, kötüyü tefrik edebilen insandır. Bu ayırımı yaparken, adeta pirinç tanesinin üstündeki kabukları ayırır gibi olmak, ama o kabukları da hor görmemek gerekir. Aksine hareket; o küçümsenen kabukları da bir yiyen bulunduğunu, o yiyenin kendinden gayrı olmadığını ve onu küçümsemenin aslında kendini küçümsemek anlamına geldiği bilincine varamamak demektir. Bunun anlamı ise; o küçümsenen kabuğun, şimdiki mertebeye gelmezden önceki kendi gıdası olduğunu idrak edememek demektir. Kendisi, evvelce hayvan mertebesindeyken yediklerini bırakıp, o meyvelerin özünü yemeye başladı diye, şimdi o kabukları yiyenleri küçümsemek, doğru bir şey değildir. Cem mertebesi, insana bir tohum ekilme yeridir. Bu ekilen öyle bir tohumdur ki, içinde kâinat gizlidir. Bu tohumdan çıkanı kâinat yiyecektir. İnsan ise, bu tohumun nihai mahsulü olacağı için, orada yetişen ürünün kendine layık olanını yiyecektir İşte, Rahmetli Osman Dede'nin bana,: " Bunu insan yiyecek " deyişinin nedeni budur. Kendisi arı duru hale geldiği için, her şeyin özünü yemeye hak kazanmıştı.
Her şey Allah'ındır
Ehl-i şeriatın inançlarındaki samimiyetsizliği ispatlayan bir olayı bizim Osman Dede anlatmıştı. Bir gün, bir hoca ile konuşurken, hoca : "Her şey Allah'ındır, kulun hiç bir şeyi yoktur " deyince, Osman Dede hocanın elindeki cüzdanı göstererek: " Bu da Allah'ın mı " diye sormuş. Hoca " Evet " diye cevapladığında, Osman Dede onun elindeki cüzdanı alıp, uzaklaşmaya başlamış. Hoca hemen arkasından seğirtip: " Ne yapıyorsun yahu " deyince, Osman Dede: " Hani Allah'ındı. Niye sahipleniyorsun? Eğer sesini çıkartmasaydın, o zaman söylediğin söze inandığını ispatlamış olacaktın. Ben de paranı ve cüzdanını iade ederken senin gerçekten iman sahibi bir insan olduğunu kabul edecektim. " deyivermiş.

Melamilere cevabı

Melâmiler Osman Dede'ye: " Allah kul, kul Allah olabilir mi " diye sorduklarında, kendisi: " Kul mertebesinde kul, Allah mertebesinde Allah'tır " diye cevap vermiş ve: " Çünkü, kulluk ve Allah'lık birer mertebedir. O mertebelerde ne kul Allah, ne de Allah kul olabilir. Kul, kulluğunu atarsa, geriye Allah kalır" diye ilave etmişti. Bu izahat, bizim yukarıda anlattıklarımızın özeti mahiyetindedir. Yani, kul bir alettir. O aletten işleyen Hakk'tır. Biz bir şeye niyet eder ve çalışırsak, Hakk onu bize ihsan eder. Ev için çalışırsak, ev; otomobil için çalışırsak, otomobil verir.

Yemek duası

. Bir can bizi yemeğe davet etmişti. Gittik. Yemekten sonra Osman Dede poştnişin olduğu ve kendisinden bir yemek duası yapması beklendiğini bildiği için: " Âkil, me'kül, ekil sensin yâ Allah Hû " deyip işi bitirince, yemek sahibi: " Hiç böyle dua duymadım " diyerek, duayı beğenmediğini hissettirmiş, bunun üzerine, Efendi her şeyi özet olarak söylemiş olmasına rağmen, yemek sahibinin gönlünü almak için uzun bir sofra duası yapmıştı.
Osman Dede, kendi aramızda: "Yiyen, yenilen, yemek sensin. Hû" deyip, kesiverir ve bundan sonraki tüm söyleneceklerin, ne kadar uzatılırsa uzatılsın, işin süsü olduğunu söylerdi ki, işin gerçeği de budur.

Kimsesi yoktu

Osman Dede evlenmediği için çocuğu yoktu. Ama insana yaşlılığında çoluğu, çocuğu dahil hiç kimse Allah'ın baktığı gibi bakamaz.. Allah bir insana baktı mı, öyle bir baktırır ki... Osman Dede'nin yakınları olsaydı, onlar manevi evlatlarının ona baktığı gibi bakabilir miydi? Yapan, çatan Hakk'tır. O istedikten sonra, insana öyle bir bakıcı bulup, o bakıcının içinden öyle bir işler ki..
Şiirleri
İyi bir mürit, Osman Dede'nin: "Sensiz cihanda uşşaka can gerekmez " diye başlayan şiirindeki gibi: "Ey cihanın canı. Yüzün bana kıble olduktan sonra, ne Kâbe'den, ne kıbleden haberim olur. Senin yüzün önümdeyken kıbleye dönmeme imkân yoktur, çünkü o kıble cismin; senin yüzünse ruhun kıblesidir " diyebilmelidir. İşte, mürşidi bu şekilde görmek gerekir. Mürşidini et ve kemik olarak gören bir mürit, mürşidini görememiş demektir.

İrşat metodu

Benim size burada sohbetlerle anlattıklarımı Osman Dede bana davranışlarıyla, yani lisan-ı hal ile öğretmeye çalışmış ve benim düşünerek gerçekleri bulmamı istemişti.
Ben Osman Dede'nin çok özet olarak verdikleriyle yetiştim. O, geniş açıklamalara girmez, her şeyi bir kaç cümleyle özetleyiverirdi.
Biz, daha kolay anlatılması ve anlaşılması sebebiyle, Osman Dede'nin yöntemini tercih ediyoruz. Bu yöntemde makamat, mertebeler üzerine bina edilmiştir. İstasyonlarıysa: Ef'al, sıfât, Zat, Cem, Hazret-ül cem ve Cem-ül cem'dir. Osman Dede, sohbetlerini saliğin mertebesine göre yapardı. Örneğin: Henüz zikir verilmiş olan bir saliğe: " Zikredeni zikrederim " < 2-152> , " Allah'ı zikretmek en büyük ibadettir <29-45> , " Sevdiği ve kendini seven " < 5-54> konularında sohbetler yapardı. Ef'alde olan bir saliğe hareket ve sükun konularını işler; hareket halinde sükunun, sükun halinde hareketin ne olduğunu anlatırdı.
Osman Dede, Amerika'da gökdelenler nasıl kimseye zarar vermeden bir anda yerle bir ediliyor ve sonra yerine yenileri yapılıyorsa, beni de öyle yaptı. Bir anda çökertti, sonra yeniden imar etti. Geçirdiğim şiddetli sarsıntıların sebebi de buydu.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...